Fahri odaya gülle gibi girdi. Bana: — Aman, dedi, seni arıyordum... Nereler- desin yahu?... Gülümsedim: — Bune telâş yahu?.. Beni ne yapacak- #ın?.. Mübim bir işin mi var?.. Arkadaşım kendini bir koltuğun üzerine atarak: — Bana büyük bir iyilik edeceksi: amma dehşetli bir iyilik. Fahriyi çok sevdiğim'içiâ: Peki, dedim, söyle, eriret... İstediğini yapayim... — Bu gece bize misafir geleceksin... Köye birlikte gideceğiz... Peki sonra?... — İşte bu kadar... — İyi amma yapacağım İyiliği anlama dım... Biraz izahat versene. - Senin yapacağın büyük iyilik bu gece bize gelmekten ibaret olacak... İşte bu ka- dar... Ne kolay bir iyilik değil mi?.. — Pekl amma, ben bu İşten birşey anla- madım doğrusu... Benim bu gece size mi- safir gelmem ne için sana karşı büyük bir iyilik olsun... Bunu kavınyamadım. Fahri aceleci bir tavırla; — Sana yolda, vapurda anlatırım. İşin bittiyse hemen çıkalım... Elimde okunacak bir mektup vardı. Ona bir göz gezdirdikten sanra: — Pekâla,.. dedim, hemen çıkalım. Kalktım, paltomu, şapkamı giydim. Fah- ti ile beraber yola çıktık. O Boğazda oturu- yordu. Birlikte vapura bindik. Ben sordum: — Hani bana bu yaptığım iyiliğin mahi- yetini anlatacaktın? Ne oldu? Fabri güldü: -— Şimdi sana olanı biteni baştanbaşa an- latasağım. Fakat rica ederim, bana kızma, Bitip tükenmez nasihatlar verme... Peki, peki, kızmam... Ağzımı bile aç- mam... Sen hele şu işi bana anlat baka- um... — Ah kardeşim Samiyenin ne kadar kanç bir kadın olduğunu bilirsin. Buna gi açtırmaz. Lâkin «Horoz ölür, gözü çöplükte Kalır. derler ya... Vakıâ ben de kötü birşey olduğunu biliyorum amma,ne yapayım?.. Ara sıra ufak tefek kaçamaklar yaptığım oluyor. Meselâ bundan iki ay evyel Nedret adında genç bir kadınla tanıştım, Görsen azizim, bir içim sn, seni temin ederim ki, bir işim su... Arkadaşıma: — Rieâ ederim, dedim, ben senin «Bir İşim su» diye anlattığın kadınları bilirim. Kimbilir ne gudübet, şeydir... Ne ise sen hi- kâyene devam et... Fahri; Yoov... dedi, emin Ol Kİ, bir içim su.. Yürüyüşü, oturuşu kalkışı konuşuşu o kadar cazip ki... Her ne hal ise, işle bu genç kadın benim aklımı başımdan pldı, gitti... Günler- denberi onunla başbaşa kalabilmek için ça reler düşünüp duruyordum. Kâfir oldukça da haindir ha... Bir türlü benim bu israp- larıma iyi bir ocvap vermiyordu. Nihayet bugün için san$ ikide benli bir çay İçmek maksadile erine davet etti. Tabü bunu bü- yük bir heyecan ve saâdetle kabul ettim. Lâkin bu sabah evden çıkarken Samiye: — Sen bugün üstüne başına pek dikkat ediyorsun, Kendine dehşetli çeki düzen ver- din. Fena bir maksadın var galiba... Demez mi3... . Gülümsedim: Yok canım... Ne fena maksadım ola- cak?.. dedim, Lâkin o şüpheli bir tavırla: — Karışmam, dedi, seni telefonla ararım. Eğer bulamazsam işte o zaman kıymetleri koparırım... Yazıhaneme gittim. Samiye öğleye kadar telefon etmedi. Ben saat tam ikide çay iç- mek üzere Nedretin evine gittim, Dört bu- çuğa kadar orada idim. Eğer bu müddet zar- fında Samiye beni telefonla arayıp bula- madı ise küplere binmiştir. Şimdi bütün merakım bu.. Acaba beni öğleden sonra telefonla aradı mı? Aramadı mı?... — Peki, beni bu akşam eve götürmenin mânası ne?.. — Hanan... İşte o çok mühim... Bak an- — dedi, Yatayım... Eğer Samiye bana telefon edip de yazıhanede olmadığımı anlayınca deh- şetli kızmıştır. Eve yalnız gidersem kavga hazırdır, Fakat bir mslafir götürürsem onun Yanında kavga edemez, Yani bu gece seni kendime siper yapacağım. Eğer Samiye kiz» gınsa senin yanımda kavga odemiyecektir. Ben de vakit kazanacağım. O zamana kadar nasıl olsa onu yumuşatırım, — Vay kumaz Yay... Biz böyle konuşurken vapur iskeleye ya- Maşmiştı. Fahri ile beraber çıktık Köyün çarşısında arkadaşım hizmetçisine rasladı. Hemen onu çağırıp sordu: — Bugün bana hanımefendi telefon etti mi? Hizmetçi kız arsiz arsız gülümsiyerek: — Hayır efendim... dedi, telefon bozul- muş.. Bütün gün işlemedi.. Fabri memnun bir tavırla: — Yaan... diye murıldandı. Eve geldik. Samiye bizi güler yüzle karşıladı. Fahri ka- pıdan içeri girince suratı aşmıştı, Bir aralik karı koca benim oturduğum #alonun yanındaki odaya geçtiler, Onların orada konuştukları şeyler kula» ğuna kadar geliyordu. Fahri sort ve alaycı bir sesle soruyordu: — Bugün nerede idiniz eferidim.. Öğle- den sonra üç kere telefon ettim. Cevap ver« mediniz.. Tabii sokaklarda dolaşıyordunuz değil mi? Samiye alçak sesle: — Hiç bir yere çıkmadım kocasığun. . Bi sim telefon bozulmuş... Onun için cevap alamamışsındır... diyordu, Fahri inanmamış bir adam sesile; — Haydi canım... Haydıli!... diye wurilda- niyordu. Hikmet Feridun Es Erzurumda kumbara - Saat Erzurum 10 (Hususi) — Türkiye İş bankası şehrimizin müstesna bir mevkii olan Hükümet caddesinde Be- lediye dairesinin önündeki meydana bir kumbara - saat koymuştur. Bu kıymetli milli müessesemiz bu hare- keti ile hem şehri tezyin etmiş, hem de milli tasarruf hareketini memle. kette canlandıran te yerleştiren hâm- lelerine bir yenisini daha ilâve eyle- miştir, « Arttırma bir alışma işidir. Ço- cuğunu kâçük yaştan arttırmağa alıştır, Tuzak içinde Tuzak «Yefrika No, 7 — Şimdi de sen dinle! - dedi. - ben de seni seviyorum, Celâl... Fakat bâmbaşka bir aşkla... Âdeta kardeş gibi... İhtiyar anneciğinin sana ihti- yücı var... Onu düşünmelisin... Beni intiharla tehdid ettiğin vakit, ken- dim de bu arada ölmekten korkma- dım; fakat bütün hayatımda bana karşı çok iyi davranmış olan bu ka dını düşündüm. Aklı selime kavuşa- sın diye her şeyimi, rahatımı, iffetimi feda ettim. Ah, ne szâplar çektim, Celâl, ne azaplar... Ölmekten bahse- diyorsun. Ben de kaç defalar bu ha- yattan ayrılmağı kurdum. Kendimi kirlenmiş sayıyorum... Kocâmın iti- müâdını suiistimal ettim. Onu kar. şımda görmek kofkusile mütemadi. yen titredim, durdüm. İnsanları kısa zaman içinde ihtiyarlatıveren, saçla. ri ağartan o müthiş geceleri hafta- larca, aylarca uykusuz geçirdim, An- cak bir mucizeyle kurtulabildim. Bu kısa münasebetimizin semeresi olan çocuk, benim için ebedi tehlikedir. Hissediyorum ki onun yüzünden bâ- şıma çok İşler açılacak. Heyeccanımı, iztırablarımı görüyorsun ya... Cek 141!... Şimdi de öldürmekten, ölmek- Kakleden : (Vdâ - Nü) ten bahsetme... Ben ölürsem evlâdımı- zın, annesiz, hâmisiz kalacağını dü- şün... Ona karşı kalbimde sonsuz bir muhabbet duyuyorum... Sonra, ko cam da beni çok seviyor... Aldattığım bu adamı birde ölümümle bedbaht etmemek İstiyorum... Onun İçin ya #ıyacağım. Kendisine karşı bir takım vazifeler deruhde ettim. Elimden gek diği kadar onları yerine getireceğim. Senden de nefret etmiyorum, Celâl, kardeşim; fakat bir şartla... — Söyle bakalım, neymiş... — Ben hayat mücadelesinde ne kâr dâr cesursam sen de çelecilikte gös terdiğin cesareti aşkta da gösterme- lisin. Şayet Cenabı Hak bu felâketten beni sağ salim sıyırırsa metin bir ers kek olmanı, beyhude emellere kapı mamanı istiyorum, İşlediğim bu tek hata, hayatta beni ezmeğe kâfi geldi. Yenilerini de omuzuma yüklene yam. Başka kadın mı yok? — Kocanı sevseydin böyle konuş- mana hak verirdim. — Şayet sana karşı da bir aşk bes lediysem çektiğim İztırablar esnasın» da o his bende öldü. Fakat kardeş Mik, hemşirelik duygularım hâlâ dip- CUMA 15/12/939 12349 Program ve memleket saat ayarı, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 1250 "Türk müziği (P1), 13,30-14 Müzik (hafif mü- #ik « Pİ) 18 Program, 18,05 Memlekek saat ayarı, Ajana ve metsaroloji haberleri, 185 'Türir müziği: Fasıl heyeti, 19,10 Konuşma (Onun- Cu tasarruf ve yerli mallar haftası müna- sebetile Ulusal ekonomi ve arttırma kuru- mu namına Ziraat Vekili ACahlis Erkmen tarafından), 19,29 Türk müziği çalanlar; Ruşen Kam, Cevdet Çağla, Hazan Gür, Şe- rif İçli, Okuyan: Semahat Özdensex, 1- Tüi- caz peşrev, 2- Refik Fersan - Hicaz şarkı: Geçdi rüyâ gibi), 3- Şemseddin Ziya - Hi- caz şarkı; (Olalı bon sana bende), 4- Ru- şen Kam: Kemençe taksimi, 5- Mustafa Na- fiz - Hüzzam şarkı! (Gönlüm nice bir seri- den uzak günleri saysın), 6- Saz gemalsi, 19,50 Türk müziği: Halk türküleri Sadi Yi ver Ataman ve Azize Tözem, 20,10 Temsil: Loutse, yazan: Gustave Charpentler, tereü- me eden: E. Reşid, (Cemal Roşld, piyanoda Gustave Charpenlder'in Loulse operasından Dârçalar çalarak esere refukat edecektir), 2110 Müzik (Riyaselicümhur Filârmonik orkestrası - Şef: Hasan Ferit Alnar), 1. 8. W. Rachmaninof?: 2 inci piyano konçerto- Su, 2- R. Schumann: 1 inel senfoni, Si Bo- mol Majör, 22 Memleket saat ayarı, ajans haberleri; siraat, osham — tahvilât, kambi- yo-nukuf bofsisi (flat), 22.20 Müzik (Li- ediler - Pİ), 2245 Müzik (Cazband - PL), 23,25-2330 Yarınki program ve kapanış, BULMACAMIZ 1 — Almanların. #ühreri - Nefsaniyet, 2 — Kavsı kuzah, 3.— Fihristler, 4 — İşaret vermek. 5 — Kıymet - Bir sinema yıldızı — , 6 — Bir otomobil parçası - Taxyik maki- nesi, 7 — Ademi kabul. 5 — Şayanı hürmet, Çinileri mor renktedir, 10 — Bade sunan - Acele, Yukarıdan aşağı: i — İneliiz Harlelye Nanrı, 3 — Merbut - Kör. 3 — Köpeğin boynunda bağı yok. 4 — Tersi vakanstır - Kül rengi, $ — Masseder - Tersi çırpmaktan emirdir. 6 — Tersi azimet ve avdet eder. T — Örten. 8 — Kır balosu - Azimet et. 9 — Tersi hotadır - Kasap salar - Asla- nın saçı 10 — Kaba ressam - Tersi aşağı demektir. Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa: i — Ece, Saadet, 2 — Kibritçöpü, 3 — Abu, Mikrop, 4 — Lice, Sat, 5 — Lemoli, İm,6 — İlham, Meşe, 7 — Şiir, Kâbil, 8 — Aylar, Ke- te, 9 — Re, Tul, Dik, 10 — Ita, Zahire, Yukarıdan aşağı: 1 — Ekal, İşari, 2 — Cibilliyet, $ — Bbuce- hil, 4 — Emarat, 5 — Sim, Om, Ruz, 6 — Atisi, La, 7 — Açkalmak, 8 — Dört, Ebedi, işitir, 10 — Tüp, Meleke, diri yaşıyor. Kalbimde onlar buluna- rak, seni bütün hareketlerinde tekip edeceğim... Amma, uzaktan uzağa... Ölmekten, öldürmekten bir daha bah- setme, kuzum... Bu sözleri sana ya- kıştıramıyorum... Belki kızımız Şer- min de hayatta sana ihtiyaç hissede. cektir. Sana mektup yazarım... Giz- Eden gizliye haberimizi alırsın... Çıl- gınca tasavvurlarından o vazgeç... Gözlerini istikbaline çevir... İnşallah hem vatanıma, hem kendine faydan olur... Ah, ben, ben... Zaten öyle teh- likedeyim ki... Bir de sen beni tehdid etme, Yüzünü eilerile kapadı. Ağlamağa başladı. Parmaklarının arasından yaşlar süzülüyordu. Delikanlı, bunları dudaklarile ku- ruladı, — Sen melek gibi bir kadınsın « di- ye mırıldandı. — Söylediklerimi yapacak mısın, Celâl? Erkek, iradeyler — Evet! - dedi, — Yemin et. — Şermin üzerine, Huşu içinde, diz çökmüş; soygilisi- nin karşısında duruyordu. Fakat Hidayet onu ansızın itti — A... » diye bir çığlık kopardı, Erkek birdenbire âyağa kalktı, LEYLÂ ie MECNUN 'Tefrika No, 147 — (Yıkık kale) civarında bir mağarada yaşıyan Urmanın oğlunu yakalayıp bura» ya getirin. eğer karşınıza azlanlar çıkar ve onu diri olarak tutmağı muvaffak olamaz- #anır, okla uzaktan gebertmeğe çalışınız! Emrini verdi. Seyid Ahmed kabile relsi olduktan sonra, (Can)ın anasını da sarayın zindanına Af- lirarak hapsetmişti. Atlılar reiâten bu emri alınca atlarının dirginlerini çekerek Ur dağı yolunu tut- tular. Saray zindancılarından biri (Gan)ın anası Ayşe hatundan vaktile çok iyilik göt- müştü. O gün Ayşeye yemek götürdüğü za- man: — Sakın üzülme, sultanım! - dedi - Ölüm hepimiz için mukadderdir. Ayşe, zindancının kendisini öldürmeğe geldiğini zannederek birdenbire ttremişti. Zindancı sözünü şu kelimelerle tamamladı: ' — Seyld Ahmed, Can beyi öldürtmek için dağa atlılar gönderdi. Ayşenin gözleri doldu: — Baş koparanın, elbette birgün başı koparılır, Tanrı adaleti sever. dedi, başka birşey söylemedi. O gün Ur dağına gidenler, akşam üstü el- leri boş döndüler, Seyid Ahmedin cellâdları (Can) beyi dağ- da bulumamışlardı. Seyid Ahmed kızdı: — O serserinin nereye gittiğini dağ ç9- banlarından sortp öğrenemediniz: mi? Cellâdlardan biri cevap verdi: — Ur dağı yamaçlarında rasladığımız bir çoban çocuğu bize Mecnunun birkaç gün önee çöle doğru gitiğini söyledi. Etrafı iyi- ce araştırdık. izini bulumadık, Dağda aslanlara raslamadınız mı? Onlar da dağılmışlar.. her biri bir ta- rafg gitmiş. Seyid Ahmed gülümsedi: — O halde Mecnun ölmüştür. Eğer hayat- aslanlar ve leylekler etrafından Bana geçenlerde bir yo'cu, Mecnunun başına leyleklerin yuva yaptığı- »ı söyledi. Kendini bu derece kaybedon bir divanenin bundan fazla yaşamıyncnğı müs hakkaktı Mecnun Leylânın ö duyunca.. Seyid Ahmed, Mecnunu araltı.. bolduras madı. Ve onun öldüğüne hükmederek se- vindi. Oysa ki, Moenum, Leylünın ölüm ha- berini duymuş ve hemen Ur dağını terkede- rek ümünü — Varayım, sevgilimin mezarını ziyaret edeyim... Demiş, yola çıkmışlı, Yürüdü, yürüdü... Bacaklarına kara sular ininceye kadar... Şefek sökünceye kadar yürüdü, Şeyh Mehdinin arazisine girmişti. Karşunna birdenbire bir mezarlık çıkta. Mecnun mözarın önünde durdu. İri boylu bir adamın elinde kazma kü- rek vardı. Bu adam, kılığından da beliiydi ki, bir mezarcıydı. Mecnun yeni gömülen mezarların önün- de dolaşırken, mezarcıya sordu: — Leylânın mezarı hangisi... Allah rizası için bana söyler misin? — Şeyhin kızını mı soruyorsun? Evet, O fidan boşlu, melek huylu cana- m soruyorum. Mezarcı ilk önce bir dilenci diye Mecnn- hu mezarlıktan koğmak istemişti. Fakat, onun kendi kendine Leylânın mezarını bu- larak toprağın üstüne kapanması mozarcı- yı da şüpheye düşürmüştü. Yanına sokul- bu? — Şeyhin kızının mezarı işte budur, de- di, yen onun âşığı olan ve yıllardanberi dağ» larda dolaşan Mecnun musun? Mecnun artık kendinden geçmişti. — Leylâ... Araya araya buldum geni, Şu fani dünyada benli nasıl yülnuz birakıp git tin? Diyerek, mezarın üstündeki toprağa yü- yünü sürüyor ve bir çocuk gibi hıçkırarak ağlıyordu. Genç kadın demin sevgilisinin gir- diği kapıya dehşetle gözlerini dikmiş, bakıyordu. Bu kapı, yeniden açılmıçlı. v. Zavallı kadının yüzünü tarif edil mez bir korku tanınmıyacak bir hale getirmişti. , Korsanoğlu Burhan, müthiş gözle- rile odanın her tarafına bakarak, eşikte dimdik duruyordu. İstanbula geldiği gün ne kılıktaysa gene öy- leydi, Çeteci ise, himaye etmek ister bir vaziyette sevgilisinin önünde vaziyet aldı. Burhanın dudaklarında edici bir tebessüm belirdi, — Yanılmıyorsam Celâl bey?... « diye sordu. . — Evet efendim. — Size bu senelerde birçok yerler- de rasladım... Hatta bir zaman, ku. vayı milliyenin ayni teşkilâtında da çalıştık... .— Benim âmirlerimdendiniz, — Burada karşılaşacağımın um. muyordum. — Emrinize âmadeyim... İsterse- niz başka tarafa gidelim... Konuşa- ım, görüşelim, — Başka yere ne hâcet?... Zevcem istihfaf Yazan: İskender Fahreddin Mezarcı bu hali görünce derhal şeyhin sarayına koştu: — Kızınızın mezarı başında pejmürde kı- lıklı bir adamı, toprağa kapandı... saçını Ya şını yolarak ağlıyor, Dedi, Şeyh Mehdinin Türklere kini var« dı. (Can) beyden olsun hıneini almakla uyuyan kinini teskin etmiş olacaktı, — Kizımı mezam götüren o melünü Yas kalayıp buraya getir, Diye haykırdı. Mezarcı: — Toprağa sakiz gibi yapışmış. onu mo» zargan ayırmak kabil değil, deyines, şeyh Mehdi hiddetlendi.. Cellâdını çağırdı: - Baltanı al. mezarlığa koş, kızımın başı ucundaki adamın Kafasını kopart ve bana getir! Şeyh Mehdi, kızının mezarında ağlıyan adamın Mecnundan başka bir kimsş ol- e ye Loylânın mezarında - bu şekilde - ondan başka kim ağlayıp döğünürdü? Cellâd baltasını omuzuna aldı. Saraydan çıktı. Cellâdın mezarlığa gidişinden şüpheye de gen yerliler merakla biribirlerine soruyorlar» dı: — Ne var? Cellâd kimi vurmağa gidiyor? Öteden bir ihtiyar adam yerililere gu cs- vabi veriyordu: Leylânın âşığı, maşukasının mezarını ziyarete gelmiş. Cellâd onun boynunu vur- mağa gidiyor. Haydi, ne duruyorsunuz? O hak üâşuhnı cellâdın elinden kurtarınız! Böyle bir zavallının başı vurulur mu hiç?... Halk heyecana düşmüştü. Cellâdın peşine takılanlar -mezarlığa varıncaya kadar- yüz derce kişiyi bulmuştu. Mecnun bir aralık ellerini semaya kaldira- rak Tanrim! Adaletin varsa, beni sevgili- nczarından ayırma! iye yalvarmağa başladı. Cellâdın peşine takilan kalabalık, biraz sonra kabristana varmıştı. Celihd palasını kınından sıyırmıştı. Laylânın mezarı başına g*ldikleri zaman, Mecnun mezarın üstünde yatıyordu. Yerlierden birkaçı yere eğildiler ve birdenbire bağırdılar: — Aşıkı şeyda, sevgilisinin koynunda can vermiş. Ona dokunmayın! Cellâd korkarak geri çekildi. Araplar Mer- nunun bu feci akibetini görünce: — İşle riyasız, temiz kalbli bir âşık buna derler. Diyerek çesedini mezarlıkta el birliğile yıkadılar. bir kefene sardılar ve şeyhe 30r- madan, Leylânın mezarinin yanına gömelür İer.. toprağının Üstüne zakkum fidanları diktiler. İki sevgili böylece toprak altında birleş- * (Leylâ ile Mecnün) mezarı, Urfa şehri civarında asırlarca mukaddes bir zt- yaretgih olarak kalmıştır. Bu efsane hâlâ, Fırat boylarında, büyülü ve baş döndürücü bir aşk destanı gibi, bü- tün acıklı sahnelerile dillerde dolaşmakta- dır, İskender Fahredim mir —BİTTİ— anmasasunasam İkinci küme tehir maçları Beden terbiyesi İstanbul bölgesi futbol ajanlığından: 17/12/489 tarihinde yapılacak maçlar Bakırköy stadı: İstanbul - Akınspor sant 1239 hakem Bahaettin Uluöz, Halıcıoğlu - Feriköy saat 4309 hakam Rıfkı Aksay. Şeref stadı: A. Hizar - Karagümrük saat 1030 haken, Şari Tezcan yan hakemleri Pikret Kayral, Ziya kuyumlu, Anadolu - Fenoryulmaz sa- at 1230 hakem: Refik Top, yan hakemle- ri Halid Uzer, Neşet Şarman, Şişli - Kale saat 1430 hakem Necdet Gezen yan hakem- Jeri Halid Uzer. Fahrettin Somer. akraharızdandır sanıyorum... Bu maceraya o hizzat başladı. Kocasının ne şekilde nihayet vereceğini gör- sün... Alâkadar olur sanırım... Bir elile kapıyı sürgüledi, İleri birkaç adım attı. Zavallı Hidayet, heyecandan ken- dini bir koltuğun üzerine bırakıver- mişti, Kocasının en umulmadık bir saniyede karşısında belirivermesi onu perişan etmişti. Bütün dünya, beyninde dönüyor. du. Her şey bitmişti artık... İstikbali, saadeti, ümidi, şerefi, namusu, hatta belki de hayatı mah- volmuştu! İşlediği kabahatin cezasını çeke- cekti. Ne yazık ki bu kabahati de, ira desine hâkim olmayarak işlemişti. Gözlerini hafifce kaldırarak koca» sma bakıyordu, Onun müthiş bir asabiyet ve hiddet buhranı geçirdi. ğini görüyordu. Erkeğe yerden göğe kadar hak veriyordu, Hidayet onu aldatmışlı; şerefini Jekelemişti, Servetile, haysiyetile, ça- lışmasile cidden büyük bir saadete Yiyık olan bu erkek ona her şeyini vermişti, Mukabeleten bir tek sada- kat beklemişti. Genç kadın bunu da ondan diriğ etmişti, (Arkası var)