8 Eylül 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

8 Eylül 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Şevki Ayşeden ayrılırken sordu: — Yarın sisi bir yerde göremez mi- yim. Ayşe gülümsedi: — Yarın birçok işlerim var. Evden — Halbuki ben #izi yarın görmek, size birçok şeyler anlatmak istiyorum. — Bana telefon ediniz. Dörtle beş arası sizinle telefonda uzun uzun ko- nuşuruz, olmaz mi? Şevki boynunu büktü: — Ona da peki... deği, sizin sesini- si telefonda bile işitmek benim için büyük bir zevktir. Bundan sonra biribirlerinden ayrıl- dılar, Şevki eve geldiği zaman hep genç kadını düşünüyordu. Ertesi gü- nü ona telefonda bazı güzel şeyler söylemek istiyordu. Birdenbire aklına geldi. Telefonda Ayşeye söyliyeceği şeylerin bazılarını yazsaydı daha iyi olmaz miydi? Bu fikrini pek beğendi. Çünkü Şer- ki son derece tutuk bir adamdı, Ayşe- ye söylemek için neler düşündüğü hal. de genç kadınla karşı karşıya geldiği zaman bunların hepsini unutuyordu. Ayşe ile konuşurken dehşetli şaşırıyor, kelimeleri biribirine karışıyordu. Halbuki şimdi söyliyeceği şeyleri bir kâğtda yazabilirdi. Hemen masasının başına geçti. Te- Jefonda bir fırsatını getirip söyliyebi- leceği şeyleri not etmeğe başladı. Ay- şeye ne diller dökecekti, ne diller!... Onun güzirini, kaşlarını, ağzını, bur- nunu, yanaklarını, saçlarını, dişlerini, boyunu, posunu, bakışlarını nelere benzetmiyordu ki... Daha şairane cümleler bulmak için pek beğendiği bir kaç romanı karıştır- dı. Oradaki kahramanların sevgilile- rine söylediği cümleleri de kaydetti. Arasıra kendi kendine: «Yalnız tele- fonda son derecede dikkatli olmalı. Bü- tün bunların bir kâğıddan okuduğu- mu Ayşeye hiç benli etmemeliyim... “Tıpkı konuşur gibi gâyet tabii bir tarz- da yazdığım cümleleri okumalıyım...» diyordu. Fakat hazırladığı cümleler arasında hakikaten pek hoşuna gidenleri vardı. *Tpki roltine çalışan bir aktör gibi bun- ları belki 15-20 defa okudu. Tekrar et- ti. Ezberledi. Bundan sonra da; — Şimdi de bir prova yapalım!... de di. evinde telefonu yoktu. Bir iskemle- ye oturdu. Eline iki bardak aldı. Tıpkı telefonu kullanıyormuş gibi bardak- Jardan birini kulağına ötekini de ağar na yaklaştırdı. Sanki karşısında Ayşe varmış gibi yazıp ezberlediği eümlele- Ti söylemeğe başladı. Sözleri bittikten sonra neticeden memnun gülümsedi. — Mükemmel!... dedi. Bundan sonrada giyindi, kuşandı. Sokağa Lırladı, Hep aklında fikrinde Ayşeye söyliyeceği sözler vardı, Saate baktı. Tam dörttü. Ayşe ona: — Dörtle beş arasında telefon edi- niz... demişti Vakit gelmişti. Şeyki telefon edilecek bir yer arıyordu. Önünden geçtiği bir kasap dükkânma girerek sordu: Kasap bir müddet düşündü: — Buralârda hiç telefon yoktur... Durun durun bakayım... İleride ikin- ci sokağın başındaki bakkalda telefon var... Başka yerde bulamazsınız. Şevki yürüdü. Kasabın tarif ettiği yere geldi. Bakkalı buldu. İçeriye gir- di: — Telefonunuzu müsaade eder mi- siniz? diye sordu. Bakkal elindeki pastırma kestiği bi- çağın ucu İle dükkânın bir köşesini gösterdi: — Buyrunuz, ediniz... dedi, Şevki yürüdü. Telefonu açtı. Bu es- nada dükkâna son derece görültücü bir müşteri gelmişti. Genç adam telefon- da sevgilisinin tatlı sesinin; — Allo!... dediğini işitti. Konuşma- ğa başladılar, Talih Şevkiye yardım ediyordu, Kâğıda yazıp ezberliği şeyle- ri söylemek için gayet güzel fırsatlar buluyordu. Lâkin şu dükkâna gelen görültü- cü müşteri olmasa... Kadıncağız bak kalile dehşetli bir mercimek münaka- şasına girişmişti. Dükkânın içinde düs dük gibi sesile bağırıyordu: — Beğenmedim efendim... Bu mer- elmeği beğenmedim... Ateşin üzerine koydum. Tamam beş sâbt kaymattım pişmek bilmiyor. Mercimek değil sarki demir kırıntısı... Şevki içinden: «Bu kadın cıyak cı- yak bağırmasile beni şaşırtacak am- ma dür bükalım ne zaman?...» diyor- İ du. azgin delikanlı telefonda sevgili- sinin gözlerini medhetıneğe başlamış. ta. Ayşe: — Gözleriniz neye benziyor biliyor müsunuz? O güzel gözleriniz neye benziyor!... Ayşe tatlı sesile sordu; — Neye benziyor? Bu sırada bakkal dükkânında mer- cimek münakaşası pek ziyâde ateşlen- mişti. Bir mercimek sözüdür dönüp do- Yaşıyordu. Şevki sinirinden çatlıyscaktı. Ay- şeye söyliyeceği sözler aklından çık- mıştı. Birdenbire telefonda ağzından: — Mercimek!... Kelimesi kaçıyordu. Ayşenin sesi telefonun öteki ucun- dan; , — Ne? Ne? diyordu. Gözlerimi mer- elmeğe mi benzettiniz... Benim gözle- rim o kadar küçük mü? Küçük güzleri ya mercimeğe, yahud da kopçaya ben- zetirler... Bilmez misiniz? «Mercimek gözlü», «Kopça gözlü» sözleri pek meş- hurdur, Aşkolsun size... Şimdi Şevki özür diliyordu: — Vallahi affedersiniz... Gözlerinizi mercimpğe benzetmek sklımdan bile geçmez... Fakat burada bir mercimek münakaşasıdır gidiyor, Bunun için be nim de dilimin ucuna ayni kelime gel- di. Bundan sonra Şevki kendisini top- ladı. Yeniden sevgilisini medhe baş- Jadı. Bu sırada dükkândaki gürültü- cü müşteri gitmiş, bakkalın karısı içe- ri girmişti. Lâkin bu kadın ötekinden de baskındı. Dükkâna girer girmez ko- casına bağırdı: — Herif senden çalı süpürgesi iste- yen var mı?... Köşedeki komisyoncu- nun evinden basbayağı süpürge iste- mişler... Sen tutmuş, çalı süpürgesi göndermşisin... Bu ne rezelettir!... Bu ne kepazeliktir! Aklın nerede? Şimdi de dükânda ayuka çıkan bir «çalı süpürgesi münakaşası başla- muşta. Bu sırada Şevki sevgilisinin saçla» ED bahsediyordu. Fakat telefon- — Saçlarınız tıpkı bir... diye başla- dığı cümle yarıda kaldı. Dükkândaki çalı süpürgesi münakaşası öyle bir hal almiştı ki konuşmağa imkân yok- ui... Bakkal ile karısı her iki kelimede bir çalı süpürgesinden bahsediyorlar. dı. Şevki yarıda bıraktığı cümlesine tekrar başladı: - Saçlarınız tıpkı bir... dedi gene durdu. Konuşmağa imkân yoktu. Ay- şe diyordu ki: — Evet devam etsenize... «Saçları- niz tıpkı bir» dediniz durdunuz.. Şevki hiç farkında olmadan: — Çalı süpürgesi... Sözünü ağzur dan kaçırmıştı, Telefonun öbür tarafında Ayşenin hiddetli sesi: — Terbiyesiz, dedi, saçlarım tıpkı bir çalı süpürgesi ha... Şevki neye uğradığını şaşırmıştı. Dükkânda hâlâ çalı süpürgesinden bahseden kadına ters ters baktı. Ağ- zndan: — Geveze kadın!... Sözleri döküldü. Lâkin bunları da telefona doğru söy- lemişti. Birdenbire Ayşenin telefonu kapattığını duydu. Dükkündan çıkar ken bakkal soruyordu: — Rahat rahat telefon ettiniz ya... Hikmet Feridun Es Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 400 kuruş (2709 kuruş 50 » 1450 ww » 0 » mw » - » memleketler; Geneliği 3600, altı aylığı çe, Üç aylığı 1000 ) kuruştur. | E. 918 1058 549 9,15 Va. 351 531 1212 1548 1832 2009 İdarehane: Babıâli civarı Acımusluk | Okuyan: Safiye Tokay, Çalanlar: O ESP N Türkiye Rağyodifüzyon Postaları Del, ig it48m. 187Ko/s.120Kw. Türkiye Radyosu TAÇ 1974m. 15195 Ke./s. 10Kw. Ankara Radyosu T.A. P.3170 m. 63 Keja, 10 K © TÜRKİYE BAATİLE CUMA 8/8/1939 1230 Program, 12,35 Türk müziği (Pİ), 13 Memleket saat ayarı, alans ve meteoro- loji haberleri, 13,15 - 14 Müzik (karışık program - modem müzik, pL) 19 Program, 19,05 Müzik (kabare müzi- &i va. pl), 19,30 Türk müziği (Fasıl heyeti), 20,16 Konuşma (spor #ervisi), 2030 Mem- leket sart ayarı, ajans ve meteoroloji ha- berleri, 20,50 Türk müziği: (Yeni şarkılar), Hakkı Derman, Eşref Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, i- Peşrev, 2- Salihaddin Pınar - Hicaz şarkı (Hasta kalbim), 3- Kemani Haydar - Hicaz şarkı (Hicran), 4- Kanun taksimi - Hasan Gür, 5- 8. Pınar - Hicaz şarkı (Anladun seymiyeceksin), 6 - 8. Pı-. Bar - Karcığar şarki (Sana gönül verdim), (2115 - 2130 Mahmud Karındaş ve Sadi Yaver Ataman tarafından halk havaları), 21,30 Konuşma (Arıcılık ve balcılık), 2145 Neşeli plâklar s R., 2150 Müzik Copera ar- yaları), 22 Müzik (Radyo orkesirası); 1- Bach Shit (si minör), 7- Berlloz Periler dansı, $- Lisxt «Les Pröludes» senfonik parça, 23 Son ajans haberleri, ziraat, es- ham ve tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 23,20 Müzik (Cazband - PL), 2355 - 24 Yarınki program, 4 — Elekten geçirilmiş hububat tozu, 5 — Tok değil © — Başına «S. gelirse bayaği olur - Rahmani, - Romanyalı. — Yağla beraber salatayı konur - Şahsi, 10 — Giydirme - Fakat, Yukarıdan aşağı: 1 — Su yollarında yapılan kule. 2 — Emeller - Değilmiş. 3 — Öpücükler - Başına «İs» gelirse miras olur. 4 — Dinlenme - Baharlı bir ot, 5 — Hakikat, & — Barsakların içinde yaşayan kurt, 7 — Cereyan eden - Uzamaktan emir. 8 — Baykuş - Behemehal, 9 — İstimdad nidası - Alp verme, (0 — En doğru - Hindinin başı. Gecen bulmacamısın halli Soldan sağu: 1 — Devedikeni, 2 — Al, Lülezar, 8 — Ra, Dikkafa, 4 — Onlira, İn, 5 — Vermeli & — Develri, EL, 7 — Un, Naum, Ye,8 — Delil, Şer, 9 — Li, Edayeri. 10 — Aşerer. Fen. Yukarıdan aşağı: 1 — Deraldu, La, 2 — Elan, Endiş, 4 — Eldivenler, 5 — Dalrelmide, 8 — İlkarsular, 7 — Kek, Bim, 8 — Bza, Şef, 9 — Nafileyere, 10 — İranilerin. maa mama a İnhisar idaresi üzüm satın almağa başladı Manisa 7 (A.A.) — Ankaradan al- dığı emir üzerine İnhisarlar idaresi piyasadan üzüm mübayâasma başla. mıştır. Tarım satış kooperatifi, koopere- tifte dahil bulunmayan müstahsillere de üzümleri mukabilinde âvans ver- mek için emir ve tahsisat almıştır. Bu iki karar halk üzerinde çok iyi te- sirler bırakmıştır. 1 İstanbul avcılar atıcılar cemiyetinden: 2971/989 cumartesi günü akdedilen he- yeti umumiye içtimaında bitirilmiyen ruz- name maddelerini ikmal cimek Üzere 0/9/989 cumartesi günü saat 4 de Alay köşkünde akdedilecek umumi toplantıya bütün arkadaşların iştirak etmelerini rica ederiz. Kiralık Konforlu Küçük Apartıman Tramvay caddesinde 3 oda, mutfak, banyo, kalorifer, ber gin sesk su, asansör. Taksim Topçu caddesi 7 nü- mara Uygun apartımanı kapıcımna müracaat, LEYLÂ ie MECNUN Tefrika No. 55 Yazan: İskender Fahreddin Taşbilek, Can beyi kötüliyerek Fıratı kendine bendetmek istiyordu Diye sordu. Aslan yiğitler hep birden: — Derhal gebertiriz... Böyle bir sarı Akrebin içimizde yeri yoktur. Diye bağrışlılar, Herkes (Fırat) 1 çok seviyor, onun yararlıklarını takdir ve böyle bir ka- dını öldürtmek istiyen Zehraya hü- cum ediyordu. — Bu, vaktile Küfeyi de at üst eden müfsid bir âşittedir. Onu Fırat kıyılarına götürürsek, yurdumuzun rahat ve huzurunu elimizle bozmuş oluruz. Diyorlardı. Urman herkesi sükünetle dinli. yordu. 'Taşbilek ortaya atıldı: — Kabilemizin bir tane vellahdi vardır. Onun karasevdâya tutuldu- ğunu hepiniz bütrsiniz. (Can) beyi Leylânın aşkından kurtarmak için, Iraktan aldığımız bu cariyeleri ona bediye etmeliyiz. Zehra ile Fırat, bu cariyeler arasında en çok göze çar- panlarındandır. (Can) beyin babası, oğluna (Fırat) ı hediye edecek. Fa- kat, ben diyorum ki, (Can) bey, (Pi- rat) tan ziyade Zehrayı beğenecektir. Zira Zehra (Fırat) tan çok daha kıv- rak ve sehhar bir kadındır. Böyle olunca, (Can) beyin Zehradan hoşla- nacağından emin olmalıyız. Urman düşünmeğe başladı. — TTaşbilek haklıdır, dedi, oğlumu bu belâdan kurtarmak için ne müm- künse yapacağım. Zaten erkekler, kadınların kıskançlık yüzünden işle. diği suçları affederek onları ıslaha çalışmalıdır. Zehrayı affediyorum. Fakat, ayni suçu bir daha işlemek fırsatını elde etmemesi için, boynun- daki incileri ve kollarındaki bilezikle- ri alıp bana getiriniz. Ordu harekete hazırlanmıştı. Taş- bilek, kadınlar kafilesine koştu, Zeh- ranın incilerini ve bileziklerini zorla alarak reise getirdi. (Pirat) relsin yamacında gidiyor. du. Ve onunla 'Taşbilekten başka hiç bir erkek konuşmuyordu. (Fırat) reisin muhafızlarından altı atlı ile çevrilmiş ti. Artık onun yanına ne bir deveci, De de bir başka yabancı sokulamazdı. sa. Öğle üstü, ordu bir suyun başında yarım sâat kadar hayvanlarını sula- mâk ve dinlenmek Üzere durmuştu. Bu arada (Fırat) başını arkaya çe- virince, Taşbileği gördü: — Teşekkür ederim, koca eslan! de- di - Bu gece beni ölümden kurtardın. Ve atın üstünde duran Taşbileğe kı- saca şu hikâyeyi anlattı: — Şeyh Mehmed, Irak sarayında veliyi öldürüp yerine kendi geçtik- ten sonra, meşhur bir falcıyi saraya davet etmişti. Bu falcı ona altı zaman içinde öleceğini söylemişti. Şeyh Meh- med altı ay sonra öldürüldü. Falcının dediği aynen çıkmıştı, O zaman ben de merâk etmiştim. Şeyh Mehmede: «Mü- saade ediniz de falcı benim istikbalimi de söylesin!» diye yalvarmıştım. Şeyh müsaade etti... Falcı ozaman bana şunları söylemişti: «Bu ülkede parıl- dayan yıldızın çok yakında sönecek. İşkence ve ıztırap çekerek, bir müd- det ümidsizlik içinde yaşıyacaksın! Fakat, kısa bir zaman sonra, umma- dığın bir el seni tutup kaldıracak ve bir başka ülkenin hâkimesi olacak- sın!» Taşbilek bu sözleri işitince dudakla- rini bükerek: — Falcıların sözüne inanılır mi? - dedi - Onlar para koparmak için, in- sanların vicdanları ve istikballerile oy« namak cesaretini gösterirler. Ur şeh- rinde, falcılar benden çok korkar. çünkü onlara yüz vermem. — Peki amma, şeyh Mehmedin aki- betini gözümüzle gördük. Falcı yalan söylemedi. — O bir tesadüftü, Iraka muzaffer olarak giren halife ordusu, asilerin relsini elbette idam edecekti, Biz fır- sat bulmadan, 'Tahir onu gebertmiş- t. — Eayır.. hayır. ben onun sözleri. ne inanıyorum. Dünyanın bütün şey- tanları ve bilginleri bir araya toplan. salar, benim bu inanımı değiştiremez. ler. Hem, sen neden inanmıyorsun bu Sözlere? İşte, istikbalimin kapısı önün de duruyorum... kabileniz reisi benli oğlu ile eylendirçcek, — Olabilir. Reisin oğlu ile evlenir. sin! Fakat, falcının dediği gene tahak» kuk etmiyecek. Çünkü, (Can) bey sersemin, budalanın biridir. Onunla evlenmekle sen ülkemize değil, ona bi- le hâkim olamazsın! 'Taşbilek (Fırat)ı çok sevmeğe baş- Yamışlı, Ur şehrine varıncaya kadar (Can) beyi gözünden düşürmeğe ça- lşacak ve reisin oğluna Zehrayı ver- meğe uğraşacaktı. Taşbilek buna mu- vaffak olursa, (Fırat) nasıl olsa ona kalabilirdi. Gelgelelim, (Fırat) Taşbileğin sözler rine inanmıyordu. — Sen beni aldatıyorsun! Sen özü sözü bir olmıyan bir erkeksin! diyor- du - Beni kandırıp kendine bağlamak istiyorsun... Ben, senin gizli düşünce- derini anlamıyacak kadar aptal bir ka dın değilim. Eğer halifeye götürülen cariyeler arasından birini avlamak is- tiyorsan, Zehra senin öksene kolayca düşebilir, Haydi, git, onu avlamağa çalış... DÖRDÜNCÜ KISIM Güneş neden tutulmuş? Leylânın babası kabile efradının te- lâş içinde koşuştuğunu görünce dışa- rıya fırladı: — Ne oluyorsunuz? dedi - Biribiri- nizi çiğnercesine neden GE nuz? Sizi kovalıyan kimdir Çoluk çocuk Tab kari — Görmüyor musun? dediler - Gü- neş tutuldu. Gökten başımıza bir felâ- ket gelecek; Şeyh Mehdi başını yukarı kaldırdı. Gökyüzü sydınlıktı amma, güneş san- ki siyah bir tüle bürünmüş gibiydi... Işığı yer yüzüne loş ve sisli bir duman dalgası halinde iniyordu. Mehdi: — Korkmoym! diye bağırdı - Otuz sene evvel biz gökyüzündeki bu man- sarayı bir kere daha görmüştük. Yarım saat kadar devam ettikten sonra, ya- vaş yavaş açıldı. Gerçi bu Allahın bir gazabıdır amma, bü gazaba lâyık olan biz değiliz. Leylâ odasının penceresinden başı- nı uzattı, — Hatice! - diye seslendi - Ben bu gece, güneşin tutulacağını rüyamda gördüm. Gökten bir melek indi ve ba- Da; «Senin haline gökyüzündeki me- lekler bile ağlıyor, dedi, senin kaibi- ne Tanrı bir ateş verdi. Seni bu ateş yakacak. mezara kadar (Can) beyi düşünerek ve yalniz onu severek öle. ceksin!» Leylânın arkadaşı gökyüzüne baka- rak, korkak bir sesle cevap verdi: — Bu felâket yalnız seni değil, bü- tün dünyayı yakacak kadar büyük ve dehşetlidir, Leylâcığım! Sen onu dü. şünerek, onu severek ölünceye kadar onun &şkile yaşıyabilirsin! Fakat yer. yüzündeki insanların bu aşkla ne alâ- kası olabilir? Ve Leylânın omuzuna kolunu koya- rak, arkadaşını teselliye çalıştı: — Sen bu gece gene onu düşüne- rek uyumuştun, Onu düşündüğün zâ- man (Can) beyi mutlaka rüyanda gö- rTüyorsun! Hiç olmazsa yatarken onu Aklından çıkarsan da rahat uyusan ol maz mi? — Bunu yapabilsem, ne kadar sevi- meceğim, Fakat bu benim elimde de- ll, Haticel Onu yalnız yatarken des gil, her dakika düşünüyorum. İşte Şira» di de karşıma geldi. kollarını bana uzatıyor. Dikkatli bakarsan, onu sen bile görürsün! Güneş gökyüzünde kıpkızıl bir taş parçası gibi donup kelmıştı: Ortalık korkunç bir loşluk içinde.. ve herkes korkak, ellerini göklere kaldırıp: — Allahım, sen bizi ve yurdumuzu koru! Biz, hiç bir zaman sana isyan etmedik... Sen bizi affet! (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: