0 UĞURLU EV Şakir gözlerile etrafı araştırarak Mlerliyordu. Birdenbire büyük bir köş- kün kapısında bir lâvha gördü: «Ki- ralık kat», Genç adam içinden: «Aci ba ucuz mu7s dedikten sonru kapıya yaklaştı, «Kiralık kat» kelimelerinin altındaki şu cümleyi okudu: «Gezmek isteyenler içindekilere müracaat edebilirler.» Delikanlı ka pıyı çaldı. Ona kapıyı yaşlı bir kadın açtı, Şakir: — Kiralık katı gezmek mümkün mü efendim?.. İhtiyar kadın nazik bir gülümse- me İle; — Tabii... Buyurunuz efendim... diye ona yol gösterdi. Burası eski fa- kat son derecede sanakârane bir tarz- da yapılmış bir köşktü. Tavanlar, kapılar, salonlar çok güzeldi. (Hele Şakir kiralık katı fevkalâde beğendi. Burası tamamile denize bakıyordu. Her taraf güneş içinde idi. Gayet gü- gel bir de hamamı vardı Yalnız genç adam kiralık kattaki güzel mobilyeleri görünce ihtiyar kadına sordu: — Galiba kiralık kattaki şimdi oturan kiracılar henüz çıkmamış- Jar... Eşyaları duruyor... İhtiyar kadın cevab verdi: — Onlar bizim e$yi Bu katı mobilyesile beraber kiraya veriyoruz... Şakir içinden: «Burası her halde benim tutamıyacağım kadar paha-, dır.» dedi, Evi, eşyayı pek ziyade beğenmişti amma, ne çare ki buru- nın kirasını vereceğine hiç ümidi yoktu. Nihayet ev sahibi kadına sordu: — Affedersiniz efendim... Buranın Kirası ne kadar?.. İhtiyar kadın'buna doğrudan doğ- ruya cevab vermedi, o da Şakire baş- ka bir şey sordu: — Siz kaç kişisiniz? Şakir: — Ben mi? dedi, ben tek başıma. > Hayatta kimsem yok... Bekârım ey sahibi o zaman kira olarak ga- yet ehemmiyetsiz bir para söyledi. Bu güzel dire için söylenilen kire © derece ucuzdu ki Şakir hayretler içinde (kalmıştı. Kendi kendine: Acaba bu kadın dell mi? Bu kadar güzel bir kat, hem de eşyaslle bera- ber bu derece ucuza kiralanır mı?» diyordu. Genç adam bu kelepürü kaçırma- mak için hemen cüzdanını çıkardı. İhtiyar kadına evin bir aylık kirası- ni verdi. Bundan sonra memnun bir tavırla: — Ben hemen yarın taşınmak ni- yetindeyim!.. diyerek kapıdan çıktı. ihtiyar kadın: — Bu eve taşınmanızda isabet et- tiniz. Burası çok uğurlu bir evdir. diyordu, Şakir hâlâ o kadar güzel bir yeri bu kadar ucuza kiraladığına inana- mıyordu. Aklına eski bir söz geldi: «<Pahalıdır vardır hikmeti, ucuzdur vardır illeti. ,.. Halbuki işte gayet güzel bir köşkün, en iyi katını derec” ucuza kiralıyordu. İhtiyar kadının o canım evi, son derece ucuza kendisine kiralamasına bir türlü akıl erdiremiyordu. Ertesi gönü evin konturat vesaire gibi işlerini tamamladı, Hemen yeni evine taşındı. Artık hayatından son derecede memnundu. Hakiki bir kelepüre kon- muşlu. Eve tâşındığının ertesi günü idi. Köşkün ihtiyar sahibinden başka bir de olüz iki, otuz üç yaşlarında oldukça çirkin bir kadın gördü. Bu da kimdi? Ihtiyar kadın onu «Meh- lika» diye çağırıyordu. Biraz sonra Mehlikanın, ihtiyar kadının kızı ol- duğunu anladı, Günler geçtikçe Mehlikarın haya- tına dair epey şeyler öğreniyordu. Mehlika şimdiye kadar evlenme» mişti, Hiç kısmeti çıkmarlıştı. Yaşı otuz iki, otuz üçü bulduğu halde an- nesinin evinde oturuyordu. Genç adam bazan kendi kendine düşünü- yor: —-Zayallı Mehlika, diyordu, bun- dan sonra da hiç kısmeti çıkacağa benzemiyor. Adam akıllı çirkin, son- Ta geçkin de... Parası filân da yok... Doğrusu ben kendi hesabıma böyle bir kızı almam... diyordu. sü son | Lâkin gün geçtikçe Şakir Mehlika hakkındaki fikirlerini değiştiriyordu. Bir kere bu son derecede hamarat bir kızdı. Evin içini gül gibi tutuyordu. Her taraf temizlikten pır pınl par- Uuyordu. Bonra Şakir ara sira Mehlikanın mutfakta gayet nefis yemekler pişir. diğini görüyordu. Bu yemeklere ba. karken bile uzun uzun yutkunmak- tan kendin! alamıyordu. Şakir bir kere terli terli denize gir- miş, hafif nezle olmuştu. O zaman ihtiyar ev sahibi kadın- Is kızı ona ne güzel bakmışlardı, He- le Mehlikanın kendi elile pişirip, bol imon sıktıktan sonra kendisine içir- diği çorbanın lezzeti hâlâ damağında İdi. Halbuki Şakir çorbayı hiç sev- mezdi. Mehlika ona çorbayı sevdir- mişti. Sonra o hasta yatarken bahçeden topladığı çiçekleri odasında, karyo- lasinın yanındaki küçük komedinin. üzerine koymuştu. Şakir uzaktan uzağa Mehlikanm hareketlerini, huylarını, tabiatlerini tedkik ediyor, onu #on derece iyi bir kız buluyordu. Sonra Mehlika fevkalâde kanaat- kârdı. Gayet iktisadia yaşamasını biliyordu. Iki üç ay geçtikten Sonra Şakir iyiden iyiye fikrini değiştirmeğe baş- lamıştı. Mehlikaya baktıkça kendi kendine: «Bu kızın nasil kısmeti çık- mamış?.. Neden Mehlikayı alan ol mamış?» diye düşünüyordu. Bir ara- lık Mehlika on on beş gün için Bur. sadaki teyzesine gitmişti. Onun evdeki yokluğu hemen ken. dini göstermişti. Mehlika varken köş- kün içi âdeta güler yüzlü bir insanı hatırlatıyordu. Halbuki o yokken her tarafa âde- ta bir kasvet çökmüştü. Hele Şaki. rin cani çok sıkılıyordu. Utanmasa ihtiyar ev sahibi kadına; — Mehlika ne zaman gelecek”. di- ye soracaktı. Bir akşam eve döndüğü zaman Mehlikayı gelmiş bulunca çok sevindi, O gece köşkün bahçesinde 'Mehlikanın yolunu bekledi. Onu gö- rTünce hemen yanına yaklaştı, Evve- 1â ehemmiyetsiz şeylerden bahsetti. ler. Sonra Şakir biraz daha açıldı. Mehlikâya evlenmek fikrinde olup olmadığım sordu. Mehlika senelerdenberi beklediği bu sual karşısında geri Gözlerini yere indirdi: — Benim gibi artık ihtiyarlamağa başlamış, hem de hiç güzel olmıyan bir kızı kim alır?.. deyince Şakir onun ellerini tuttu, Mehlika da genç ada- mın avuçlarından elini çekmedi. Hakikaten ev uğurlu idi. Hikmet Peridun Es ZAYİ — Berüseferden aldığım araba sf- rücülüğüne sid ehliyetimi ve beraberinde muayene cüzdanımı kaybettim. Yenilerini alacağımdan eskilerinin değeri yoktur. Seyyar araba sürücüsü Arif Çehre Türkiye Kadyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 1048 m. 182 Kc./5.120Kw. Radyosu TAÇ 1974m. 19195 Ke/s, 20 Kw. Ankara Radyosu TAP, Tom, Me5Kc./s. 20KG. TÜRKİYE SAATİLE Cuma 25/8/339 12,90: Program, 1335; Türk müziği -P), 13: Memleket sant ayan, ajans ve meteo- Toloji haberleri, 19,15 - 14; Miizik (karişik progrum - PL), 19: Program, 19,05: Müzik (Dans müz. Gi - PL), 1930: 'Türk muziği! Yasi he- yeti, 20,15: Konuşma, 2030: Memleket | saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: Türk muziği: Okuyan: Muzaffer İlkar. Çalanlar; Vecihe Daryal, Fahire Fersan, Refik Fersan, 1 — Rast peşrevi, 3 — Dede - Rast Kâr Natık - Rast geti- rip fendlle), 3 — Faik bey - Rast garkı - (Jaleler saçsını, 4 — Arif bey - Rast şarkı - (Vuslatından gayri el' çektim), 5 — Kanun taksim! 86 — Şükrü - Rast yarki - yn göğsüne koysam şu hum- me başı), Refik Fersan - Rast şar- LA in Suçum ey güller), $ — Mah- al Celâleddin paşa - Rast şarkı - (Fi neler gizlenmiş), 9 — Rast saz semaisi, 2130: Konuşma, 2148: plâklar » R. 21,50: Müzik: Riyasetirümhur bando su - Şef: İhsun Küneçr: 1 — G, Urbini - Marş, 2 — Felix Godin - Eylül Valsi, 3 — Giinka - Hayatım Çar için operasının üvertürü, 4 — A. Ozübulka - Kalb ve güller, 5 — Chopin - Chopliniana, 2240: Müzik (opera aryalari), 23: Son ajans haberleri, riraat, esim ve tahvilât, kam- biyo - nukud borsası (ist), 2320: Mü- zik (Cazband - Pi), 2345 - 24: Yarınki program. Avrupa istasyonları Sant 20 de Berlin 20 marşlar — Danzig 20 salon müzikası — Hambürg (20 Rossni'hin «Barbier de Seville. operası — Könlgaberg 20,15 piyano — Münih 20,20 orkestra — Prag 20,20 karışık muzika — Beromüster 20,55 dans -—- Bükreş 20,20 balet mual- kası — Hilversum 11 20555 orkestra ve pi- yano — North Reg. 20,30 konser — Sofya 20,19 Dünizetti'nin Lucla di Lemmermöör» Operası — Toulouse 20,45 salon mutikâs, Sant ide Berlin 2115 Johann Girauss oOkon- seri (orkestra) — Breslav 2145 büyük or- kestra — Frankfurt 2130 orkestra — Ko- Jonye 21,15 dans — Leipzig 21,15 konser — Aihlone 21,15 hafi! muzika — Bükreş 71 Verdi'nin «Rigolettor. operası ai — Laibash 2130 keman konseri 21,30 - 23,30 konser — Paris P. 7. T. 210: ” 2330 orkestra — Stokholm 21 Mascagni'nin Çim optram — Toulouse 2145 marş- i Saat 22 de Münih 22 marşlar — Stuttgart 22 gala konseri « Viyana 22 Alman - Bulgar mü- badele konseri Prag 2230 keman ve orkesirn — Budapeşte 2205 piyano — Plorans 22 orkestra — Hüversum 1 2210 orkestra — Laibach 22,5 orkestra — Mi- ano 32 salon muzlkası — Nis 2245 Faust konseri — Roma 22 hafif muz'ka, 2230 senfon. konser, Saat 23 de Berlin, Hamburg, Kolonya, Stuttgart 23,30 büyük orkestra — Breslav 2330 - 1 dans — Danzig, Viyana 23/30 - 1 hafif mu- zika ve dans — Franklurt, Leipzig 2330 - 1 hafif muzika — Königsberg 2330 -1 dans — Münih 2335 dans 23,15 koman — Budapeşte 23 dans — Floransa 23.20 dans — Hilversum J1 2310 piyano — Sofya 23 dans — Stokhold 23,15 hatit muzlka, Saat 2iden sonra Prag 24 Çek musikası — Budapeşte 24 — Londra 24.10 dans — Fatih sulh ceza mahkemesi zabit kâtib- lerinden Feyzi Yılmazın ilân tarihinden itibaren (5) gün içinde vazifesine devam etmediği takdirde müsta'fa addolunscağı adliye encümenince tensip kılınmıştır. ROMATİZMA - LUMBAGO - SİYATİK ARKA - BEL » DİZ - KALÇA AĞRILARI TESKİN ve İZALE EDER Sıhhiye Vekâletinin 9/10/935 tarih ve 4/93 numaralı ruhsatını haizdir. EVROZİ Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma “Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe alınabilir. | 2 — m. bre. hazır olalımlz diye LEYLÂ ie MECNUN Tefrika No. 41 Yazan: İskender Fahreddin Fırat, Tahiri kızdırmaktan çekindi: « İnsanlar, birbirlerinin kalblerini lerini fedakârlıkla kazanırlar» dedi Ruhların resmi geçidi | Fırat dalgın dalgın bakıyordu. İlkönce, gökyüzünde bir bulut belirdi. Fırat gözlerini bu kara buluta dik- miş, bakıyordu. Bu sırada şeyhin sesini duydu: — Dikkat et, Fırat! O gördüğün bulutun üzerinden ruhlar geçiyor. Bağdadın yıllarca yanıp tutuştuğu ve güzelliği hakkında şairlerin bin bir destan yazdığı Züleyhay: görüyor musun? Etrafında bir çok sefil ruh- Jar dolaşıyor. Hele bir bak onun yü- züne..! Fırat korku ve heyecan içinde tit- riyordu, Kulübenin önünde yapyalnız kalmıştı. Bulutların arasında .Uçu- şan birçok hayaletler gördü. — Evet... Ta kendisi, Züleyhayı çok iyi tanırım. Bir gece valinin sofrasın- da da bulunmuş ve şarkı söyliyerek raksetmişti. Fakat o hayatta iken ne kadar güzel, ne kadar sıcak kanlı ve sevimli bir kadındı. Şimdi, içi oyulmuş ve sönük iki gözle sürünerek çetin bif yoldan yürümeğe çalışıyor. Etrafındaki âşıklar ne kadar da sefil ve iğrenç mahlüklarmış... Tıpkı ken- disi gibi oyulmuş gözlerinin içinden mavi dumanlar saçarak, birbirinin Üstüne devrile devrile ilerliyorlar. Ön-" lerinde bütün dünya uzunluğunca | açılmış sonsuz bir yol var, Bu körler kafilesi acaba kaç asır, kaç bin yıl yürüyecekler? Bu yolun sonunu gö- ren ve bilen yok. Fırat biraz sonra Şeyh Abdüssame- din sesini duydu: — Şimdi, Bağdad camisinin avlu- sunda kimseye zarar vermeden yatan ve herkesin nefret ve istikrahla bak- tağı bir adamın ruhunu göreceksin! Fırat! Dikkat et... Onu sen de tanır- sın! Hani ya bir gün efendin bu ca- mide mevlüd okuttuğu zaman, siz de camie gitmiştiniz. O gün cami avlu- sundan geçerken, çiplak sırtını gü- neşe vermiş yatan fakir bir adam görmüş ve yanından atlayıp geçmiş. tin. İşte şmidi o adam geçiyor... Fırat şakaklarını uğuşturarak, tek- Tar gözlerini bulutlara dikti. — S'adan... Tâ kendisi, Üzerinde uçuşan bin bir sinekten birisi de be- nim elime konmuştu. Hatırılıyorum, O gün valiye: «Seyid, bu mülevves adamı buradan neden atmıyorlar?» demiştim. Vali sözümü duymamış olacak ki, cevap vermemişti, Ayağımı çıplak baldırına vurarak, kalabalıkta, üzerinden atlayıp geçmiştim. Evet... S'adan geçiyor şimdi. Nurdan teker- lekleri göz kamaştıran bir arabanın içinde, yine nurdan bir taht üzerine yaslanmış. Binlerce, yüz binlerce ruh- Yarın çektiği bu araba o kadar süratlı ilerliyor ki... Hedefine her halde çok çabuk varacak. O gün yüzüne bak- mağa iğrendiğim bu sefil adamın ne sevimli, ne güzel çehresi varmış. Göz- Jerinden dökülen kıvılcımlar birer yil diz olup göklere uçuyor. Parmakları- nin ucundan âkan şelâleler denizleri, nehirleri taşınıyor. Başının ucunda melekler uçuşuyor. Allahım, talihli bir kulunmuş bu adam! Fırat o kadar sersemlemiş, o derece kendinden geçmişti ki.. Abüssamedin sesini duymasaydı, kim bilir ne za- man uyanacaktı. Şeyh Abdüssamed: — Şimdi gözünün önünde bir bü- yük kuyu açılacak, dedi, burası ce- hennemden bir sahnedir, İşte zebâni- ler koşuşuyorlar.. Dünyadan gelecek bir yolcuyu kâarşılamağa hazırlanır yorlar, Fırat esniyerek tekrar gözlerini bü- Jutlara çevirdi: — Bu ne müthiş bir kuyu! Bütün kâinatın ateşleri burada yanıyor san. ki, Demek burası cehennemden bir sahne. Ya cehennem?... Kim bilir ne korkunç bir ateş diyarıdır. Zebanileri görüyorum... Ellerinde kıpkızıl ateş- ten yapılmış küreklerle, sütun hâlin. de yükselen kırmızı alevleri dağıtıyor- Jar, Kuyunun ağzında bekleşen bir takım korkunç mahlüklar var... Bun- ların sesini duyuyorum: «Hacesc e asiehieseş Anil yaka amme a şa bağrışıyorlar. . Demek ki, dünyadan ahrete yeni bir göç var. Gerçek, ge- genlerde Haccacın hasta olduğunu söylemişlerdi. Belki öldü. belkide ölmek üzere. Halbuki, yer yüzünde göz kamaştırıcı bir saltanat ve ihti. şam içinde yaşıyan, bir çok milletleri kılıçtan geçiren ve bir çok tahtlâr yı- kan, hanımanlar söndüren bu adam, öldükten sonra, demek ki, bu kuyuya atılacak?! Yer yüzünde yaşıyan in- sanlar bü esrar diyarına göçtükleri zaman ne kâdar da değişiyorlar, Ya» rabbi! Fırat bu sırada itidalini toplamağa çalışarak, Şeyh Abüssamede: — Ben de ne olacağımı, nereye âtı- lacağımı şimdiden görebilir miyim? Diye sormağa hazırlanırken, uzak. tan bir ses yükseldi: — Fırat... Neredesin? Koş... Sana diri bir ceylân getirdim. Fırat başını hurmalıklara - çevirdi ve sersem sersem etrafına bakındı: — Tahir avdan geliyor... Ve gözlerini uğuştururken, Şeyh Abüssamedin de eski yerinde oturdu- ğunu gördü. İhtiyar münzevi; — Haydi kızim! dedi, Tahiri kar- şıla! Dinimizde, bir kadının kocasi- na bürmet etmesi, yarı ibadet sayı- Tir. O gün Fırat, Tahirle ilk defa baş- başa konuşuyordu: * — Bu ceylüna iki ok attım, vura- madım. Arkasından koştum. Boynuz- Jarı iki ağaç dalına takıldı. Yetiştim, yakaldım. İşte sana güzel, sevimli bir arkadaş. — Pakat ne kadar ürkek bir hay- van bu. Başkalarına zarar vermiyen insanlar da başkalarından 2ârar gör- memek için, tıpkı bunun gibi ürkek ve çekingen oluyorlar, — Büyük babamla neler konuştu- nuz? Mutlaka sana da âhretten, ruh- lardan, cennet ve cehennemden bah- setmiştir... — Evet, Fakat, sade bu mevzular Üzerinde konuşmadık. Büyük baban çok uyanık, çok duygulu bir adam, Bana hurma dalları üzerinde eşlerile cmıldaşan kuşlardan, gökteki yıldız- lardan, aydan ve güneşten de bah- setti, Çok seviyorum bu İhtiyar adâ- mi, — Ne mutlu ona. Ben de onun gibi sevilsem, ömrümün yarısını bağışlar» dım sana! Fırat gülümsedi. Tahir tok sözlü bir adamdı. Onâ menfi cevap vermek, kendisinden ha- karet görmeğe hazırlanmak demekti, birbirlerinin kalblerini zamanla ve fedakârlıklarla kazanır- lar, dedi, şu ceylânın bile bize ısınma- si bir zaman meselesidir. Hele bir bak ona... Bizden kaçmak için nasl fırsat kolluyor. "Tahir, Fıratın okşadığı ceylânı kıs- kanir bir tavırla yerinden fırladı... Ve hayvanı ince boynuzlarından tw- tarak savurdu: — Yere vurüyım mi onu şimdi? Pirat yalvardı: — Yapma Tahir! O zavallı bir mah İüktur. Sen ona nisbetle çok kuvvet- Misin! Zalimler, öbür dünyada çok ağır cezalara çarpılıyorlar. Yazık de- ğil mi? Sen de yarın (Haccacı zalim) in gireceği kuyuya atılıp yanarsın! — Haccâcın öbür dünyada nasl yaşayacağını kim bilir? Bu dünyada insan ne yaparsa yanına kâr kalı- yor. Seni buraya kaçırmasaydım, abdal gibi, başkâsına kaptırıp arkân- dan bakacak değil miydim? Cesaret gösterdim.. atıldım. Seni Urman gibi bir tanınmış muharibin elinden ak dım. Bana boyun eğersen, rahat edersin! Dikkafalılık gösterirsen, se- ni bir paçavra gibi avucumun içinde, kollarımın arasında sıkıp sıkıp yere vurur, ezerim. — Söylediklerinin hepsini yapabi. lirsin Tahir! Benden kuvvetiisin! Cey» lândan kuvveliisin. Fakat, unutma ki, günün birinde karşına senden kuw iii de gi ie ve). yi ii e ear