Tefrika, No: 14 Eğer kendisi yıllardanberi ev işlerini ih- mal bahasına pencerenin gedikli nöbet- gisi olmasaydı, onları her zaman burada yakalamak mümkün olurdu. Fakat be- ğenmedikleri Gülsümcük, rüzgârla sa” - rulan siyah cübbeyi görür görmez: — Efendi geliyor! diye tırabzanı vu - runca Abdullah da onları alıp kendi o - dasına tıkardı. Hâlis efendi, sualini anlamamış gibi duran karısına: , — Sersem sersem ne bülüyorsun öy- le, cevap versene... diye tekrar bağırın - ca, Gülsüm hanım, yüzüne düşen saçla - rmı itmek bahanesiyle elini başına gö- türürken, parmaklarından soğan kokusu- nun çıkıp çıkmadığını ustalıkla yokladık- tan sonra; — Bilmem ki, galiba annemden Ru - meli türküleri öğreniyor, muharebeden sonra bizim gibi çift çubuk kaybedenle - rin çektikleri eziyetleri falân anlattırı- yorlarmış... Herkes kendisine varsın akılsız desin di; fakat Gülsüm hanım bu sıfatı kendi- sine hiç de konduramazdı. Lâkin hazım- h ve sakin huyundan dolayı da kimsenin kanaatini tekzip etmeğe lüzum görmez, yüzüne gülüp arkasından söyliyenleri, sürü içinde anasını bulan bir kuzu has- sasiyetiyle derhal seçer ve tanırdı. Eğer yumuşak başlı olmak bir kabahatse, on- da bu suç pek büyüktü. Şüphesiz ki keu- dinde önası gibi ateş üstünde kaynar bir çömlek taşkınlığı yoktu. Bu bir hakikat- ti. Ama anası ne bilirse o da bunlardan habersiz değildi. Ancak ya söylemekten KM MANEN MA Lİ Köpamiz: Gemici türküsü | zemimiz yelken açtı derin maviliklere, Dört yanımız sade su, sad: yemyeşil yosun. Böyle — açarmış gemileri zafere, Preveze aslan: kahraman Barbaros'un. Bir kelime ömrümüz, deniz, yalınız deniz; Şen türküler yükselir küpeşteden güneşe. Her gece yıldızlarla başbaşadır teknemiz, Her gece maviliğe sarılır bizde neş'e. türküleri çmlatır ufukları, Sarı rüzgâr; dolar sağlam ciğerlerine. Selâm götür sahile serin meltem rüzgârı, Selâm gemicilerden. selâmlar tan yerine! Hüsnü KUÇUK utanır, ya bir yanlış yapmaktan çekinir yahut da konuşmaya lüzum görmezdi. Sanki kocası çıkıştığı zamanlar verecex cevabı yok muydu? Ama ne olacak? İyi bir kadın daima erkeğine baş eğer ve su- sardı. O da susuyordu işte. Adı budalaya çıkmış olsa bile, bu haksiz isnat yüzün - den sahiden akılsız olacak değildi ya .. Eğer insan el âlemin lâfına bakacak olsa, siyaha beyaz, beyaza siyah damgasını vu- ran yanlış ağızlarla beraber, kötülükleri iyilik, iyilikleri de kötülük diye kabul et- mesi lâzımdı. Onun için her şeyden evvel kendi kendinin doğruluğuna bir yol tutmak ve halkın saçtığı çeşitli cevahirlere müşteri olmamak lâzımdı. k ğer takdir edilmiyor, bin türlü çile çeki- yorsa, bu da sağl nefesleri tükenmemiş bir insan için çaresizdi. Herkes gibi ken- disi de dünya aşhanesinde payına düşen mihnet lokmalarından nasıl baş çevire - inanacak , bilirdi? Ama bu hayat sofrasında cefa varsa da sefa da eksik değildi. İşte koca- sı çetinliği, huysuzluğu bir tarafa bıraka- cak olursa doğrusu iyi adamdı. Bir kere namuslu ve dürüsttü. Bu yüzden itibarına diyecek yoktu. Sonra güzel ve yakışıklı olduğu halde kime ne zaman takılmış, hangi yılışkan münasebetsize yan gözle bakmış, uyğunsuz şırfıntılarin hangisine bir çift söz söylemişti. Ne isterse yap - maz, kime el sallasa peşine düşürmezdi? Gülsüm hanım, muhakemesi ipliğine sıra sıra dizdıği bu düşüncelerin arasında, hâlâ bir aşağı bir yukarı dolaşan kocası - nın böyle vakitsiz gelişinin sebebine yer veremiyordu. Yoksa bir hayır sahibi ev - deki cünbüşten kulağına bir haber mi fıs- lamıştı? Eğer öyleyse kendisinin bundan sonra sabahtan akşama kadar pencere ö - nünde nöbet beklemesi lâzımdı. Hâlis efendi kararsız ve tasalı, bir za- man daha odanın içinde dulaştıktan son- Ta: — Ben camie gidiyorum; arayan olur- sa kahvede beklemesini söyle... Diyerek kapıya doğru yürüdü. Evde oturup bir iş çıkarmaktansa, geldiği gibi gitmesi elbet daha iyi idi. Gülsüm hanın geniş bir nefes alarak, merdivenlerden inen hayalin arkasından baka kalmıştı. Zaten onun kendinde vakit vakit içini 81z- İatan kusur, kocasına olan bu târife gel - mez hayranlığı değil miydi? Ah onu ne kadar İ kimse, hiç kimse bile - mezdi. Hâlis efendi için ise ev, tadını büsbü - tün kaybetmişti. Gerçi eskiden de onu bu RI çatı altına çekecek cazip bir taraf yoktu. Ne zaaf duyduğu bir kadın, ne üstlerine düşmekten zevk bulduğu evlâdlar, ne müşkillerini çözen bir mütalâa hırsı, ne yürek dolduran bir ibadet huzuu... Maa- mafih sevki tabii halini almış bir alışkan - lik ve bilhassa hâkimiyet duygusunu kulla nabildiği bir saha olması itiba-iyle, yins de evine bağlı bir adamdı. Ancak son Z24- manlarda bu evin, teressüp eden bir ma- yi gibi kendinden ayrılıvermesi, onu ren- gine ve terkibine güvendiği bu mahlülün manzarası karşısında hayret ve e'efle bir başka tarafa kaçmak arzusuna düşüyordu. Gerçi ilk patırdıdan sonra Abdullah, tek- lif ettiği mütarekeyi bozacak bir serkeş- likte bulunmamış, hattâ bir ima, bir mâ: nalı bakıştan bile çekinmişti. Lâkin ne ol- sa baba ile oğlun arasındaki bu yeni va- ziyet, bir barut fıçısı üstündeki korkunç emniyete benziyordu. Fakat, Hâlis efendiyi böyle zamanlar- da evden kaçıran asıl sebep, bunların hi; biri değildi. Geçenlerde bir gün Abdulla- hın odasında tutuşan münakaşa çırağı, ta kendi odasının içine kadar dalarak sükü- netini, rahatını bir ânda tutuşturup, kül etmişti. İşte Hâlis efendi bunun tekerrü - ründen korkmakta idi. Evet bir gün bü - vük oğlunun odasında çekişmek hırsını yenemiyen gençler kendi odasına doluşup ona Kur'andan bazı âyetlerin mânasını sormuşlardı. Bu tecessüs, ihtimal bazıları için bir fantezi, bazıları için bir alay, bel ki bazıları için de hakikaten üstünde dü- rulmak gereken bir mevzudu. Mesihpaşa imamı, sorulan âyetleri kuvvetli arapça - siyle tercüme etmekte zorluk çekmedi; ama iş tefsire gelince, işte bu içinden çı- kılır iş değildi. «hükümdarlar bir şehre dahil olduklarında ol şehri harap ve azizlerini zelil ve esir ederler» âyeti - nin iç mânasına gelince, dili ağzının içinde büsbütün dönmez oldu. Ama gençlerden biri, Hâlis efendiye ecel terleri döktüren bu âyeti nihayet kendine göre şöyle tefsir etti: «Aşk kalbe dahil oldu mu, orada yerleşmiş olan riya, kötü ahlâk, fesat ve tuyğan gibi menzili ifsat eden herşeyin ha | rap ve şeytan misillu her ne varsa zelil ve esir eder.» İşte Mesihpaşa imamı, hitap etmeğe bile tenezzül etmiyeceği bir yeni yetişmeden ikinci bir sille yiyip rezil ol -. uaktan korkuyordu. Hoş çocuğun tavır- larında onu teçhi! etmek kasti seçilmiyor idiyse de netice de rezil olmuştu işte. (Arkası var) 13