ip 8 Könunusani 19 38 Senesinde kanlı : harpler olacak! Bir millet çok ıstırab çekecek, Rus- ada da bir diktatörlük türeyecekmiş n - - Bir Paris bu sene dünyada neler olaca- ğimı şimdiden haber veren Bn. (Zaipfel) namındaki kadını en çok Paris halkı tanır. Her sene bütün vekayii zu- hurundan evel bildiren bu ka- din, Salı günü Parisin büyük salonlarından birinde bir kon: ferans vermiş ve 1938 senesin- de neler olacağını bildirmiştir. Ba, (Zaipfel) in konferansı, binlerce halk tarafından dinlen- Miştir, Ba, (Zaipfel) in doğduğu yer, de bir ormanın orta- sında kâin küçük bir köşktür. B_“' a%fel). beş yaşında iken bir gece rüyasında beyaz S kallı bir Yitiyar görüyor. Bu adam, kizâ çizin kulağına eği liyor ve ŞUX öileri fısıldıyor: — Kınm, en On yedi yaşın: halk huzurun- ksin?, Mevkiine ge- çeceksin?,, Kız, ön sene M A b hu ihtiyar! 'G""“i“ıgxiyar ve ken: isine ayni sözler V. , - Si drk ada başında gerek gazeti le ve ge- rekse konferanslar X’_;e: f:_ retile o sene içiıfde V, lecek mühim hâdisatı d0A S Bi l haber vermekle - şöhreb, Ti mıştır. R - 8 inci Edvarda gö mektupta, bir aşk tahtını terketmek mect de kalacağını bildirmiş, yüzürir buriye? İtalı Başvekili Mussoliniye Habesisti j l harbinin neticesini haber VeT Fransız frangının 1936da başlıyan İspanya "'_'l.’.'i""' ni ilân 1937 de sona ermiyeceğil eylemiştir. Zaipfel, 1938 yılında vukj' gelecek hâdiseler hakkında d? diyor kiş — 1938 röportajına göre, yılında, — korkunt harbler olacaktır. Bir - millet, yeryüzünde yaşıyan — insanlar şimdiye kadar görmediği dere- Gede şiddeili bir ıstırap çeke- cektir. hılyıııııı Fransaya karşı olan soğuk vaziyeti bu sene fazlala- şacaktır. Rusyayı, muhtelif parçıalara ayrılmış görüyorum. Bu memle- kette, yeni bir diktatörün türe- mesi muhakkak gibi görünüyor. Japonyanın, Uzak Şarktaki askeri harekâtı, Amerikada ka- rışıklıkları mucip olacak ve bel ki de acıklı bir ihtilâle sebebi- yet verecektir. Polonya, komşularından bir devletle harp etmek mecburi- yetinde kalacaktır. Fransada siyasi fırtınalar ola- cak ve grevler çoğalacaksa da hâdisat doğurmıyacaktır. Hitlerin arkadışları harp is- tiyorlar. Fakat kendisi, bilâkis Fransa ile bir uzlaşmaya taraf- tardır. Maahaza Hitlerin arzusu galebe çalacak ve ona muhalefet edenlerin yıldızı sönecektir. Fransanın en büyük düşmanı, komşularından biridir. Maamafih; bu düşman, emelne nail olsa bile sevinci pek az devam ede. cektir. . Ba, Züpid, 1933 yılnda ve kua gelecek mübim hâdiseleri böylece saydıktan sonra konfe. ransını şu cümlelerle bitiriyor; — Dünyayı yalmız — insanlar idare etmiş olsaydı. şu zamanda bütün beşeriyetin Ağlaması lâ. zımdi. Fakat Allah vardır, ve Allahın - yardımile Fransa tehli. sukutunu Vö keden kurtulacaklır.» Tirede kumar ,Tirede Giritli Mustafa ve Arif dihin kahve'erinde kumar oy- yidiği görülmüş. kumarcılar kallanarak Adliyeye Verilmiş, kajler de birer 2 Müddetle Umiştir. p.&ı—.v-* — altın Napolyon ot ga SN y Mepenldier: Kıranların Bağrı — | Şöhretlilerin hayatından parçalar. E. Hamdi Akman - Ödemiş * .. Büyük Napolyon Dramaturg. Torncille'in “Cid, i genç Na- polyona o kadar büyük tesii yaptı ki o da, klâsik bir trajedi yazmağı tasarladı. Napolyon trajedisini yazdı: Hector. IV üncü kısmı bitirince general oldu, eseri bir yana bıraktı. 11 yıl Sonra eser rasgele eline geçince tekrar gözden geçirdi, eksiğini tamamladıktan sonra şair Luc> de Lancivalı çağırdı, eseri onun imzasile Comedie Française sun- durdu: Piyes reddedildi. Parise dönüşünde bu vaziyeti öğrenen Napolyon fena halde kızdı ve eserin arkasına şu sa- tırları yazarak Comedie França- ise gönderdi. “Comedie Fran- çaisedeki artistler, — hayvanca reddetmek küstahlığında bulun- dukları eseri — oyniyacaklardır. Napolyon, 2 saat sonra eser kabul edildi. 15 gün sonra da saray -erkânı önünde oynandı. Muvaffakıyet çok parlak oldu. Şsir Legiond, Homeur nişanı ile taltif edildi. Beethovenin dalğınlığı Büyük konpozitör Beethoven, Viyanada her gün muayyen bir lokantada yemeğini yerdi. -Bir gün saat 15 te lokantaya geli- yor, kimseye selâm — vermeden doğru masasının başına geçiyor. Garson onun âdetini bildiği için bir şişe bira ile, bir hokka ka- lem getiriyor. Beethoven elleri- ni başına —götürmüş, düşünce- lere dalmış, zaman zaman bir şeyler not ediyor. Bu hal tam sâtat 18 e kadar devam ediyor. Birdenbire — haykırarak ayağa kalkıyor. — Garson, gel, dir? Garzon: — Hiç diyor. — Niçin? — Hiç bir şey almadınız da ondan. — Daha iy. yal diyor, şap: kasını kaptığı gibi allaha ismar- ladığı çek yör. Napolyonun portresi Napolyon bir aktrise kur ya- pıyordu. Aktris Napolyona ce- borcum ne- mile yapmış olmak için ondan portresini — istiyor. — Napolyon güllerek: — Portrem mi?! -Diyor- peki, buyrun diye aktrisin eline bir sıkışlırıyor. — Romanyada soğuklar Kurdlar şehirlere kadar indiler Bükreş, 7 (Radyo) — Ro: manyanın her tarafında şiddetli soğuklar vardır. Dobricede bütün yo'ları kar- lar kaplamıştır. Rusçuk ve ha- valisi de ayni haldedir. Kurdlar, şehirlere kadar inmiş bulunuyor. Nazillide pazar yeri Nazilli, (Hususi ) — Belediye, Nazillinin Pazarı olan Perşembe günleri seyyar satıcıların sokak aralarında dolaşarak mal satma- larını yasak etm ş, itfaiye gara- jina bitişik olan eski hayvan pazarı mahallini Pazar yeri ola- rak tesbit etmiştir. Bu suretle zahire, sebze ve meyvaların pis sokaklara dökülmesinin önüne Zgeçilmiştir. Anadolu yaylası irtifaını mu- hafaza ederek Gökova körfezine gelir. Orada bin yüz metre yük- sekten yalçın uçurum halinde denize düşer. Gözle - seyredilir- ken uçurumun azameti kulaklarda! gök gürü'tüsü tesirini yapar. Bu hebete kıyas, bir Çamlıca, bir Aydos tepesi; bir. sivilce, bir kabarcıktır. Dağların irkilen ars- lanlar gibi hırlıyan — vahşetinin yanında İstanbulun tepeleri, süt. lek inek gibi ehli tavuk, ördek gbi kümes mah'ükatındandır. Düşmesin diye şapkalar mızı tut madan tepelere başımızı kaldı- ramiyoruz. Bakışlarımız tırmana tırmanâ yüksekten yükseğe çı- kıyor. Göklerin rüzgârların üze- Tine kurulmuş gibi duran tepe- lere varınca hepimizin dudakla- rından bir hayret ıslığı ötüyor. (Bu vedir yahu! ) diyoruz. Bin yüz küsur metrelik uçuru- mun duvarına ahtapot - kolları gibi köklerle dolanıp, yapışarak tutunmağa kalkışan çamlar, aşa- ğıya bakarken korküyle - saçları diken diken olmuş. Siz seyre- derken ağaçların kollarını sallı- yarak, bütün ormanın bir ağız- dan “Eyvahlar olsun, yuvarlanı- yoruz., diye bağırmalarını bek- lersiniz. Kabaran bir devin göğsi gibi inip kalkan Egenin - solu- ganları bu kıyıda bütün talâka- tini gösterir. Burada fısıldar, öte- de gök gürültüsü gibi gürler, daha ötede top gibi patlar, mı- tıldanır, söylenir, dert yanar, ahlar çeker, ağlar, inler, çılgin çılgın - bağırır, teh: dit eder, uçuruma durmamaca. sına şöyler, cevap alamaz, kızar, yırtar, parçalar, sürer, çeker, kaldırır, döndürür, yalvarır, ok- şar, öper, kumsalı bulunca tit- rer, bayılır, düşer. Fakat buna rağmen Egenin uçuruma tesir etmediğini san- mayınız. Çünkü Ege, güzel, es- rarengiz, derin, engin bir mu- ammadır, * .. O gün soluganlar bize balık avını yasak ettiler, Kıranların bir az gerisindeki Akbüke gidip demirledik. İn, cin yoktu. Ta neden sonra yanımıza bir köylü geldi. Bir mendil içinde bize taze incir get'rmişti. Bize neden avlanmadığımızı sordu. Kıran- larda deniz kabardığini söyledik. — Voltalarınız. — alıp kıranın bağrına ydınız yal. Dedi. Bizim gördüğümüz ya çın bir duvardı. Çarpan dalgayla kayanın üze- rine tereyağı imişiz gibi sıva- nacak değidik a?. — Ay, siz mağarayı bilmi- yor musunuz, dedi. — Yoool ne mağarası? kaya- larda parmak sokacak kadar bir delik yok.. —Ben de bilmiyordum. Fakat © mağara benim hayatımı kur- tardı. — Size yım da belki bir gün işinize yarar. Neden beni öldürmek istediklerini size anlatmağa lüzüum yok. Gençtim o zaman, kayığımla kıranları kıylarken, bri sığımda, biri solumda iki kayık beni sıkıştir- dılar. Açığa açılamazdım. Ma. kâslama — ateşlerinden geçmek lâzımdı. Arkamda ise kıranın duvan. Attıkları kurşunlar ar- kamı kayalara çarparak ça- tırçutur ediyorlardı. *Kendime artık sonun geldi, dedim. Ne- dense dört tarafıma bir bakın- d.m. Kayığımın kıranlar tarafın- daki bordasında, denizde, bir kızın başı göründü. Bana kork- ma arkamdan gel dedi. Beni kovalıyanlar kızı göremezlerdi. Çünkü kızla onlar arasında ka- yığım vardı. Kız daldı. Ben de kendimi denize attım. Kayığım devrildi. Beni kovalıyanlar yüze gelme- mi beklediler, Benim çıkmadı- ğum görünce denizin dibine bakmışlar. Ben orada değil- dim ki, boğulduğumu ve akıntı- nın nâşımı başka yere götürdü- günü sanmışlar ve savuşup git- mişler. Kızla ben bir nercan mağa- rasına girib ebediyete mi göç- müştük, yoksa insanlarla yaşa- maktan vazgeçib deniz kızlarile yaşamağa mı koyülmuştuk. Ye şil derinliklerde bir rüya mı ol- muştuk, Vallahi bana da — öyle geldi. Kız dalınca ok gibi denizin dibine gidiyordu. Denizi tanr yordu ve bütün kıyı halkı gibi dalmasını biliyordu. Ben onun gümüş habbeler saçan izini kor galıyordum. Gövlesi — ağarıyor- du. Derine, daha derine gidi- yordu. Derinin şelfaf zümrüdü içinde - denizlerin bir peri ala- yi gibi - bir deniz memeleri alayı yanıbaşımızdan geçti. Bunların gövdeleri şeffaf, -pembe camdan yapılmış gibi idi. Za- ten Egenin kendisi hu.ya, bun- * Yazan: Halikarnas Balıkcısı lar da galiba hulyanın gördüğü bir rüya idi. Oturmiyan, yürü- miyen, fakat hep yüzen renk renk bir âlem. Çeşid çeşid ba: lıklar, sağa sola oklar gibi kar çışıyorlardı. Evvelâ kız sonra ben ileri doğru çıkıntı teşkil eden bir ka- yanın altından geçtik. Sonra yukarıya doğru çıkmağa başla- dik. Buradaki - taşlar öyle çok alelâcayip şeylerdi. Sanki insan- lar ve tuhaf tubaf hayvanlar biribirile harp ederken dona kal- miş ve taş olmuşlardı. Sıçrıyan, kol atan, yere yıkılan karma ka- rışık taşlar. Acayip acayip iş- kencelerle kıvranan şekiller ara- sından geçtik. Birden suyun yü züne çıktık. Uzun saçlarından sızan suları iki elile sikarken kızın kahka- hası çınladı. Bir insan kurtar» mak heyecanı; utanç duygusuna bile üstün gelmişti. Kızın gülü- şüne kayalar cevap verdi. Kure tarmak işi tamamlanınca, kız çıplak olduğunu hatırladı. Ka: ranlıkta acele acele giyind ğini seçebiliyordum. Gene karada idik. Fakat etrafımda ne dağ, ne ağaç, ne de gök vardı. Ge- niş bir mağaranın içinde idik. Bu mağaranın kapısı beş kulaç suda idi. İkimiz de çıkıntı teş- kil eden bir kayanın üstüne bin- miştik. Ana Fok balıkları - taşların üzerine, yumuşak — yosunlardan kendilerine doğum — döşekleri yapmışlardı. Gözlerim çarçabuk alışlı. Ayaklarımızın altında se- rilen deniz, ışığını aşağınan yu- karıya aldığ. için, su değildi, sanki parlıyan, harelenen,” yeşil bir nurdu. Mağarada Kifç bir mimâtride görülemiyen ve yörü mesi ihtimali olmıyan, yeşil bir loşluk vardı. Dişarıya — çarpar dalgalar.n sesi, denizin yükselip indiğine göre değişiyorda. Dal- ga kabarıncı ses de şarkı gibi yükseliyordu, yeşil nursa o nis- bette koyulaşıyordu. Mağaranın zemini hareketten, muüsikiden renkten ibaret bir ahenk olu- yordu. Kız mağaraya karadan kendi bildiği bir tünelden gelmişti. Beni görünce — öldürüleceğimi anlamış. Bana acımış ve beni kurtarmıştı. Onunla sonra evlen- dik. Ben de işte burada kaldım ve karımın köylüsü oldum. Tashih Dünkü nüshamızda çıkan Ja- pon hikâyes nin sonlarına doğru esas manayı bozacak şekilde bir yanlışlık olmuştur. Kadın'n mükâlemesi sehven erkeğinkiyie karışmıştır. Özür diler z -aaran e n İ Kont Ciyanoya ya- pıtlan ziyaretler Roma, 7 (A.A,) — Havas Ajansının muhabiri bildiriyor: Diplomatik mahfeller Portd ve Blondel tarafından Kont Ci-? yanoya yapılan ziyaretlerin siyasi mahiyette olmadığım beyan et- mektedirler. İngiliz ve Fransız* diplomatları, İtalyan Hariciye Nazırını sadece yeni yılı tebrik etmek maksadile zikaret et lerdir, Nazir ile iki “diplomat” fırsattan istifade edorek beynel- milel vazyeti umumi şekilde tetkik etmişlerdir. Fakat bir İn- giliz-Fransz teşebbüsü mevzut behis değildir. İtalya le Frans z İngiliz grubu rrasındaki sebetlerde de ğışikuk yoztur. müna-