AKŞAM HER AKSAM BİR HİKÂYE Önümde bir takım ecnebi gazete, mec- mua, kitap, yazı masamın bağında çalışı- yordum. “Mekteplerimizde garp dilleri öğreten mü- âllimlerimizden bay Nuri Tilmen içeri gir- di. Gayet iyi arkadaşım olduğu için, sami- miyetle elimi sıktıktan sonra yaptığım işle alâkadar oldu: — Nedir bu uğraştığın? « Hikâyeler... dedim. — Tercümemi? Su — Banlarını hayatımızdan ediyo- rum... Bazılarını da kısmen tercüme, kıs- men adaptasyon suretile yazıyorum... — Eh vallahi senin işin nefis... Teelif ta- le çık ortaya... Ne bulursan çala kalem. — Bravo vallahi. Ne bulursan çala ka- Jem mi?,. Nerede bu bollukt!.. «- Tabii değil mi ya?,. Garp muharrirle- rinin yazdığı, milyon satan gürp gazetele- rinin de muvafık bulup bastığı hikâyeler fena olur mu?.. Herhangi birini al, kork- madan tercümeye, yahud adaptasyona büş- ia... - 0000... Maşallah... aşa Zine al şu milyonluk gazetelerden bir tanesini. » Mükemmel fransızca bülyorsün... İsimleri çevirerek tercümeye giriş.. Bakalım ne ne- ticeye varacağız?... Nuri Tilmen teklifimi kabul etti. İşte bana dikte ettikleri: ik bakışta, vim Biel Gi di, O, garip bir köpekti. Hem cins, hem 50- kak köpeği karışığı, Bir kulağı beyazdı, öte- ki siyah. Suratı da kapkara... Amcası ölüp de Fitnat hanım köşkle için- deki eşyanın mirasına konunca, köpeğe de tabintile sahip olmuştu. Aç gözlü, huysuz bir hayvan olmadığı için, genç kadın. onu alıkoymakta mahzur bulmadı, Bilâkis yal- nızlığımı giderecek bir arkadaştı bile... Bu tenha köşkte böyle bir bekçi köpeğine de ihtiyaç vardı, Fitnat korkak değildi. Yakat kış akşam- ları ortalığı karanlık basınca buraları o ka- dar sesiz sadasız oluyordu ki, insanın İçi- çiyor; içlerinden biri fena niyetle bahçe- den girecek olursa Karabaşı havlar, geleni korkuturdu. Bu suretle kadının yüreği ra- hatlıyordu. Karabaşın en birinci düşmanı da, bişik- Jetlerle motosikletlerdi. Bu nefret ilk ön“ ce havlâmalarla, gelen geçen makineler et- rafında koşmalarin başlardı. Genç kadın, mahcubiyetle, özür diliyordu; ve nihayet başa çıkamıyarak, köpeğini bağ- Jamağa mecbur kalmışti. Fakat hayvancık şimdi artık gözgüre göre, sıkıntıdan eriyor- du. Yaptığı yaramazlıklara rağmen, arasıra hayvanı serbes bırakmak Jüzm geliyordu. Bir akşam, Fitnat hanım otürmuş, yeme- ğini basırlarken, dışarda geı bir feryad kop» tu. Kadın hemen kapıya koştu ve gördüğü Lp karşısında uz kalan bayıla- ta, Karabaş, zincirinden Kurtulmuş, geçen bir bisikletliye hürüm etmiş, arkasından ko- şup havlamak yetişmiyormuş gibi, adamın bucağına atlamış ve sivri dişlerini erkeğin baldırına geçirmişti. Yaralı, öfke içinde, köpeği dövmeğe ça- Mışıyor, ve sahibine de, ağzına gelen kü- fürleri savuruyordu. Fitnat hanım, ek titreyerek, yaralıyı evinden içeri aldı. Eczahane uzaktı, O kadar mesafeyi kat- etmeği düşünmek abesti bile! Kendi elile ilk pansımanları yaptı. Bir taraftan köpeğine lânet “ediyor, diğer ta- raftan yarayı sarıyordu. Sonra dolabından bir şişe konyak çıkart- la, Misafirina Ikram otti, Hattâ adamca- gızın bir müddet oturup dinlenmesini de rica etti. Yabancı erkek, sporcu, güzel bir gençü, Gayet tabii olarak bu teklifi kabul etti, 'Tefrika No. 108 Maamafih içine bir kurt düşmüştü. Onu kemirdikçe kemiriyordü. Kendi kendine: «— Vaziyeti hülâsa edeyim... Şüp- helerim nedir?» dedi. Fakat kendi de işin içinden çıkamadı. “Ne e) bilmeden, küçük tü- tüncü dükkânlarından birinin önün- de durdu. Bir kaç gazete satın aldı, Ancak saat üçe Sühanın kendisi için kiraladığı villânın önüne vardı. Küçük Mürüvvet, ablasını çoktandır 'parmaklığın önünde bekliyordu. ,Çocuk, Şerminin yüzündeki deği- şikliği derhal farketti." — Nen var? — Bırak çocuğum beni... — Bugün niçin böylesin?... Hemen, kardeşinin koluna sırıldı! — Biliyorum, anlıyorum abla... Derdin var... Üzerine gene eski halin sArız olmuş... Ah niçin?.,. Burası © kadar güzeldi.. mahzun olunur mu? Cidden villâ pek güzeldi. Tatlı bir hava ortalığa hâkimdi... Burada Tuzak içinde Tuzak Ama niçin?..| edin, yemeğinizi hazırlayın! - dedi, Saat epey geçti. Genç kadın delikan- ayı yemeğe alıkoydu. Bir iki kadeh rakı, tatlı bir muhavere, Karabaşın yaptığı mâ- rifetleri unutturdu. Kadının yanakları kıyarıyordu, Sakin er e tesirile sönmüş olan maneviya- ; mutadı olmıyan bu neşeyle e mn gülüyordu. Karabaşın tarruzuna uğrayan delikanlı ancak ertesi sabah bisikletine atlıyarak yoluna devam etti. Fakat o günden itiba- ren artik Fitnat hanım, hiç bir gün 'köpe- yemini billâh et ki: «Bunu Avrupada mil. yonla adam okuyor!. diye.. Ve yalvar; «Ne olur, sen de bugünlük bununla idare ediver..« Vallahi tatetin edemezsin... De- mek. ki, bizim meslek sanıldığı kadar ko- Jay değil. — Peki, ne yapmak lâzım gelecek? — bir $on ilâve etmek... — Ne gibi? — İşte müşkülât Orada... Çünkü mâna- sz bağlanmış. münasebetsiz devam edil miş bir hikâye, — Şuna bir bitiş şekli bulalım. — Nasıl meseleâ?.. Desek ki Karabaş meğer kuduzmuş, adami da kuduza yaka- lanmış... Hikâyeyi bu istikamete yürütmek, saçma... Desek ki, delikanlı bir daha bu eve döndü... Hattâ gelip evlendi.. Hikâye, hikâye oldu mu demektir?.. O da nafile. Zaten bu derece yeknasak bir muhitte bi- Siklet oğlanın işi ne?.. Çatlar. patlar. Desek ki, Fitnat hanımefendi usulü öğre- mip hayvani her geçen delikanlıya saldırt, onları evine birer gece pansiyoner aldı.. Olmuyor, olmuyor vesselâm... — Peki ne yapacağız? — Ev sahibesinin uyuşuk, münzevi, biraz da hayalperest bir şahsiyet olduğu anla- şıhyor... İyisi mi onu gene o halinde inti- zarda bırakalım... Yaman maceralar İçine sürüklemiyelim... Beklesin, dursun... Nuri: — İyi amma, azizim... - dedi. - Değiştir. miş olmuyorsun ki... Zaten müellifi de hi- kâyeyi o tarzda bitirmiş. — Fakat tasdik et ki, pek salçasız, ku- Tü yazmış.. Adaptasyonun hüneri, mevzuu beslemek, bezendirmektir. m Öyleyse yap bakalım... Hünerini gös“ er. — 28 mart perşembe nüshamızda okur- sün.. - dedim. Nakleden: (Hatice Süreyya) ———m—— m. Hakem ehliyetnameleri Bu seneki lig maçlarını idare etmiş olan İstanbul hakemleri hakkında milli küme maçlarını müteakip bölge hakem komitesince tutulan #otlar futbol fede- rasyonuna bildirilecek ve'evrakların tet- kikinden sonra hakemlere daimi olarak lisans verilecektir. Badema bu lisanslar her sene değişti. rilmiyecek yeniden çıkacak © hakemler bu kadroya ilâve edilecektir. Bölge ha- kem komiteleri, talimatname mucibince yeniden hakem yetiştirmek için fazla mesai, sarfedeceklerdir.... Çamlıca kiz lisesi voleybol şampiyonu oldu Kız mektepleri arasinda tertip edilen voleybol maçları dün sona ermiş ve Çamlıca i şampiyon olmuştur. Diğer mekteplerin aldıkları derece srası şudur: | — Çamlıca K.L,2 —KızM. M., 3 — Kandilli K. L,, 4 — Erenköy K. ız 5 — İstanbul K. L., 6 — İnönü Nakleden : (V4 - Nü), Bahçede deli kadın da, ayağında aba terlikler, geziniyordu. Şermin'e hazin hazin bakarak gülümsedi. Bir müddet, o da bahçede gezindi. Ne annesile, ne hemşiresile konu- şuyordu. Zihni hep deminki meseleyle meş- Fakat bir şey halledemiyor. Birdenbire aklına: 4— Gazeteleri okuyayım! .. geldi. Fakat gazeteleri çevirirken: «— Bunları niçin aldım acaba”, diye düşündü. Ve bu gayrişuuri hareketinin s6- bebini kavramakta gecikmedi: Âşığı- nın bıraktığı gazete tomarlarında rasladığı ilân... «— Ah niçin bu işten şu Baha be- ye bahsettim? Ne çocukluk!... » fikri diye düşündü. Fakat: «— Ne ehemmiyeti var?... Söyle. dimse söyledim...» Ve: «— Acaba gidip gazeledeki adrese | başvursam mı?» Mili küme maçları Müsabakalar Ankara, İzmir ve İstanbulda bu hafta başlıyor Türk futbolünün Kalkmak sayesile eski futbol Federasyonu reisi B, Hamdi Emin ve birkaç arkadaşi tarafından or- taya atılan milli küme maçlarının dör- düncü sene müsabakalarına bu hafta Ankara, İzmir ve İstanbulda o başlana- caktır, 1934 - 935 senelerinde Hamdi Emin, Nüzhet Abbas ve Kemal Halimden mü- rekkep futbol federasyonunda ortaya atı- lan bu fikir 937 yılında o zamanki fe- derasyon reisi merhum B. Sedad Rıza tarafından füliyat sahasınn intikal ettiri- lerek maçlara başlanılmıştı. iki sene muntazam şekilde geçen bu müsabakalar maalesef geçen sene bazı pürüzler dolayısile ihtilâf olmuş ve şampiyonun tayininde müşkülâta ma- ruz kalınarak Galatasaray ile Demirspor arasında yeniden iki karşılaşma yapmak icap etmişti, Fakat ilk maçtaki malüm büdise yüzünden maçın ikincisi yapılma- miş ve Galatasaray Viya çıkmıştı. Şimdiye kadar milli küme maç| şampiyonluğu alan takımlar şunlardır; 1937 — Fenerbahçe 1938 — Güneş 1939 — Galatasaray Bu sene bu kıymetli mevkie hangi ta- kımın yn şimdiden (kestirmek imkânı yoktur. Malüm olduğu üzere bu seneki maçlara Ankaradan Gençlerbir- liği, Muhafız, İzmirden Altınordu, Al tay, İstanbuldan Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Vefa klüpleri iştirak hak- kını kazanmışlardır. Son zamanlarda Ankara ve İzmir ta- kımlarını yakından görmediğimiz için klüpler hakkında mütalâa yürütmek im- küânına malik değiliz. Bu hususta ancak müsabakaların o dördüncü haftasından sonra bir kanaat sahibi olabilirz. İstanbuldan giren dört takıma gelince maalesef şampiyon Beşiktaş için milli kümeye iyi bir vaziyette girdi diyemiye- ceğiz. Son maçları bu takımın formunu kaybettiğini göstermektedir. Müsabaka- ların ortasında yeniden formunu buldu- gu takdirde eski mevkiini mubafaza edeceği tabidir. Fenerbahçe ve Galatasaray milli kü- meye en iyi vaziyette iştirak eden iki takımdır. Formları ve ihtiyat oyuncula- nı itibarile müsabakalarda en yüksek dereceyi tutmaları kuvvetli ihtimal da- hilindedir. İkinci defa olarak milli kümeye iştirak eden Vefalıların takımlarında | istikr: temin ettikleri takditde muvaffak ola- caklan şüphesizdir. Aralarında kıymetli futbolcular bulunan yeşil - beyazlıların geçen seneki milli küme ti i derecelerinden daha iyi bir Herece ala- cakları tahmin edilel Ba müsabakaları idare etmek üzere hakem komitesi tarafından İstanbuldan altı hakem seçilmiştir. Kemal Halim, Nuri Bosut, Ahmed Adem, Tarık Öze- rengin, Sami Açıköney ve Şazi Tezcan- dan mürekkep olan bu hakemler milli küme karşılaşmalarını idare etmek üze- re futbol federasyonuna bildirilmiştir. Dördüncü senesine basan milli küme maçlarının bu karşılaşmalarına iştirak eden sekiz klübe de muvaffakiyet diler, kiüplerinin şerefine yakışır temiz oyun- lar çıkarmalarını temenni ederiz. Nurkut Tezcan di Beşiktaş jimnastik klübü başkanlığın» dan: «Beşiktaş broşürü 1940 İstanbul şam- piyonu» İsimli mecmuasinin . klübümüzce neşrolunmadığı görülen lüzum üzerine İlân olunur. Bununla bersbe «— Acelesi yok ya... Ne zaman İs İersem giderim... Evvelâ başımı din- liyeyim..» Saat dokuz Taddelerinde Pervin odasında istirahate çekildiği sırada, genç kız, kalbinde. hissi kablelvuku halinde bir sıkıntı duydu, Bahçeye çıktı, dolaştı. Bahçıvanın Karısile karşılaştı: — Bu akşam neniz var, küçük hanım... Sizi bir başkalaşmış görü- yorum. — Her gün başka mıyım? . — Evet... Sizi burada hep neşeli görmüştüm... — Bugün de öyleyim... — Hayır, hayır... — Doğrusunu © İstersen, hanimerk ğım, ben ömrümde neşeli olamadım... Dalma keder içindeyim... — Niçin?... Güzelsiniz... Gençsi- niz... Her şeyiniz var... — Annemin hastalığı? — Hakkınız var... O cihetten ya- na... Doğru... Yakında bir felâket de olabili; Eğer buna felâket denebi- Jirse, küçük hanımcığım!... Belki de anneniz ölerek kurtulacaktır... Bunu böyle düşünürseniz yüreğinizin $ızı- sı azalır... Göz görüyor; niçin sâkla- malı?... Her halde günleri sayılı. mağa hazırlanmuşken, felek birz Tefrika No. 20 Gıyaseddin o gese başka bir odada şair Riza ile İçki içiyordu. Azrâyı da yanına ça- gırmıştı. Eğleniyorlardı. Bu sırada, Gıyas, adam- larına gizli emirler vermiş ve yapılan kafe- sn Azrünın yatak odasına yerleştirilmesi. ni söylemişti. Gıyaseddin o dakikaya kadar bu fikrini ge açmamıştı, Bir aralık sevgilisine sor- — Ben kuşları çok severim, Azrâ, Sen de sever misin? — Severim. Fakat, hiç bir zaman bülbül olmak istemem. Çünkü, kuşların içinde en tallhsizi bülbüldür. — Niçin böyle söylüyorsun ? Bence bülbül, en talihli bir kuştur. Bilhassa saraylarda ve zengin evlerinde altın ve oyma kafesler içinde prensler gibi yaşar. Yemini, suyunu werenler, güneşlendirenler, bahar gelince bahçeye çıkaranlar, hasılı kendisine hiz- met eden birçok hizmetkârler vardır. Şair Riza lâfa — Has bahçenin gülleri açıldığı zaman, bülbül, gül kokusu duymak İster. Feryad ve figana başlar. Bülbül, gülün ezeli âşıkıdır, Gül de bülbülsüz yaşıyamaz. Azrâ başını salladı: — Ben, hiç bir zaman, ömrümde bir kere bile bülbül olmak istemem, şehzadesi! Bül- büller benim indimde çok zavallı ve acına- cak mahlüklardır. Gıyaseddin sevgilisini iknaa çalışıyor, şair Riza da Gıyasa yardım ediyordu. Belliydi ki, Gıyaseddin, kafes meselesini şair Rizaya da açmıştı. Gıyaseddin eğlenceyi çok severdi. Fakat, onun herkesten ayri denecek kadar garip görüşleri ye revkleri vardı. Meselâ, hoşları- dığı kimseleri -kusurları da olsa- severdi, Adamlarından birini himaye ettiği zaman, onun hakkında gelen şikâyetlere kulak vermezdi. Bu huyundan kendi de memnun değildi. Çok defa bunun zararlarını gör- müştü. O gece eğlenirken de Giyasın zevkleri ve düşünceleri göze çarpacak kadar geniş bir ayrılık ve hususiyet, arzediyordu. Gıyas İç“ Xi içerken bulunduğu odanın dört çevresi büyük şamdanlarla süslenirdi. Bu şamdan- Jar, sevgilisi ilk müsetles kadehini eline al- dığı zaman hep birden yanardı. Oryas 0 2a- man sevgilisine; — İşte, benim gönlüm de bu şamdanlar sibi yanıyor. Diyerek iemeğe başlardı. Gıyazın birçok nedimleri, dalkavukları, maskaraları vardı. Fakat o, sevgilisi baş- başa kaldığı zaman yanına, dalma nedim- lerinden en ince ve bassas olanını, eni güzel gir söyliyenini alırdı. Şair Rizanın yerini hiç kimse sutamiyor- du. Riza gözü tok bir insandı Çok defa, Gıyasın verdiği kese kese bahşişleri otur- duğu yerde unutup giderdi, Bazen bu bâhşişleri cariyeler ve harem- ağaları toplar, bazen de Gıjaseddin görür: — Ne tok gözlü adam... Diyerek kendisini ayrıca taltif ederdi. Şair Riza, (Ömer Hayyam'ın hayranla- rındandı. Onun rüballerini hemen hemen baştan başa ezberlemişti. Dalma ondan bah- mo şehzadenin şaraba olan meylini arttı- Ti Riza © gece de Hayyamdan bahse- derken, şu fıkrayı azlatlı: — Ömer Hayyam bir gece nâsılsa meyha- nede sizip kalmış. Ertesi sabah gözlerini açtığı zaman, etrafında şarap küplerinden başka kimseyi görememiş. Kendi kendine gülmüş: «Ne mutlu bana' Bu geceyi, bana sadık dostlarımla koyun koyuna geçirmi- şim. Bu saadeti acaba, yeyüzünde benden tadan bir mesud adam var mudır?» demiş. Halbuki, kulunuz, haftanın hemen hemen her gecesini meyhanede ge- giririm. Ve akşam olunca ayaklarım evden ziyade meyhaneye doğru gider. Evrim bana meyhaneye nisbetle çok yabancıdır. Evim- — Allah rahatlık versin, küçük ha- nimciğim! Yalnız kaldıktan sonra, genç kız, bahçede bir müddet dolaştı. Ve dü. şündü, düşündü. $ Ne garip şeylerdi bunlar!... Allah hepsini kendisi için tertiplemiş gibiy- di, Çocukluğundanberi bedbaht yaşa- mak, alnının kara yazısıydı sanki... Ancak ilk on senesini, balıkçı çocuk- Jarile beraber, Karadeniz kıyılarında oynamak, eğlenmekle geçirmişti. On- dan sonra felâketler, ızdıraplar biribi- rini takip etmişti, Ve işte halâ kendi- ni bunlardan kurtaramıyordu: Halbuki son zamanda menhus mus kâdderatın pençesinden yakasını si- Yırmışa ne kadar da benziyordu. Şüp- hesiz ki namusunu vererek buna eriş- mişti. (Zira, Şerminin dimağında na- muş diye bir mefhum mevcuttu.) Ve şimdi düşünüyordu: «#— Namusunu fede etmek suretile sefaletten kurtulmuş dahi olsa, in. san, bunu yaptığı için ne dereceye kadar mâzurdur?... Fakat nâsıl olurdu? Sırf namusunu | kurtarmak endişesile, üç cana birden | kıyebilir miydi? Hem de zavallı bir hasta ile zevelli bir çocuğun canına... Ve kendininkine, .. Daha feci şernit içinde kendini saf 28 Mart 1940 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Rıza : “Kabil mi, dedi, kadın sevmiyen insan şair olabilir mi ? ,, EE İİ ii Fakat, meyhanede | ben. Böyle hayırsız ve bir altında he diye boş yere ömür sürmeli?! Azrâ, şairin sözlerini derin > Is dinliyordu. Gıyaseddin: ! ' İ İ l | | | — Haydi içelim. öyleyse... Madem ki bu kubbenin altında şarap içmeden yâ” a Dy bağırdı. İçki kadehini eline aldı. Ve lik önce sevgilisinin ağzına uzattı: — Bu gece damarlarının tütuştuğunu göre mek istiyorum, Azrâ! Bu gece senin yanık sesini duymak İstiyorum haydi, Riza şiiri” ni bitirdi. Kuruyan dudaklarını şarapla 18- latımak istiyor. Şimdi sıra senindir! Her ge- ce benden önce sarhoş olur ve dizimde ya- tardın, Bu gece ben, senden önce kendim- den geçip, senin dizinde uyumak istiyorum. Bana da bu zevki tattır. İçimdeki ataşi an- cak dizinde yalımakla ve bu zevki tatmak» la söndürebileceğim. Şair Riza başımı kaldırdı: — Aklıma birşey geldi, velinimetim! Söz sırası benden geçti amma, unuturum diye korkuyorum. Müsaade edinizde arzede- yim! — Hayır, sultanım! Sizden bahsedeceğim. Şimdi birşey söylediniz: «Içimdeki ateşi an- cak dizinde yatmakla. söndürebileceğim!e dediniz. Çak üzüldüm. Artık dünyadan âh- rete göçmeğe mi karar verdiniz? Gıyaseddin birdenbire şaşırdı. Şalrin ne e istediğini anlıyamadi. fümü aklımdan bile geçirmzdim. Ah- dd göç etmeğe de niyetim yok, Dedi. Şair fikrini açıkça söyledi: — Bülbülün güle figanı, ona hasret çeki- şindendir, sultanım! Eğer Azrânın dizins, içinizdeki ateşi söndürmek için yatacaksa- BiZ, Yarın, İçi boşalmış kupkuru bir şarap küpüne döneceksiniz! Benim içime böyle bir ateş düşseydi, o atşi «levlendirmek için, dünyanın bütün cehennemlerini yutmak, kurup, onu bile içime: düşür- mek isterdim! Gıyazaddin elile bir müselles doldurdu; — Al şunu, iç bakalım, Sen gerçekten çok temiz yürekli ve irice duygulu bir in- sanmışan, Rira' Şair yere eğilerek, içki zadehini âldı ve bir yudumda boşaltıp tekrar yerine koydu. Gıyas gülerek sordu” — Sen ömründe bir kere olsun, kadın seye medin mi, Riza? — Kadın #evmiyen, kadın sevmesini bil- miyen İnsan şalr ölür mu. velinimetim? Vak- tile ben de sevdim. Ben de sevildim. Fâkat, beni seven kadından hoşlanmad'm: kaçtım. Talih benden intikamı aldı. Çünkü, scsdi- #im kadın da benden kaçmıştı, Iste, onun benden kaçışıdır ki, beni şair yaplı, diva- ne yaptı, sarhoş yaptı, meyhaneden miy- haneye düşürdü. Ondan sonra evlendim. Bu ateşi, aldığım kadın söndürür de kur- bulurum, dedim. Karım, onun yerini tut- mâd:. Ve o ateş yülarca İçimi burguladı, elğerlerimi yaktı, kalbimi ezdi. Onun haya- Bini çoktan unuttum. Mecnun, Leylâsını na- Ml tanımazsa, ben de onu tanıyamam Şim- di. Fakat, içimdeki ateş yanıyor. Bu ateş içirme düşmeseydi, ben yaşıyabilir miydim? Ruhumu besliyen, kafamın içinde volkan- lar, yanar dağlar tutuşturan, beni şarap küplerinin dibinde süründüren, hasılı bir kadeh müsellesin esiri yapan hep o ateş- tir. Yalvarırım size, hazret.. Bu mukaddes ateşi kendi elinizie söndürmeyin! Bunu ya- parsanız, sonunda pişman olursunuz! (Arkası var) lünü kaptırmıştı. Bu da, kabahati şüphesiz! Kenç kız, kendini mâzur görmüyordu, Aldığı ahlâk telâkkileri, metteş sıfalile yaşamağı ola makul göstermiyordu. Sühanın oluşt, evvelâ, bu deli- kanlıya karşı beslediği medyunluk his- lerinden ileri gelmişti. Ve derken, mü- nasebetleri bir iki hafta | İlerleyince, düşünmeğe başlamıştı: «— Acaba bu münasebetim de, ha- yalının diğer safhaları gibi, benim İçin bir felâket değil mi?» Asıl ismi Kudret Süha olan bu de- likanlı niçin ansızın Sühi Elstanbull oluvermişti? Bu tebeddülün altında bazı esrar gizlenmiş bulunmuyor muydu? Süha, her ne kadar bunu izâha kalk- dıysa da, snlattıkları inandırıcı, kan- dırıcı mıydı? Delikanlı Zonguldaktayken fakir. di. Lâakal pek mütevazi bir muhite mensuptu, Şimdi ise zengin! Hem de bir kaç ikametgâhı, otomobili, düzü- nelerle elbiseleri, bankada paraları olacak ve her istediğini yapabilecek ka- dar zengin!... Bunun neden böyle olduğunu öğ- renmesi lâzım gelmiyor muydu? An- latmak da Sühanın boynuna düşen bir borç sayılmaz ini