SÜREKLİLİK Prof. Salih Murat UZDİLEK İLim bir akıl işidir; ve her şeyi fikir imalinin soğuk ışığı al- tında muayene eder, Onun kuvveti de buradadır. Hedefi hakikatten ibaret olan ilmin beğendiği veya beğenmediği sev yoktur. Gerçek- ten, (B. Ruselljin dediği gibi «lim sörüşünün özü, şahsi arzu, zevk ve menfaat duygularımızın “dünyayı tefsir hususunda bir anah- tar olarak kullanılamayacağı..» ir. İlmin bu tek cepheli görüşü onun kuvvetini doğurduğu ibi, bu gö- rüş müsbet ve faydalı sahadan sıkı bir inkâr ve felsefeleştirme vadi- sine dökülecek olursa, zaafını da teşkil eder. Eskidenberi tecrid yolunu tutan insanlar, «iyi ve güzel»i edebiyat ve şiirden cıkarmadıkları halde ilimden çıkarırlar, Bu da belki ilme karşı eski bir itimatsızlık ve be- ğenmemezlik eseridir. İlim, usul ve ölcüye dayanan bilgi olduğuna göre ölcülmeyen şeyleri sahasın- dan atar, Asrımızın başlarında il- mi bir (Lâboratuar)ın açılış res- mini yapan İngiltere Başvekili (Balfor)un dediği gibi: —«Ölçüye dayanan ilim, ölçü- lemiyen şeyleri kadrosundan çı- karır, veya cıkarmaya calışır. Ha- yat, güzellik ve saadet, ölçüle- bilen seylerden değildir. Saadetin bir ölcüsü olsavdı volitika da ilim olmıya başlardı.» Ve iste bu asrın başlarında fi- lozoflar, münakasalarını ileriye götürerek, ilmin kuvvetle kök sal- mış olan ana prensiplerini sorguya çekmeğe başladılar, Bir taraftan filozoflar bu sual- leri sorarken, ilim adamları da, es- kidenberi kök salmış olan mü- tearifleri kökünden sökmeğe çalış- tı. Belirtilmiş ve emniyetle çerçe- velenmiş olan (mekanik) kanunla- rının her zaman ve her yerde doğ- ru olup olmadığını yahut (Nuyton) kanunlarının tam veya takribi ol- duğu şıklarını münakaşaya ko- yuldular. Nihayet bu asrın başlarında sep- tisizma o kadar aldı, yürüdü ki, / uzun zamanlardan beri belirtilmiş ve emniyetle çerçevelenmiş olan ta- biât kanunlarının bile hakikat ol- mayıp muvazaalardan ibaret oOl- duğu iddiasına kadar varıldı. Tam hakikati kavrıyacak bir akla sa- hip olmadığımız ve Zekâmizın da, böyle düsturlaşmış maksatlar için tekamül etmediği; ve yaptığımız ve yapacağımız işlerin eşyayı bu- günkü maksatlara uygun bazı bil- gi vasıtaları olarak kullanmak olduğu iddia edildi. Hakikaten o bazi mevzularda, (niçin) yerine (nasıl) la cevap ver- mekten ötürü çare yoktur. Ni- tekim (Kirşof) un tarifine uygun olarak «ilmin sayesi tabii hâdise- leri izah değil, tariftir»... İlimdeki septisizmanın başlıca sebebi, bilgimizin zamanla daha tam bir şekle girmiş olması, tak- ribilik “derecelerinin gittikçe art- masıdır. Eski zamanlarda müşahe- de vasıtalarının hassas ve ince ol- “ mayışı, hâdiselerde mevcut muğlâk ve girift noktaların görülmesine engel olmuş, dolavısile kanunlar da basit şekillerde meydana gel- miştir. Misal olarak (Maryot) ve (Kepler) o kanunlarını o gösterebi- liriz. Burada (Puankare) ve müraca- at edersek su mütalâayı buluruz: —ueMisal olarak “inikâs kanun- larını ele alalım! Basit, cazip bir nazariye teşhisi altında kurulmuş olan bu kanunlar evvelce tecrü- be ile sağlamlaşmış görünüyordu. Fakat sonraları daha doğru ve derin neyi ar RİN takri- bi olduğunu göster. Bu keyfiyeti an -Şimi) de İç pek güzel görebiliyoruz: Bu ilmi kuranlar rasladıkları rakamların üçüncü ve dördüncü âşâr hane- leri karsısında şaşırdılar, kaldılar. Bereket versin ki, bunlar iman sahibi insanlardı. Maddenin has- salarını daha iyi tetkik ve takip ettikçe bir (süreklilik) cevherinin hüküm sürdüğüne daha fazla inan- mak zorunda kaldıklarını anlıyor- lardı. Gerci mutlak fikir imali yolile süreklilik hâdisesini tesbit etmek zor ise de bunsuz da ilim- ler imkânsızlaşsıyorm... ; İşte dâvamızın mihrak nokta- sına geldik. Süreklilik veya sürek- sizlik... Tâ eski Yunan devrinden- beri büyük münakaşa mevzuu... Acaba hangisi doğru? Tabiata bir bakışta süreksizliği görüyoruz. Eş- ya birbirinden ayrı ayrı duruyor ve sayılabilivor. Bundan sonra, hava, deniz gibi şeylere bakarak sürekliliği görüyoruz. Daha sonra cisimlerin atomlardan mürekkep olduğuna inanıp vine bir sürek- sizlikle karşılaşıyoruz. Derken işı- ğın yol bulması icin esir diye bir vasıta cıkıyor; ve onunla beraber yine süreklilik boy gösteriyor. Fakat bu da son değil... Dâvaya bir son verebilmek en çetin dâva... Bir yazı sonra göreceğiz. Kader riyaziyesi Dr, Halük Nur Bâki ÜSBET ilimler Yirminci rın basından itibaren kuru maddecilikten sıyrılmış, eşyayı, madde ve mâna külcesiyle bir ara- da mütalâa ve müsahede devresine girmiştir. Bu arada, uzun yillar ilim ka- nunları dışında kalan zaman mefhumu atom sırrını vrensin ba- kımından ilk defa açıklayan (Aynştayn) ın eliyle riyazi kat- iyetlere doğru bir hendese : dâ- vası mahivetini almıstır. Malüm- üç buud içinde idrak ederler: Boy, en ve de- rinlik... Nitekim bütün madde il- mi, hacim mevzuunda bu esasla- rın tatbik şekillerinden ibarettir. Halbuki (Ayvnstavn) kâinatta üç değil dört, bes, belki de sonsuz sayıda buud bulunduğunu iddia etmiş ve bu mechul sayıya (N) har- fini izafe etmiştir. Bu vazivete #öre, kâinat hâk- kında gercek bir hüküm verebil- mek icin (N) kadar buuda nüfuz (Devamı 16 ncı sayfada)