mi Arkadaşım Bekir resim meraklı- #ıdir, Lâkin kendisi tanınmış bir res- sam değildir. Hiçbir sergide tek bir tablosunu gören olmamıştır, O resim- lerini yapar, evinin duvarlarına asar, Geçenlerde kalktım. Bekirin otur- duğu eve gittim. Arkadaşım evinin bir tarafını kendisine resim atölyesi yapmıştı. Bekir beni kapıdan karşı- Jadı: — Atölyeme gel... dedi, ben resim yaparken bir taraftan da seninle çe- ne çâlarız. Beraber resim atölyesine geçtik. İçeri girince küçük bir masanın üze“ rinde duran büyük bir kayık taba- ğı gözüme ilişti. Tabağın içinde iri iri vişneler, sapsarı olgun Kayısılar, daha uzaktan insana büyük bir işti- ha veren armutlar vardı. Bütün bu meyvalarm arasında küçük küçük parlak buz parçaları göze çarpıyor- dü. Sıcak bir yaz gününde olduğumuz için bu buzlu, nefis meyvalar pek gönül çekici, iç açıcı şeylerdi, Meyvalara gözümün iliştiğini gö- rünce Bekir gülümsedi: — Modelierime mi bakıyorsun? de- di, onların resimlerini yapıyorum, Ben de güldüm: — Bu sıcak havalarda kendine gü- zel bir model seçmişsin!.. dedim. Bekir çalışmağa başladı. Bir yan- dan da konuşuyorduk. Arkadaşım bir aralık: — Bugün ne kadar da sicak... de di, sonra ilâve etti: — Su kayısılardan birer tane yiye- Hm... Belki hararetimizi keser... — Canım insan modelini yer mi? diye itiraz edecek oldum. O: — Ne yapayım? Birader, dedi, çok mcak. Fazla hararetim var... İki kayısı kendi yedi, bana da iki tane ikram etti: Aradan beş on dakika daha geç- mişti. Bekir bu sefer de; — İkişer kayısı daha yiyelim mi? dedi, Cevap verdim: — Amma sen bu gidişle yaptığın resmi tamamlayamıyacaksın galiba... O beni dinlemedi. Bu sefer dört kayısı kendisi yedi. Dört kayısı da bana ikram etti. Biraz sonra beşer kayısı daha yedik, Kayık tabağında kayısı kalmamıştı. Aradan bir çey- rek daha geçti. Bekir; — Bu hararet beni mahvedecek... dedi, biraz da vişne yesek... Bundan sonra vişneleri yemeğe başladık. Vişneler bitince sıra da 9r- mutlara geldi. Bir müddet sonra ko- ca kayık tabakta hiçbir şey kalma- muştı. Arkadaşım Bekir: — Eh artık resim yapmağı da ta- tl edelim, dedi, nasıl olsa modeller bitti. Aradan bir ay geçmişti. Yine ar- kadaşımı evinde ziyaret ettim. Bu sefer de: — Haydi, dedi, atölyeye geçelim. Yine geçen seferki gibi bir taraftan konuşuruz, bir taraftan da ben re- sim yaparım, dedi, 'Bekirin atölyesine girdiğim zaman bu sefer de gözüme küçük masanın Üzerinde bir likör şişesi ile iki kadeh Mişti, Beyaz şişenin içinde vişne li körü vardı, 'Bekire sordum: — Şişenin içindeki hakiki likör mü? Arkadaşım hemen cevap verdi; — Tabii... Ben sanatta suniliği hiç sevmem. Boyalı bir su ile hakiki li. körün renkleri katiyen birbirinin ây- ni değildir. Aralarında muhakkak bir fark vardır. Bunun için ben mo- del olarak önüme hakiki likör koy- dum, — Arkadaşım on dakika sonra: — Dur yahu, dedi, sana bir Wkör Ben güldüm: — Canım modeline yâzık etme,, — Olmaz... Bir likör ikram edece- ğim. Bir tane de ben içeceğim, Bir kadeh likör bana verdi, bir ka- deh de kendisi içti, Bu esnada Beki- rin üç arkadaşı daha gelmişti. Bekir onlara da birer kadeh likör ikram ete ti. On dakika gonra: — Birer tane daha içeriz değil mi? diye ayağa kalktı. Artık Bekirden i hiçbirimiz likör içmek taraf- tarı değildik, Fakat Bekir: — Doğrusu ben dayanamıyaca. ğim.. diye üstüste iki kadeh likör iç- ti. Aradan beş dakika geçince bis daha, bir daha, bir daha içti, İki sa- at sonra likör şişesi dibine inmişti. Bekirin evinden çıkarken arkada- şım: — Yahu sen böyle modellerini yer, içersen nasıl resim yapacaksın?.. di- yordum. Altı ay sonra Bekire rastladım. Ba- na: — Artık, dedi, öyle meyva gibi, H- kör şişesi gibi cansız şeylerin resim- lerini yapmaktan vazgeçtim. Neden dersen karşımda böyle meyva, likör şişesi gibi modeller olunca dayana- mıyorum, Eğer modellerim meyva ise yiyorum. İçki ise içiyorum. Bu yüzden pis boğaz oldum. Resim yap- mağa oturuyorum. Midemi bozuyo- rum, Ben de bu işten vazgeçtim. Bundan sonra işi bambaşka bir resim sahasına dökeceğim. İnsan resmi yapacağım. Güzel, genç ka-. dınlârın resimlerini yapacağım. Hele şimdi bir genç kadın tanıyorum. Gör- sen güzelliğin .bu derecesine şaşar kalırsın. Kibar bir kadın... Kendisin- den bir resmini yapmak için müsaa- de istedim. Kabul etti. Yarından iti- baren bü fevkalâde modelin karşi- sında resim yapacağım... O günü Bekirden ayrıldık. Üç haf- İa sonra bir arkadaşın nişanında kendisile karşılaştım. Bir ara yalnız kalınca sordum: — Nasıl güzel modelinin resmini yaptın bitirdin mi? Bekir dertli dertli: — Sorma birader... dedi, çalışa- mıyorum ki.. (OAşıkım.. Modelime âşıkım... Hem o burada sana göstere- yim... Bekir bana modelini gösterdi. Hakikaten güzel kadındı. Altı ay sonra Bekirden bir daveti- ye aldım. Modelile evleniyordu... Hikmet Feridun Es imiş Baldan sağa: 1 — Taam eğen, 2 — Serbes bırakılmış kul. 3 — Petrol ihrak eden. 4 — Başına «C> gelirse büyüklük olur. 5 — İlimler - Maden. 6 — Sonuna «Le gelirse marmelât olur - Hediye. 7 — Karadenize bitişik bir iç deniz « Arasına «E» girerse içki olur, 8 — Boyun - Beyaz, $ — Burta yakın yerler. 10 — Gaddarcasina, Yukardan aşağı: 1 — Muşamba pardesü, © 2 — Cefa - İle muhaffefi - Istiğna, 4 — 'Tersi ilâve demektir - Tayyare ile. 4 — Samatya tarafında kasapla alışve- Senssw kitap, mecmua siparişi ka- , İstanbul gazeteleri için Hân Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu TAG 19/14 m. 15196 Ke/s. BOK. Radyosu WAP,3170m. 9466 Ke/s. BOKw. İ ANKARA RADYOSU 'TÜRKİYE SAATİLE Hollandalı kadın operelinden (potpuri), 3 - 7. Sirnuss - gark hikâyeleri (Vals), 19,18: Türk müziği (İncesaz faslı); 20: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,10: Neşeli plâklar - R., 20,15: Türk müziği: 1 - Hicaz peşrevi, 2 - Refik Fersan - Hicaz şarkı - Mahmur ufuklar- da batan »gün, 3 - Melek Hiç - Hicaz şarkı - Çıkımadın bir lâhza kalbimden, 4 - Lemi - Hicaz şarkı - Severim her gü- zeli senden eserdir, 5 - Şemseddin Ziya - Ne bahtımdır ne yari bi amandır, 2035: Türk müziği (Halk türküleri), 2050: Ko- Buşma (Dış politika hadiseleri), 2105: “Terasil, 22: Haftalık posta kutusu (ecnebi dillerde), 2230: Müzik (Operet seleksyon- ları - Pİ), 23: Son ajans haberleri, zi- raat, esham, tahvliât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 2320:. Müzik (Cazband « PL), 2355 - 24: Yarınki program, Avrupa istasyonları Saat 20 de Berlin 20 opera melodileri — Danzig 20 askeri muzika — Kolonya 20,10 asker) mu- zika — Athlone 2040 orkestra — Peğte 2045 viyolonsel — Bükreş 20,10 piyano — Lille 20 konser — Sofya 20,30 orkestra, Saat: 21 de Berlin 21,15 askeri muzika — Breslav, Frankfurt, Ştuttgart, 2115 karışık muzi- ka — Hamburg 2115 dans — Kolonya 2115 hafif müzika — Königsberg 2115 hafif muzika — Leipsig 21,15 hafif muzi- ka Münih 2115 dans — Brünn 21 ka- rığık muzika — Presburg 21,20 orkestra — Athlone 21,35 hafif muzika — Bari 2115 Yunanca neşriyat -—- Belgrad 21 çingene Bükreş çilgıları 21 orkestra — Lille 2115 saksofon — Lyon 2130 - 7530 hafif muzika — Sofya 2130 keman — Sottens 2130 orkestra — Tou- Jouse 2135 hafif murika. Saat 22 de Leipzig 22 askeri muzika — Athlone 22,06 solistler — 2230 keman — Bükreş 22,15 dans — Florans 22,15 dans — Milâno 22 Puctini'nin «Tosca> operası — Sofya 2 2hafif muzika — Vales Reg. 2215 marşlar ve Yalsler. Saat 23 de Berlin ve Breslav 7330 -1 dans — Danzig, Frankfurt, Leipeg, Münih, Ştutt- gört ve Viyana 3320 - 1 dans — Ham- burg ve Königsberg 23.40 dans orkesira- m — Prag 23,10 karışık muzika — Belgrad 23,15 dans — Peşte 23 dans — Bükreş 23.15 Rumen orkestrası — Flotans 2315 dans — Roma 23,20 hafif muzika — Stok- holm 23,15 dans. Saat 74 den senra Peğte 23 konser — Plorans 24 dans — Londra 24,10 dans — Paris P'T'T. dans — Berlin, Hamburg, Kolonya, Münih ve Ştuttgart 1 - 4 dans ve hafif muzika — Milâno 1 dans. Ev, Apartıman kiralamak Için «Akşam»in KUÇUK İLANLARI En süratli ve 148 m. 187K6/0.10Ew. | Ana emmloğlunun karısına da, gi“ iyki e , — Şu gelin olacağın neden çocuk yapamadığını biliyorum, biliyorum ben. Kadın değil, sanki buz parçası, Ne ateşi var ne canı. Suratını görmü- yor musun? Sapsarı, irin gibi; her gün ne İse, hep o... Değişmek, şöyle içinden doğru sıcak sıcak bir coşkunluğun f1ş- kırdığını duymak yok ki... Uğurlu el- lerini de sürdün o kumaşlara amma, gene de kadının soğukluğuna, buz gi- biliğine çare olmadı gitti, Tombul yenge başını salladı ve gü- Terek; — Yalan değil, renksiz, kansiz ka- dınlar zor çocuk yapıyorlar... dedi. Sonra da küçük gözlerinde mânalı bir kinaye ile tekrar gülerek: — Her kadında, senin gençliğindeki gibi, coşa tutuşa yanamaz a kardeş... Hem biliyorsun ya, öylesinin de pek hayrı olmuyor insana... Ana hemen atıldı: — Orası öyle... Biliyorum, biliyo- rum! dedi, bir müddet sustu sonra da zoraki bir sesle, pek içinden gelmiye gelmiye: — Ne yalan söyliyeyim, gelinim tertibli, temiz bir taze eli sudan çik- mıyor, titizliği fâzla bile... Neden der- sen, tencereyi, yağ küpünü kazıyaca- ğım, yıkıyacağım diye epey de ziyan- kârlık yapıyor. Arasıra kendi de yıka» niyor belki de ondan çocuk yapamı- yor... Çok yıkanmak zarardır, yara- maz, dedi. Ana, kadınlardaki bu «ateşlilik, 80- gukluk» Jâfını açmağa bir daha hiç yanaşmadı, eski bir suçunun yüzüne vurulmasından çekiniyordu. Halbuki şu tombul yenge gibi iyi yürekli insan zor bulunurdu; konuşup görüşmele- rinde hiç bir değişiklik olmamıştı. Emmioğluna bu Sirri açmışsa bile, adamın hiç birşey belli ettiği yoktu. Cinsi isteklerle çarpıştığı o günler öyle uzaktı ki, ana bile bu günahını muhakkak unutmuş olacaktı. Lâkin kızinın kör oluşu, oğlunun evlâdsız kalışı ona bunu hatırlatıyor ve kadın- cağız sahiden onulmaz bir günah işle- diğine bu iki felâketin de, başının ce- zası olduğuna inanıyordu. Ömrü böyle geçiyor ve geçecekti iş- te: Kör kızı gittikten sonra, eteğinin etrafında artık çocuk mocuk kalma- mıştı. Uğraşılacak, bakılacak hayvan- larla köpek vardı amma, onlarada yemek bile vermeğe çekiniyordu. Şimdilik ömrünün sade bir iyi ta- rafı vardı: Oğulları öyle eskisi gibi çatışıp kavga etmiyorlardı, Olsa olsa arada bir şöyle hafiften dalaşıyor- Jardı. Büyük oğul evin efendisi olmak» tan hoşnud, fazla birşey aramıyordu, küçük de artık iğ güç sahibi idi. Eve arada bir uğrayıp, fazla oturmadan gidiverdikçe, ağabeysi yarı alay ede- rek: — Bizim kardeş kılığı kıyafeti, am- ma da yoluna koymuş ba... Ne iş ya- piyor anlamıyorum, çalışmaktan be. nim canım çıkıyor, gene de onun gibi giyinemiyorum. Epey parâsı olmalı, Şehir bu, dalavere boldur oralarda, korkarım, bir hırsız çetesine falân gis rip de, bir gün başımızı belâya sok- mâsın bu oğlan. Her vakıtki gibi, ana hemen yiğitçe küçük oğlundan yana çıktı: — O ne biçim lâf ogul! diye bağır- dı. Burada kalıp topraklarımızı $€- ninle paylaşacak yerde, kalktı gitti. Bir de iş buldu. Daha ne İstiyorsun? Fena mı? Asıl sen sevinmelisin bu işe! dedi. Büyük de yüzünü buruşturarak: — Bah tamam! Ona tarlada ça- Yışmak olmasın da ne olursa olsun, de. di, Gelin susuyordu. Eve tek başına $â- bip ve buyruk kesilmekle öyle hoşmud. du ve gözü doymuştu ki, kaynı ne ya- İni de ona kre yen ha de ona diktirecek yerde hazır hazırcık dışarıdan alıyormuş diye ka- fa tutmağa hiç niyeti yoktu. Bir yandan da günler geçiyordu. (Ana bir türlü kör yavrusunu aklından sİlemeden, çıkaramadan, baharlar da geçti, Bir akşam üstü oturmuş, dağın ardında kaybolup gitti. gindenberi geçen günleri saymağa — Müdür: 20 kalkmıştı da, iki elinin parmaklarını tam on iki defa sıradan geçirmiş, son: mp pe zun; e Biz Şu, Yep Ne vakıttır üstümdeki ştfü ğa gelirdi. Ben de nasılsın: Gİ) Tardım hiç olmazsa, Elini kolunu, $ naklarını okşar, yoklar, yüzü me TE ge görmek ee Ae dem Ta oturduğu yerden etrafı at dağlara bakıyordu. Yazın e > iyiye gelmiş olduğunu sırtları yeşermişti, demli C adamakıllı boy vermişlerdi. İşsiz güç süz oturup durduğu halde, üstünder bir türlü gitmiyen yorgunluk ve -ukat Sizliği yenmeğe gayret ederek, kararı ni verdi, kendi kendine; — Gidip kızımı görmeliyim. sşılmac da bir faydem dokunmuyor, burs işe yaradığım yok; Belki gene isbiy< Kadar 8 tutulurum büsbütün sıcaklar basyp Gülleri dan gitmeli. Hazır gök, böyle magri Sıkmışlar. vi, görünürde de hiç bir bulut iken, hemen yarın yola çıkayım” di. - Başını kaldırdı ve çoğu yılunla beraber nasıl şuna buna bakarken boy?O": Lna 6ski şeyler geliyordu ise, fer de, gökyüzünün duru “AN hücul seyrederken birdenbire Ki ni bir vakıtlar sırtına giyip dö. diği mavi elbiseyi hatırladı; içini & . | ti ve hâlâ gönlünde hafif bir aviba ie; «— Böyle bir gündü işte... Kumaşı zorla aldı idi de Kavga etmmiştik.. 'Tıp-. kı, böyle pırılıpmi bir gündü... Akım. ina yı dadır, hâlâ, elbisesi tam o günkü gök- ribata yüzünün renginde idi... Ne tath mavis yare n si vardı.» dedi, Bir daha içini çekti, aklından F düşünceleri tmak için a: k iri Br ae nları Jecanhı: stesini 1 — Şu kız kardeşin evlendi evlene-istede 1 li, ne oldu ne haldedir bilmiyoruz... Madem o bize gelemiyor, ben yarın yole çıkıp bir bakmağd gideceğim, de- be di. Oğlunun kaşları çatıldı: ük — Bu aralık götüremem seni ana, (me yarın bir sürü iş var. Ekinimizi biçe. ir. lim de öyle gideriz, sabret harman 50- nu biraz elim boş Kalır, o vakıt, de l a e Amma ana beklemiyeceğini birden- i | bire anlayıverdi. Aklına birşeyi koy- da du mu, «şunu yapacağım. ramazdı artık, Ne vakittir GTwefÜikanlara r de tembel tembel pineklemekten üs&kuk elme miştir: ? — Prar — Hayır, ben yarın gideceğim, dösan topr di. dk Oğlu düşünüp taşınmasına meydan miştir vermiyen böyle ani bir hâdisenin kar- ığu git şısında ne zaman kalsa, fena halde topraki| canı sıkılırdı, gene de öyle oldu: znilleti — Anladık amma, nasl gidersin a canım? diye sordu. — Emmioğlu razı olur, verirse onun eşeğini, alır binerim, onların evinde de çocuk kıtlığına kıran girmedi ya, oğlanlardan birini bir koşu yllar ve na kardeşini çağırtırsın. Hem yam o başımda gider, hem de hayvanı yeder. . Korkacak değiliz ya. Zaten bu aralık, O mi. ri yeni bir çete türemiş amma, galiba. onların da fakir fukaraya zârarları dokunmuyormuş. Sonunda oğlu razı oldu amma, karı. si durgun durgun: — Kardeşin de yanısıra gidecek oi- duktan sonra bir kötülük görmüyorum bu işte... deyinceye kadar, se ek | Be döktüğü dillere ve yalvarmasına pek aldırmamıştı. Böylece «ne hali varsa görsün'ş dediler, emmioğlunun çocuklarından birini şehre, küçük kardeşi çağırma» ğa saldılar. Dönüp gelince de, çocuk (| gözlerini aça aça: — Oğlun gelecek teyze, haber ver. dim, dedi, Durdu, sustu, ceketi mesini büke büke azıcık di" dan sonra da;