Sahife 9 ANADOLU Pariste azgın serserilerin Bir şairin başına yaptıkları işler. Bar sahiplerile gırtlaklaşıyor, çakçılık yapıyor, ayni zamanda çalıp çırpıyorlar. Serserilerden bBiri yaralandığı yerde yatıyor. Bir Fransız muharriri, Pariste kaçakçılık, oğursuzluk eden ve bar, gazino gibi yerlerin baş- lartna musallat olan — serseriler hakkında bir röportaj yapmış tır, Muharrir hulâsatan diyor Monmarterdeki barlardan bi- rind yeni tanıştığım Gaston im minde birini görmeğe gittim. Muharrirlerin her yerde tanr dığı olması tabii görülmelidir. Onu görür görmez: — Gaston, dedim. Dün ak. şam gene “Rakket, barının delikanlıları biribirine girmiş- ler; aasıl oldu bu böyle? — Evet «*dedi- doğrudur; para kavgası. Zaten para kav- gası her yerde olur. Parasızın yanına hiçbir kadın yanaşmıyor. Uyuşturucu içkiler satmak ta polislerin yüzünden pek güçleşti. — Şu halde tehditle para koparmak istemiş olacaklar. — Onun gibi birşey. Ne yapalım. Buradaki delikanlılar oldukça züğürt. Hazır yiyici- lerden ara sıra para koparırlar. Acaip sergüzeştler Gastan anlatıyordu: —Akirma — geldikçe gütayor rum. Bir gün bu delikanlılar, bar sahibini bir köşeye sıkıştı- mıyorlar; inatçı adı onlara santim vermek miyor. Bu srada, bar sahibinin karısı elinde bir tabaca ile yetişiyor. Külhanileri tehdit ederek kaçı- rıyor. Kaçarlarken de arkaların- dan gülüyor. Başka bir sefer, gene bu soyguncular kumpanyası, M... barinın patronuna yanaşıyorlar. Patron onlara şunları söylüyar: *Sakın benim barıma uyuş- turucu madde sokaâyım deme- yiniz. Lüzumsuz heyecanlarla kan dökmenizi de istemem. Yoksa kulağınızdan tuttuğum gibi sizi polise teslim ederim.. Bu sözlere içerleyen soygun- cular patronu nasıl kafese soka- bileceklerini düşünüyorlar. Bir gün üç Amerikalı kadı- nin vasıtasile bu adamın barı- na gidiyorlar. Bar sahibi bun" ları görünce, birazdan polisle- rin bara gelip tahkikat yapa- cağını söylüyor. Delikanlılar bu BÖzü işitir işitmez, ıokıgı farlı - velce hazırlattığı yirmi adam bunlara sokakta sopa- larla temiz bir dayak atıyorlar. Gene bir gün, bu çapkınlar başka bir bar sahibine şu tek- lifi yapıyorlar: — Müsaade et te, vestiyer vasıtasile, bâra gelenlerin cep- lerinde neler bulunduğunu öğ- renelim. Onları dışarıda soya rız. Elde edeceğimiz kazancın Yarısı senin. Bu teklifi kabul etmiyen bar sahibi, külhanileri kovalıyor. Biraz sonra bu külbanilerden biri geri dönüp, bar sahibinin köpeğini tabanca ile öldürüyor ve kaçıyor. Arkasından koşan bar sahibi onu bir köşe mey- hanesinde yakalıyor ve: — Benim sevimli köpeğimi öldürdün; diyor. Senin le- ket dahilinde yaşamanın yasak edildiğini biliyorum. Şimdi sen keadi ayağınla bu memleketten gidecek misin?, Yoksa seni Işi cinayete kadar götürmüş bir serseri zındanlarda zincire bağlı. polise teslim eyedim mi?, Zavallı adam, bu tehdit kar- yısmda, Partsi terkedip başka yere gitmek mecburiyetinde ka- liyor. Zabıta Çocuk meselesi Bir adam, karısını yarladı İkiçeşmelikte Beyşehir otelin- de oturan Bosnalı Süleyman oğlu Mahmut Çatalkaya, kendisinden ayrılmış olan karısı Bosnalı 22 yaşında — Hayriyeyi, çocuklarını gö muğber olmuş, çi rinden yaralamıştır. tulmuştur. Yangın başlangıcı İkiçeşmelikte Cumhuriyet ote- linde misafr - bulunan Mene- menli Tevlik, sarhoşluk yüzün- den yanık sigarasının yorgan üstüne düşmesine ve yangın çıkmasına sebebiyet verdiğin- den zabıtaca tutulmuştur. Yan: gin derhal söndürülmüştür. Ölümle tehdid Kemeraltında Sağır sokağın- da Zongaldaklı Ahmed oğlu Abdullah Savaslı, alacak me- selesinden Ahmed oğlu Musta- fa Fevziyi ölümle tehdid etmiş- tir. Suçlu t> Hırsızlık Karataşta İnönü caddesinde Trabzonlu Bayram, manav Ali Rızanın dükkânindan — beş lira çaldığından tutulmuştur. Sarhoşluğun sonu Gazibulvarında hammal Ha- san, Giritli Mehmedaki, İzmirli Mehmed, fazla sarhoş — olarak kavga etmişler, Hasan taşla başından yaralanmıştır. Kadın yüzünden Cezaevi önünde Kıbrıslı Mus- tafa oğlu Zihni, kadın mesele- sinden Aydınlı şoför Vasfiyi çakı ile yaralamıştır. Yaralı hastaneye kaldırılmış ve Zihni yakalanmıştır. gelenler. b Zavallıya, deli mua- melesi yapmışlar Zavallı şair Fransada Gonzag - Frik ir minde bir şairin başından en- teressan bir hâdise geçmiştir. Şair sık sık uğradığı - nefes darlığından dolayı, doktorunun tavsiyesiyle hastaneye yatıyor. Hastanede yatmakta — iken, üzerine gelen bir sıkıntı ile yanındaki pencereyi açmak ir tiyor. Hastabakıcılardan biri: — Aman, intihar — edecek; diye bağırıyor. Derhal nöbetçi doktorla ha- demeler şairi yakalıyorlar. Şair, kendisine deli muame- lesi yapıldığını görünce, itiraz 'or. Fakat onu kimse din- lemiyor ve delilerin yatırıldığı kısımda bir hücreye sokuluyor. Adamcağız oradan: — Ben şair Gonzüg Frikim; diye bağınyor. Hastabakıcılar onun bu söz- lerine katıla katıla ve zavallının böğürlerine bir iki yumruk konduruyorlar. Şair kendini tanıtmak boş yere manzum ve mensur eserlerinden parçalar okuyor, kim kimel Bereket versin üç gün sonra Goönzagın - hususi dokto- ru geliyor ve zavallı adamı de- lirtici vaziyetinden kurtarıyor. isine bu muamele- yi yapanlar aleyhine şimdi dâar va açmış bulunmaktadır. —— Bo . * Halkevi köşesi 1 — Evimizin gezi kolu Ber- gamada yapılacak Kermes mü- nasebetile 22 Mayıs 938 Pazar gönü bir gezi tertip — etmiştir. Bu geziye iştirak edecek arka daşlar nihayet 20 Mayıs Cuma günü akşamına kadar evimiz sekreterliğine isimlerini kaydet- tirmelidirler. 2 — Evimizin açtığı resim sergisinin halk tarafından gö ü- len rağbet üzerine 15-5-938 ta rihine kadar devam edeceği. 3 — Günlerdenberi köşemiz: Imakta olan seyyahlara ik yapacaklara verilecek 12-5-938 Perşembe günü saat 20 de başlıyaktır. Program aşağıda yazılmıştır. Memleketimizin propaganda- s: İlbay Bay Fazlı güleç 12-5- 938 Perşembe saat 20 de, İr- mir: Bay Rahmi Balaban 13-5- 938 Cuma 20, Bergama: Bay Rahmi Balaban 14-5-938 Cu martesi 20, Bergama (Berga- mada): Bay Osman 15-5-938 Pazar 20, Sart: Bay Rahmi Balaban 16-5-938 Pazartesi 20, Efes: Bay Asım Kültür 17-5-938 Salı 20, İzmir, Agora, Müze, Kadifekale: hettin Kantar 18:5-938 Çarşamba 20. 4 — Evimizin daktilo kursu- na üç ay devamdan sonra S- nâva tabi tutulmuş olan talebe- nin 16 şar kuruşluk pulla sek- için gülüyorlar | Birdenbire başını Kolumu tuttu: — Şöyle yürü *dedi- bu ta- raftan geçelim.. Bu taraftan geçelim, rica ederim. Kemalin yüzüne baktım: Sapsarı idi. Gözleri bir garip parıltı ile dolup boşanıyordu. Etrafa bakındım. Kimsecikler yoktu. Sağımızdaki manav dük- kânlarında, öğle sıcağında uy- kuya dalmış gibi görünen yığın yığın, rengârenk meyvalar ve onların ortasında ayni ahenge uyarak — gözleri kısılmış — ma- navlar... — Ne var ne oldun?. Bana, korka korka, ilerdeki manavın önünde duran bir kü- çük kölfeyi işaret etti: — Görmüyor musun? Ve gözlerini kapadı. — Görmüyor musun - onu... Çabuk geçelim, - çünkü fenala- şiyorum.. Bu köfenin içinde turfanda kirazlar vardı. Köşeyi süratle döndük. İçini çekti. Kısılmış bir sesle: — Kirazlar *dedi- Ve başını sailadı. miştim: Onunla bir vakitler, Balçor vada dağ kısımında bir bahçeye gitmiştik. Birdenbire larını görünce şaşırmış, gözleri yaşarmış: — Bu ağaçları yakmalı. Bu ağaçları parçılamalı.. Bu ağa- cın meyvasından toprak yüzüm de kimseye, hiç kimseye bir tane bile yi l Demişti. daldık. Kahvelerimiz geldi. O, bir sigara yaktı ve dumanları- nın halkaları içinden, bana, kiraza aid derdini anlatmağa başla: — Bilir misin Niçin kirazdan —korkuyorum, niçin kiraz düşmanıyım. Niçin kirazdan kaçıyorum?. Karımı çok seviyordum. Dün- yaya karımın gözlerile bakıyor- dum. Karımı, bir insanın muh- taç olduğu en iyi şey, en iyi arkadaş, en iyi ve en asil sev- gili diye telâkki — ediyordum. Ruhumuzun bütün nihayetsizliği ile ve her şeye rağmen sevişi- yorduk. Hayatın her oyununun karşısında, yaşamanın her cil- vesinin önünde biz daima elele gözüküyorduk. Biz, muhteşem ve mesud is- tikballer düşünmeden, birbiri- mize kendimizden başka hiçbir şey vadetmeden evlenmiştik ve belki de evlendiğimiz zaman, sandetin bu derecesi ve bu şekli etrafında hiçbir. — düşüncemiz, hatta hiçbir rüya ve tahmini- miz de yoktu. Fakat mosud olmuştuk işte.. Biz bu saadeti, iki kalbin, iki canın ve iki kafanın ayni yü- rüyüşü, ayni muvazene ve ahen- gi içinde bulmuştuk. Za zaman, bu saâdetin başdöndürücü ııtı ile sersem- leşiyor ve hayatın ve kaderin bizim ikimizi de yakalayıp ye- re çarpabilecek — müthiş bir oyun — hazırlamasından korku- yordum. Evlendiğimizin üçüncü yılı idi. çevirdi. Kemal, *dedim: kirazlar... Hatırla- *dedi- ben. reterliğe müracaatleri, $ — 11-5.938 Çarşamba gü- nü saat 18 de Sosyal Yardım, ve saat 17 de Halk dersaneleri ve Kurslar komitelerinin hafta- hk toplantıları vardır. aç-| hastı akın telgraf çekmeyin, belki üzülür. Demiş.. Kapıyı çaldım, hiz- metçi açtı. İçimde bir hissi kablelvukuun tırnaklarını duyu- yordum.. Karımı sordum. Hiz. metçi cevap veremedi. Şaşır- mişti.. — Nerede hanım, duymuyor musun? Dıdııı. Mıçhnl gök gurulh"ılırıle homurdanıyor: du. Hizmetçi hâlü susuyordu.. Onu yakasından tutup sarstım: — Abdal kadın!.. Hülâ sw» Suyorsun, söylesene! Diye bağırdım. “Hastanede, diyebildi ve kendini toparlayıp karımın ansızın hatalandığını ve kaldırıldığını söyledi. Deliliğin kapısına kadar yak- Taştığımı bissettim ve bir kur- şun hızı ile hastaneye koştum. Karşıma çıkan doktor, arka- daşımdı: — Karım nerede -diye ba- gırdım: Karım!.. Karımı göste- rin banal Ne müthiş bir heyecan ve ıstırap içinde bulunduğumu an- lamıştı. Beni omuzlarımdan tut- tu, yüzüme baktı: — Ne oluyorsun ya -dedi- dur. bakalım!. Allah Allah, hastalık ta, sağlık ta bizim içindir. Ne bu telâş böylel. — Karımı göreyim, karımı gösterin, bu mantık oyunlarını sönra yaparsınız! Dedim. Koluma girdi. Sanki heyecanımı azaltmak istiyormuş gibi, beni ağır ağır yürütüyordu. Onu, bir odaya almışlardı. Ba- ir hastabakıcı duruyordu. bu kadın arasında işaret teatisi oldu. Halbuki insanlar, böyle — daki- kalarda herşeyi — görüyorlar.. Doktor, kolumu — bırakmadan fısıldadı: — Dikkat et, hastayı uyan- dırmadan yaklaşalım.. Bak, uyu- yor işte.. Görüyor musun, derin ve râhat bir uykuda.. Halbuki benim gördüğüm, bambaşkaydı: Karım, bir minyatür - oluver- mişti. Yüzü âteşler de yanr yordu. Doktorun israrına rağı men elimi a dum; âdeta c hissettim. Gözleri açıld. Ne garip şey; © güzel gözlerin Üs- tünden sanki hafif hafif, sigara dumanı renginde bir duman yükseliyordu. Sanki gözlerinin içi kaynamakta ve yanmakta idi. Karyolasının dibine diz çök- tüm: O yaman alaı öptüm, elle- rini öptüm, öptüm.. Sonra doğ- ruldum. Doktor bana- eğildi: — Nöbeti var, geçecek «dedi- merak ötmel. Karımın gözleri kapanmıştı. Şimdi karyolasının içinde sağ tarafa dönmüştü. Doktorla be- kalmaklığıma, ona bizzat bakmaklığıma müsaade istedim. Benden, yığın yığın teminat aldı. Kendi mesleğince bir sürü şart koştu. —Peki, peki, dedim ve bir kok tuk getirtip oturdum. Tam bir saat sonra karım kendisine gel- di. Beni görünce güldü. Birşey- ler söylemek istedi, yapamadı. Elleri ellerimin üstünde dola- şıyordu. — Çok mu mustaripsin? Dedim. Hayır, der gibi kap larını kaldırdı. — Seni seviyorum: Dedim.. Gözlerinin nihayetsiz bir haz parladı ve göz kapakları indi. “Ben de, demek istiyordu. Bir müddet suştuk.. Nihayet dudakları — kı- mıldadı. Birşeyler söylüyordu. Eğildim, dinledim. Kiraz isti- yordu. Doktora koştum. Has- tanın isteğini söyledim. Başını salladı; — Hayır -dedi- müsaade ede- mem.. Çünkü herhangi bir fe- lâket vukua gelirse, o takdirde sen de, ben de herşeyi ona hamledecek, bize düşeni yap- madığımız için vicdan azabı duyacak, kendimizi hastanın katili sanacağız.. Anlıyor musu- nuz, fen, bizi bu dakikada böyle birşeyden menediyor.. Ne denebilirdi, fen namına doktor konuşuyordu. Döndüm. Ona her — tarafın kapalı oldu- gunu, sabahleyin bunun icabına bakacağımızı söyledim. Bakış- lırılo, başını hafilçe yana çevi- , içini çekişi ile: —Ah, demek istedi. Ne olurdu benim dediğimi yapsay- dınız.. Bana bir avuç kiraz ge- tirseydiniz.. Bakalım, — sabaha çıkacak myım? Kendimi dışarıya attım. Bah- çedeki ağaçların arasında uzun uzadıya ağladım. Hastane, de- rin bir mezar sükütu içinde idi, Galiba iki saat kadar geçmişti, Tekrar yukarıya çıktığım vakit, doktoru, hastanın başı ucunda buldum. Bana yaklastı: — İsterseniz-dedi-gidip kiraz bulabilir ve hastanıza yidirebi- lirsiniz.. Zavallı budala, lli ben, az kalsın doktorun elini, aya- ğini şükranla öpecektim. Hal- buki fen son sözünü söylediği için, artık her türlü manevi mesuliyet — kâygısından azade olarak hastaya ne isterse vere- bilirmişiz ve ben — farkında bile değilim. Çarşılar kapalı.. Ortalık sim- siyah.. Manav dükkânlarının etrafında bir deli gibi dönü- yordum. Kararımı verdim: Bu dükkânlardan birinin ka- pakları açılmağa müsaiddi. Onu açacak, bir avuç kiraz çalacak, ertesi gün ona, beş, on, yüz lira verecektim. Kararımı der- — Lütfen çeviriniz — içinde