Ge eir Ml Lale Herkne be- emen gelmişti, Gülümsedi: Benimki sinirlendirici olduğu kadar pm bir hadise. dedi, anlatayım da ba” Arkadaşları iskemlelerini ona doğru çek- ler. Kâroran hikâyesine başladı: — Bundan yirmi, yirmi bir sane evvel. Bir şirkette memurdum. Çalıştığım şube- min şefi gayet çıtkırıldim bir adamdı. Ay- Fopadar yeni gelmişti. Bu satın ikide biz ağzında gevelediği Fransızca bir tabir vardı: «Yaşamasını bilmek»... Maiyetindeki bütün memurları dalma bu ölçüye vurur, kendilerine ona göre bir kıymet verirdi. Lâkin bizim şube şefinin: «Yaşamasını bilmek» den maksadı pek başka idi. Onun bildiği yaşamak bizimkin- den çok aykın idi. Çitkırıldım Amirimiz gözüne delma bir Mek gözlük takardı, Pantalon paçiları ga- yetle dardı Altı rugan, üstü kurşuni podöstet yandan düğmeli fotinler giyer, yakasında da yaz kış dalma beyaz bir çi- gek iaşırdı. Saçları pomadal idi, İnce bas- tonu elinden hiç eksik olmazdı Şirketteki bütün memurlara tepeden ba- kardı. Yalniz bana, Avrupada uzun müd- det bulunduğum için midir, nedir, itlist «derdi. Bir öğle üstü yemek yemek için girkilen çıkârken kendisine rasgeldim. O yemeğe gidiyordu. Bu çıtkırıldım zatın Yanında, her zaman öğle yemeklerini ye- diğim çiğereiye gitmek istemedim. Zaten yanımda Kâfi pâra olduğunu biliyordum. Bunun için onun dalma yemek yediği pa- hah, kibar bir lokantaya girdik. İ Garson bize hizmete başladı. Yemek ta- kunlarını, ekmekleri, listeyi getirdi Bir aralık şöyle listeye bir göz attım, Bü- | tün yemekler ateş pahası idi, Yeşil salata | bile burada müthiş bir fiatle karşıma çık- | mıştı. Fakat artık İş işten geçmişti Bu- Faym girmiştik. Ne kadar pahalı olursa ol- sun yemeği yiyecektik. Ben yemeklerin fi- atini düşünürken âmirim; — Etendim, diyordu, Fransızca bir ta- bir vardır. Tabii bilirsiniz. o«Yaşamağı bilmeli... İnsanlar dünyaya niçin gelir ler? Yaşamak için değil mi? Fakat ne Ya- mk ki çoğu yaşamasını bilmezler. İşte şu lokanta meyelâ,.. Biraz pahalıce bir yer- dir amma İnsana yemek yemenin, daha doğrusu yaşamanın serkini hissettirir, Majbuki bazıları ucuz olsun diye gayet ga- Hip, karışık, âdi yerlere giderler. Böylele- sine şaşarım efendim... O bunları söylerken sanki bu emada şey-| tan beri dürttü. Acaba param yanımda mi Mi? Bütün bir beş liralığım vardı. Onu saketimin iç cebine sokmuştum. Paranın yüzünü gözlerimle görmeden bü yemekleri Bahat rahat yiyemiyecektim. Bizim daire getinin garsonu tekrar yanına çağırarak yemeklere dalr bir takım sunller sorma- sından istifade ederek yavazıa elimi ce- ketimin iç ceplerinden birine daldırüm. | Max zaman bütün paralarım burada dü- rurdu. Lâkin parmaklarımı cebimin her tarafında dolaştırdığım halde bir şey bu- lamıyordum. Çıldıracaktım, Bilmi öteki cebime götürdüm. Orayı da yakladım. Ne yazık ki para orada da yok- | ba... Aklımı kaçırmak üzere idim. Bir kere Yokantaya oturmuştum, takımlar, çatal, bi- gaklar gelmiş. Hem de yanımda böyle iki dirhem bir çekirdek bir adam varken re- maletin derecesini düşünün! Bu sırada daire şefi bana dönmüş, «0- rayordu: — Ne yiyelim, dersiniz?, Bu sual Üterine ölür müsün? Öldürür müsün ?. Fakat tam o esnada aklıma gel- di. Yeleğimin cebinde epeyce bosukluk vardı. Bununla biç olmazsa bir tatlı yeğ vaziyeti kurtarabilirdim. Daire şefine döndüm: — Vallahi bilmem ki efendim. dedim, hiç de iştiham yok... Bir şey yiyecek vazi- yette değilim. Müsaade buyurursanız ben bir tatlı getirteceğim... Adam hâyretler içinde yüzüme baktı: — Tatlı mı?. diye sordu. Kızararak cevap verdim: Evet. Bir (lll. Ne yapayım başka * Tuzak içinde Tuzak | Nakleden : (VE - Nü) 'Tefrika No, 17 Lâkin muhakkak ki içinden de «Ne ka- yaşamasını bir adami.» de- söyliyecoğlm Acaba o kadar güvendiğim bozuk parala- #m yeleğimin cebinde duruyor mu idi? Bu sefer deminkinden büyük bir heytcan- ia parmaklarımı yeleğimin cebine daldır- dım. O semada heyecandan az daha kal- bim duracaktı. Çünkü yeleğimin cebine soktuğum parmaklarıma ancak bir iki ku- rug tomas etmişti, O saman aklıma geldi. Şirketteki çüyci- dan veresiye kahve, çay içerdim. Sabahle- yin onunla hesap görmüş, cebimdeki bo- Huklukların hemen hepsini çaycıya ver- miştim. Şimdi cebimdeki parelaris bu pa- balı lokantada dünyada bir tatlı yiyemez- dim. Yeleğimin cebinde duran zavalk bir Iki kuruş bana burada ancak bir kahve içirebilirdi. Yanımıza yaklaşan garsona döndüm: — Bana gey getirin şer.. dedim, bir kabe. Daire şefi şaşkınlıktan ağyı açılmış bir halde bana döndü: — Tatlıdan da vaz mi geçtiniz?.. diye Bıkıla sıkıla cevap verdim: Evet... Tatlı da ağırdır. Mideme do- kunur. Ne yapayım? Perhiz yapmak mec- buriyetindeyim... Hem derbel kakremi içip kendisin! karşılamağa gideceğim bir yol- gum var... Öğle tatili bitmeden evvel bun- ları yapmalıyım!., dedim. Dalre şefinin derin hayretleri içinde, garsonun getirdiği kahveyi aç karnına ça- buk çabuk içtim. Kendimi dışarıya attım. Midem altüst olmuştu. Parayı kaybet- tiğim için kendi kendime, abdallığıma küfür edip duruyordum. Bir taraftan yü- rüyor, bir taraftan da ceplerimi bir kere daha iyice arıyordum. Bütün ceplerimde- ki notlurı, kâğıdları çıkarmıştım. Bir ara- bk bunlardan birinin kıvrımlarını açınca ne görsem beğenirsiniz? Param orada de- tü mi?. Eiddetimden deli olacaktım. Bir kâğıd parçasının kıvrımları arâsına saklanan şu para beni resti etmişti. Üstelik aç kn Ba bir fincan kahve de içmeğe mecbur ol- muştum. Muamafıh karımı doyurmak için he- müz vakit vardı. Artık tabii biraz evvel çıktığım lokantaya tekrar dönmeme im- kâr yoktu. Bunun için ber saman gidip öğle ye- meklerini yediğim wruz elğereiye girdim. Karnımı doyurdum. Ağzımda bir kürdanla &lğerel dükkünından çıkarken kiminle kar. #laştığımı tasavvur ediniz?.. Bizim şirke- #in şefi İle... Adamcağız ciğerci dükkâmnın kapımının önünde dudaklarımın arasında- ki kürdanla ben! görünce hayrelinden as daha gözleri diyarı fırliyacaklı. O günden sonra bana selimi sabahı kesti, böyle «Yaşamasını bilmiyen bir 4damı la o katiyen konuşamazdı.. Hikmet Feridun Es İş bulmak için — Kim 0? - diye sordu. — Benim... Feride... Aç... Seninle konuşmağa geldim. Korsanoğlunun sesi, bütün Pen- hir'de tanınırdı, Bilhassa Gırgır Ge- Bp, yaz mevsimlerinde efendiler gel- dikleri zaman Korsankaleye balık getirdiğinden; bu Feride de tahtala rı oğmağa geldiğinden; Burhani on» ların tanımamalarına imkân yoktu. — Tuhaf şey... Siz misiniz, bey- efendi... Şimdi açıyorum. Binanın içinde bir mum yandı. Gölgeler sendeledi. Balıkçının karısı kapıyı açtı. O da, öteki balıkçının karısı Pervin gibi şaşıyordu: — Nasıl oldu da böyle birdenbire gikageldiniz?... Sizi hiç beklemiyor. duk... Hem bu saatte? Burada!... Ne yoldan geldiniz? — Kocanın geleceği yoldan: Ban- dala... — Bir emriniz mi var? — Ne istediğimi şimdi anlataca- Kapının eşiğinde böyle konuştuk. ları sırada beş altı yaşında bir oğla- nm kulübeden: — Bubam mı o gelen, lnz anne? - diye uyku sersemi bir halde seslen- diği işitildi. — Hayırl Baban gelmedi... sen, uyu... Çocuk, bir taraftan bir tarafa dön- dü, Yine daldı. Kaptan derhal sade- de geldi; — Birkaç gün evvel sana bir kü- çük kız emanet etmişler? — Fakat... — Biliyorum... Her şeyden habe rim var... Yalanlara, dolanlara kal- kışma nafile... Kim getirdi sana onu bakayım? — Bekçi Recep ağanm karısı Ru- kiye, — Ne dedi? — Dedi ki, bu çocuk, sizin hizmet- Uyu Korsanoğlu, ka ve Amirane bir tarzda: — O çocuğu bana teslim edecek- sini . dedi, ajans ve meteoroloji haberleri, 1835: Mü- 19,15: Türk müziği. Çalanlar;: Vecihe, Pa- bire Fersan, Reşad Erer, Cevdet Kozan. 1 — Bimen > Bestenigir şarkı: (Der- dimi ummana döktüm), 2 — Şevki bey - Hicaz şarkı: (Af eyle suçum), $ — Refik Persan - Hicaz şarkı: (Ey benim gönen gülüm), 4 — Hicaz şarkı: (İndim yarin bahçesine), 2 — Okuyan: Radife Erten. 1 — Şehnaz şarkı: (Açıldı nevbahar bir gonca gti), 2 — Sadeddin Kenyak - geh- naz şarkı: (Dalda bir ishak öler), 3 — Bemseddin Ziya - Hicaz şarkı: (Kim seni), 4 — Şemseddin Ziya - Şehnaz şarkı: (De- Bizin dalgasını bekliyorum), 3 — Okuyan: Muzaffer İlkar, 1 — Ferahnik peşrevi, 3 — Zekâl Dede - Ferahnâk beste: (Süyletme beni canım efndim), $ — Lemi - Ferah- Dük şerki: (Lerzan ediyor), 4 — M İikar- Perahnâk şarkı: (Gözlerin kan ağlıyor), 5 — Şakir ağa - Ferahnâk Yürük semai: (Bır dilbere dil düşdüki mahbubu dilim- diri, 2015: Konuşma: (Terbiye), 2030: Türk müziği: Fami heyeti, 21,15; Müzik: Küçük Orkestra - Şef: Necip Aşkın). 1 — Mora: Potpuri, 2 — Mouasorgeky: İran dansı, 3 — Anton Rübinsteln: PERAMORS operasından bir parça, 4 — Czermik: Rakseden kalpler, 5 — Rebikoff: Romans, 8 — Suppd: MAÇA KIZI operasının Üver- türü, 22: Memleket saat ayarı, ajans ba- berleri, ziraat, esham - tahvilât, kambi- yo - mukud borsası (fiat), 2270: Müzik: Küçük Orkestra (Yukardaki programın devami), 7235: Müzik! SCHUBERT - Bit- memiş Senfoni (PL), 23: Müzik: Cazband €Pİ), 2325 - 28,30: Yarınki program ve kapanı. Beyoğin Yerli Askerlik Şubesinden: 1 — Evvelce de Min edildiği veçhile gu- bemiz halkından henüz askerliğini yapma- miş (Muvazzaf hizmetini) 316 : 334 (dahli) doğumlu muhabere ve nakliye erleri der- hal askere sevkedilereğinden, gübece rinim- lana gönderilen devet puslaları ellerine varsın varmasın, toplanma gününde şube- 2 — Yukamda yayılı do- İ gom nıflardan hava tebdil bulunan ve müddeti dolanlar murycneye serkedile- orğinden, toplanma gününü beklemeden şubeye mtiracantları, 4 — Bu celpte nakdi bedel kabul edilmeyecektir. 4 — TToplan- İ ma günü 26/1. Kân /889 sabahıdır. Çağırı- İ lan bu eratın o gün nüfus hüviyet cüzdan- | Yarı ile birlikte şubeye gelmeleri tekrar ilân olunur. Edremit sulh H. mahkemesinden: Edremit hazinel maliyesi vekili avukat Abdullah Dağtekin tarafından müddema- leyh Geliboluda Suslu oğullarından Edre- mit eski tahsil M, İsmail oğlu Necip aley- hine ikame eylediği alacak davasının icra kılınmakta olan muhakemesinde ilânen müddegaleyhe tebliğat ifa edildiği halde 12/12/9099 salı saat 10 da mahkemeye gel- mediğinden hakkında gıyap Kararı verile- rek muhakeme 30/1/8940 salı sant 10 a ta- Mki icra edilmiş olduğundan müddenaley- hin vakti mezkörde ya bizzat gelmesi veya bir vekili kanuni göndermesi İçin işbu ta- yin olunan günde gelmediği veya bir vekil dahi göndermediği takdirde bir daha mu- hakemeye kabul edilmeyerek muhakemenin giyabinde devamı edeceği giyap kararı ma- kamına kalm olmak ösere ilân olunur. de bulunmaları, 11 haberi 'Türk müziği (PL), 1930 - 14: Müzik: Hafif müzik (PL). 18: Program. 18,05: Memleket anat ayarı, -- Bize mi? — Öyle ya. — Ne zaman? — Hemen şimdi. — Aman beyim... — Amanı, zamanı yok... Ne yap- san çatır çatır alacağım... Hem sen beni bilirsin... Fenalık edecek bir adam değilim. — Beyim o nasıl lâf... Tabii, sizi bilmez miyim?... Fenalık yapacağı- nızı aklımdan bile geçirmem... Fa- kat kızı niçin İstiyorsunuz? — Öyle icap ediyor... Benin akıl erdiremiyeceğin meseleler var... Ço- cuğu mutlaka alacağım... — Alıp'da ne yapacaksınız? — Orası benim bileceğim iş... — Yavrucak, pek de küçük! — Ne zarar? — İçmde öyle bir his var: Onu si- se vermemeliyim, beyefendi. — Hakkım olmadan mı istediğimi ? — Ne demek istediğinizi anlamı- yorum. — Anlaman lâzım değil! Söyledi- Bim! çabuk yap! Feride tereddüt ediyordu. Himayesi altına aldığı ve cidden sevmeğe başladığı yavrunun başı üzerinde bir felâketin müphem suretile im en Kaptan: - Pefrika No, 10 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Selman kendini tutamadı: «Siz bizi gölde yüzen ördek sürüsü mü, yoksa kurbağa mı sandınız?» dedi Baygın kadın nasıl uyandı? Akşam oluyotdu. Öğitin Bettine esmer bulutlar çökmüstü. Belmanın görü önünde açılıp kapanan Wu şairane sahneler onu çok çabuk teshir etmişti. Şatonun balkonundan, gölün içine dalan güneşi seyrelmek, karadan güneşin Batışını görmekten çok daha hoştu. Bndtilis akşamları -günler Şeran Bel mana cazip görünmeğe başlamıştı. Belman, şatodaki esirleri de karargâhs işkencede: Şatonun içinde ve etrafında kalan nö- beteller milli şarkılar söyliyerek eğleniyor- ardı. Şatonun ambarları erzakla dolu )di. Yermnandanım çok sefih bir adam olduğu beliydi.. İspanyanin en nefis ve meşhur maya gelen Araplar Uk defa Fernandonun şatommda şarap içmişler ve sarhoş olmuş- Belman zaten şaraba Şamda alışını Diyerek herkesi serbes bırakrişıtı. Tarık bu hadiseyi duysaydı, belki de Belmanı tecziye ederdi. Fakat, mücahidler ağızbırlığı yaparmık, döndükeri zaman hiç bir şey söylememeğe karar vermişlerdi. Yalnız kapılarda nöbet bekliyen yirmi mü- cahid - bunlar da diğerlerine nisbetle yaşlı ve mutaassıp kimselerdi - ayık bulunuyor ve şarap içmiyorlardı. Selman bir müddet müsahidlerle konuş- tuktan sonra: — Bu, hüviyeti meçhul kadın hâlâ uyan- madı. Acaba büyülediler mi onu?! Bu muammayı her halde halletmeliyim. Diyerek. tekrar. genç kadının yattığı edaya çıktı, İspanyol dilberi HATA uyu- yordu. Selman, odanm bir köşesinde duran büyük şamdan: yaktı. Odanın içi aydın- landı Belman, genç Kadının başı ucunda otur- garap içrek neşelenem mücahidierin şen kahkahaları işttiliyordu. Selman, elini genç kadının başına koy- du: — Hâlâ uyanmıyacak mısın? Diy bağırdı. Ve baygın olup olmadığını denemek için, elle kollarını sıkmağa ve gimdiklemeğe başladı. Genç kadının birdenbire kımıldadığını gören Belman şimdi hileyi anlamıştı. Kol- larını biraz daha fazlaca sıkınca, hüviyeti meşhul kadın gövlerini kırpıştırarak mi- rildandı: — re ne İstiyorsunuz? Beni neden rahat bırakmıyorsunuz? Genç kadın birdenbire gözlerini açmıştı. Balman gülerek sordu: — Ne zamana kadar uyumak istiyorsun, Dona? Biz, geçici yolenlarız. seni bundan İmala bekliyemeyiz! Salman, bunları söylerken, genç kadım hAJA çimdikler gibi tazyik ediyor ve yat- ağı yerden kalkmasına çalışıyordu. — Haydi, dedi, biraz görüşelim. Seni ne- den yalnız biraktılar burada? Gizli yola kalın bir duvar örecek kadar fırsat bul. duklarına bakılırsa. rahibin seni burada kasden biraktığı anlaşılıyor. Haydi, cevap ver bakalım... Genç kadın gözlerini açınca konuşmağa mecbur oldu. Başın: kaldırdı. etrafına bakındı ve gözlerini — Sinyor Fermando burada yok mu? dedi, Belman cevap verdi: — Hayır, Dona! Biz de onu aramağa gelmiştik. Burada #enden başka kimseyi bulamadık. — Ben birdenbire hastalanmıştım. De- mek ki, beni burada bırakıp kaçmışlar. Senin iki öz evlâdın var... Onları düşün ve sev... - dedi, — Evet, öyle, beyefendi... İki ço- cuk... Fakat... — Zengin de değilsin... — Zenginlik nerede, biz nerede? — Çocuğu büyütmeniz için bir para vaadettiler değil mi? — Tabi!, efendim. — Ne kadar? — Ayda beş lira. Korsanoğlu, gülmeğe çalışarak: — Müthiş para... Adeta serveti... dedi, - Senede altmış; on senede altı yüz lira eder. Ben bu parayı gürültü- süz, patırdısız, emeksiz, mihnetsiz Cebinden hemen bir deste kâğıt para çıkardı. Altı tane yüz Jiralığı, | Madak masanın öetüne kayd: Balıkçı Galibin karısı, gözleri par. layarak kâğıtlara bakıyordu. — Gayet bu teklifi yapan siz olma- 'saydınız, kabul etmezdim, beyefen. di... - dedi, - Fakat emrinizden dışa- m çıkamayacağım... Halbuki çocuğu #adakatle muhafaza edeceğime dair #ös vermiştim. — Bana İtimadın var mu, yok- aç e — Kağtıklarından haberin var mı? — «Araplar geliyor!» diyerek larla beraber kaçmağa muvaffak ola- “idm. Korkudan burada bayılıp kalmı- Selman, bu güç ve güzel kadının şatoda bir maksadla bırakıldığını telinde ge- Gikmemişli. Fükat, kendisine bir gey söy- — ve bir şey anlamamış gibi görün- — > neden kaçtı bu mühteşem len — Burası bir evdir. görünce, böyle müdafaasız bir evde nasıl kalabilirdi? Elbette kaçacaktı ve kaçtı. Men o kadar korkarak kaçtı ki, beni bile Götüremedi. — Nereye gitti? — İşbiliye Kalesine. buğu ocasini kendisi için daha emin mi — Şüphsiz. İşbiliye kalesi dünyanın en emin bir yerlidir. Oraya şeytan! temez. Selman güldü: — Biz, şeytanların giremediği yere g Hiz. Çok yakında oraya da nası) girdi mizi görceksiniz! Genç kadın başmı önüne eğmişti. Selman, Kadının saçlarını ukşıyarak sor- Gusuna devem etti: — Seni burada nasil biraktılar. dılar mi? — Niçin scıyacaklar? Arap ordusunun birkaç güne kadar şuradaki gölde boğulup mahvolacağını herkes biliyor. Ölüme mah- küm insanlardan korkulur mu hiç?.. Selman kendini tutamadı — Siz bizi güldr yüzen ördek sürüsü mü yoksa kurbağa mi sandınız? Genç kadın cevap vermedi. Selman eli- ni uzat Şu karşıki dağın yamacında kurul- muş çadırları görüyor musun? — Onlar sizin askeriniz mi? — Evet, Hepsi Arap mü — Gölü uçarak mu geçtini — Hayır. Kısmen yüzerek, kısmen de et- mafın dolaşarak. Eğer yol bulmasaydık. ordunuzu sallarla gölden geçirrcektik Genç kadın bir müddet pncereden dışa- nya baktıktan sonra, tekrar ger! çekild: ve başını bitkin - bir halde duvara dayadı — Burada ne yapacaksınız? — Fernandoyu aradık, bul; yu yakıp döneceğiz. Genç kadın gözlerini uçarak bağır lar bile gi- Acıma- sdleri, — Ne dediniz... Bu güzel ve tarihi binayı yakacak mısınız? Evet. Şaşılacak we var?! Her düşmun ordusunun yaptığından başka bir şey pacak değiliz Ispa 1 tarihini kapıyo- ruz. Endülüste yeni bir tarih yapacağı” Dışarıdan akseden şen sesleri duyan h- panyol dilberi birdenbire gül — Askerleriniz çok neşeli. — Şüphsiz. işbiliyeyi yakında ele geçire- oeğ'mizden emin oldukları için, sinyorun gömdüğü şarapları içerek eğleniyorlar — Kaleye nasıl gireceksiniz? — Burçları yıkarak... ve yüksek durar- ları aşarak. Söylenmesi çok kolay, fakat yapılma 8 çok güç bir iş, Bence Arap ordusu, ka- yalara çarpıp tersiyüzüne dönen rüzgür- lar gibi, çok çabuk dağılıp mahvolacak, ve geldikleri yere dönmek fırsatını bile bula- mıyacaktır. Solman, gerç kadınla o görüştükçe, İs- panyol ruhunun gittikçe çözülen esrarını anlıyordu. Bir sedirin Üstüne olurdu: — Bu lâfları bırakalım şimdi, Dona! At da burada, meydan da burada. İki ta:nf da boyunun ölçüsünü gösterecek. Hele sen bana hakikati söyle bakayım: Adın nedir? Kimsin? Buraya neden ve nereden gel- din?.. (Arkası var) bırak... Seni müşkül vaziyete soka- cak değllim!,.. Hem şu altı yüz lira ile neler yapılmaz?... Galip yeni bir bü- yük kayık alır; işlerini yoluna sokar... Zengin bile olursunuz... İlerde de daha para veririm... Feride düşünüyor, teklifi pek ca- sp buluyordu. Bir facia cereyan et- tiğini anlıyordu amma, bunun ne şe- kilde olduğunu kavrayamıyordu. Şu sengin Burhan beyin buralara kadar gece yarısı gelmesi ve kendisine yek tahtada bu kadar büyük bir para sayması için emanet edilen küçük kızın dünyaya geliş şeklinde mühim esrar olmak lüzımgelirdi. — Vallahi beyefendi... - dedi, - Ne yapacağınızı bilmiyorum. Fakat siz bizim efendimizsiniz, Sözünüzden dı- yine de yüreğimde bir korku var... Verdiğim sözü tutınuyorum... Acaba emrinizi yerine getirmesem daha mi doğru hareket etmiş sayılırdım? Birdenbire kaşlarını çattı; — Günalı, vebali boynunuza... Allah bana günah yazmaz... O, her geyi görüyor, biliyor... Feride, misafirini kulübenin kü- çük odasına soktu. Küçük çocuk, tahta bir beşik içinde uyuyordu. (Arkası var)