Feriha çok canı sıkılmış bir tavır- Ig kocasının odasına girdi: — Bana fena bir havadis vereyim mi? Abdullah geldi. Misafir odasında oturuyor. Kümil yüzünü buruşturdu: — Eyvahlar olsun... dedi, şimdi dört! beş gece bizde misafir kalacaktır. Yer- yüzünde ne saygısız adamlar var Câ- nım... Biraz kafamızı dinlemek, bizbi- ze kalmak için sayfiyeye taşındık. Evi- mizde, herkesten uzak şöyle bir «oh!» diyeceğimiz zamanda da gece yatısı misafirleri akın etmeğe başladı... Feriha kocasının sözünü kesti; — Şimdi sen bunları bırak da Ab- dullahı buradan kaçırmak için bir ç&- re bulalım... dedi. Karı koca biran düşündüler. Kâmi- Jin gözleri parladı: — Buldum... dedi, sen İşi bana bi- rak... Yalnız Abduliahla konuşurken ben bir takım yalanlar atacağım. Sen bunları tasdik et. Sakın yalancı çıkar- mağa filân kalkma... Anladın mı? Feriha: — Peki anladım... Cevabını verdi. İkisi birden kalktılar, Misafirin bu- Yunduğu odaya girdiler, Abdullah; — Yahu ne güzel köşkünüz varmış... diyordu, ben dünyada bir haftadan evvel buradan gitmem... Feriha yarım ağızla: — Burası sizin kendi eviniz istedi- ğiniz kadar kalabilirsiniz, dedi. Bir yandan da imdad bekler gibi ko- casına bakıyordu. Bir aralık Kâmil hazırladığı yala- nı söylemenin sırası geldiğini anladı, Abdullaha: — Efendim, dedi, bu köşk çok İyi, çok güzel amma müthiş bir mahzuru var... Çok tenha bir yerde... Âdeta dağ başında... Sonra birkaç zamandanberi buralarda azılı bir haydud türemiş, etrafı kasıp kavuruyor. Civarda gir- mediği ev kalmamış; hem de eli bi- çaklı, gözü kanlı bir adam... Meşhur bir katilmiş... Şimdiye kadar 10-11 ki- şiyi öldürmüş!... Feriha şaşkın şaşkın kocasının uy- durduğu bu yalanı dinliyordu. Abdul- Yahun alâkası da ziyadeleşmişti. Kâ- mil sözüne devam etti: — Arka tarafımızda bir bahçe aşırı yerde bir köşk vardır. Bundan bir ay evvel oraya bir misafir gelmiş. Ev sa- hipleri misafiri köşkün en güzel oda- #ına yatırmışlar... Gece yarısı azılı hay“ dud bu köşke girmiş. Doğru misafirin odasına... Biçare adamcağızı uyurken kıtır kıtır kesmemiş mi? Ertesi sabah savsllı misafirin ölüsünü bulmuşlar... Abdullah büyük bir alâka ile: — Yaaa... Öyle mi, dedi. Feriha kocasının yalanını hemen tasdik etti; — Ne diyorsunuz efendim... Bu ci- ki müthiş bir katil... Müthiş am- “Kimi anlatmağa devam ediyordu: — işin felâketi nerede biliyor mu- sunuz,... Bu müthiş katil birkaç ge- eedenberi bizim evin etrafında dola- şıyormuş. Felâketi görüyorsunuz de- ğil mi? Yani bu evde yatmak müthiş bir tehlike... Biz de hemen buradan İa- gınmağı düşünüyoruz. Ne çare ki, mü- nasip bir yerde bir ev bulamadık... Bu « köşkte insan gece yatağa girerken sa- bahleyin sağ olarak kalkacağını pek ümid etmiyor doğrusu!... Abdullahın alâkası artık son haddı- m .bulmuştu, Karı koca pek memnun görünüyorlardı. Muhakkak şimdi yılı. gık misafir pılısını pırtısını toplayıp: «Bana müsaade, Allaha ısmarladık...» deyip gidecekti. Fakat birdenbire Abdullahın gözle- ri parladı: — İyi ki, ben buraya gelmişim... dedi, bir hafta on gün kalıp bu kor- kulu günlerinizde size bekçilik ederim. Dost dediğiniz böyle zamanlarda belli olur. Hiç bu tehlikeli günlerde ben st- si birakır mıyım?... Bir hafta on gün buradayım... Siz hiç merük etmeyiniz. Ben kara gün dostuyum... Karı koca bu hiç ümid etmedikleri cevap karşısında sersemlemişlerdi. Kâ- mil: — Teşekkür ederiz. Eksik olmayı- nız... dediler, Abdullah bir kahraman tavrile bu- na cevap verdi: — Rica ederim... Teşekküre ne ha- cet? Bu bizim vazifemiz... Dostluk böy- Je zamanlarda belli olur... men yeniden söze başladı: — Sonra efendim bu köşkün ikinci büyük bir mahzuru daha var. Bu öte- kinden de müthiş birşey... Nedir bili- yor musunuz? İki aydanberi bu köşke «Zehirli bir sinek» müsallât oldu... Abdullah gözlerini açtı: — Zehirli sinek mi? Oda ne? Bu ya- şıma girdim, hiç böyle birşey işitme- miştim. Kâmll memnundu. Bu yalanı ile Ab- dullahı adam akıllı korkutmuştu: — Efendim bu sinek müthiş birşey... Civardaki birkaç köşkü dolaşmış. Hattâ bir gece biraz yukarumızdaki pembe köşke gelen bir kişiyi bu zehir- li sinek sokmuş... Adamcağız iki saat içinde ölmüş... Abdullah: — Garip şey... Garip şeyl... diyordu. Kâmil onu büsbütün korkutmak için: — Yanan... Garip değil, müthiş bir- şey... Bilmem hatırlar mısınız, Bir müddet evvel gazeteler yazdı idi. Mı- sırda bir Firavunun mezarını âçan Alimleri bir takım sinekler ısırmışlar... Bu âlimler hemen ölmüşler... İşte bi- zim köşkteki bu zehirli sinek de mutla- ka bu cinsten bir hayvan... Hakikaten müthiş bir tehlike... Diyorum ya bu ev- de yatmak bir cesarettir. Abdullah bir kahraman tavrile ye- rinde doğruldu: — Hiç korkmayınız efendim... dedi, ben burada iken sizlere birşey olmaz. Bu zehirli sineği yakalamak benim boy- Si borcu olsun... Böyle nadide hayvanı yakalıyarak hayvanat, bö- cek mütehassıslarına vermek İlme bü- yük bir hizmet etmek demektir, Sırf bu zehirli sineği yakalamak için bura- daki misafirliğimi icap ederse bir iki hafta daba uzatacağım... Bu hayvanı yakalayıp de siz! tehilkeden kurtara- cağım... Ev sahipleri şaşkın şaşkın biribir- lerine baka kaldılar. O geceden son- ra artık Abdullah Adela köşke yerleş- mişti, Misafir zehirli sineğin adını «Na- dide mahlük« koymuştu. Bütün günü «Nadide mahlüku yakalıyacağım!uı di- yerek duvarlarda gördüğü at sinekle- rinin filân üzerine atıhyor, vâzoları, tabak, çanakları kırıyordu. Geceleri ise Abdullah büsbütün faaliyete geçi. yordu. Amlı katili ele geçirmek için tabanca İle koridorlarda bahçede do- laşıyordu. Hattâ bir gece bahçedeki bir gürültüden şüphelenerek pencere- den dışarıya Iki el silâh atmış; Feriha ile Kâmilin ödünü koparmışlı. Köşk- te rahat diye birşey kalmamıştı. Azılı haydudla, zehirli sineği hâlâ yakalı- yamadığı için Abdullah misafirliğini uzattıkça uzatıyordu. Nihayet bir gün Feriha ile Kâmil Abudullaha: — Aman, dediler, haberiniz var mı? Meşhur azılı katili yakalayıp hapse atmışlar... Sonra bizim komşulardan bay Mehmed de yehirli sineği öldür- müş... Artık hiç bir tehlike kalmadı... Karı koca artık Abdullahın köşk- ten gitmeğe karar vereceğini umuyor- lardı lâkin Abdullah sordu: — Acaba zehirli sineklerin hepsini mi öldürdüler... — Hepsini, hepsini öldürmüşler... Artık hiç bir tehlike kalmadı... Abdullah gülümsedi: — Oh, dedi, ne âlâ... Şimdiye ka- dar azılı katille zehirli sineği yakalı- yacağım diye çabaladım durdum. Bu | köşkün zevkini çıkaramadım. Şimdi de 15,20 gün burada rahat edeyim, yor- gunluğumu Been li Bu köşkün zevkini çıkarayım... Hikmet Feridun Es Ev, Apartıman kiralamak için İLANLARI En süratli ve en ucuz vasıtadır. Türkiye Radyoğifüzyon Postaları Dalga 1648 m. 182K0/4120Kw. TAÇ. 1974m. 15195 Ko/a, 20 Kw. Radyosu T.A.P, 3170 m. 9465 Ko/a KG TÜRKİYE BAATİLE ÇARŞAMBA 6/9/939 1330 Program, 1235 Türk müziği - Pi, 13 Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri, 13,15 - 14 Müzik (Riyaseti- olmhur bandosu - Şef: İhsan Künçer), 1 Furgeo Marş, 2- G. Paros «Flametta maâzurka, 3- Keler - Bela Romantik uver- tür, 4- Lo Delibes Coppölla balesi selek- siyonu, 5- Gustave Michisls Çardaş No. 1. 19 Program, 19,06 Müzik (bir konserto), 1980 Türk müziğ (İncesaz faslı), 2015 konuşma, 2030 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,50 'Türk müzi- Ruşen Kam, Cevdet Kozan, Zühtü Bar- dakoğlu, 1- Bestenigâr peşrevi, 2- Bimen Derdimi umma- çene girdim), 4- Udi Fahri - Hicaz şarkı (Bahar olsa çemenzar olsa), 5- GSanter taksimi - Zühtü Bardakoğlu, 6- Udi Ah- met - Segâh şarkı (Bakıp ahvali perişanı- na ar eyle gönüli, 7- Ethem efendi - Hüz- xam şarkı (Eşki çeşmim hasretinle ağlı- yor), 8- Refik Persan - Mahur türkü (Te- peler tepeler), 9- Faize - Nihavent şarkı (Kiz şen geldin çırkışdın), 10 - Refik Per- san - Mahur şarkı (Kirpiğine sürme çek), 2130 Haftalık posta kutusu, 2145 Neşeli piâklar - R. 215) Müzik (Melodiler), 22 Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aş- kın), 1- Rudolf Nützalder Haydi bana bir hava daha çal, 2 - Fransız Lehar Çocuk prens operetinden vals, 3- Morart Re Ma- Jör divertimentodan Menüet dansı, 4- Em- merich Kalman Hollandalı kadın opere- tinden polpuri, 5- Pepi Müller La Paloma şarkısı üzerine potpari, 6- Ziehrer Viya- nalı küçük kız, 23 Son ajans haberleri, zi- raat, esham ve tebvlât, kambiyo - nukut borsası (fat), 2390 Müzik (Cazbang - Pİ), 2055 - M Yarınki program, BULMACAMIZ 1— LAyıkile - Fiat, 2 — Maruf futbol hakemlerimizden biri, 3 — Hiç biri - 4 — Kadar - Gemi demiri $ — Dört kere beş - Anlama. 4 — Başına «Me gelirse su halinde de- mektir » Hayvanatı ehliye ikametgâhı. 7 — Şetaretin başi - Rusya imparsto- | üni, — Kasabın sattığı - Emniyet etme. 9 — Sıçrayamaz. 10 — Miras - Bir nevi gazete yuzisı Yukandan aşağı: 1 — Haydudiar relsi, 2 — Mazhariyet. 3 — Bir cins balık - Taliket, 4 — Kisvenin başı - Köpek. Misafirhaneyi küşmd etiim, rgu - Facia. Tatvli etmek. «P, gelirse ayak makinesi demektir. 10 — Narli olurken - Son harfimizin okunuşu. Geçen bulmacamızın hall) Soldan sağa: l 1 — Mendil, Can, 2 — Aşırmak, Ye, 3 — Resa, Zarif, 4 — İkemetyeri, 5 — Parazit, 6 — Ed, Kesme, 7 'Tacidar, As, 8 — Bİ, Kes, İki, 9 — Ema, Fıra, 10 — Ringa, Anne. Yukandan aşağı: 1 — Marifetler, 2 — pr Düm tik, 5 — İm, Er, , Ra, | | Esire, memleketler: Seneliği 3800, altı aylığı 1900, $ç aylığı 1000 kuruştur, İ Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pal göndermek lâzımdır. 010 1052 va. 348 5291215 1550 İdarehane: Babıdlı civarı Acımusluk sokak No. 13 6458 813 1200 1335 2009 LEYLÂ ie 'Tetrika No, 53 MECNUN Yazan: İskender Fahreddin Fırat, bir aralık devesinin arkasından bir gölgenin süzülüp geçtiğin — Kırk yaşında iken yirmi iki ta- ne idi. Bu yıl ellinci yaşıma girdim. On tane daha aldım. Şimdi hepsi otuzu buldu. — Bunların hepsinden çocuğunuz var mı? — Elbette var, Çocuk doğurmıyan kadını boş yere besler miyim? Urman'ın merak ettiği bir nokta dnha vardı. Acaba Saadi'ler neden gülmüyorlârdı? Ve gülenlere neden düşman oluyorlardı? — Kabllenizin âdetleri arasında en çok göze çarpanı gülmemek me- selesidir, dedi, içinizden birisi gük mek ihtiyacını duyarsa ne yapar? Reis boynuzlu başını sallıyarak ce- vap verdi; — Birinin güldüğünü görürlerse derhal yakalayıp huzuruma getirir. ler. Ona niçin güldüğünü sorarım. Sebebini anladıktan sonra cellâdları- ma verir ve başını yere düşürürüm. — Gülmenin sebebi makul ise.. ye- rinde gülmüşse, affetmez misiniz? — Hayır. Eğer onu afledersem, s€- mavi bir felâket derhal başımıza çö- ker, Babümın zamânındanberi henüz hiç kimseyi affetmemişizdir. Bir kere babam bir kadını affetmiş. O gece gökyüzünden kabilemizin içine düşen bir yıldırım büyük yangınlar çıkarmış, Kabilemiz az kaldı mahvo- — Burası, bir geçid noktasıdır. Ge- Up geçen yolculardan gülen olursa ne yaparsınız? — Yurdumuza bir uğursuzluk çökmesin diye, adamlarım onü ne ya- Pip yapar öldürürler. Urman kaşlarını çattı: — Adamlarınıza bu gece faaliyete geçmemeleri için her halde şiddetli emirler vermiş olmalısınız! Reis gözlerini süzerek yavaş yâvaş başını salladı: — Siz de adamlarınızın gülmeme- leri ve âdetlerimize saygı gösterme- leri için kendilerini tenvir etmiş ok sanız gerektir! Urman; — Evet, dedi, ordum Iraktan müs zaffer olarak dönüyor. Fakat, bu ge- ce gülmemeğe çalışacaklar ve erken- den yatıp uyuyacaklar. Sonra - adamlarına duyurmadan - reisin kulağına eğildi: — Siz zeki bir adama benziyorsu- nuz! Sözüme inanmız: Dünyada gül meden ömrünü geçiren insan, yaşa- miyor demektir. — Bana kendimi inkâr mı ettire- ceksin? Ben pekâlâ yaşıyorum işte. — İnanmam. Eğer hakikaten doğ- duğun gündenberi gülmeden yaşi- yorsan, bu, yaşamak değil. kendi kabının içinde - mezarda yâşar gibi - işkence ve iztırap çekerek sürünmek demektir. Haydi, bana itiraf et, seyid! Ömründe bir kerecik olsun neşelenmedin mi? — Her çocuğumun dünyaya geli- şinde sevinir, neşelenirdim. — İyi ya. İnsan neşelendiği za- man güler. sen nasil oluyor da gül müyorsun? Reisin gözlerinin içinde ilk defa gizli bir tebessüm belirdi: — Siz geçici bir yolcusunuz! de- di, sizden saklamağa lüzum görmem. Ben, haremde istediğim gibi gülebi- lirim. Hele afyon çektiğim zaman... Fakat bunu size bir sır olarak söylü- yorum. Sakın başka birine açmayın! * Devecinin elini kim yakaladı? — Bu gece de bir şey beceremez- sen, bu iş için başka birini bulaca- ğım. — Bayır.. hayır.. bu işl benden başka birisi yapamaz, sittii Bu gece her şey bitecek. İncilerinizin yerini de- giştirmek zamânı geldi. — Pırat bugün çok neşelidir. Sebe- bini anlayabildin mi? — Evet. Rels hatırını sordu: «Oğ- Tum Can, seni çok beğenecek!» dedi. Zehra birdenbire sapsarı kesildi: — Sen nereden duydun bu sözleri? — O arada (Firat) ın arkâsında- ki develere yem veriyordum. famla işittim, Kula- i görür gibi oldu | Zehra kendi kendine mırıldandı; — Urman onu ilk gördüğü gün denberi gözüne kestirdi. Oğlunu bar hane ediyor. Bu kadar yakışıklı ve heybetli bir adam kendini unutur da oğluna cariye #ramağe kalkışır mı? Deveci başını uzattı: — Sen üzülme, sitti! Ben işimi bi. dirim. Urman'ın ondan başka hiç bir kızda gözü yok. Yalnız onunla meş- gul oluyor... Onun hatırım soruyor. Halbuki sen ondan çok daha güzel- sin! Nasıl oluyor da seni görmüyor? Zehra dişlerini gicırdatıyordu: — Reis, Fırat'ı kaçırdıklar; zaman oğluna beni seçmişti. Iraktan yola çıkarken de beni oğlu İle evlendire- ceğini söyledi. Fakat, bu kaltağın ar- kamızdan koşup gelmesi, tekrar rel- sin fikrini değiştirmesine sebep ol- du, O gelmeseydi, ben pekâlâ reisin Oğlu ile evlenecektim. — Gene onunla evleneceksin, sittif Merak etme... Bu gece saadetin ka pisi önündesin! Ben o kapıyı açaca- ğım.. sen İçeri gireceksin! — Talih bu gece bana gülerse, se- ni ihya ederim, Fırat kıyılarında yer- leşen Türklerin reisi çok zengin bir adammış. Onun gelini olduğum gün- den itibaren - eğer İstersen - seni de yanımda alıkoyar, seni de zengin yapmağa çalışırım. Bu gece, gülmesi. ni bilmiyen bü mahlüklar arasında yalmz benim yüzümü güldürmeğe çalışacaksın! Deveci başını eğerek çekildi. * Gecenin zifiri karanlığı içinde uçus şan nöbetçilerin gölgeleri zaman za- man uzayıp kısalıyordu. Herkes üy- kuya dalmıştı. (Fırat) ın yanıbaşında yatan bir cairyenin horultusu (Fırat) m uy- kusunu kaçırmıştı. Bir aralık yol ar- kadaşına seslendi: — Ayşe. Ayşe. beni rahatsız edi- yorsun! Sesini kes biraz. Ve kendi kendine güldü. — Ölüler insanın sesini duysalar bile cevap vermezler, Ayşenin uykusu çok ağırdı. (Fırat) homurdanıyordu: — Keşki ben de senin gibi uyuya- bilseydim! Gözlerimi bulutlara dik- tiğim azman uykum «açıyor. Yüzü- mü örtsem, terliyorum.. nefes alamı- yorum. sıcaktan bunalıyorum. Ba- zı kimseler başinı bir yere dayar de- yamaz uyurlar, Ah, ne olurdu, ben de onlar gibi olsaydı... Fırat zorla gözlerini kapadı. Kımıldamadan, söylenmeden uyu- mAğa karar verdi. Ertesi sabah çok erken kalkacak. Jardı (Firat) Oo gece bir kaç sast uyku uyumadan sabahı bulursa, deve fs- tünde çok rahatsız olacağını bili- yordu. Bir aralık devesinin arkasından bir gölgenin süzülüp geçtiğini görür gibi oldu. — Bu da bir hayalettir, dedi, göz- lerimi kaparsam, bir şey görmeden uyuyabilirim. Zehranın devecisi kirpi gibi kum- ların içine gömülerek, develerin boy» nunun altından sürünerek geçiyor- du. Nöbetçiler onu görseler de ses çi- karmıyorlardı. O çok kurmaz bir adamdı. Kendisini gören nöbetçilere; — Kamı acıkan develere yem veri- yorum. Bağırdıkları zaman Teis uyâ nıyor ve rahat uyuyamıyor. Diyordu. Devecller bu münasebet» le daimi bir hareket halinde her yere girip çıkıyorlardı. Zaten bunlar ya- bancı adamlar değildi. Ordu İle bir-, Mkte Fırat kıyılarına kadar gide ceklerdi. Zehranın devecisi ayni zamanda ufak tefek bir adamdı. Yere sindiği zaman, gölge yapmadan her köşeye kolayca sokulabiliyordu. Devecinin elinde bir kâç parça ha mur vardı. Develerden biri bağırmak istediği zaman, hemen bir hamur parçasını ağzına tıkıyor ve deveyi derhal susturuyordu.