6 Ocak 1938 Tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 7

6 Ocak 1938 tarihli Anadolu Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

6 Kinunusani Aşktan KARA KORSANLAR ŞEFİ — Dilber kadın korsan başka kuvvele baş eğmiyen deniz kızının maceraları... . Wğse e— Gece yürüyen, şarkı söyliyen hayaletler - Uçan Hollandalı - Denize fırlatılan kedinin esrarı.. Bunun üzerine ben geminin seyir defterini ve dostum maraâm gözuü da alarak bir sandala at- ladım. Kendisine hakikati söy- lememiştim, Kayıkla biraz açı- dıktan sonra “Pandor,, un infi- lâkını ve ateşler içinde yandı- ğini gördük. Kayıkta yiyecek ve içecek bir şey olmadığından ar- kadaşım, biraz -vel söylediğim veçhile deniz suyu içti ve çıldıe rarak evvelâ seyir defterini, sonra da kendisini denize attı.. Danyel, anlattığı maceradan bir hayli yorgun düşmüştü. Bir kadeh daha rom yuvarladı.. Bu korkunç hikâyeyi dinliyen- ler bir kaç dakika için derin bir süküta daldılar. Biraz sonra bu sükütu ihlâl eden Rşar şu sözleri söyledi: — Garib şeyler olabilir. Ba- komada gece yürüyen ve yaşı- ğınlııı bağıran hayaletler var: ır. — Bu gün bile Kolombun ilk defa ayak bastığı San-Sal- vador kıyılarında bir doktorun geceleri çıkarak şarkı sövlediği söyleniyor. Amerikaya ilk defa giden İs- panyollarla öldürdükleri kırmızı derili insanların da geceleri görünerek tarla ve bostanları dolaştıkları rivayet ediliyor. Şimdi her korsan, işittiği, bildiği bir bayalet hikâyesini ınlıtıııı: hrı:ı:dıı ::dı etmişti. Mori de kendi bildiği acayi; bir hayalet hikâyesini ıırıılım “tam' kendini alamiadi ve dedi' ki: — Hepiniz bir çok şeyler bi- liyorsunuz; fakat biç biriniz uçan Hollandalıyı görmüş de- ğilsiniz. Çünkü.... & Rişard Merinin sözünü ke- “sereki — Onü-babam görmüştür, dedi, — O kimdi? — Bir kaptandı, “Ümit, sa- billerinden geçerken gemisinde çalışan bir. Muço, bir kediyi, kuyruğundan — yakalayıb denize fırlatmıştı. — Peki bundan ne çıkar? — Ne mi çıkar, kedi denize düşer düşmez, dehşetli bir fır- tına başlamış, sanki dalgalar yürüyen dağ'arın halini almıştı. Hele bu korkunç dalgaların üs- tünden görünen tüyleri ürpertici daha korkunç bir hayal; seyre- wedenlerden bazılarını korkudan bayıltmıştı. Rişar, babasının gördüğü hikâ- :Yîh"':' birgyere halinde odaya ar ilmış tereyağı dal- =8£nı"::â mantarlı ve şanlı Bizim hassay y li mutbi T ha eai b A hafif kızartılmış B ekşili; terbiyeli sezmeğe başlar. v İnce limon dilim ile süslen miş alabalığı haslami, gLA yağda kızarmış ekmi rile bezenmiş Vt muslu bir aile kokusu! lahna çorbasının; M yeyi öyle müdhiş tafsilât ile anlatmıştı | — dinliyen korsanlar bile ürktüklerini gizliyemediler!. . * Karasakalın da kendine mah- sus hikâyeleri ve lâtifeleri vardı. Fakat onun İlâtifelerinin çok defa feci neticeleride olurdu. Nitekim Stid Bonete yaptığı lâtife, o suretle zavallı adamn hayatına mal olmuştu. Onu bir defa Karolin adalarının cenu- bunda bulunan bir köye gön- dermiş ve gemi mürettebatı için yiyecek tedarik etmesini emret- S aa aa TRTT GAT Pariste: miş! Karasakal pek âlâ biliyordu ki, oraya gidenler.n kurtulması im- kânı yoktu. Oradaki haydudla- geçenlerin kocaman ağaçlarda nasıl sallandırılarak asıldıklarını bildiği için; adam şakiler tarafından tutulur tutul- maz, o, vahşi bir zevk ile için için gülme e başlamıştı. Hakika:- ten Stüd karaya ayak basıb bir kaç adım attıktan sonra yakayı ele vermiş ve ipe bemen çekilk- mişti. rın eline — Sonu var — Gar'b bir cinayet Maktül şoförün parasını da Yukarıda Fransız polis komiseri ile şahid konuşurken, aşa- almamışlar. Şu halde? #ıda maktulün içinde bulunduğu otomobil gözüküyor. Soldaki zat, maktal şofördür Pariste iki gece bekçisi va- zifelerinden ayrılarak — Vilson caddesinden Anadol Frans bu varına geçtikten sonra Gar yo- luna varmışlar ve orada lâmba- ları yanmış duran bir taksi oto- mobili görmüşlerdir. Taksinin yanına vardıkları zaman şoförün hareketsiz. durduğunu — görerek KO Yazan: Hanri Bero Hnden bir tül gibi hoş ve yumuşak gelen — filetonun, Doo- onun bir uykuya daldığını sanmış Ve uyandırmak istemiş- lerdir. N.hayet şoförün — başına dayı bir ruvelyerle — öldü rüldüğünü anlayınca polisi har berdar etmişlerdir. Kurşun za- vallının kafasının bir tarafından girip öbür tarafından çıkıış. Şoförün üzerinde bulunan yedi bürünmüş Borgoaya şarabı şişe- leri resmigeçit yapar. Bu; sof ranın güzel zamanıdır. - İştihayı arlıran o derin süküt arasında akıllı birisi çıkar. — İşte elden geldiği kadar fakat yemekte zorlıyarak gücün yettiği kadar! Der. Cemaat bu kadar, haki- mane nasihati — derhal tatbika başlar. O vakit manzara bir fevkak kişotun Sanşo Pansasını (meşhur| âdelik kesbeder. Rişburg şara- Donkişotun hizmetçisi olan tuhaf, saf, boğazına düşkün bir adam) mezarıtdan kaldıracak — kadar güzel ve nefis bir yemek olan enginar dolmasının ve bütün tâ- bileri arkasında olduğu halde bizzat lokanta sahibinin kolları arasında gelecek olan kendi yağile kızârmış yağlı semiz hin- dinin nelfis kokusunu derhal sezeriz. İşte o zaman Masanın üze- rinde mahzenin tozlarile tülle'e oe" — a. bının ilk kâdehlerinde başlar tabiatin fevkinde bir ciddiyetle dönmeğe başlar. P: şikemperverlerinin leri sarı Anvjo şarabları, hafif “Veve,, şarabları yerine bz kocaman parmaklarımızla nazi- kâne tuttuğumuz küçük kadeh- lerde berrak ve saf yakut gibi kırmızı şarab — içeriz. Bundan sonra ta, türkü zamanına kadar her şey sükün ve sü Gtla geçer; çünkü yemek yemesini b lenler, mualiimlık ede ihtiyarlamış, tatlı sözlü, tatlı özlü bir adamdı. “Mükâ- fat mı? Aferin mi? Müsabaka mı, rekabet mi?, diyor. “Aman aman, ağzımın payını ondan da aldım, diyerek yaka silkiyordu. Meşrutiyetin ilk seneleri idi. O zaman gençtim, ateşli idim. Bir şeyler yapmak, çarçabuk öğrenmek hevesile yanıyordum. Ege kıyısında kuş uçmaz, ker- van geçmez bir nahiyedeydim. Okuduğum en taze gazete yirmi beş günlüktü. Dünyada mı idim, yoksa ayda mı idim; vallahi farkında değildim. Ona mukabil cennet gibi bir iklimdi, ahalisi de zeki idi. O kadar ki bir nesilde onlardan modern bir camia yapmak pek mümkündü. Çocukların okumak hevesini fışkırtmak için yaz tatilinde, okuma müsabakası yapıp mükâ- fat vermek istedim. Fakat vere- cek mükâfatım yoktu. Nahiye- den taşınırken eşyam için bir semerli eşek Aalmıştiım. Eşek sizlere rahmet — nalları dikti. Semeri kaldı. Köyde çoğunun beygiri, eşeği vardı. Hora geçer, diye ben de müsabakada birinci çıkana semeri vadettim. Müsabakaya girecek dört er- kek çocuğu, bir de kız vardı. Müsabakada birinci çıkana se- meri vereceğim duyulunca he- vesler uyandı. Ayşe kız, on on iki yaşların- da idi, Çıplak eşeğe biner trahayla odun keser, ninesine getirirdi. Semeri duyunca “za- ten semersiz. binmek hiç hoşu- ma gitmiyor. Odunlar da eşeğin sırtını üzüyor, dedi. —Ben de beş altı Çelifbe kitabı- vardı. Bir tanesini verdim. *İyi amma su gibi okuyamaz- san, semere konamazsın , dedim. *Ben bir çalışayım da sen Bör.n Dedi. Doğru söylüyordu. Ça- lışkandı. Talebeler üç — günda bir derse liyorlardı. A; kızı her ıılıılıgegofıııdı'ım. 'i Eşeğile mektebin — önünden geçerdi. Elifbe kitabının kena: rına bir delik delmişti. Kitabı bir. sicimle belindeki kuşağa bağlamıştı. Ötekilerden —Ahmedin pek çalışkanlığı yoktu.Fakat çok kur- hazdı. Semere göz dikmişti. Bir de şurada burada avukat: lık ederek, köylülere “kalemin- GruK MA K ATERNUR NT LA Yazan: Halikarnas Balıkçısı den kân damlar; yollu bir ka- naat vererek, ve onlara — istida yazarak ps&ra sızdırıp geçinen Nazif efendinin oğlu vârdı. He- rifin mırıldana mırıldana, elpen- çe divana durarak, bir baş bü- küşü vardı ki, siz: pehpehlerken, adama teşekkür — mukabilinde bir tokat atasınız gelirdi. Bir sabah Ayşe kız koşa ko- şa bana geldi. “Elifbemi - çak dılar,, dedi. — Kimden şüpheleniyorsun? — Ahmedden.. Esma Dudu- nun o kâra eniğ'nden.. Ses çıkarmadım. Ona bir elifbe daha verdim. Fakat ara- gün geçmeden o kitabı dılar. Br hırsızlik müsa- bakası mı, yoksa okuma müsa- bakası mı açmıştık? Fesübhan- allah dedim. Ve elimdeki son Hamas | elifbeyi de verdim. Aradan bir yüz trank parası katiller tara- fından alınmamıştır. ve bu. hal cinayete esrarengiz bir renk ve hal vermiştir. Şu vaziyete göre intikam cinayetin sebebi bir hissidir. yemekte ğunu da bilirler. Sıra meyvaya geldi mi her şey değişir. Bütün çehreler, şenlik- lerde elektrikle bir anda yânan renkli fenerler gibi birdenbire umumi ve ziyadar bir neşe ile parıldar. Artık bu, ziyafetin en güzel devridir. Her masadan binlerce ziyalet hikâyelerinden, eğlenti hâdiselerinden mürekkeb kalın ve kaba bir gürültü yük- selir. Hikâyeler - biribirini veli eder, hepimizin anlatmak işti- hası açılır. Sağlam vücudümüzün ve sıbhatimizin semeresi olan keyfimize payan bulunmaz. Ah efendim, o, görülmeğe lâyık bir manzaradır. İnsan bu- nun zevkine varmak için mut- laka bu hali görmüş olmalı; insan o, elleri usld uslu masaya dizilmiş, hareketsz kahkahalar saçan Japon kâhinlerini; o, em- bulunmaz iyilik deryasına gömülmüş yumuk göz'eri; o, gün geçti. O kitabı da çalmış- lar. Saklamış olduğu taşın al- tında kitabı bulamadığını anla- tırken, çocuğun gözlerine yaşlar dulüyordu. Neyse, müsabaka günü geldi. üzerlerinde sönmemiş bır iştihanın tebessümleri düran du- dakları; hususile efendim, rüz- gârli bir havaya tutulmuş kayık- ların — yelkenlerini — hatırlatan kabarık göğüs'er üzerinde şişkin üç köşeli peşkirleri —görmeli.. İçimizden birisi bıçağının ucuyla billür kadehini çınlatır: Üerlümi 35 bernş saml sükütu arasında nutuklar yüksel- meğe başlar. Bu — nutuklar; mazınun ve nükte meraklılarının belki hoşlarına gitmez, Zaten uzun cümleler ve hitabet oyun- ları nefesleri bellerinin — kalınlı- gından daha kısa olan hatiblerin biç işine gelmez. Tatsız tutsuz nutuklardan bıkılmağa — başlan- di mi: — Gelsin türkül Diye bağırılır. ŞâbbelİZ bizim de tenorlerimiz vardır. Hem de atnalı biçiminde tinton sakallı kırk sekiz numaralı yakalık ta- kan bakiki tenorler. Operan n O gün şehirden Durmuş çavuş ile; nefer Sivri Süleyman gel- mişlerdi. Durmuş çavuş, Mitat paşayı boğmak emri verilince," *Ben Cellâd değilim, askerii diye cevap veren, kır, kıranta, şaka — götürmez _',ılıerlırM Gönlü çocuk gibi - saftı. Sivri Süleyman doğuştan - orijinal ze: kâlı bir adamdı, Değişen real telere intibak kabiliyeti müthiğ” idi. Lâkabı da o vasfı dolayısile kendisine verilmişti: Gerek çavuşa görek nefere müsabakanın nasıl o acığını Ve müsabakaya girenlerin - kimler olduğunu anlattım. İkisinin de yüreği kitabı çalınan Ayşe kıza aktı. : Müsabaka, — mektep denilen: odada olacaktı. Oda uzundu. Sağlı so'lu pencoreleri — vardı. Ben odanın kapıya bakan duva- rının önünde oturacaktım. İçtimaa heybet vermek 'için bir yanımda çavuş, öteki yâe nımda da Süleyman yer âlacak- lardı. Büyük yazı ile - yazılmış Elifbe listesi, arkamdaki duvara yalta gibi asılı idi. Ele geçirdi- ğimiz az buçuk — reakli kâpıtları fyongo yapıp peacerelerin orta - Sonu 8 nci sahifede - bütün programı avizeleri bi ib- rini karıştıracak tarzda resmige- çit yapar, Ne kadar fazla bağı- rılırsa o kadar alkışlanılır. Nihayet iş bir izzetiaelis meselesi olur. - Alkışlar — tevali — ettikçe ahenk rekabeti — şiddetlenir ve bütün civar mahallede yorgan- ları altında uyuyanları uyandıra- cak çığlık kopar. — Gayretli polisler cimnastik adımla yetişir. Fakat her zaman olduğu gibi iş işten geçmiş bulunur, — Boğulmak derecesine - varan bizim koca tenorlar barışırlar. Polisler geldği zaman - onları rahat rahat — içkilerini - içmekle meşgul bulur. Polislerin bu har lini dörtnala kalkmış bir bölük süvarinin — gürültüsünü - andıran bir alkış tufanı karşılar; bir az geçer; gazelhanlar bülbül - gibi: şakımağa başlar, Hem de ne büyük muvaffakıyetle! : Biyük opera ne derse desin, « Sonu var« d

Bu sayıdan diğer sayfalar: