Tefrika; No; 16 İhtiyar kadın, alnına o muhacir danı- ğasını vuran muharebe lâfı açılir açılmaz, uzun yılların basamaklarını bir solukta tırmanarak geçip gençliğinin tahtına otu- rur ve işte ordan, hafızasını zorlamaya lüzum göstermiyen bir kolaylıkla bütün bir boğuş fac'a'ının çizgilerini sıkıntısız, zahmetsiz ortaya dökerdi. ütün aile : ve kendisiyle olan herkes, Rumeli Türk hâkimiyetinden çıkmadan düşmanın, her kö- şeye diktiğimiz medeniyet meş'alemizi na sıl söndürdüğünü, mekteplere, medresele- re, harsa, irfana, şuura, sanata, hülâsa bü tün bir mânevi hayat silsilesine nasıl iu- dostluğu evvel, edilmiş olduğunu, bir tarih yaprağından daha canlı olarak ondan duyup öğrenmişti .Yine bu dudak işin kan dökücülük, zulüm ve işkence ta- raflarını da öyle acı çekmiş bir belâğatla anlatırdı ki, dinliyenler, düşmanın, boğaz- ceden inceye suikast lanmış vatandaşların kulaklarından yapıl- mış gerdanlıklarla sokak sokak dolaştık- larını, mızrak ucundaki çocuk cesedlerine, serhoş düşman askerlerinin, emmesi için kesilmiş kadın göğsü ikram ettiklerini, ih- tiyar kadınları çırılçıplak soyup porsuk derilerine, kabuklari çatlatılmış cevizler sıkıştırarak dipcik tehdidiyle çifte telli oy nattiklarını adetâ işitmez de görürlerdi. Ama bugün Pembe hanım gençlere refah zamanlarının eğlence ve adetlerinden söz , açmıştı: — Bizde düğünler tam bir hafta ev - velinden başlar, diyordu. Ne kız, ne de oğlan annesi dâvete çıkar; bir okuyucu tutar, hediyesini obohçalayıp eline verir, o da bunu koltuklayınca kapı kapı do. laşmağa başlar. Amma her gittiği yerde ona yine hediye verirler. Çevre, kumaş, para... Perşembe günü kız evinden oğ - lan evine çeyiz gider. Cuma günü telci kadin kızın çeyizlerini a:maya başlayın- ca, hısım akraba kim varsa bu sefer de tel- cinin omuzlarına hediyelerini bir bir at- maya başlarlar... — Pembe hanım teyze, lâfını unutma, hani geçen gün bize bir türkü yazdırmış- tin, ben onu kaybettim, neydi başı? Pembe hanımın, birden ayağa kal- kınca adımlarına hâkim olamıyan bir has- ta gibi, topallayan hafızası bir ân duru - yor. — Bende türkü, mani çok... Hangi - siydi bilmem ki... — Hani bağlamaları rim» diye başlıyordu. Düğün alayını Ohayalen takip eden gençler, yediği şekeri ağzından kaptıran «sızlar yârele- çocuklar gibi öfkelenmişlerdi. Her kafa- dan bir söz çıkmaya başladı: — Sırası mı bunun canım? — Tadsızlık ediyorsun... — Söyle Pembe teyze, sen işine bak. Fakat çocuk israr ediyor ve onları ra- hat bırakmıyordu. O zaman “biri, ağlayan kardeşinin eline oyuncak ve- rip susturan bir ağabey edasiyle: içlerinden Aklı olan dilber âşık sever mi Aşk ateşinde kendin üzer mi Yâranın alıp bile gezer mi Sızlar yârelerim, ille can yerim... Diyerek arkadaşının istediğini karşısı- na atıverince, bü sefer de oldu, olmadı dâvası başladı. Az zamanda sesler daha fazla birbirine karışmış, hafiften başlay xa münakaşa, bir solukta folklora, mahalli hareketlere - gitmiş, oradan da şahsi ve gayri şahsi edebiyata, nihayet dünya öl- çüsündeki cereyanlara sapmıştı. Gençlerden bazıları, gevşek, yorgun yapmacıklı olarak vasıflandırdıkları ro- mantizme mersiye okurken, muasır fel:e- fe ile atbaşı giden natüra'izmin gayri şah- si bünyesinin içtimai saflar arasında at. rahat adımları alkışlıyor. Bazıları ise, öğretici ve ilmi olan bir çığı- tığı geniş ve rın iddiasız oölamıyacağını, malzemesini ve cihazını ister ruhtan, ister his ve fi- kirden, isterse tabiattan almış olsun, her eserin aşikâr veya gizli bir iddiası oldu- ğunda israr ediyor, bazıları daha cessur davranarak idealistleri tutuyor, &debiya- tın, dünyanın felsefi, içtimai ve iktisadi temposuna ayak uyduran pıratik bir sos- yolojiden ibaret olduğunu, bugün başı yu karda gezen cereyanın yarın ensesine bir tokat vuracak el zuhur edeceğini sö,'ü yorlardı. Ama elden ele dolaşan bir top gibi gürültü ve heyecan içinde düşe kal- ka oradan oraya atlayan mevzu, nihayet felsefe sahralarına kadar yuvarlanıp gitti. Artık Pembe hanımın düğün alayı olduğu yerede takılmış kalmış, adetâ unutulmuş- tu. Hâlis efendi şu kalabalığın içinde Ce- milden'sonra Halid isminde bir genci ia- ha tanıyordu. Abdullah henüz cesaretini arttırıp evin içini mektebe çevirmeden, yalnız bu çocuk |gelip giderdi. odadakileri saydı. Tam dokuz kişi idiler. Bereket hepsi de aynı derecede geveze değiller- di. Yalnız avukat olmuş bir sarışm genç- le, felsefe tahsilini bitirdikten sonra şark lisanları üstünde çalışan ve bu dokuz gencin en yaşlısı olan Remzi, hazırlanmış Hâlis efendi göz ucuyla (1S bir. nutku okur gibi, ötekilere sıra ver- meden konuşuyorlardı. ç Artık kendisi de, çenesini biraz daha çengelleştirip alt dudağını sarkıtarak söv- leme nöbetini kaybeden Pembe hanım gibi, onları hemen hemen anlamadan dinlemeğe başlamıştı. Gerçi o, ihtiyar ve cahil kaynanasına bakınca ne kadar, hem ne kadar bilgiliydi; fakat ne garip ki, şarktan da garbdan da konuşan izençls- rin söylediklerini lâyikiyle anlıyamıyor- du. Bazan bir ağızdan konuşan gençler yatışıydrlar ve bir süvari bölüğünün arka. sından kalkan tozlar gibi, birbirlerine fi- kirletini göstermiyen münakaşa duruyor ve paftrdı, küskün ve neticesiz bir sük t- la yer değiştiriyordu. Bu derece anlaşamıyan kimselerin bir- birleriyle arkadaşlık etmelerine bir türlü akıl erdiremiyen Hâlis efendi, kendi za: manında beraber okuduğu gençlerle bir kere bile 'çekişmediğini düşünerek hayv- reti büsbütün büyümekte iken, Halid, yeni bir sessizliğe dalan odanın içinde Hâlis efendiye dönerek: — İmam efendi, hazır söz şark ve i garp: ayrılığına intikal etmişken, siz bir şark kültürünün âbidesi olmak dolayısiy- le bize bu iki fikir kutbu hakkında mu- kayeseli bir izah yapar mısınız? dedi. Bu, âleni bir tecavüz, apaçık bir istih- - faftı. Mesihpaşa imamı, daha fidanken mesned direkleri ihmal edildiği için rüz- gârdan bir tarafa eğilip kalmış ağaçlar gibi, fikir sahasında hep aynı istikamete yatıp kalmıştı. Ve onun bu tek taraflı kül- türün sademesiyle bir daha belini doğ- rultamamak üzere bir çöküntü buhranına çattığı ân bu andı. — BIRINCI FASILIN SONU — Kıyntetli kadın romancımız Samiha Ayverdi nın, Türk romancılığında görülmemiş bir tahlil ve terkip değeri taşiyan (Mesihpaşa İmamı) Yo- manı, birinci fasliyle burada nihayete eriyor. İslâm irfan ve medeniyeti İçinde yetişip © kaynağın nâmütenâhi derin ve ileri kıymeti anla; kısır ezbercisi kalmış bir nesille; bütün tesellisini mürakabesiz ve besiz garp kopyacılığında arayan köksüz ve reh- bersiz başka bir nesil arasındaki mücadeleyi, ay- nı çatı ve baba oğul arasında canlandıran ba bü- yük harikülâde ukdeyi ortaya koyduğu yerde birinei faslımı tamamlamaktadır. Umumiyetle (Büyük Doğu) ya 15-20 tefrikalık hartei roman kabul etmediğimiz