— Kardeşim, korkarım ki size tam vaktinde bir arda bulunamıyorum. Pikrimce evlâdınız pek fena bir yola sapmıştır. Sizin yerinizde olsam onu eki wlahhanelerin şeralti İçinde hapseder, kendisine göz kulak olur- dum. Hattâ mümkünse gayet sert bir Avrupa mektebine gönderiniz. Çünkü wlahhane bizde yok, onlarda var, Hülâsa, ne yaparsanız yapınız; cürüm İşliyerek mahküm olmasına meydan vermeyin Bu cümleler, meşhur doktorlardan Necati Pertevin beyninde müthiş uğultular hasü etti, Bir koltuğa yı- gıkaıştı. Birkaç saat evvel cereyan eden vakayı gözlerinin önünde deh- şetle tecessüm ettiriyordu. Emniyet meşgul memurlardan bir zat onu hus rette ziyaret etmiş, İşte bu sözleri söylemişti, Oğin zaten k cürümler i yüksek su- m ufak tefek : pek unuz kötü ah- niyetin şüp- Her tür uyuştu. lr çete var | ha- Bu me darı şüpheleniyoru: bey b haydudlarla lık ed r değildir Fakat bu, sadece cemdir, Mahkem bilemem, İşte bunun içir zim, oğlunuza sahib ol müddet hürriyetini nezedin. yere çıkmasına meydan Henüz on sekizinde bulun istediğiniz şekilde vasiliğinizi icra edebilirsiniz. Bunun ne gibi kanun şekilleri olduğuna dair size malümât veririm. Necati Pertevin dudakları titre. mişti, Verecek cevab bulamamıştı. Misafiri şöyle söyliyerek ondan ay rildı: Kö üne sürüklen r ki azi. Velev bir Orta —. Heyecana kapılmayınız dos tum... Sükünetle düşününüz. Ne su- retle hareket edeceğinizi kararlaşli- rasınız diye bu işi bir müddel sürün- cemede bırakabilirim, Doktor, bu muhaverenin cereyan ettiği muayenehanesinden evine ağır adımlarla döndü. Ah halbuki ne mesuddu. Yaşının rakamları hayli ilerlemiş olduğu- halde kendini pek genç bhissedi- yordu. Zekâsı, ince ve adaleli vücu- dü, siyah sık saçları İle mağrurdu. Fakat işte üzerine birdenbire yığılan bu felâket yüzünden kendini şu da- kikada pek çökmüş, ihtiyarlamış his- sediyordu. Evde de başını elleri içine alıp dü- şündü, düşündü. Büyük oğlu Lütf.- nin askere gitmesindenberi evi bom- boş gibiydi. İkinci oğlu Bedri ise fe nalığa meyletmişti. Çekingen bir ha- H vardı. İnsanın gözlerinin içine doğ- Tu bakamıyor, nazarları kaçıyordu. Belliydi ki gayri tabii bir şeyler ya- pıyor Ah evet, vaktile dikkatli olmal, oğlunu kontrol etmeliydi. Fakat in- san öz evlâdından şüphelenemiyor ki... Bilhassa doktorun Bedriyi sev- diği tarzda muhabbet besliyecek olursa. Necati Pertev mazisini biran dü- şündü ve kendi kendine acıdı, Bütün gençliğini, orta yaşlılığını allesi için çalışmakla ogeçirmişti. Gayet güzel bir ev muhiti yaratmış, muntazam ve hoş bir hayat temin etmişti. Da. ha da yapacaktı. Evlâdları için bü- tün büyük kapılarını açık bulundu. racaktı. Bizzat o, taşralı fakir bir aâllenin evlâdı olduğu hlade hayat- ta bu derece muvaffak olmuştu da kendi çocukları niçin daha yüksek- lere erişemesin. Para, şöhret, içti- mal mevki, hepsini hepsini, yavru- ları için temin etmiş bulunuyordu Bu gayeler için birçok mahrumiyet lere katlanmış, kendini gece gündüz tedkiklere, oku lara hasretimişti Halbuki oğlu Bedri bumları babası- Dın bir mecburiyeti gibi tellkki edi. yordu, En 'ufak bir kaprisi yerine getiril- mese derhal köpürüyor, küplere bi hiyor, ne yapıp yapıp arzusunu yap- ağa uğraşıyordu. | da söylenen nobran, ? Haylaz oğul... Zavallı baba: «— Onun bu kötü huyunu çoktan- dır baltalamalıydım!» diye düşündü. Fena halde kızdı. Fakat aczini his- setti. Çok seneler evvel ölen Zevce sine karşı kalbinde bir kin duydu. Ni- çin vazifesini tamamlamadan bu dün- yadan çekilip gitmişti? Ah, annesiz evlâdları büyütmek pek güç oluyor. Bilhassa mesleğinin esareti altındaki babalar için... Ağabeysinin baskısı altındanda kurtulduktan sonra, Bedri hemen her- gün evden kaçmağa, ala istediği yerlerde dolaşı tı. Meğer kabarelere, di na dadanmış, oranın muhitinde ve şirin bir genç şahsiyet telâkki edi- yüz buldukça bulmuş. Yavaş'ya- haberler babasının kulağına eğe başladı. Baba tarafından azarlar, paylar... Oğlan tarafından şin mukabele. açt Canının canı, kanının kanı olan bu artık utanıyordu. İkisi de bi- ini düşman sayıyorlardı, “Git- kabahatları bir kere, i, Fakat şimdi? Ne yap- ıydı? Necati, evlâdının kendine ba- kan gözlerinde birkaç kere kin ışttısı bile farketmişti, Bunu düşür ler iki tarafın arasın nalaşıyordu. Demek ki, onu ikaz eden | polis âmiri dostu kalbi su haklıydı. Doktor, ak başını kaldırdı. Kara- rı vermişti. Kaşları azımla çatıldı Hayır, oğlunu adaletin per kaçırmıyâcaktı. Kabahat sini da çeksin. O yükür Tek adam olsun... Şayed olacağı var- sa... çesinden neyse ceza- Üzerine hiddet basıyordu. Çekmesi- ni o derece şiddetle açlı ki, çekme ye- rinden yuvasından çıkarak, büyük bir gürültü ile yere düştü. Kâğıdlar sağa sola yayıldı. Doktor bu avareliğinden olayı ken- di kendine bir küfür savurduktar son ra yere yayılan kâğıdları topladı. İç de bir çok zarflar, kâğıdlar ve bir de kendi t ismine yollanm dı. Bu mektup açılımamıştı. Hâlâ ol- | duğu gibi kapalı duruyordu, Hattı dest, dört sene evvel vefat eden zevce sinindi. Dalgın bir hareketle zarfı yırt- tı. Ve birdenbire hayalen on üç yıl ge riye gitti. Tuhaf şey, nasıl olmuş da © zaman bu zamandır mektup kapalı kalmış. Demek kendisi seyahatte iken gelmiş ve unutulmuş... Kâğndları ara- sına karışıp kalmış... Kansı; «Çocuklar ve ben seni sabırsızlıkla bekliyoruz! diye yazıyordu. Sonra sayfiyede ne yaptıklarını mesud bir anne edasile anlatıyordu. Doktor, bu satırları ne büyük bir merakla okudu. Bugünkü kötü baji- hazır ortasında güzel mazinin ne lâ- tif bir vahası belirmişti... Oğlu Bed- riden annesi nasıl bahsediyor... Ve kendi de bu acar, bu yarı cani oğlanı işle o mektupta tasvir edildiği şekilde görüyordu. Ona karşı kalbinde mu- habbet duyuyordu, Nasıl oluyor da © yumuk, pembe çocuk, sandetlerinin merkezi olan o minimini, bugünkü baydud haline gelmişti? Birdenbire yavrusunu O Vaziyette görüverdi: — Ah, babacığım!... Ben henüz pek küçüğüm... Beni kurtar... Vücudüm büyümüş olabilir. Fakat ruhum henüz eskisi gibi... Eskiden aramızda oyun oynardık. Arkadaşlarım polis, ben hır, sız olurdum. Şimdi de hayatı görüşüm SİNİR AĞRILARI — BAYGINLIK ÇARPINTI — BAŞ DÖNMESİ ASABİ ÖKSÜRÜKLER — UYKUSUZLUK VE SİNİRDEN İLERİ GELEN Bütün rahatsızlıkları Dindirir Sıhhat Vekâletinin 3/6/8935 tarihli ve 6/13 numaralı ruhsatını haizdir. altında ezile- | İ | | başka türlü değildir. Bu da bir oyun... Sen beni affet ki ben de iyi bir insan olayım... Sevdiğin bir çocuğu öldür- mekten çekinmiyor musun? Tüm o sırada kapı açıldı. Doktor titredi. Bedri eşikte belirmişti Bir müddet durdu. Sonra, mütereddid; — Sefa geldiniz, baba... . dedi. Necati biran cevap vermedi, Bon- | — Sen de sefa geldin! - cevabını verdi, Oğlunun yüzünde yorgunluk alâimi görüyordu. Bu belki de endişe, korkuy-| i kendine şu suali sordu: — Şayed bu çocuk ölüm derecesin de hastalansaydı, elinde avucunda ne ok, hepsini sarfederek kurtar- mağa çalışmaz mıydın? İşte şimdiki vaziyeti de sti tan başka nedir?» Ve sonra yüksek sesle — Evelâdım! - dedi. - Bugün sana bazı şeyler işittim ve hâyretle kaldım. Fakat bu meseleye dair biraz- dan inakaşa ederiz. Duyduklarım- dan dolayı fevkalâde a | fakat zi yok. Seninle seyahate çi- ız... Sen ve ben... Bâşvaşt... Bak a ne hoş memleketler, ne yeni ufuk» | lar göstereceğim... Delikanlı, heyecanla daji — Ne zaman? - diye dordu. Yar Hemen yarın... Hattâ bu akşam İstanbuldan hareket ederiz. izi de lokantada yeriz... n mânası anlaşılmaz bir hare- ket yaptı — Peki! - deği, Baba «— Herhalde wahvolmuş... kurtarıdamaz, Kurtarılamaz!; düşünüyordu. Fakat dostunun sö: yordu | — Oğlunuzu tehlikeli dostlarından uzaklaştırmak lâzım! Artık diye- ri aklına geli- Çalıştığı bastaneye bir mektup yaz- Müşteri! için gazet bir ilân szip yolladı. Eshamını cebine aldı. Dostlarına mektupla: Onlar va» sıtasile Avrupada sarfedecek parayı bulacaktı. Sonra buradan mahsup et. tirecekti. Kurutma kâğıdinı bu mektuplardan biri üzerine bastırırken omuzu üzerin- de bir gayri tabillik duydu dı Oğluydu. Ne yapıyor? Çek defterine mi bakı- yor? Polis âmirinin söylediği aklına gel- İ di; «— Bir cinayet işlemek üzereöirls | demişti. | Bu sükün içinde kalbi çarpıyordu. Birdenbire, bir kol, boynuna sarıldı... | Oğlu, hüngür hüngür âğlıyarak ku» cağına yıkıldı: — Babacığım! Babacığım!... Beni affet... Nakleden: (VA.Nâ) Çocuğunuza Dadı Bulmak için sAkşamsm KÜÇÜK İLANLARI En süratlı ve en Ucuz vasıtadır. 'Tefrika No, 40 Yazan: İskender Fahreddin Biraz daha bekle, Türkler Bağdaddan çekilince Tahirle beraber evinize gider, rahat edersiniz Hurmalıklar arasında kendi elle yaptığı kulübesinde uzun yıllardan- beri oturan ihtiyar münzevi, buraya çekildikten sonra Bağdada bir kere bile inmemişti. "Tahir evine uğradı, anasını da be- raber aldı. Tahirin büyük babası to- Tununu çok severdi. Karısı ve anasile birlikte kendisine iltica ettiklerini görünce; “Korkmayın yavrularım, dedi, si- Zİ buradan hiç kimse alamaz. Ha- sımlarınız Bağdaddan uzaklaşıncaya Jâr yanımda kalabilirsiniz. gittiğini en yakın dostlarına bile söylememişli. 'Tahirin büyük babası, Arapların kendi tabi- Tince: «Vasılı ilâllaM» olmuş, keramet bir ihtiyardı, İstediği zaman ni hiç kimseye ortadan kaybolurmu! r babasının gösterdiği mucizeleri ya- kından bildiği için: «Buradan başka sığınacak yerimiz yoktur. Türkler gelirse, büyük babam derhal kerame- tini gösteri onlardan saklar» diyor, bununla müteselli oluyordu. (Fırat) ın içinde büyük bir ümid vardı. O, Urman'ın kendisini tekrar arayıp bulacağını ve nihayet yurdu- ebileciğini umuyordu. Tahir nereye Tahirin büyük babası şey Abdüssa- med, hazreti Ebu Bekir sülâlesinden, çok temiz kalbli, kimseye fenalk mamış, fıkaraya bakar, iyilik sever bir adamdı. Vaktile bir hayli serveti varken, bu servetini muhtaçlara da- ista dağıta bitirmiş, nihayet oturdu- Ku evini dahi satarak ortada kalmış ve beş yıl önçe Hüccâcın zulmünden kaçıp buraya sığın Haccac Bağdadlı! diği zaman Abdüssamed kimseye gö- rünmeden, bir sabah güneşten evvel şehirden çıkmıştı. İhtiyar münzevi © sabah yolda giderken kulağına hatiften bir sada erişti: «— Ya Abdüssamed! Sen bir çok kimselere sayısız iyilikler yaptın. Bu uğurda servetini mahveyledin. Allah seni koruyacak. Karşına çıkan hur- malıklara dal ve orâda yaşa! Kimse- den zarar görmiyeceksin!» Abdüssamed o gündenberi Bura- da yaşıyordu. Onun yerini 'Tahirden başka hiç kimse bilmezdi. Bağdadiılar Tahire: — Büyük baban öldü mü? Nere- dedir? Diye sordukları zaman: — Onu ben de görmüyorum. Gali- ba ölmüş... Deyip geçerdi Tahir bir gece rüyasında büyük babasını görmüştü. Abdüssamed ona rüyada yerini söylemiş ve kendisini, görüşmek üzere hurma ormanına dâ- vet etmişti. 'Tahir gözlerini açar aç- maz atına binerek ormana gidip bü- yük babasını bulmuş ve o günden- beri Abdüssamedin kerametine ina- narak daima hatırını sormakten geri kalmamıştı. Tahir büyük babasını çok saydığı ve sevdiği halde (Fırat) ın yıldan nedense bu ihtiyarla bir türlü barış- mamıştı. Abdüssamed her gün bir çok me- raklı hikâyeler anlatır ve dünyaya karşı bu kadar ihtıras göstermenin mânasız olduğunu söylerdi. İhtiyar münzevinin sözlerine (Fr rat) dalma menfi cevaplar vererek kalbini kırar, fakat Abdüssamedin nurani çehresinde ufak bir iğbirar eseri bile belirmezdi. Abdüssamed, torununa: — 'Tahir, korkma sakın! - derdi - (Fırat) ı sana öyle bağladım ki... Dünyanm bütün kuvvetleri bir âra- ya gelse, artık onu senden ayıramaz, Tahir bu sözleri dinlerken, bü- yük babasının önünde eğilir, ellerin- den ve dizinden öperek: — Allah senden razı olsun, büyük babacığım! Diye sevinirdi. 'Tahir her gün ormündan av eti getirir, annesi pişirir, hep birlikte yerlerdi. Yemek pişirmedikleri gün hurm ile vakit geçirirlerdi, Böylece aradan on beş gün geç- mişti. (Fırat) her iztaraba tahanımü) ederek, gözerini yollardan ayırmıyor, kurtulacağı günü dört gözle bekli- yordu. (Fırat) ormanda yalnız kalınca.. Tahir her günkü gibi ava gitmişti. 'Tahirin anası yatıyordu. Şeyh Abdüssamed de hurmalıklara doğru uzanmıştı. Meydanda Kimse- ler yoktu, (Fırat) Bağdada giden yo- Yu biliyrodu. Bu fırsattan istifade ederek, yavaşça kaçmak istedi. Kulü- beden bir kaç adım uzaklaştı, Hur- malıktan epeyce yürüdükten sonla yola çıkacaktı. Fakat, bir ağacın binde birdenbire durdu. Bir ses duydu; — Nereye, gidiyorsun, Fırat? in sesiydi. (Fırat) et göremedi. Kendi kendine gül — Ortada kimse yok. Korkul ne var? Haydi, yoluna devam et! Bir adım atmak istedi. Tekrar ayni sesi duydu — Seni takip eden ben varım, Ta- hire gelince, ondan korkmalısın... Haydi, geri dön, yavrum! Şeyh Abdüssamed göze göri den konuşuyordu. (Firat) korkudan titremeğe başlamıştı. Tahirin büyük babası kerametini gösteriyordu, (Fırat) cevap verme- di. Tersiyüzüne döndü... Kulübe önüne geldi. O ne?! Şeyh Abdü med kulübeden dışarı çıkıyordu. Ko- nuşan sanki o değildi. Bir şeyden haberi yokmuş gibi davranarak — Kızım, dedi, burada canın sıkı byor. Hissediyorum. Hele biraz da- ba bekle. Türkler Bağdaddan çeki- Mnce Tahirle berâber evinize gider, rahat edersiniz! (Fırat) yoldan döndü man olmuştu Şeyh Abdüssamed onunla biraz ün- ce konuştuğunu ima eder yollu bir kelime bile söylememişti Acaba cinler, periler m muştu onunla?! (Fırat) tereddüd ken, ihtiyar münzevi kulübenin. ne çıktı; kumun üstüne oturdu — Gel, seninle birâz konuşalım, Fırat! Bugün hava çok sıcak. Biraz sonra sam esecek. Gölgeden ayri- mağa gelmez. (Pirat) yavaşça dizçöktü — Bugün neden her günkünden fazla sıcak var? Şeyh Abdüssümed yarı aralık du- ran gözlerini yere indirdi: — Bugün «kfinat) ın yaratıldığı gündür. Başımızın üstünde duran şu büyük kubbenin bütün esrarı bü- gün faş edilecek. Ay, güneş ve bütün yıldızlar bugün dile gelip konuşacak- Jar. İyiler ve kötüler, güzeller ve çir- kinler, âsiler ve mutiler bugün ayırd edilecekler (Fırat) korkak bir sesle sordu: — Bugün kıyamet mi kopacak, seyld? — Hayır. Bugün gökyüzünde şen- lik var, Ölenlerin ruhlar sorguya çe- kilecek, Yeryüzünde yaşıyanlar bu divandan ibret alacaklar — Ben de bir şey görebilecek mi- yi?m — Mademki Anah göz vermiş, el bette göreceksin! (Firat) kulübenin önünde diz çök- müş, şeyhi dinliyordu. Birdenbire başını kaldırdı. Karşısında kimseyi göremedi. Korktu. Şeyh Abdüssamed gene kaybolmuştu. (Fırat) ın gözü birdenbire gökyü- süne ilişti. Demek bugün iyiler ve kötüler, güzeller ve çirkinler, âsiler ve muti- ler ayırd edilecek. Ben her halde gik zeller ve iyi ruhlu mahlüklâr arasın» da kalacağım. Diye söylenmeğe başladı. z (Arkası var) ne konuş- içinde bocâlar- ünü- kumun üzerine gözden