V M Teşrinitanl Bazı maymmarfla görülen çok şayanı dikkat haller: Mavi gözlü köpeği seven birmaymun! Onu benzerleri içinde, gözü ka- Geçmiş çağların iğrenç çehreli harb ilâhları sinsi iken de tanırdı palı Bir baytarın maymunu, sahibine beş misli ceza ile bilet aldırmıştı Hayvanlar içinde insana en | ziyade benziyen, insana en yakın olan mahlük şüphe yoktur ki maymunlardır. Maymunlar ara- sında bilhassa şimpanzelerin bir çok hallerde insanlardan farkı yoktur. Londra hayvanst bahçe- si müdürü Bay Bulanze maymun- ların ivsanlar arasındaki bu çok yakın münasebetler üzerinde mü- temadi bir etüd yapmaktadır ve şimdiye kadar yaptığı tetkikler üzerine bir de kitap neşretm'ştir. Bu esere göre, İngilterenin hayvan resmi yapmakla — şöhret kazanan — ressamlarından — Sesil Aladenin sevgili bir maymunu var idi. Bu maymun, ressamın biribi- rinin tamamile ayni dört yavru köpeğinden mavi gözlüsünü pek sever, ona tamamen bir insan muhabbet ye şefkati gösterir idi. Ressam bir gün bu köpek- ler uyuduğu zaman maymunun, ve boyca farkı olmadığı ve göz- leri kapalı olduğu halde mavi gözlü köpeği ayırmağa muvaffak olduğunu görmüştür. Bu may- mun, gözleri mavi köpeği, göz- leri kepalı olduğu halde de farkedecek kadar bir temyiz kudretini her zaman göstermiş- tir Bu maymunun, mavi gözlü köpeğin süt dişlerini en büyük zaman genç biradam olan bay-» tar Frank maymununu Havrde satın almıştı. Bu maymunun sa- hibine karşı şakaları ve muzip- liği pek çok idi. Bir gün şimen- diferle bir yere giden baytar, vagonda kanapeye — dayanmış uyuklarken, kıllı bir el gözlerini kapatmış; baytar bu eli gözle- rinden çekince maymunu karşı- sında görmüştü. Biletsiz may- mun taşıdığı şimendifer ni- zamnamesi mucibince beş misli ceza ile bir bilet almağa mec- bur kalmıştı. Maymun, sahibinin seyahate çıkacağını hisedince, hiç belli etmeden vagona ka- | n bir. hatıza. gibi. sakladığındargöml ğ rülmüştür. Bu kadar hassas olan bu maymunun bazı kötü huyları da vardı. Bu sebeble maymunu ev- den uzaklaştırmak mecburiyeti de hasıl olmuştur. - Tabak kir- mak en büyük merakı idi. Yan- gin için tulumbaların - koşturu- duğunu duyduğu zaman da bu Maymunu zaptetmek mümkün olamıyordu. Çünkü yangından tok korkuyordu. Ressamın evinden hayvanat bahçesine götürüldükten sonra da bu korku maymunda devam &tmekte ve yangın olduğu za- Man bu maymun yüzünden bah- tede müdhiş bir panik husule gelmekte idi. Londra hayvanat bahçesi bay- farı olan Frank Boklandın may- Munu da Kraliçe Viktorya za- Tanında dillere destan olmuştu. layvanlara çok meraklı ve o dar gelmiş, tren birkaç kilo- metre hareketten sonra —mevcu: diyetini sahibine bildirmiştir. Bu maymunun da en büyük merakı sabunla ellerini yıkamak idi. Sahibi aşırı derecede hay- van dostu olduğundan mâaymu- nuna söz geçiremezdi. Fakat Londra hayanat bahçesi müdürü işe karışınca, haşarı öğretmenini gören gibi siner, kalırmış! maymun, bir - çocuk Markoni sütunu Merasimle açıldı Londra, 23 (Radyo) — Korto Valis şehri civarında inşa olunan Markoni sütunu, bugün — mera- simle açılmıştır. Bu sütan, gra- nitten yapılmıştır. Markoni, bu mevkiden ilk defa olarak Ok- yanosla radyo tecrübelerini yap- mıştı. Melek ve Şeytan 19 Koyu renk caket giymişlerdi. Bi kdarm kaldırgeş, kolkola, li hızlı gittiler. Arkalarından da iki — erkek Reçti, Bu çeşit kadınlardan biri daha i:'ündü; fakat bir adamla bera- dçrdi. Kadın tam benim önümde İaldu. Koyu mavi robunun etek- İ rüzgârdan — dalgalanıyordu. hhl ve solgun elleri, cama #Pişacak kadar yakındı. Erkeğe E'S“Ylediklerîııi yârım — yarım dçebiliyor fakat kendimce ne diçklerini anlıyabiliyordum. Ka- 9 sesi kısıktı ve titriyordu. — Bu akşam beni bırak, has- %’l';l dedim, sana.. İnsafın yok deım dişlerini sıktı, elile ka- '9 omuzlarından — tuttu ve Yazan: Kadircan Kaflı yürütmek için sarstı: — Hadi oradan kı gibileri mikrop tutmı — Ağanı toplal, — Ne naz ediyorsun? Bir saatlir boş yere çene çaldırıyor: sun banal, —e yapayım, hastayım işte.. Tut başımı da bak. Ayakta du- racak halim yok, —Bana maval okuma! Parayı peşin almasaydın!. —Aldım da hayır mı gördüm. Doktorla ilâca ancak yetti. — Söz vermeseydini. — Keşke sözümde durabil- seydim. Kuzum Ömer, yalvarırım sana, bu akşam beni yalnız bırak, odama gidip yatacağım. — Ben eğlenmek istiyorum, Kadın erkeğin elini tutmuş, titreye titreye yalvarıyordu. ak, senin ANADOLU Vinston Churcillin bir yazısı: Sahife 9 Mütareke artık kâfidir. Biz sulh istiyoruz! sinsi etrafta dolaşmaktadır “ Mütecaviz milliyetperverliği de, marazi ideolojileri de tel'in edelim. Mütarekeyi sulha çevirelim.,, Bu ayın on birinci günü, bü- |bu esnada, manevi ve maddi harb yük harbden galib çıkan mem- leketlerde — törenle kutlulanan mütareke günü dolayısile, İngiliz devlet adamlarından Winston Churcill, Paris-Soir gazetesinde bir makale neşretmiştir. 300 milyon Avrupalıyı İncilin meshur on emri dâiresinde kardeşçe geçinmeğe davetten başka sulh çaresi göremiyen Churcillin bu makalesi son on dokuz senenin umumi manzarasını vuzuhla tarif ve telhis etmektedir. On dokuz yıl oluyor; dünya- nın en büyük parçası üzerinden kuvvetine dayanılmaz bir saadet du. Hoş g mkânsız cihetlerden sonra derin bir kurtuluş duygusu he- pimize huzur veriyordu. Zafer elde edilmişti ve zaferin peşi sıra sulh 've refah devreleri ge lecekti. Fakat mütareke sulh demek değildir. Kamus onu şöyle tarif eder: “Harbin muvakkat surette durması, bir nevi mola.., ve sulh, hâlâ beklenmektedir, hiç bir vakit aktedilmemiştir. Geçen on dokuz yıldanberi mütareke halinde yaşamaktayız. Barış, hı- ristiyanlığın uzlaşması, medeni- yetin tekrar doğması bu gün her vakitkinden uzaktır. Mütareke devrinin ilk yılla: rında galibler neles alırken bir takım küçük devletlerin — türlü dileklerile sulh havasını bozduk: larından ve tahmini kabilken galiblerin unutup — mağlüblerin hatırladıkları bir başka devrenin gel'p çattığından ve İngilterenin, kazançlarını birer birer elinden çıkardığından bahsettiklerinden sonra, Bay Churcill yazısına şöyle devam etmektedir: *Mağlübiyetin hastalığı bolşe- viklik oldu. Fakat bolşevikliğin, Foch'un dikkate lâyık mütaleası veçhile “zaferin hudutlarını aş- mağa hiç bir vakit muvaffak olamamış, tı. Zaferin illeti ise başka idi: Sulh yapmak kabili- yetsizliği. Ced'erimizin, Napolyon mu- harebelerinden sonra bir gayesi vardı. Onlar Bonapartı Sent- helen adasına ölümünü bekle- meğe göndermişlerdi. Avrupayı mukaddes ıttifak - veya bazıla- rının söylemiş olduğu üzere şey- tani ittifak - halinde teşkilâtlan- dırmışlar ve otuz seneden fazla bir zaman sulhun nimetlerinden istifade etmişlerdir. Uzun zaman en nafiz devlet —vaziyetini mu: hafaza etmiş olan Fransa, Wa- terlco muharebesinden sonra, Avrupa için bir tehlike - teşkil edebilecek bir hale kat'iyen gelememiştir. Sulha hiç bir zaman kavuşa- mamış, yalnız vakit vakit yeni- lenen ve faizi gittikçe artan bir mürabahacı senedine benzeyen bir mütareke devresine erişebil- miş olduğumuzu yazacaktım. An- cak bu da yalniş bir iddia ol mıyacak mı idi? Bugün müta- rekeden istifade ediyor muyuz? Avrupanın - veya Asyanın - va- ziyetine kim “harbin muvakkat şekilde durması,, vasfını verebi- lir? Bu gün içinde bulunduğu- muz hal - büyük orduların ve büyük donanmaların iştirak et- memekte olduklakrı - harb hali- dir. Kısa veya uzun mola bir kaç senedenberi nihayet buk muştur. Bu günkü hal büyük milletlere aid topların patlama: makta ve milyonlarca insanın vurulup ölmemekte bulunduğu harptir; harita ve kâğıd üzerin” de bir harb, böyle olmakla be- raber gene harbtir... Öyle bir vaziyette bulunuyoruz ki eski gruplar - tıpkı 1918 yılinın on birinci ayının on birinci günü- nün on birinci saatinde olduğu gibi * biribirinin - karşısındadır. İtalya, 1915 te yapmış olduğu gibi taraf değiştirmiştir, fakat ©o zamandanberi Avusturya-M: caristan imparatorluğu iki tarafa aid parçalar halinde inkisama uğramıştır. Japonya cebhe de- ğiştirmiştir. Fakat diğer taraftan, Rusyanın Uzak Şarktaki kudreti 914 tekile kıyas edilemiyecek kadar çoğalmıştır. Beri tarafta, artık Rusyanın ve Yunanistanın düşmanı olmıyan Türkiye, Mus- tafa Kamâlin idaresinde, “müt- tefik ve müşarik devletler, adile anılan devletlerle — barışmıştır. Amerika birleşik devletleri ise, gün geçmiyor ki, müstakbel harb- ten uzak kalacaklarını beyan etmemiş olsun. Hemen yirmi seneye yakın bir zaman geçti. Siperler düzel- miştir. Sapan eski garb cephe- sinin bir başından öte başına kadar işlemektedir. Fakat büyük devletlerle t arları biri n karşısında ve silâh altında bu- Teşekkür Ani olarak gözüme ârız olan hastalığı teşhis ederek seri bir ameliye ile gözlerimi kurtaran İzmir Memleket hastanesi göz mutahassısı doktor Bay Burhan ile on bir gün devam eden has- talığım esnasında bana fevka- lâde bir ihtimam gösteren göz seririyatındaki — Başhemşire hastabakıcı hemşirelere teşekkür eder. Ve gösterdikleri insaniyetin minnettarı olduğumu beyan eylerim. Manisa Alaybey mahallesinden Halid Atalay aa lunmaktadır. *Silâh altında, dedim; hiç bir zaman silâhlanmamış olduk- ları kadar.. Gece gündüz demir- haneler homurdanmakta, çekiç- ler çelik döğmekte, şeytani bir takım silâhlar talim — etmekte olan askeri — kıt'aların - silâhları bir az daha artmaktadır. Dev- letlerin takip ettikleri — politika iflâs politikasıdır. Hiristiyanlık bir efsanedir. Geçmiş çağların iğrenç çehreli harp ilâhları sinsi sinsi etrafta dolaşmaktadır. Şimdi, üç yüz milyon Avrr palının istediği nedir? — Onlar sulh ve refâh istiyorlar. Rahat yaşamak arzusundadırlar. Taşı- mak mecburiyetinde kaldıkları faydasız yüklerden bir kısmını atmak istiyorlar; istedikleri yan yana ve bir arkadaşlık havası içinde ve biribirine mütekabil ve müğterek hizmetlerde — bulu- narak yaşamaktır. Mütarekenin harbe inkilâp — etmemesi için hepsinin en büyük ölçüde bü- yük cehdi, en büyük cehdi gös- termesi daha doğru değil midir? Milletler neden bu ciheti gös- termemeliler?. Onların idarecileri ve hükümetleri doğru yola sevkedecek kadar kuvvetli- dir. Bundan başka ilim de onla| rın emrindedir. Daha kolay, zah- metlerinin mukabilini daha iyi mükâfatlandıracak bir — hayat, gıdalı bir besleme rejimi, daha ziyade zevk, daha çok eğlenceyi onlara temin edecek olan ilim., Her şey emrinizdedir. - Ciddi, umumi bir azim zamanımızı hür- riyetin, kanunun, adaletin ve sulhun hâkim olduğu bir çağ haline getirebilir. sen Henüz zamanı iken on emre, hiristiyan ahlâkının iyili- ğine avdet edelim. İnsanların hep beraber istifade edebile- cekleri servet kaynaklarını - cle alalım. Mütecaviz milliyetperver- liği de, marazi ideolojileri de tel'in edelim. Mütarekeyi — artık sulha kalbedelim., ile alenen iradesi Fakat erkek bu sefer onun omzunu biraktı, - koluna - girdi, sürükler gibi götürdü gitti. Saat onu geçiyordu. Lokantadan çıklım. Kendimi biraz daha iyi ve dünyayı güzel buluyordum. Yavaş yavaş yürü- yordum. Yan sokaklardan birinin köşe- sine geldiğim zaman deminki erkekle kadının seslerini duydum: — Gidemem diyorum sanal. — Geleceksin! Sana inandım da söz verdim. Bekliyorlar. — Gelmiyeceğiml. Kadın, yarı karanlık sokaktan çıkmak için bir adım attı. Erkek onu kolundan yakaladı, sarstı. Kadın çıkıştı! — Biırak kolumu, şimdi bağı- racağım. — Kaltakl. — Ağaını toplal — Dolandırıcı anışım.. Birak beni.. Bırak diyo: rTum sanal, — Dolaadıricı değilsin de ne- sin ya? Paralari aldın, şimdi de Tandevüye gelmiyorsunl. Sokağın ağzını — geçmiştim, fakat karşı köşenin bir adım ilerisinde durmuş - onları dinli- yordum. Bizden başka kimse yoktu. Bir aralık kadının silkildiğini, caddeye doğru hızla yürüdüğünü anladım. Fakat adam gene yetişmiş, bu sefer hem sövüyor, hem de sokak içine sürüklüyordu. — Seni öldi üml, — Eğer şimdi birakmazsan bağıracağım. Erkek dinlemiyor ve daha içerilere sürüklüyordu. Bunların ikisi de biribirini bulmuşlardı. — Adam sende, bana ne? Diyecek ve yürüyüp gide cektim, Fakat bunu yapmadım. etrafta — hiç Ya alkol bana bir efelik ruhu vermişti; yahut düşkün de olsa hasta bir kadının yardımına koşmaktan kendimi alamamıştım. Bulunduğum yerden ayrıldım. Erkek, avını sürüklemeğe çalışı- yor, kadın da belki yüz defa: — Bağıracağım. Dediği halde bir türlü bunu yapamıyordu. — Hey, kim var orada? Diye seslendim. Sustular, fakat hâlâ çekişiyor: lardı. Yürüdüm. Yarı karanlıkta erkeğin yüzüne baktım: — Bu kadına kaç para ver. miştin? Şaşaladı, bir kaç saniye baka- kaldı. Sözüme devam ettim: — Ben hepsini biliyorum. Sorduğuma cevap verl Dedim. Kadın ondan daha ziyade şa- şırmıştı; beni — buştan — aşağa kadar süzdü. Fakat — sokağın başındaki havagazı lâmbası çok sönüktü. Birbirimizi ancak göz- lerinin parıltısı belli olan birer karaltı kalinde görebiliyorduk. Yüzlerimizin çizgilerini, biçimini, rengini farketmenin imkânı yoktu. Adam da beni baştan ayağa kadar süzdü. Neden sonra cevap verdi: — Onlira... Kadın ona baktı: e Üç lira değil miydi? — Üç lira yalnız dün verdi- ğim.. Daha evel aldıklarını unut- tun mu? — Onları ödemedik mi? Cüzdanımı çıkardım. On lira- hk bir kâğıdı adama uzattım. — Alınız!... Aldı hiç bir şey söylemeden bizi yalnız bıraktı ve gitti. Yan karanlıkta onun ancak — Sonu var —