EREN His sahifedeki resim ve yazılar şakadır) Müvazene!., Doğu vapurunu almaya giden vapurun müvazen işini a temin etmek için nı ra ilâve etmek lizımgel- Yapıldığı yer müvazene ar işlerimizde wkı tutmuş bu titizliğ Adam, müvazene de ni yenler olacaktır. Fakat müvazenenin ne kıymetli bir metâ olduğunu amak için etrafınızda gördüğünüz mürazenesizliklerden bir ka- çmı. hatırlamak kârldir Günün birinde al diye yanımıda gaj mobil durur. Siz: «Acaba içinden Denizbank şefi mi, yoksa bir turist mi çıkacak?. diye merakla bakar- ken şirk! G sacağı yeri nır, Bir de tında üstüste nüz açılmış bi yolcusu elini cet ç parayı şöfi dan düşünür, h 47. di ye kapı açılır ve içinden, ba- kek bacağı uza- 8 sokar, çıkarır verip gider. Arkasın- — Bunen esizlik yarabbi?.. ışıklı bir kadın ğnaya n büyük, süslü, en şık bir bu mağara vitrini gürürsünüz. Te beraber girer, eder, ayni zamanda gişeye uğrar Karsımz. En bu ka ya, Mi ahtan & çim ra ay mek sebep yoktur. ka bile d yasına yekden için de bir bir tuvalet eş- lira veriveren bu * Ada ça anmaktan koru- mak maksadile bağrı yanık çiftlerin çamlıklarda dolaşmaları yasak edik miştir! * Vilâyet dahilindeki bütün koyun ve inekler, halkı bozuk süt içmek- ten kurtarmak üzere, fabrika açı- uncaya kadar, süt vermemeği karar- Jaştırmışlardır! X Yirmi dört saat içinde plâjlar- da - çok şükür - hiç kimse boğuk mamıştır!... X Evvelki gün Kasımpaşa, Fın- dıklı gibi Beyoğlunun çukur semtle- rini su basmıştır. Yağmur yağmadı- ğı halde vukubulan bu Afetin sebe- bini araştıranlar, seylâbın, yerli mal- lar sergisinde teşhir edilen ve İstan- bulun. müstakbel şekiine ald olan imar maketlerini seyredenlerin ağız- n sulardan husule geldi- »* Yaz münasebetile ms beyaz elbise ranların tr: J otobüs gibi nakil vasıtalarına kabul edilmemeleri kara ırılmıştır. Aksi takdirde elbiseleri kömürcü elbisesi- ne dönenlerin şikâyetleri dinlenmiye- cektir! heyet | * bir garip mers- | kadın hangi lüks evin bayandır?» Ayni durakta iner, ayni sokağa sapar- snız. Sokaklar gittikçe dara evlerin boyası solar, rengi al bakarsinız ki, elektrik ışıkları 4 kanan ealonlara lâyık bulduğun! dın, iskelet gözleri gibi karanlık pencereli, ahşap bir e O, bacakları bi içeri girer Bakalırsınız: Bu ne müvazenesizliktir yahu?., emeden, rahat ra köşebaşında, ız, do- gün ziyarete gittiğiniz bir yer- bıyıkları henüz terlemiş bir liseli gö- Oturduğu Iskemleye bir şezlong rahatliğile yaslanmış, bacaklarımı orta masasmın üstüne uzatmış, bir eli pa: mun cebinde, bir eli dudaklarını cigarada!.. Savurduğu dan size istihfafla b dersiniz ki bu, dağlar yaratan bir fal ka sahibinin biricik oğludur. Ve kafası bilgi, cebi altın doludur!,, Elini şöyle bi atsa sizler gibi yirmi, otuz vatandaşı bir- den ecbinden çıkarmak onur için işten de rürsünüz hatır sorar, kızara bozara «Beethoven'i tanır mi- verir: aAman iç hoşlanmam!e & dönersini söze başlarsın; sınız?» O manşer, par- delikanlının. bürnunuza ayakkabılarına ba- — Bune azenesizliktir. Allahım?.. ep birer faela ile biteceklerine şüphe ieliklerden bir geminin mi mak pek akıl kü olmıyan eder dururken kosk ngsizliğine gö gerektir! bu müva Kemer Bu seneki yerli mallar sergisinde 5 kuruş duhuliyeden başka görülen fevkalâdeliklerden biri de paviyonudur. Müstakbel aid imar plân ve maketleri halka gösteriliyor. Blihassa Eminönü meydanına aid olan maket pek rağbette!.. Başına üşüşenler arasında oluyor: — Kemer duruyor mu ki — Duruyor, duruyor!... Kitapçı bay İlyas ta bu maketi seyredenler arasında idi, Derin bir alâka İle hepsini ayrı ayrı tedkik edi- yor, Belediyenin bu işe harcadığı paraları hesaplıyordu. Kemer mese lesi konuşulunca kendini tutamadı: — Kemer duruyor amma altınlar yitti, dedil... İstanbula burada mer? ... Aptal Bay Necip edebiyatçılardan hiç hoşlanmaz. Nazarında bütün edebi- yatçılar - daha doğrusu muharrir. ler - günlerini ötmekle tüketen birer ağustos böceği, yahut ömürlerini lâklakla geçiren birer leylektir. Bir kelime ile hepsi birer aptaldır!... Bir gün Ada vapurunda muharrir bay Nurullah Ataç'la bir sigara me gelesinden münakaşaya tutuştular, Allahın günahkâr bir kulu öldü. Cehenneme attılar, istiğfar etmedi! Belediye ! şu konuşmalar ! endişe | Gidiş?!... Say mea dam hinanyek ç lezzetli, daha keyif verici olduğunu i Muharrir elde sarılan sigaranın daha | iddia ediyor, bay Necip te hazır sige- | ranın meziyetlerinden bahsediyordu. Muharrir düşmanı nihayet dayana- madı: — Ben bir aptalla konuşamam!.. diye yerinden kalktı. Nurullah Ataç bu. terbiyesizliğe fena halde kızdı ve bay Necibin ete- ğine yapıştı — Gitme birader, dedi, otur. Sen bir aptalla konüşamazsın arama ben pekâlâ konuşurum!. Taket atay Oturmuşlar, gençlik Ohatıralarını tazeliyorlardı. İçlerinden biri vakti- le Pariste tahsilde iken başına gelen bir işi anlatmağa başladı: — Bir gün, canım tiyatroya gitmek istedi. Jaket atayımı, şapkamı giy- dim, sokağa çıktım. Pansiyonuma ya- kın büyük bir tiyatro vardı, oraya doğruldum. Tiyatronun bulunduğu caddeye çıkınca ne göreyim, Müt- hiş bir kalâbahk, bir kuyruk gi- bi, arka ark, için sira bekliyor. Kuyruğa şöyle bir baktım, en arkadakine, yani bana sıra gelmek için en aşağı yarım saat İ lâzım. Çaresiz, İ başladım. Beş dakika, on dakika geç- Günahkâr kul!. li j « O Kaynar katran kazanına tövbe demedi!.. ya dizilmiş, bilet almak | İ gisini yerimde beklemeğe ! ti, gişe görünürlerde yok. Sabrım tü- kenmeğe başladı, başladı değil tü- kendi. Ve kaşla göz arasında siram- | dan kaydım ve beş kişiyi aşıp tekrar sırayâ girerken bir kaç el jaket ata- yımın kuyruklarına yapıştı ve inceli kalınlı şu sesler yükseldi: — Mösyö sıranıza!... Kulaklarıma kadar kızardım ve bir | daha böyle küstahlıkta bulunmamağa! yeminler ederek yerime döndüm. Gö- rTülüyor ki halk, zabıta kuvvetlerine lüzum kalmadan biribirini terbiye €- debiliyor!.. Dinliyenlerden biri şu mütalâada bulundu; —iyikibu hikâyeyi Bay Lütfi Kırdar dinlemedi!.. — Neden?.. diye sordular. Cevap verdi. — İstanbulu adam etmek için İs- İ tanbul halkını jaket atay giymeğe | mecbur ederdi!.. Tenkide cevap meraklısı iki üniversiteli, Sanat güzel sanatlar birliğinin Gelstasaray | lisesinde açtığı 23 üncü resim ser- geziyorlardı. Ressam Şevket Dağ'ın Ayasofya camiinin dabilini, Vecih Bereketoğlunun obostanları, patlıcanları, balıkları gösteren tab- lolarını temaşaya koyuldular. Gneç- Zebaniler meşveret kurup bir çare düşündüler... a — RR eşi (Yazı ve resimler: Cemal Nadir'in) lerden biri tenkide başladı: — Monşer, hep cami avlusu, hep | balık, hep bostan... Yüksek sesle söylenen bu sözler,“ bir köşede ziyaretçilerine hoş fıkra lar anlatan ressam Şevket Dağ'ın” kulağına kadar gitti, Üstad olduğu” yerden cevap verdi; j — Ne yaparsınız küçük baylar, dedi,ihtiyarlık!.. İnsan bu yasa ge, lince bir boğazımı, bir de rahatını dö-$| şünüyor!.. Kese!.. | Doktor Ekrem Şerifin muayeneha» nesi. Doktor karşısına oturttuğu hâş- ta kadına perhiz tavsiye ediyor; — Biber yasak, hardal yasak, mura yasak, çay yasak, kahve yi turşu yasak... Hasta kadın doktorun sözünü — Havyar da yasak mı doktor? — 'Tabil, tabil!.. Safra kesenize do- kunur!... “ — Peki iyi olduktan sonra da yiye- mez miyim? Doktor, odanın bir köşesinde, kuci ğında karısının mantosu, Şşapkas çantası ile bekliyen erkeğin yüzüne baktı: İ — yersiniz amma o zaman da <i İ canızın kesesine dokunur!.. . 4 Neticede günahkârm bir pasar günü Ada vapuruna bindirilmesine karar verildi!