“POLİTİKA ————— şa Sovyet - Alman münasebatı Almanya İle Rusya umumi harpte biribirinin can düşmanı idiler. Bol- şevik inkılâbından sonra yeni Rusya Almanya ile sulh akiletmişti, Fakat bu sulh daha ziyade Almanyanın zoru ile olduğundan çok devam etmedi. Lâkin harbin sonunda Almanya mağlüp olup Sovyet Rusyası da Garp devletleri ta- rafından tecrid edildiğinden her iki memleket 1922 senesinde Rapallo'da im- zaladıkları bir munhede ile kati oloruk anlaşmışlardı. Hiç bir zaman biribrine tecavüzde bulunmamayı, iktisadi cihetten birlikte çalışmağı ve biribirini ta- mamlamağı taahhüd etmişlerdi, Bu misak, Hitler Almanyanın devlet şefi oluncaya kadar Almanya ile Sovyetler Birliği arasında sıkı dostluk ve geniş iktisadi münasebat tesis etmişti, Lâkin Hitler komünistliğe ve milliyetçi olmıyan unsurlara karşı biaman mücadele açarak Almanyanın mukadderatına hâkim olduktan sonra Rusya ile Almanyanın arası soğudu, İspanya harbinde büsbütün açıldı. İki devlet aradaki iktisadi münasebat asgari hadde inmişti. Şu kadar var ki, İspanya meselesi bertaraf olup üçüncü enternasyonal! Almanyanın dahili ve harici si- yaseti için bir tehlike olmaktan çıktıktan sonra arada belli başlı husumet ve münaferet sebebi kalmamıştı. Diğer taraftan bütün Avrupa devletleri siyasi akide ve rejimlere bakmayıp kendilerine müzahir ve yardımcı aramağa ko- yulduklarından her tarafta Sovyetlere büyük ehemmiyet İngiltere ile Fransa dört ay müzakerede verilmiştir. bulunarak Sovyetler ile siyasi ci- hetten anlaşmağa çalışmışlardı. Daha sonra siyasi müzakereleri bırakarak askeri temaslara başlamışlardı. Almanya dahi Rusya ile eski iktisadi münasebatını canlandırmak Moskovada müzakerede bulunmuştur. İl Bu müzakerenin neticesi olarak her iki memleket üralarındaki iktisadi münasebetleri arttırmağa ve biri sanayi ve diğeri ham maddesile biribirini tamamlamağa muvaffak olmuşlardır. İkti- sadi münasebatın salâhı siyasi havayı da iyileştirdiğinden şimdi her iki devlet | meyilli bir ademi tecavüz misakı akdine kârar vermişler ve bü suretle Rapollo mua- hedesini canlandırmışlardır. Bu yeni muahede, hiç şüphe yok ki, Avrupanın umumi siyasetinde bir dönüm noktasıdır. Avrupada Rusya - Fransa münasebetlerine, Polonyanın va- ziyetine, ve hattâ Uzak Şarkta Japonya - Rusya, Japonya - İngiltere münase- betlerine tesir icra etmekten hali kalmıyacaktır, Bunun neticeleri yakın za- manda görülecektir. Bugüne kadar, yeryüzünün bütün hastanelerinde, operatörler, doktor- Jar, hastabakıcılar beyaz giyerlerdi. Ameliyathanelerde gömlekler beyaz, yüze tutulan yaşmaklar beyaz, kau- çuk ayakkaplar beyaz, hattâ hasta- ya narkoz verilirken burnuna yapış- tarılan tampon beyaz, yüzüne örtülen H Bay Malcolm Campbell geçen sene kano otomobili ile saatte 214 kilo- metre hızla yol aldı ve su üstünde ci- han rekordmeni oldu. Bu zat geçen gün yeni bir tecrübe yaptı ve kendi rekorunu kırdı. Bu s&- fer saatte 228 kilometre hızla gitti. Bay Campbell, bir kaç zaman son- ra bir tecrübe daha yapacaktır. Saat- Beyaz yeri AKŞAM Pı ne yeşil bez beyazdı. İngilizler beyazdan vazgeçiyorlar. Bir İngiliz tıb mecmuası Londra hastanelerinden birinde yeni bir tec- rübe yapılacağını yazıyor: Bu hasta- İ nenin operatörleri, doktorları, has- tabakıcıları yeşil giyeceklermiş. Fena değil, yeşil ümid rengidir. A te 240 kilometre süratle yol alabile- ceğini ümid ediyor. Bu münasebetle i dünya sürat rekorlarını yazıyoruz: Tayyare: 755 Km. 110 - Olomobil; 575 Km. 3i4 - Motosiklet: 279 Km. 503 - Kano otomobil; Km. 228 - Bisik- let: 122 Km. Ti - Yaya koşu: 19 Km, 210. Öten Soba bacası şapka, kule şapka, killâh şapka, püsküllü fes şapka, yağ- van şapka, dik şapka, sarık şapka, avuç içi kadar şapka, türlü türlü şap- kalardan sonra bir de «öten şapka» çıktı, Tabii kadın şapkalarından bahse- diyoruz. Zevksizlik ve münasebetsiz- lik modeli ne kadar biçim varsa ka- GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ şapka dınların başlarında görüyoruz, şimdi de öten şapkalar göreceğiz. Zürih sergisinde teşhir edilen bu şapkaların tepesinde kadifeden ya- pılmış bir kafes, bu kafestede ka- narye, billbül veya sevda kuşu var- maş!.. Eğer bu şapka modası buraya g€- Hirse muhakkak Bakırköy hastanesi sakinleri arasında çok revaç bulur!.. Antropoloji nedir? 18 Eylülde Dolmabahçe sarayında bey. Belmilel antropoloji ve preistorik arkeoloji kongresi toplanacağı bildiriliyor. Bu kelimeler sik sık geçmekle ve yeni nesil tarafindan beraber, tahsilini eski mekteplerde yapmış ve türkçeden gayri dil bilmiyen hemşehrile- rimizcş anlaşılamamaktadır. “ bi Antropoloji grekçe «insan» demek olan «üntropog> ve esöz. mânasına gelen «logos» kelimelerinden gelme bir tabirdir. Hayvan serisi içinde insani tedkik eden #limdir. Zooloji hayvanları ne şekilde mü- talâa ederse, antropoloji de insanlar üzerinde ayn! tedkiketı yapar. Bir telâk- kiye göre de «insanlık ilmi» dir. Diğer biz izah şudur: «Heyeti umumiyesi içinde İn- #an nevinin, teferrüatının ve tabiatle in- sanı münasabatının #edkikidir. Hülâsa antzopoloji, programı gayet geniş olan, beşeriyetin mazisini ve hali hazırını mü- talâa eden ilimdir. Mazide hakiki bir antropoloji yoktu. Eskiler tek gözlü, ayakları arkaya çevrik, başsız, gözleri omuzlarının üzerinde in- sanların mevcudiyetini tasavvur oderler- di. Bu ilim on sekizinci asırda zuhur et- miştir, Âlim Linne, insan nev'inin tablat ortasındaki mevkiini tayin için uğraş mıştır. Camper, çene kısmının alın hiza- sından İleriye doğru fırlamasını muhte- Mf ırkları biribirlerinden ayıran hususiyet, olarak görmüş, yüz zaviyesini ölçmeği düşünmüştür. , Buffon insan tarihi tabilsini mütaldaya girişti, Blumenbach insanlık heyeti umu- beş ırka ayırdı. 1840 du Pariste ethnologigua kuruldu. İki sense sonra «Insanın tarihi tablisi, eserini neş- retti. 1845 de Andrew, Retzlus, ırklara nazaran kafa tası şeklinin değiştiğini gösterdi. Fakat bunlar henüz noksan ve- salke dayanan tetebbulardı. Yavaş yavaş müzeler ve Üniversite kör- süleri kuruldu. Antropoloji ismini *Ik icad eden de 1855 de A. Güalrefage olmuştur. Bu imi ha- kiki ilm haline sokan da odur. 1859 da insanı muhtelif vechelerden tedkik eden âlimlerin cemiyeti kuruldu. Perthes, Lartet gibi âlimler de bu ilmi bugünkü şekline yükselten şahsiyetlerdir. Bugünkü günde antropoloji insanların yalnız zahiri şekillerini değil, zekâ töm- hürlerini de tedkik eden bir bilgi halini Almıştır. Muhtelif yemi (htiva eder. ” Prelstorik; «kablettarihie demektir. Ta- rihço malüm devirlere tekaddüm eden hâ- diseler üzerinde mesai sarfeder, Arkeoloji eski devirlerin Abide ve san- Btlerini tedkik eden ilimdir. Ingiltere ve ingilizler: 13 İskoçya ve Irlanda müstesna, asıl İngilterede köy denilen şey bizimki- lerden hattâ Fransızlarınkinden kadır. Arazi ekseriyetle büyük ve bü- yük ellerdedir, Köylü daha ziyade top- rak amelesi ve küçük sanat sahibidir, eğer civarında kömür madeni ve baş- ka sanayi merkezi varsa orada da ameledir, Yani daha ziyade sanayi ve ticaret memleketidir. Ve İngilteredeki istikrar Fransadaki gibi hakiki bir çifçi unsurunun sırtına dayanmâz, onu halkın mizacında ve siyasi terbi- yesinde aramalı, Fakat bu bambaşka bir meseledir, 1925. Bahçe ortasındaki bir katlı ahşap ev dörder kilometre mesafede iki kasabafın tam ortasındadır. Kış- tır, Nihayetsiz yağmur ve rütubet, Ocağında dalma yanan maden kö- mürüne yalnız sicaklığı için değil verdiği zevk için de minnettarız. Sis hafif olduğu zaman manzara çok güzeldir. Solda çam ormanları, sağda küçük tepelere götüren tatlı yollar, önümüzdeki tar- laların sonunda gene yol, yolun ar- kasında gene meyilli bir araziden son- ra gelen İngilterenin hem tarihi hem de güzelliği ile meşhur Chilterm sırt- Yarı, Yeşil, yeşil, bu zümrüd saha or- tasında yol sırlı gümüş yaldızlı uzun bir yılana benzer. Hepsinin üstünde hemen daimi kurşuni, ıslak bir hava perdesi, Perdenin şeffaftyetine göre tarlada gezinen tek tük köylü, yoldan uçup giden kırmızı ve yeşil ominbüs- ler görünür. Ominbüs ve otomobil mo törü İle hayvanını sürerken köylünün çıkardığı kalın, gırtlaktan gelen bir «ohoy»sdan başka ses işitilmez. Köşede nalband, aktar dükkânı in giliz köylülerinin karanlık sessiz kü- çük meyhanesi, sağda komşulâr küçük bir çifliğin yerli sahipleri; solda kom- şu hayatlarını topraklan o çıkarmak için model bir çiflik kurmağa çalışan üç çocuklu, Londralı bir çift, Koca, Oxford'lu, kadının ailesi Mayfair”. de (1) konağı, eyalette muazzam bir şatosu olan İngiltrenin en büyük isim- İ lerinden birini taşıyan aristokrattır. | Bir kısımı hâlâ zengin, bir kısmı fuka- ra, bir kısmının edebiyat âleminde, bir kısmının af yarışlarında, kumar oyn- yan miras yediler âleminde, nam ve Şa» nı vardır, Boyu en uzun İngiliz erkeği kadar, kalçaları gar, omuzları geniş, yanak kemikleri. çıkık, dudakları lâl, rengi gül yaprağı gibi, saçları altın, İ gözleri ayrık ve mavi... Hülâsa eski bir İ İngiliz masalı resimlerindeki prenses- lere model olabilir. Ayaklarında uzun çizme, sırtında bir muşamba, bütün gün ardarın, tavuk kümeslerinin et- rafında dolaşır. Sık görüşürüz. Geç vakıt bazen gelir, ocağa çizmelerini uzatır, başmı kollarının üstüne kor, uza- nır. Buckinghamshiren'in çok koyu ve gırtlaktan gelen garip şivesine onun âzicık uzatarak konuştuğu te- miz ve klâsik İngilizcesi hoş bir tezad yapar. Sadece Monie dediğimiz bu kadın bu saatlerde hiç günlük meşgalesinden bahsetmez, esasen İngilize göre mes- lek! meşgaleden bahsedene «Dükkân konuşuyor» derler. Bu tabir bence, yalnız para getiren maddi şeylerden bahsedenler! kasdeder. Monle tiyatro ve edebiyata çok düşkündür. Ailesinde meşhur bir romancı bulunmasının belki buna tesiri olmuştur, belki de arada bir hafta sonu gittiği Mayfair muhitindeki umumiyetle sağa doğru müharrir ve gazetevi unsurları da bu merakını arttırmıştır. Kuvvetli mu- hafazakâr bilhassa Buldrin taraftarı- dır. Bata çıka geçtiğimiz tarlalarda ka- an gövdeli, kalın boyunlu köylülerle selâmlaşırız. Azıcık mahcupturlar, Konuştukları şey umumiyetle «Fine weather. yani «İyi havasya inhisar eden bir cümledir. İngilize fena hava dedirtmek için gökten -kendi tabirle- rince- kedi köpek yağmalıdır. Araların- da daha uzun konuştuğumuz, ahbap- de dostluk ettiğim, çekingen, kurnaz, az söyler, her cümlesi kendi hayat fel- sefesin! ifade eden toprağa bağlı Ana- dolulunun bilhassa dağlık ve yaylâ tipini çok hatırlatıyor. Kavgaya zor giren, girdiği zaman sonuna kadar dayanan, çok güç emniyet eden, emni. öyde ev ve komşular > | HALİDE EDİB | yet ettiği zaman ölüme sizinle beraber giden örnek! İstıtrad: Her İngiliz mutlak havadan bahse- der. Bahsederken, zannedersem, ya hud yanılmıyorsam hava bugün iyi ya- hud fena olacak? der. Bu, zanneder- sem, yanılmıyorsam, tabirini en ehem- miyetsizinden en ehemmiyetli iddinla- rında da kullanırlar, Havadan bahse- diş galiba ister islemez İngilterede onun tesiri altında olmaktan ileri ge- iyor. Cümlelerindeki ihtiraz kayıdla- rı ise kafalarında vuzuhsuzluktan, de- Zil hususi hayatlarında sükünu, ahen- gi sevdiklerinden, çalım, iddia, yük- sekten atanları kuvvetsiz, anormal addettiklerinden ileri geliyor zanno- diyorum. Her İngilizin evi kendi malikânesi- dir, diye bir darbı meselleri vardır. Bu tabiri ferdin manevi malikânesine ya- ni kafasına ve kalbine de teşmil ede- bilirsiniz. Hava bahsi bu malikânenin kapı eşiğidir. Kimse kimseye şahsi sual sormaz. Fakat ahbap olursa ken- diliğinden size kale kapılarını açar, Tarlada bir selâmla geçen başı önün- de köylü meyhanede size kendi kade- hinden bira ikram eder, iş daha faz- la azarsa etrafınızda elele verip For he İs a jolliy good fellow (2)» tür- küsünü söylerler. Ondan sonra bulun- duğunuz muhitin dostusunuz. Esasen İngiliz, eski Türklerden ve bugünkü Amerikalılardan sonra en çok evine misafir davet eder. Bilhassa yemeğe. Madam Pugh bu evde bekçi imiş, onu hizmetçi, daha doğrusu (yardım) olarak tuttuk. Çünkü son zamanlar. da hizmetçi tabiri (help) yani yar- dımcı tabirine inkılâp ediyor . Bu da galiba yavaş fakat mütemadi olan içtima! bir tesviyenin zâhiri alâmeti- dir. Kocası mister Pugh Singapurda oturmuş bir memur tekaüdüdür, Âll. dir. Boğaz tokluğuna bahçıvanlık eder, Kadının fazla hissi romanlara ve mütemadiyen çay içmeğe merakı vardır. Galiba İngilizin herhangi si- kıntı ve felâketini giderecek en bü- yük deva çaydır. Beni yorgun gör- düğü an sesinde sual işareti ile hemen «a cup of tea m'am? (3). der. Karşımızda içinde bir mektep olan Manor House vardır. Bu mektebi eski dostum İzabel Fray tesis etmiştir. Esasen bu köye kısmen sakin ve ucuz, kısmen de ona yakın olduğu için gel- dim. Bu kadının evvelce de hayatını, varını yoğunu içtimal hizmetlere vak» fetmiş olduğunu söylemiştim. En çok salâhiyet ve kabiliyetle tahsil işini ya- par, Bu hususi mektebi, muayyen bir terbiye görüşü ifade ettiği için kısaca tarif edeceğim. Müessesenin maksadı. nı ve tarzını İzabel Fray'in eski mek- tuplarının birinden alarak hülâsa ede- ceğim. Meali şudur: «Herkes kendi işini kendi görebilme- li hattâ herkes imkân dairesinde her işi biraz başarmalı. Bilhassa toprak, hayvanla iştigal eden insanlara sıhhat ve anlayış, verir, maddi ve manevi mü- vazene tesis eder. İngilterede hayatı bu bakımdan anlayışa en çok muhtaç aristokratlar ve zenginlerdir.» Mektepte yaşları on beş ile yirmi beş arasında otuz küsür kız, beş altı tane de beş ile on yaş arasında kiz ve erkek çocuk vardır. Küçük çocuk alın- manın sebebi daha ziyade talebeye yalnız hayvan yavruları değil insan yavruları hakkında da fikir vermek, onlara bakmağı öğretmektir, İngilterede resmi maarif hâlâ baş- ka memleketlere nazaran çok başka ve mürekkep olmakla beraber resmi tahsil günden güne, muhtelif kanun- larla vahdete doğru gitmektedir. Hu- susi mektepler ananelerine, usulleri- ne âdeta esir olan resmi tahsilin ha- ricinde birer tecrübe sahası teşkil ediyor. Fakat bu tecrübe unsuruna rağmen hattâ İzabel Fray'in pek hu- susi mektebinde bile milli vahdeti da- ha derinleştiren bir taraf vardır. Me selâ, aristokrata çifçi ve münevver bir tabakanın hayat tarzını, alâkalarını öğretmekle biraz sınıflar arasındaki boşluğu doldurmuş oluyor, Saat dokuza kadar bahçede talebe başında kırmızı mendil bağlı, ayakla rında çizme, arkalarında âmele esva- ba, ellerinde kova, çapa ve saire hakiki çittçi evlâdı gibi çalışır. At timar eder, süt sağar, süthanede çalışır, sebze bahçesinde, arılar, tavuklar arasında lâzım gelen vazifeyi görür, zemani- na göre çapa vurur, ot keser... Ondan on ikiye kadar ders vardır. Mektebin bütün işini hizmetçilerle beraber talebe görür. Sofralarında aş- çı da herhangi bir hoca gibi yer işgal eder. Yemek salonunun duvarları ta- vanı tâ Mısırdan başlıyarak bugüne kadar gelen medeniyetlerin kısa tarif- leri, resimleri ve tarihlerile doludur. Yemek, kalorisi hesap edilmiş, basit İngiliz usulünde, meyvası boldur. Sof- ra konuşma ve münakaşa yeridir. Bu salon ayda birkaç defa konfe- rans, könser verilen, yerli danslar oy- nanan, yerli türküler söylenen bir yer- dir, Kendileri tiyatro verdiği zaman İngilterenin tanınmış simalarını gö- rürsünüz. Konferans verene mevzuu ne olursa olsun «Lütfen mevzuunuzu fazla basitleştirmeyiniz» derler. Bu usulün iyi netice verdiğine dikkat et- tim. Çünkü aralarında yaş farkına rağmen bir arkadaş ve dost gibi tanı- dığım genç kızların kafalarını çok olgun, çok müstakil muhakemeli ve vazıh düşünceli buldum. * Öğleden sonra evvelâ ders, sonra gene açık hava faaliyeti başlar. Altı buçukta çay ve yemek beraber olarak akşam yemeği yenir. İngilizler buna (High Tea) yani yüksek çay derler, halk umumiyetle çayla akşam yeme- ğini birleştirir. Yemekten sonra talebe İzabel Pray- in odasında toplanır, Azami on daki- ka, asgari beş dakika süren mutlak İngilizcenin şah eserlerinden seçilmiş bir parça okur. Beş dakika hepsi bir. den süküt eder. Talebe kalkar gider yatar. Kıraatların birçoğunda büu- lundum, ahlâk, içtimai tesanüd, sevgi ve bazen inkılâp ve çok hususi cere- yanları ifade eden parçalar işittim, hiğ bir zaman İncilden bir parça okunmu- yordu. Ve mektebin bu bir nevi (lâik) içtima? merasimi idi. Pazar günleri hiç dini âyin yoktu, talebe kendi mez- hebine göre civar kiliselerden biring gitmeğte mezundu. Mekitebe gelen misafirler arasında çok bizi alâkadar eden ilim kafaları, muayyen iktisadi sistemlere merak sarmış adamlar vesaire vardı, Darwin'. in torunu sık gelenler arasındaydı. Kısmen şahsi dostluktan, kısmen de mektebin çok bariz bir ısrarla talebede İlim zihniyeti yapmak istemesinden ileri geliyordu. 'Talebeyi bilhassa İngiltere haricin. deki ceröyan ve hayatla alâkadar et- meğe çalışıyorlardı. Bu kısmen İngil- “terede bu cereyanın arttığı, yani İn- gilizin de dünyadan ayrı, yalnız ken- di menfaat ve ülkelerini istihdaf eden bir hayat yaşamas: günleri geçtiği için, kısmen İzabel Fray'in geniş düşünce. H ve eldden fikir seviyesi yüksek bir muhiti temsil ettiği için. Bu cereya- nın çok arttığına İzabel Fray'in mu- hitinin haricinde de şahid oldum. Bil- hassa 1909 ve 1911 de gördüğüm İn- giltere ile 1926 dan 1930 a kadar için- de kaldığım, ondan sonra her sene kü tüphanelerinde çalışmak, eski dostları görmek için gittiğim İngiltere arasın- da bu bakımdan çok büyük bir fark gördüm. Misalimi Oxford'dan alaca» ğım. Oxford da Dean Fisher'in evinde 1930 da yemek yiyordum. Sol tarafım- da o sene üniversiteyi bitirmiş bir genç oturuyordu. Ailesi Mısırda yaşamış- tı Orada ne yaplıklarını bilmiyorum herhalde tavrından aristokrat yahud büyük memur olduklarını anladım. Bu genç bana Arapların bilhassa halk olarak hayat tarzlarını, yeni milli c- reyanlarını büyük bir vuzuhla anlat- tı, Dikkatimi celbeden şey bu teğkik ve anlayıştan ziyade gencin Şarklıya xe bilhassa renklisine karşı eski İngi- lizin yukardan bakan zihniyetinden tas mamen uzaklaşmış olmasıydı. Niha- yet kendimi tutamadım, ailesinin onun Arapların halk tabakasının arasında dolaşmasını nasıl telâkki ettiklerini (Devamı 7 net sahifede) 7 (1) Londrada aristokrat ve zengilerim mahallesi. (3) Çünrü o iyi ve şen bir heriftüne (3) Bir fincan çay? k € ;