27 Kânunuevvel 1939 t arkadaş oturmuş dışanda yağan in İlk karını söyrediyorduk. da pek itimad olmazdı. Çünkü daima geri kalırdı. Bir ara Şevket Matmazel saate müt doğru saat! ondan öğrenebi dedi, Bu söz! nrâ telfona yaklaştı 35 rakamını çevirdi. Malmazel saat cevap ver- di. Bu esnada pençerenin önünde ayakta si- garasını içen Vasfi yüksek sesle gülmeğe SOLĞUK m Vasfi?... t edelim. de ona gü- ik çok tuhaf hatırlattı şunu... Zaten dışarısı soğuk. nmayız. Bari burada tatlı tatlı akit geçirelim. başladı sene evsel geye ın çok uzakta, asr y m. Burası çok ilerile- ım ber türlü terak- ediliyordu. Burada muştum. Tabi imde olu- muştu. Hal- hangi nu- ordu? İşte bunu bilmiyor- rini elime aldım. Karıştır- Bir sahifede şöyle bir cüm- «28 numarayı çevirirseniz saatin kaç olduğunu da- yesine kadar söyler.» marayı çevirdim. O zaman unda işlttiğim kadın seslerinin en tat- en tesirlisi bana nam. İşiliğim sesin sahibini he- canlandırdım. Onu uzun boylu, dalgalı dalgalı sarı saçlı, iri mavi gözlü, küçürük ağızlı bir genç kadın ola- Tak tasavvur ediyordum. Sonra kadın sesi, kele böyle son derece tatlı oldu mu bana Diş bir adi Buzun için telefonu kolay kolay elimden bırakamadım. Tabii o zamanlar matmazel bir piâk ulduğunu bilmiyordum. için telefonda sanki karşımda ha- bir kadm varmış gibi: edim, ne güzel sesiniz var... Kuzum | daha saati tekrarlar mss? Telefondaki kadın sesi bir kere daha 3a- ben cesareti büsbülün arltır. kmeğe adım ç dediniz kaç? Altıyı yirmi mi wsinler O se ağzından çi yirmi geçiyors sözlerini.. Bir dülır a ti söylemek lütlumda bulu- ner musumuz güzelim. Sw bir dön saati sö) nce artık ben büsbütün şimardım, © günden sonra sik &k 26 numaraya mürücnalle bu güzel s8- si dinliyord Kadının sesine dişk olmuş- tüm, Fakat anun güzel sesile yalnız saati söylemesi beni pek ziyade üzüyordu. Hattâ tir n düyanamadım, telefonda — Güzelim... dedim, sen saat söylemek- ten başka !â! bilmez misin? Halbuki o gü- sel, o scacık sesinle pe tatlı, ne yumuşak kelimeler söyliyebilirsin.. Meselâ aşktan, sevişmekten Haydi bana bunlara dair birşeyler söyle Telefondaki tatlı ses bu aralık bana şöyle oevap verdi: —1. 0.2. Bu yediyi yirmi daklka iki saniye geçiyor | demekti Bunları dinledikten sonra: — Çok insafsızsın vallahi... dedim, sana « kadar dil döküyorum. Bana aşka dair birşeyler söylemeni rica ediyorum. Halbuki te seviyor? kan sallı sen gene herzamanki gibi saati söylüyor- suü Benim bu sözlerimden sonra o gene: — 1.21. 1.. diye saati söyleyince & mi mümkün olduğu kadar zavallılaştırarak Peki... dedim, bugün bütün insafsızlı- gın üzerinde. Beni gene rahatsız ederim Peşin olarak şunu da söyliyeyim ki, bu- dunduğum şehirdeki «Matmazel sastvin bir usulü vardı. Siz 25 numarayı çevirdiniz mi? Telefonu açık bıraktığınızı müddetçe o hep size, mütemadiyen saati tekrar eder du- rurdu. z Ertesi günü gene ayni numarayı çevir- dim. Ayni ses kulağımda çınladı. Ben: — Nonoşum, dedim, anlaşılıyor ki, sen sa- ati söylemekten başka hiç bir JÂf konuş- emin etmişsin... Lâkin süküt ik- derler. Ben de sans birşey teklif edeceğim. Yarın seninle buluşalım olur mu? Eğer buna muvafakat edersen bana herzamanki gibi saati söyle. Şayed randeyuma gelmiyeceksen hiç sesini çıkar- ma.. Ben heyecanla beklerken telefondaki ses: 4.2... 8... diye saati söylemez mi? dı mek randevuya gelmeği kabul ediyordu. Teşekkür edarim... dedim, den sonra sant 3 de belediye meyda, büyük abidenin altına geleceksen gene sa- ali söyle... O gene saati söyledi. Artık ben mesuddum. Bu seter — Biribirimzi tanımak için yakama biter kırmızı karanfli takalım.. Tıpkı ro» manlardaki gibi.. Olur mu?. Bana gene saati söyliyerek cevap verdi. Demek herşeye muvafakst ediyordu. Ertesi günü saatlerce, yakamda kırmızı ranfil belediye meydanında dört dön- düm. Tabii kimse gelmedi. Fakat ben bu tatlı sesin sahibinden vaz işmemiştim. Diyorum ya bu sese bir kere gönül kaptırmıştım. Hergün telefonu açi yor, ona dakikalarca di! döküyordum. Fakat telefondaki ses bir türlü bana sastten baş- ka birşey söylemiyordu. Nihayet bir gön telefonda müşterilere saati söyliyen sesin doldurulmuş bir plâk olduğunu öğrenince kendi kendime güldüm. İşte başımdan geçen en garip aşk mace- Tesa... Rikmet Feridun Es vi asar ama BULMACAMIZ Ulamaktan emir - Çobanlık, 2 — Seçimlerde toplanılan yerler. 3 — Cereyan eder - Bir cins tatlı su ba- 4 — Amonyak tozu - Tersi güzel âanatlir. $ — Tersi cesur delikanlı demektir - Bal- tık denizinde bir liman, © — Tersi affolunmuştu demektir - Ti- marcının başı. 7 — Tersi kırmaktan emirdir - Eski zama» nın posta tatarlığı 8 — Abdesthane Elbisenin iğine dikilen bez - Ezmek- ten emir, 10 — Kavaid Yukarıdan aşağı: sen ne kadar haince hareket ediyorsun... Ben senden tatlı aşk kelimeleri beklerken 1 — Bıktırmak. 2 Söz - Tersi asma! Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No, 19 Galip, ağzımı bir karış aç — Yok canım. — İki gözüm çıksm ki... — Bizim Korsanoğlu?,.. Kaptan?... — Öyle ya... Bu isimde başkası var m? Balıkçı, dalgın dalgın: — Demek o Geldi, çocuğu aldı ve sana böyle avuç dolusu para bi- raktı?... — Ben istedim de verdi sanma, Kendiliğinden bıraktı. — Peki amma niçin?... - diye Ga- Bp bu meseleyi bir türlü izah edemi- yordu. Kadın kocasının yumuşak tarafia- rını arıyordu; — Bu parayı, çocuğu büyütmemiz için bize nasil olsa verecekdi! - dedi. — Peki daha sonra vermek Üzere vadettiği para? O da susmamız için, Demek ağzımızı açmıyacağız? Burhan bey öyle istiyor. Kaptan vaktile bize karşı pek iyi davranmıştı... Arzusunu yerine getiririz... Fakat acaba küçük çocuğa ne yapmak istiyor? Feride, omuzlarını «bilmemiz mâ- Nakleden : (Vâ - Nü) nasında kaldırdı. Galib, paraları alarak cebine koy- du. Kadın, kocasının önüne fikir fıkır bir çorba koydu. Fakat erkek: — İstemem,.. . diye elinin tersile itti, - Bu boş beşik iştihamı kesiyor. — Benim de... Fakat elden ne gelir?... Korsanoğluna karşı duracak halimiz yoktu ya... Balıkçı, evlâdlarından büyüğünü kendine doğru çekti. Bu kısa boylu, tombul yanaklı, kıvırcık saçlı yavru- cak, babasının dizine başını dayadı. Galib ona: «— Benin baban var... Allaha şük- ret... Başına böyle şeyler gelmez! » dedi. Bu evden alınıp götürülen çocuğu bir tehlikenin tehdid ettiğini seziyor- du. Fakat tehlike neydi? İste bunu kestiremiyordu. Amma, her halde şüphelenmekte hakkı vardı, Bu hadi- seler Penhir köyü civarında cereyan ederken Karayusulun sandalı, ma- hud köyün önüne varmıştı, Gün ağarmak üzereydi. Korsanoğlu, karaya ayak bastı. Kundaktaki çocuk kucağındaydı. Per- | Unutkan (Yazan Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke/, 120 Kw Ankara Radyosu T.A. P. 31.7 m, 9485 Ke./# 20 K. W. TÜRKİYE SAATİLE Ankara radyosu 31.7 metre kısa dalga postasile her gün yapılmakta olan cenebi dillerde haberler neşriyatı programı: Birinci servis İkinci se: İranca Sant 1200 Saat Arapça » 2S » Elence #.-. Fransızca e vr Bulgarca » UW ÇARŞAMBA 27/12/09 1230 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12.50 Türk müziği (Pİ), 1430-14 Müzik: Küçük orkestra (Sef: Necip Aşkın), 1- Micheli: Çardaş, 2 Lindemann! Volgadan sesler. 18 Program, 16,05 Memleket saat ayarı, ajana ve meteoroloji haberleri, 1625 Türk müziği: Müzik Folklorüne ait örnekler Sa- diy 18,40 Türk müziği: Pasıl heyeti, 1925 Konuşma: (Daş politika hâdi- | seleri), 19,40 Türk müziği: Çalanla be, Cevdet Çağ Badi Hoy 3- Udi Ahmet - Kürdüi- hiearkür şarkı: (Dilerse şadigim olsun), 3- Yesari Atım - Kürdillhicazki (Sen gitgide bir âfeti devran olacaksın), 4- Refik Porsan - Tanbur taksimi, 5- Arif bey - Kürdilihicazkâr şarkı: (Deşme dağ #inei suzanımı), 6- Halk türküsü: (Bağa girdim kamışa), 2— O kuyan: Safiye Tokay, 1- Bimen Şen - Bestenigâr şarkı: (Her za- man serde), 2- İshak Varan - Besteniğir Şarkı: (Gönül sana çoktan binde), 3- Sel Pınar - Nihavent şarkı: (EhİA yaşıyor), 4 Faiz Kapencı - Nihavent şarkı: (Gel gü- Zelim Çamlıcaya), 20,20 Temsil: Kızlar uğa- andan istimdat: (Yazan: Nahid Sır Ekrem Raşldi, 20,50 Ko- buşma (Haftalık posta kutusu), 31,10 Mü- zik; Riyaseticümhur bandosu: (Şef: İhsan Künçer), i- J. Souza: Marş, 2- L&o. Delibes: Kopelya balesinden vals, 3- G, Meyerbeer: Uvertür, 4- Bourgnult - Ducoudray psodie Cambodglenne» Birinci kısım tzoduction - Lögende, İkinci kısım: Fete, ö- B. Godard: L£ Tasse operasındar çigon dansı, 22 Memleket saat ayarı, Ajans ha- berleri; ziraat, eshain - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 22,25 Serbes saat, 2230 Müzik: Solistler (Pİ), 2285 Müzik: Caz- band (P)), 23.25.2330 Yarınki program ve kapanış, ris ,30 1145) 1845| 2109 180 , , hleszkâr peşrev Samsun, Madende tütün piyasası açıldı Samsunun Maden dizi tülün piyasast bu aym 23 ünde açılmıştır. Flatlar nevilere gö- re 143 iel 83 kuruş arasında tehalüf etmek- tedir, Beyoğlu Halkevinden: | — #vimizin ay- hik Triyo konseri 28/12/9359 perşembe gü- nü sant 17.30 da evimizin Tepebaşındaki Her- 3 — Valide muhabbeti 4 — Yunalstanda bir sehir - Ant 5 — Başına «As gelir bal fabrika amelesi olur - Meyva suyu. $ — Hapşırmak, 7 — Cilmle - Bir meyva 3 — Karadeniz uşağı - Tersi olmaktan emirdir. 9 — İşaretlerle, 10 — Kınalanmış koyun Yavrusu. Gecçn bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Ar, Maltmat, 2 — Konuş, Atle,3 — Uzaklardan, 4 — Rom, Ad, EKİ, 5 — Adva, Rodos 6 ibiyok, 7 — Elud, Yol,8 — Mi, Paluze, 9 — n, 10 — İse, Zi- ruh. Yukarıdan aşağı; Akurane, 81, 2 — Zozodalmas, 3 — , Aid, 5 — Aşla, 6 ,T — War, Oyalar, 8 — Miderloluru, vin bulunduğu odadan çıkarak, koca. sile eski sevgilisini karşıladı. Uzum uzun konuştular. Saat sekizi yirmi geçe, Korsanolu, büyük seyahat pardesüsü sırtında olarak, yakası kalkık, yürüdü, gitti. Yolda bir araba buldu. Kasabaya | vardı. Yüreğinde sonsuz bir elem hissedi- yordu. İstanbula doğru yola çıktı Köprüden bir arabaya atladı, Ca- ğaloğluna gitti. Büyük binalardan birinn önünde durup kapıcıya: — Kudret bey evde mi? . diye sor- du. — Evet efendim. Merdivenlerden yukarı çıktı, İkin- ci katta bir zilin düğmesine bastı. Kapıyı açan uşağı: — Beyefendiye baber verin... Gö- rüşmek istiyorum... Burhan bey der- siniz... - dedi. Uşak, misafiri salona alarak efen- disine haber vermek üzere gitti, Korsanoğlunun alımdığı salon, ga- yet ağır başlı, kibar bir şekilde döşen- mişti, İnsan burada kendin! derhal gün görmüş bir zatın evinde hissedi- yordu. Ev sahibi, tanınmış hukukçular. dandı. Hayatının bir devresinde hâ- kimlik etmiş: sonra avukatlığa geç- İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Tefrika No, 12 Yazan: İskender Fahreddin Mücahitler: «İcap ederse burada beş yıl kalacağız, İşbiliyeyi zaptetmeden bir yere dönmiyeceğiz!» dediler — Hangi plânlardan bahsediyorsun, Mar- yana? Bir şatonun yanmasile koskoca bir Kiştale devleti mahvolur mu? Henüz kral elimize düşmedi. Kartabayı, İşbiliyeyi, Gar- natayı almadık. Elimize düşen beş on ka- sabanın sizden ayrılmasile İspanya mahv- olmuş sayılır mı? Maryana çırpınmakta devam ederek: — Evet, evet... kral da mahvoldu, babam da mahvoldu, bütün prensler, kumandan- lar da mahvoldu. Ordu. memleket. herşey bitti artık Diye haykırıyordu. Selman sordu: - Fernandonun plânları şaloda mu giz- Miydi — Evet. — Niçin birlikte götürmedi? — Ben sebep oldum dedim ya. Fernan- do şatoyu tamamile tahliye etmek fikrin- de idi, Ben onu aklattım. Ona yalan söyle- dim: Babamın yeni bir ordu İle İşbiliyeyi kurlarmağı geleceğimi söyledim. O da, | mahzenlerden birine en m m evrakını | saklayıp - tekrar dönmek üzere yer al- tından kaçtı Bu da Fernandonun gatosu baştan başa kızıl alevler içinde kalmışt Selman — Bu evrakı bulmak ve kurtarmak ka- bil değii mi? Diye sordu. Maryana Geç kaldınız, dedi, plânlar yaniyor. Belman birkaç arkadaşile şatoya girmek istedi. Fakat, yaşlı ve tecrübeli bir muha- rip Selmanı önledi l Bu kadın sizi ateşe sevkeldp - bu ba- | hane ile- yakmak istiyor. Gitmeyiniz! Selman zaten ateşe atılsaydı da, şatoya girmek İmkânini bulamıyacaklı. Biraz scn- Ta şatonun iskeleti ateşler içinde görün- meğe başlamıştı. Yüksek duvarlar biribiri üstüne yıkıldıkça gökyüzüne kara duman» lar yükseliyordu. Maryana, Tarık'ın önünde O gün akşama doğru büyük karargiha döndüler, Tarık, Kıştale hükümetinin seraskerinin kınını görünce: — Bunun gözlerinden casus olduğu an- laşılıyor. Hemen kollurım bağlayın! Demişti, Selman, Maryananın kırı şato- ya ne maksadla geldiğini uzun uzadıya an- latıktan sonra, kumandana yaklaştı: — Bu kızı rehine olarak elimizde tutabi- Biriz, dedi, ve Üâve etti Serasker Petro ile kral Rodrikin arası açılmış. Ayni zamanda bu vaziyetten de İs- tifade etmi yordu. Mücahidler İspanyol seraskerinin kızının esir almadığına sevinmişlerdi. İşbiliye ön- lerinde hentir büyük bir harp başlamadan, böyle mühize bir adamın kıyını esir alma- ları elbette sevinmeğe değer bir hüdise idi. Tarık Ne yazık, diyordu, bn pas Fernandoyu yakalesayd ©, İşiliye kalesinden, hattâ kraldan zi- yade Fernandoyu düşünüyor ve onu ele geçirmek için bin türlü hilelere baş vuru- yordu. Oyan ki, kızıl rahibin, İşbiliye kalesine girdiği tahakkuk etmişti. Böyle olen dı, Fernando, şüphe yok ki, şatasunda bu- » yerine pa- Yunacaktı. Zaten o gün, kalede her zamankinden faz- in güze çarpan bir müdafaa faaliyeti var- dı, Burçlardan ok yağmuru yağıyordu İspanyollar, o gün olduğu kadar, biç bir gün böyle fasıtasız ok yağdırmamışlardı. Bu da gösteriyordu ki, Fernando müdafilerinin başma geçmisti Güneş battığı halde ok yağmuru henüz dinmemişti. İki tarar da boş durmuyordu Mücahi madiyen kalenin b miş, çok para kazanmıştı; şimdi Adliye Nezaretinin en yüksek mevki- lerinden birini işgal etmekteydi. Uşağın haber gölürmesi için kâfi bir vakıt geçti, geçmedi ki, orta yaşlı olmasına rağmen henüz genç inti- baını veren yakışıklı bir adam eşikte belirdi, Sırtında bir Hali, tavrı pek Avrupaiydi. — Bürhancığım! Aman bune saadet... Beni hatırladın, geldin... - dedi, - Hem canım, böyle salonda beklemek olur mu? Kendi evin gibi dalıverseydin içeri İki eski arkadaş sarılıştılar, Başka bir odaya geçtiler. Eskisine hiç benzemiyen bir man- zara... İlk oda, ne kadar ağır başlı, elddi İse, bu, bilâkis bir markizin buduarı gibi şen, şakrak, rayihalı, ziyalıydı. Hukukçu: — Otur bakalım... Azıçık çene çar lalım... - diye bir İpek puf çekti; dos- tunu oturttuğu berler'in karşısına geçti. Duvarlarda, stil masaların üzerle- rinde güzel kadın portreleri, narin biblolar gözü okşuyordu. İki arkadaş, takriben ayni yaştay- dılar. Fakat mat teni, ince dudakla- rının üzerindeki ince kır bıyıkları ile, Kudret bey daha genç intibamı veriyordu. larına hücum etmek istiyorlar, duvarlara tırmanıp tekrar yere yuvarlanıyorlardı. Tarık: Artık, bundan fasla beklenemez, di- yordu, ne yapıp yapmah, kaleyi zaptetme- Miyiz. İşbiliye kalesi kolayca ele geçeğe benze- miyordu Tarık, o gece, Maryanayı karargâh ge- Tisinde bir çadırda hapsettikten sonra, or- dunun ileri gelenlerini başına topladı: , — Burada hiç bi ihtiyacımız yok, arkadaşlar! Yeni ele geçirdiğimiz oraaki beş ay daha İşbiliye önlerinde bekliyebili- Tiz. Etrafta avlanacak güzel ve eti Dezsetli hayvanlar var, Sular şerbet gibi tatlı Bu- raya geldiğim gündenberi kendimi cenne- tin kapısında saniyorum, Bü cennetin Ka- pwni harhalde bugün değilse yarın aça- cağız. Kaleyi ele geçireceği nı eminim. Pakat, bir kere de si 'er düşündü- Bünüzü anlamak istiyorum, dedi. Mücahidier hep birden: — Beş ay değil, icap ederse - sadec ot ve gö! balığı yiyerek. burada beş yl da ka- lacağız, İşbiliyeyi zaptetmeden bir yere dünmiyeceğiz. Diye bağrıştılar, Bu « Selmana çevrilmişti Acaba Selman meler düşi ler söyliyecekti?. Çünkü o - bağrışırken. susuyordu. Değerii kahramanın gi Birdenbire ayağa kalkaraka, gırdı Merak elneyin, arkadaşlar! Bu işi bei- ki bir aydan daha önce bitireceğiz. ve ka- leyi ele geçireceğiz. Tank hayretle sordu: Nasıl mümkün olacak bü? Düşmsni. en aşağı bir aylık erzakı varmış. Kendi rini sıkıştırırlarıa, üç ay da dayanabilir. ler Selman anlatmağs başlad: — Kalede tutunmak için erzak ve cepba- ne kâfi gelmez. Yerlilerin maneviyatı bo- zulmuştur. İşbiilye kâlesini ele geçirmekle Ispanyanın en mühim bir şehrine ve bü- tün İspanya siyasetine hâkim olacağımız zaman gelmiştir. Düşmanın göklerden yar- dım umduğu bugünlerde Arap mücal ri kalblerindeki sarsılmaz imanlarından başka bir şeye güvenmiyorlar. Şimdi, ya- pacağımız bir iş var, arkadaşisr! Ordumuz- dan bin kişilik bir kuvvet ayırıp, gölün ba- tı kıyılarından dağlara doğru göndermek. Mücahidlerimiz oraya varınca, İşbiliyenin arkasındaki dağlık araziden şehre kol, ca inen bir yol bulabileceklerd'r. Eğer ora- dan şehre giren bir yol bulamadan geri dö- herlerse, ben kollarımı keser ve bir uyuz beygire timarcı olurum. Belmanın sözlerini dikkatle dinliyen 71- bitler bu teklifi kolayca kabul edesek gi bi görünmüyordu. Tarık, şehrin arkadan dayandığı yüksek dağın içinden şehre ç H bir yolun inmesi ihtimalini düşünmekle beraber luğu manın da mümktin olmadığını düşünüyor- du Bu işin müzakeresini ertesi güne bırak» tılar. lerin rada herkesin gözü üyordu? Ne- arkadaşları dönmüştü. ür sesle ba- Sabah olunca etraftaki köylüleri çağır- dılar; — Dağın arkasından şehre yol var » dır? Diye sordular. Köylülerden hiç birisi bu hususta mü bet cerap vermiyor v8: Bix şimdiye kadar İşbil tanların bile çıktığını di Diyordu, Müçahidiene sır vermemezte ağız birliği yapmış gibi görünüyorlardı Tarık, şehrin arkasındaki İş uzaktan bütün azamet ve k lara di u yükseldiğini görüyordu. (Arkası var) Galiba aslen çeri ahud ârna- yud, yahud da kimbilir beikide buna benzer birşey olduğu için Kudrete, Kolonbeyzade derlerdi. hanımefendi İle evli bulunuyor Kölonbeyler bir kaç (o nesildeni İstanbulun en eski ve gin aile'e- rindendi. Gerek kendi avukatlık ça maları, gerek izâivacı sayesinde aile servetini birkaç misline çıkarmıştı. Hele Mısırlılardan deruhte ettiği bir dava yüzünden ihya olmuştu Karısı, Bedestani Murad Mollanım kızı Maide hanım, büyük bir mirasn - tabir caizse - vellahdı bulunuyordu. Molla bey, evvelce medresede oku- muş, daha sonra âbani sarık sarıms; nihayet onu da atarak, büsbütün mo- dernleşmişti, Zamanın modası Üzere şilik fes giyerdi. Belli belirsiz bir siv- ri sakalı vardı, Altın gözlüklüydü. Mirden elbise giyerdi. Bastonları ara- sında altın başlı olanlar vardı. Adı Molla bey olmakla beraber, borsa oyunlarından çok zengin cl muştu. İngilizin fırlyacağımı, esniâ- kin, yabud mücevherin düşeceğini ondan iyi sezen olmazdı. Mütarekenin dalgalı senelerinde servetini gözle kaş arasında bir kaç misline çık mıştı. Harpte de - doğrudan doğruy ihtikâr yapmadıysa da -hayli vurgun vurmuştu. (Arkası ver)