— Bu at bize yedek olur. Dartanyan ona cevap verdi: — Şapkamı bir kurşun gö: türdüğü için yedek bir şapka gelse daha iyi olurdu. İmanım yakkı için, mektubun şapkamda sulunmaması talümdendir. — Zavallı Portos peşim zden gelrse bunlar onu öldürür. di- ye Aramis söylendi. Portos dedi ki: —Atos ayakta olsaydı bu za- mana kadar bizi bulurdu; bana öyle geliyor ki, karşılaştıkları zaman sarhoş zannettiğimiz adam ayık olmuştur. İki saat daha dörtnala yola devam etmiş oldaklarından at- lar son derece yorulduğu için hemen “hemen yürüyemiyecekle- rinden korkuluyordu. Seyyahlar yoları gene kesi- mek tehlikesine düşmek ümidile kestirme yol tutmuşlardı; fakat Kreveköre geldikleri zaman ar- tık Aramis yola devam edemi- nazik bünyesi gös- terişli tavırları altında saklı bu- lunaa metanetini tamamile sar- fetmişti. Yüzü gittikçe sararmış ve nihayet kend sinin atı üze- rinde durabilmesine yardım et meyhanenin kapısı önün- de onu atından indirmişler ve mücadele zamanında faydadân ziyade ı < b %:uni | yanında ge ceyi geçirebilmek ümidile tekrari yola çıkmışlardı. Yola düzüldükleri sırada Atos dedi ki: — Hay kör şeytan! İki elen- di ile Grimu ve Planşeden iba: ret kaldık! Vay canınal artık t taklarına düşmiyeceğim, hadle- ni bildireceğim. Buradan Ka- leya gidinciye kadar ne ağzımı açacağım ve ne de kılıcımı çe- keceğim. Yemin ederim ki... — Yeminle vakit geçirme, atlarımız dayanırsa sürmeğe bar kalım.. 5 Seyyablar mahmuzlarını atla- rının karınlarına indirdikleri için hayvanlar gayrete gelmiş ve daha ziyade zindelik göster- mişti. Gece yarısı Amyen kasa- basına gelebilerek Lis Dör 19- kantası önünde atlarından in- mişlerdi, - Han sahibi dünyanın en na- 2 Arabı da öyledir, çerkezi de öyledir. Yalnız bir Türk vardır ki müslümün, hır.stiyan demez herkese elindeki nimeti paylaş- tırır. Rumdan epir, Ermen'den ayvaz, Arnavuttan kavas kulan- dığı gibi kadınlardan da hiris tiyan, müslüman demez müreb- biye alır, sofra bizmetçisi alır. Cafer T.yyar Bey çok iyi bi- hrler ve siz de bittabi bilrsiniz veya işitmişsinizdir. Bu, böyle değil mi? dedim. Hep birden: — Evet, dediler. O halde biz burada ma'üm olan şeyi söylüyoruz. Sizler bunu her nasılsa bir imtiyaz veya bir tefevvuk şeklinde — gördünüz, A iĞL ; muslu bir adamı gibi karşıla- rına çıkmıştı. Bir elinde şanr des ve diğee' elinde göcülik, pamuklu takkesi olduğu halde seyyahları içeriye aldı. İki yolb- cuya en güzel odalarını vermek istemişti, fakat bu en güzel odalar ötelin karşı ucunda ok dukları için Dartanyanla Atos bu oda'arı istememişti. Otelci, kendilerine başka el verişli odası bulunmadığı ceva- bığı verdi. Fakat misafirleri umumi salonda yer yatakları üzerinde yatmak istediklerini söylediler. Otelci ıssar etmişse de misalirlerin de ısrarını gö- rünce arzularını yapmağa mec- bur olmuştu. Yatakları hazırlandığı ve kâ- pılarını içerden sürmeledikleri sırada avluya bakan pencerenin kepengini biri vurm ştu. Pencereyi vuranlar Planşe ve Grimu idi. Pianşe dedi ki: — Grimu atları gözl.yebilir, eğer efendilerimiz arzu eder lerse ben kapı önünde yatarım ve siz da içeriye kimsenin ge- lemiyeceğine emin olursunuz. — Ne üzerinde yatacaksın? Diye Dartanyan sordu, Planşe bir demet saman göstererek cevap verdir — Benim yatağım işte. — Gel öyleyse, hakkınız var, hancının yüzü hoşuma gitmedi, lüzumundan (azla nezaket gös terdi. ğ Atos deci ki: — Benim de öyle.. Planşe pencereden içeriye gi, rerek yatağınp kapı önüne ser- diği sırada Grimu da sabahın saat beşinde dört hayvanla be- raber bazır. bulunmak - şartile, ahıra girerek kapanmıştı. Gecenin, saat ikiye kadar, sükünet içinde geçtiği doğru olmakla beraber, o saatte birisi kapıyı açmağa - çalışmış, fakat Planşe derhal uyanarak “Kimr dir 0?,, diye bağırınca © meç; hul şahıs yanlışlık yaptığını söy- liyerek sıvışmıştı. Sabahleyin saat dörtte, ahır- da müthiş bir gürltü vardı. Grimu seyis yamaklarını uyamr dırmak istemiş ve onlar ise bar şına üşerek kendisine dayak at- mağa başlamışlardı. Pencereyi açıp bakınca, — za- va'lı delikanlının bir kazma sapı ile başı yarılmış olarak baygın gülerek — “telâşa İlüzum yok, dedim ve arkadaşlara bakarak: — Esasen bazı arkadaşlar rabatsızlanmışlardır. Eksk kadro, ile temsle devam edilem yeektir diye bir de iğne soktum. Gütiler, geldiler ve en niha- yet mevki kumandanını da yan- larna almışlar ve süt dökmüş kedi gibi bir vaziyette beled.ye reisi tarziye verdi, biz de ka- bul ettik, İşte lütfen olsun bir Türk ke- limesine verilen paâyeyi bile ören bu kısa düşüncrli kılı'.çı:k meydanı boş bulunca neler yap- maz ve neler yaratmaz. Meçliş Seyyahlar mahmuzlarını atlarının karınlarına indirdikleri için atlar da gayrete geldiler bir halde yatmakta olduğunu görmüşlerdi. Pianşe avluya indi, atları ha- zırlamak için ahıra gitti, fakat atların ayakları tutulmuştu. Bir gün evel Musketonun atı altı saat kadar süvarisiz başıboş koştuğu için yola devam ede- bilmek ihtimali varsa da, han- cının kendi n - birinden kan almak için gönderildiği an- laşılan bir baytarın, anlaşılmaz b hatadan dolayı, Musketonun atından kan aldığı görülmüştü. Vaziyet can sıkacak bir hale gelmişti! Biribirini takib eden bu hâdiseler & eseri ola- bilmekle beraber mürettep bir plân neticesi de olabilirdi. Atos ile Dartanyan dışarıya çıkarak Planşeyi civarda satılık üç at olup olmadığını anlamak çin göndermek istediler. Kapı- nın önünde genç, dinç ve hazır iki at duruyordu. Bunlar - onla- riü tamamile işine yarardı. Sahiplerinin nerede - olduk- larımı sordular, otelde geceyi geçirdikleri ve yola çıkmak için hesap görmekte bulundukları haber verilmişti, Atos hesap vermek - üzere gittiği sırada Dartanyan - ile Planşe sokak kapısı önünde duruyorlardı. — Atosun — yanına gitmek istiyen hancı alt katta ve bir arka odada bulunuyordu. Atos hiç emniyetsizlik gös- termeksizin odaya girdi ve he- sap görmek için iki pistol çı: kardı. Hancı yalnız olarak ya- zıbanenin önünde oturmuş ve yazıhane sürmelerinden biri yarı açık duruyordu. Atosun verdiği parayı eline alınca evirip çevirdikten sonra paranın kalp olduğunu ve ken. disi ile arkadaşlarını kalp parb sürücüsü diye tevkif ettireceğini söyliyerek bağırmağa başladı, Atos da otelcinin üzerine doğ- ru yürüyerek bağırıyordu: — Edepsiz herif; şimdi ku- laklarından keseriml... Dedi. Otelci iğilerek sürme- den çıkardığı iki kalp pistolu Atosa gösterirken imdat - için bağırmıştı. Tam bu anda dişlerine ka- dar silâhlı dört kişi yan kapı- lardan girip Atosun üzerii e| dirmışlardı. Atos - ciğerlerinin olanca kuvvetile bağırıyordu: — Sonu var — Inkılâb hatıralarından “Meşrutiyeti idare ilân olunmasına rağın f hemen eski şevket ve ikbalini muhafaza ediyor gibiydi kafasına benzem şti. Meşrutiyeti idare ilân olun masına rağmen Yıldız hemen hemen eski şevket ve ikbalini muhafaza ediyor. gibiydi. Padi- şabın ayık maaşı elli bin lira idi, Hamid, bu aylıktan bir para teoz lâ! yaptarmamıştı. Avcı taburlarınin İstanbula gtmesin- den sonra Arap ve Arnavut taburları lâğvedilmişti. Fakat pek vasi mikyasta yaver kadrosu, tüfekci bölükleri ve — bunlar yet şmiyormuş gibi kahveci başı elbiseci başı, seccadeci başı.... ilh.. C ve müutaassıp güruh- tan bir alay başlar eskisi gibi te Üsküp Belediye reisinin ufa- | duruyordu. cık bir şey kavrayamıyan dar ' Gündelik muamele © kadar h ça a AYANOLU Sahila $ & NASREDDİN HOCADAN - | Te vT TTT berbestsâtunla;: — A Kültürümüzede (e | h yanlış bir yol Bugün Türkiyemizde hemen hemen, okumamış, — yazmamış pek az kimse kalmıştır. Fakat yine şunu söl yebillrim ki, bu- gün bir çok köylerimiz öğret- mensiz kalmakta ve öğretmen okullarından mezun olan öğ- retmenler, kültürümümüzün ih- tiyacına yelmemekte, bunların brakmış olduğ boşluğu da ancak öğretmen vekilleri doldurmak- tadır.. Şimdi şebirlerimizdeki mev- cut okulların hiç birisinde bir aksaklık (yani muallim eksi kliği) yoktur. Fakat köylerimiz, üç sınıflı olduğu halde, (hiç) veya ( bir ) öğretmenle dare edilı ir. Bugünün ortaokul mezunları ise, maii veyahut ailevi vaziyet- lerinden dolayı yüksek tahsile devam edememekte, dolayısile küçük işyarlıklara atılmaktadır- ar. Veyahut öğretmen vekili olmak azmindedirler ve böyle- likle hayatlerıni bayatlarım mu- hafezaya çalışıyorlar.. Yuanda kaydettiğim gibi, bu gün köy okulunda 3 sınıf mev- cut iken bu okula ( hiç ) veya (bir) öğretmen aranmaktadır! Acaba buna sebep nedir ? Bugün şebir çocuklarından fazla, köylü çocuklarımız üze- e durmalı ve onları okutup küçük bir bilgiye sahip bulun- durmalıdır.. Bir öğretmenin şehir okulun- da sinifine kirk dakikalık bir zaman içinde vereceği bir dersle ayni veya başka öğretmenin köy okulunda kırk dakika'ık zamanı üçe bölerek bir sın fa vereceği 10-12 dakikalık bir ders arasında çok, pek çok fark vardır. Bu (10) dakikadaı verilce va- zile ile öğrenc! ne bilgi edine- bilir, ve ne de öğretmene, veri- Va dersi anlatabilir.. Ve böyle- likle çocuklarımız hiç bir bilgi edinmeden köy okulu tasdikna- mesini alırlar. Fakat daha yu. karı sınıflara gidip okumak iş- tiyen bir öğrenici için feci bir hâl olur, ve oluyorda., —Öğret- mene gelince; çocukları (63ı e nicileri ) için gece gündüz dur- madan çalışır sağlam bir bilği verir, fakat ne çare ki verdiği dersi az dahi öğreniciden ala- maz! Sene sonunda ise zoru zoruna öğreniciyi terfi ettirmeye mecbur olur.. Şimdi ne yapıp yapmalı, köy okullarını da tam kadrolu bir hale getirmeliyiz. Çünkü bu kadar öğretmen wekili açıkta bulunmaktadır. Bu iş, kültürümüzün en mü- him bir vazifesidir. sanırıml.. 'zretmen; Hasan en Yıldız sarayı hemen çoğalmıştı ki, Hamidi düşünmek, yıldızın bir kadrosunu yapmak kimsenin aklına bile gelmiyordu. Hemen bütün düşünceler bulu- nulan günü patırdısız gürültü- süz geç rmekten ibaret gibi idi. Tasfıye istenild ği halde her ne- dense yapılamıyordu. Yirmibeş, otuz yaşında genç paşalar gene öylece gözönünde çıban gibi duruyorlardı. Sadrıazam Kâm'l paşanın bah: rfiyeli bir oğla vardı. Amiral olmuştu. Amiral Said paşa idi. Değil bir vapuru kayık yarışına çıkan iki çifte sandalı bile idt- reden âciz olan bu paşaz:de emsalleri veçhle — babalarının — Sonu var — ire' — Yazan: Şeyh e Kt UPlal'l_ yer ” —D Ne Velidir, ne Nebidir, ne deli yoktur amma bu cihanda bedeli — Bana bakın; maimukattar kardeşlerim dedim, — şeriatta pamahrem olan saçlarla el aya- larıdır. Binaenaleyh başlarınızı örtüp el ayanızı göstermedikten sonra mesele yoktur. Bu akşam hep beraber yemek yiyeceğiz. Şerife Hab beye, Habibe de Şerifeye baktı. İkisinin de yüzünden bu işe can attıkları besbelli idi amma *evet, demeğe utanıyorlardı. Ben işi kısa kestim ve ikisine birden: — Haydi; şu çarşafları çıka- rın, başınıza sıms.kı birer örtü geçirin. Kendinize çeki, düzen verin, biz sizi burada bekliye- ceğiz. Dedim; sevine, sevine amba- ra doğru uzak aştılar. Vakit epeyce ilerlemiş, sular kararmağa — başlamıştı. Halız Durmuş bir aralık — yacımdan ayrıldı. Aradan epeyce zaman geçtiği halde görünmedi. Ben: — Acaba bu ayı vazgeçti mi? Diye düşünürken — başaltında İ yoktur bir kıyamettir. koptu. Vapurun ne kadar güverte yolcusu varsa başaltında toplanmıştı. Merakla ben de oraya koş- tum. Ne görsem beğenirsiniz? Hafhz Durmuş telâşla — şa'va- rını bağlıyor, tayfanın birisi: — Pazarda hiç de mi ağız görmedin herifl. kaha ile gülüyordu. — Esasen min hilkatin sersem olan Ra- mazan Softası bğ.ıbüıün afalla- mıştı. Kalabalığı yararak ilerledim. Hafız Durmuşu kolundan tutup oradan uzaklaştırdıktan sonra sordum: — Ne oldu Hafız efendi, ba- şına bir iş mi geld?. Garib, garib boyounu büktü. Sağa, sola şöyle bir bakındık- tan sonra anlatmağa başladı: — Desturun balâya gittim. sallanan — zencre dışarıya uğramışım, su haznesinin zencirini mişti. yapmışlar, — başlarını şaflarını atmışlardı. den canının — hayli ettim: belki de gizli din taşıyordu. Verilen fetvalara göre a ea Diye bağırıyor, seyirciler kah-» Bahtım ki aptas deliği yok. Ortaya garavana gibi, tencire gibi, efendime deyivireyin, küp gibi bir şey gomuşlar. Üstüne çıktım. Pampur - sallanıvirince aşşâya düşmemek için tavandan dutunayım dedim; ocağı sönesinin d.binde pampurun deliği varmış. Deni- zin suları şarradanak bhücom edince içime gorku düştü; do- numa, şalvarımı toparlamadan İş anlaşıldı.. Hafız Durmuş alafranga abdesthanenin üstüne çıkmış, vapur da - sallanınca çek- Kendisini teskin ettim, berar ber kalktık, ambara indik. Ha- bibe ile Şerife dediğim gibi sımsıkı birer örtü ile kapatarak çar Hafız Durmuşun tereddüdün- sıkıldığını anladığım için yeniden Ssöze başlamak lâzimgeldiğini derk — Bana bak hahız dedim; müctehidlerden el'avukat Hafz Mustafa Pürpatavatla mazanna- dan deli dedikleri veliyyullah Sabri hazretlerinin fetvaları vardır Bu fetvayı oknyan Alamanya kralı “pardon, demiş. Kimbilir, iman ehli dişi galayıkta üç şart Brânır; 1 — Veçhi haşen 2 — Savti hasen 3 — Zevki hasen Bu üç şartın tahakkuku için de Nakşibendi tarikatı meşayi« binden Salıhlide eczacı Fethi elendi bin Çeribaşının *Fetvayi mesamat, filvukuu mürtesemat,, isimli kitabındaki “son perdei rezalât,, faslını okumak gerek. tir. Ntekim tariki nazenin mey- dancı başıs Rahmi Karadavud bin Şeyh Hacı Davudun da bu bususta “Puhfetül hubre, filbeyanil gübre,, isimli — bir kitabı vardır. Gerçi Aziz, Lokman, Zülkar. neyn Hazretleri için kimi veli- dir, kimi neb'dir diye iht lâfa düşmüşlerse de Alaşehrin biri» cik ispençeri Rufai serameda» nından şeyhi Südi efendi mer- bum, İzmir Borsa reişi, sabık A'asonya mühküsü Mazhar Nu- rullah efeadi üstadım zla birlikte yazdığı son eşerinde vaziyeti şu beyitle tasrih buyurmuştur: Ne nebidir, ne velidir, ne deli ma bu c haada bedeli Sen bu beyitten ne anlar dın Hafız Durmuş? — Heeç! — O halde sende de ma- zannalık eseri var demektir; bir matbaaya intisap edebilirsin.. — Matlaa da ne demek ola? — Orasının ne demek oldur ğunu — içindekiler de bilmezler; fünun ile cünunun birleştiği yer demektir. yetteki tesettür 'se yüzünü anladın ya; bak., y Hafız Durmuş, “anladın ya, deyişime fevkalâde memnun ol- du. Demek ki yavaş, yavaş o da anlamağa başlamıştı. Hoooş; bunda analaşılmıyacak bir cihet te yoktu ya.. İşi bu derece izahtan sonra tabil siz de anlamışsınızdır. Efendim, herşey böyle, meselâ ( Bina kanununa zeylen çıkan 1739 numaralı ka» nunun ikaçi bendine ek olarak tedvin edilmiş 4761 numaralı kanunun muvakkat 121 - inci maddesinin beşinci fıkrası de. Tâletile son 7447 numaralı ka- nuaun 47 inci maddesinin ikinci fıkrasına müzeyyel eski 1943 bumaralı kanunun 51 inci mad- desine göre hareket iktiza eder) cümlesi gibi açık bir lisanla âne latılsa kimsecikler zahmet çek- mez amma gel gelelim herkesin kalemi bir olmuyor. — — Kalem var; kalemcik var. İfa- de tarzının aksaklığı da Maamafih bu tehalüfleri tabi görmeli, Herkes yeni harferi Türkçü Necip üstadımız gibi söktüremezse veya herkesin sesi avukat Murât Çınarınki kadar yanık deği kabahat kimin? Bakınız, hiç kimse çıkıp ta bi- im Hacıoğlu B. Sadık E::i tango oynıyamıyor. Allah kese bir marifet vermiş.. Hacıoğlu Sadığın, Hilâlahmer balasunda, Pazartesiden Pazar- tesiye eve çamaşr yıkamağa gelen Bohora hamımla beraber bir oynayışı vardı ki bütün balo halkını çoşturmuş, - figürlerdeki zarafet, belediye reisinin tala- katini bile geçmişti. * Kemal Kâmil, küçükken çeli çomak oyununda çomağı yul için, nasıl boynunu sağa, sola oynatamadan — yürürse mimar Necmeddin de, gene küçükken Sonu 8 izincia sahifede— v TERER ada BN sen Ona aa a et anldl evea KRMe, Ş Bi ş