Ferdi arkadaşları arasında kur- nazlığı ile meşhurdu, Hattâ bir çok- Jarı ona eTiiki Ferdi derlerdi. Zekâ dolu gözleri vardı. Ferdi uzun senelerdenberi bekâr yaşıyordu. Onun birdenbire evlen- diğini haber alınca pek şaşmıştık. Geçen gün Floryaya giderken GE trende rasgeldim. — Vay kardeşim... diye“boynuma sarıldı. Birkaç basmakalip, beylik sözden sonra ben hemert Sordum: — Evleniyormuşsun öyle mi? Nasıl oldu bu iş? z Ferdi güldü: — Pek meraklı bir hikâyedir. An- latayım da dinle... Fakatevvlâ şunu söyliyeyim ki evlenmeden'son derece memnunum... Çünkü deli gibi sevdi- ğim bir kadınla evliyim,.. Saadetime hiç diyecek yok... Açık vagon penceresinin. önünde birer sigara tellendirdik. Ferdi hikâ- yesine başladı: — Evvelki yaz İstanbul dan epice uzak, deniz kenarında küçük bir kö- ye taşınmıştım Burada uzun zaman- danberi görüp pek beğendiğim bir genç kadına rasgeldim, İsmi Naciye idi. Zeki, cm civ: ve neşe dolu bir kadın... Sonra gayet tatlı bir muzipliği vardı. Arkadaşları- na öyle tuhaf azizlikler “yapıyordu ki gülmekten kırılırdık. Sânki bu genç kadın, arkada; ına Muziplik yap- mak için dünyaya gelmişti. Bütün gün işi gücü etrafındâkilefe azizlik- ler yapmaktı Naciye ile ahbaplığımızı adam akıllı ileri götürmüştük, Fakat çok hain; merhametsiz bir kızdı. Evime glip şöyle bir kaç saat güzel bir vakit geçirmek için ettiğim bü- tün ricalara «Olmaz!, cevabını veri- yordu. Onunla başbaşa kalmak için bütün zekâmı, bütün kurnazlığımı kullanıyorum. Fakat bulduğum ça- relerin, düşündüklerimin hiç biri pa- ra etmiyordü, Bir gün bizim bahçede, büyük bir ağacın gölgesi altında oturmuş hep beraber konuşuyorduk. Söz cesaretten açılmıştı, Bir aralık Naciye: — Korkaklar muziplik etmeğe, on- ları korkutmağa bayılırım, dedi. Bu benim için en büyük zevklerden biri- dir... Genç kadın böyle söyledikten son- ra bana döndü ve sordu: — Siz, dedi, cesur musunuz? Yoksa korkak-mısınız? O esnada &klıma gü- zel bir fikir geldi. Sanki utanmışım gibi: — Maalesef, dedim, hiç cesur değis lim, Hattâ bana mükemmel korkak denilir. Bilhassa geceleri yalnız bir evda yatarken müthiş korkarım... Merdivenlerde küçük bir tıkırdı, di- şarıda syak sesini andıran ufak bir gürültü olsa ödüm kopar... Bunları söylerken gülmemek için kendimi zor zaptediyordum, Çünkü kendimi methetmek gibi olmasın ama hiç de korkan bir erkek değilim. Hat- t& birçok arkadaşlarım cesaretimden bahsederler. Fakat Naciyeye karşı kendimi korkak göstermemin başka bir sebebi vardı. Benim son sözüm Üzerine Naciyenin alâkası arttı: — Sahi, dedi, yalnız evde yatarken çok korkar mısınız? — Fevkalâde korkarım... Halbuki burada, evinizde yalnızsı- niz... Nasıl korkmuyorsunuz? Güldüm: — Siz bir de gelip bana sorunuz... dedim, ekser geceler sabaha kadar korkudan uyuyamıyorum. Naciyenin gözleri şeytanca parla- dı. Başkasına büyük-bir. muziplik yapmağa karar verdiği zaman Naci- yenin gözleri daima böyle parlardı. « Beni büsbütün korkutmak maksa- dile bir de yalan kıvırdı: * — Hem biliyor musunuz? dedi, sizin oturduğunuz ev tekin değildir. Eski. den orada oturanlar göcleri odalarda Sofalarda bir takım hayallerin dolaş- tiklarını söylerler. Bunun için otur- duğunuz ev uzun müddet boş kal- miştar. Ben Naciyenin bu yalanına kan- müş ve fena halde korkmuş gibi: —Aman demeyiniz!.. dedim, sahi ç mi? Yüreğimi oynattınız. Şimdi ge- , oeeleri bu korkunç evde ben nasıl ya- — tacağım. : Naciye benim bu yalancı korkuma bakıyor ve zevkli zevkli gülümsüyor- du. Bir aralık onların yanından kalk- tım. Şöyle bahçede bir dolaştım, Ar- ka taraflarından tekrar onların ya nına yaklaştığım zaman Naciyenin: — Bu gece erkek kıyafetine girip onu öyle bir korkutacağım ki... dedi- ğini işittim. Arkalarında olduğum | İçin Naciye beni göremiyordu. Gece erkek elbisesi giyerek korku- tacağı adam muhakkak ki bendim. Zaten ben de onun dehşetli muzip- liğini düşünerek bürü bekliyordum. O gece heyecan içinde evimde bir aşağı bir yukarı dolaşıyordum. Sanki | güzel bir misafir davet etmişim gibi evin içine, kendime adam akıllı bir çeki düzen vermiştim. Daha akşam- dan sinekkaydı bir tıraş olmuştum, Saat on biri geçiyordu, Ben yatak odasındaki divanın üzerine uzanmış kitab okuyordum. Birdenbire aşağı katta bir gürültü koptu, Merdivetilerde bir #yak sesi... Kendi kendime: — Naciye geliyor!.. dedim. Gülmemek için kendimi zorla zap- tediyorum, “ Naciye bent. büsbütün korkutmak için dışarıda bir şey de- virip kırdı. Nihâyet oturduğum odanın kapısı- nın tokmağı yavasca döndü. Kapı açıldı, İçeriye maskeli, erkek kıyale- tinde 'biri süzüldü. Elinde kocaman bir tabanca vardı!.. Biran aklımdan: katen bir haydud olmasın!.> bir düşünce geçti, Fakat maskeli .ziyaretçi tabanca- sını bana doğru uzatarak; — Davranma!,. deyince sesini ka- lınlaştırmasına rağmen Naciyenin karşısında olduğumu hemen anla- dım. Bir komedi artisti gibi: — Aman!.. Merhamet!.. Beni öldür- meyiniz!... Tarzındaki sözlerle ayak- larına kapandım. Benim bu korku- mugörünce Naciye işi büsbütün âzış- tırdı. Sesini biraz daha kalınlaştıra- rak: — Hayır... Hayır... Seni öldürme- liyim!. diye bağırdı, O zaman sanki fena halde korkmuşum gibi yalandan bayıldım, Boylu boyuna yere uzan- dim. Bir gözümü hafifçe aralıyarak Naciyeye bakıyordum. O telâş içinde yüzündeki maskesini atmıştı, Kendi kendine; — Aman yarabbi... Bayıldı... Şim- di ben ne yapacağım? Acaba kolon- ya nerede?.. diye mınldanarak oda- dan odaya koşuyordu. Kolonyayı bul- du. Yanıma yaklaştı. Bir yandan ko- lonya ile bileklerimi - oğuyor, beni yalnız ismimle çağırarak: — Ferdi... Ferdi korkma... Benim... Şaka yaptım!.. Gibi tatlı sözlerle ken- dime getirimeğe çalışıyordu. «Ava giden avlanır» derler. Oda beni kor. kutmak isterken kendisi fena halde korkmuştu. Nihâyet onu fazla üzmek isteme- dim. Yavaşça elini tuttum, Gözleri. mi açtım. Gülerek; — Ben de, dedim, sana bir muzip- Uk yapmak istedim, Şakana mukabe- le ettim. Yalandan korktum, yalan- dan bayıldım. O hayretler içinde bana bakıyordu. Lâkin sinirleri boşanmıtı, Kendi elim- le birer limonata yaptım. Sabaha kadar oturduk, Şafak sökerken artık evlenmeğe karar vermiştik. Hikmet Feridun Es «Sakın bu haki- Gibi Abone ücretleri Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Cemazilâhir 18 — Hazır 91 B. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatı E. 738 935 457 881 1200 147 Va, 259 459 1220 1614 3948 2111 İdarehane: Babıâli civarı Acımusluk No. 13 | haddin Pınar - Kürdilihicazkâr Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu im 182 Er /8, 120 Kr. Ankara Radyoşu TAG, 19.74 m. 15195 Ke/s. 20 Ew. Ankara Radyosu TAP. 70m. M45KcJ/3. 208. TÜRKİYE SAATİLE Cuma 4/8/339 1230: Program, 12,35: Türk müziği - Pİ, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meleo- roloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Kari- gık program - Pİ), 19: Program, 1905: Müzik Gfafif mü- sik - PL), 1030: Türk müziği (Fasıl he- yeti), 2015: Konuşma (Haftalık spor ser- Yisİ), 2030: Memleket saat ayar, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: Türk mü- viği: 1 — Tatyon - Kürdilihicazkâr peş- tevi, 2 — Udi Ibrahim - Kürdilihicazkâr | şarkı - Sineler aşkınlar inler, 3 — Salâ- şarkı - Nerden sevdim © zalim kadını, 4 — Tak- sim, 5 — "Türkü - Alişimin kaşları kara, 8 — Türkü - Küşküm var deryaya karşı, | 7 — Sâdaddin Kaynak - Nihavend şarkı - Gönül nedir bilene, 8 Sadeddin Kay- | nak - Nihavend şarkı - Kirpiklerinin gül- Besi, 9 — Artaki - Nihavend şarki - Kok- lasam saçlarını, 10 — Faiz Kapancı - Nihavend şarkı - Gel güzelim Çamlıcaya, 21.30: Konuşma, 21,45: Neşeli plâklar-R. 2150: Müzik (Riyasetieümhur bandosu - Şef: İhsan Künçer): 1 — Saint « Saen - Mars, 2 — Tschalkowsky - Güftesiz şar- | kı, 3 — Meyerbe «Le pardon de pio- erme» ooperasından fanlezi,, 4 RP. | Lincke - Serenad, 5 — L&9 Delikes — | sLakmdı operasindah far : zik (Opera aryaları - PLM, 23:-Soti ajans haberleri, ziraat, © tahrlâlt, kam» biyo - nukud borsası (fiat), : Müsik (Camband - PL), 2355 - 24 Yarınki program. Avrupa istasyonları Saat de Münih * Stauss'un «Arabellar opa- rası — Prag 2020 dans — Athlone 2050 saksofon — Budapeşte 3025 çiğene çal- gis — Bükreş 20,35 Debussy'nin Pclea ve Melissanda» operas (plâkla) — Londra 2030 orKesira Bof, Muzart'in «Saraydan kaçırma, oper Toukuse 2045 salon muzikası, Saat 2ide Berlin 21,15 Krsutser'in «Granada ka- ratgâhı) operası — Düânzig, Lelpsig 2115 hafif muzika — Frankfurt 21,15 R. Vag- ner'in «Uçan Hollandalı. operası — Ko- lonya 21,15 hafif muzika Königsberg 2145 operet havaları — Viyana 21,15 0p#- rü ve operet havaları — Prag 21 operet hayaları — Bari 21,15 Yunanca neşriyat — Budafşte 21,05 Verdi'nin eAldaa operası — Flörans 21,30 hafif muzika — Lille 21 vi- yolonsel vo flüt — Londra 31,15 dana — Stokholm 2146 Vagner konseri, Sant 223de Stuttgart 21,15 orkestra — Prag 22 sen- fon. konser — Florans 23 hafıf muzika — Hilversum 11 22.10 hafif muzika — Milano 22 «Kısa hayat» operası — Roma 22 hafif Saat 23 de Danzig, Leipzig 2330 -1 hafif muska — Braalav 23,30 - Il dana — Kö- Digsberg 2330 hafif muzika — Viyana 2330 salon murikası — Sofya 13 dans, Saat M den semra Viyana 2415 hafif muzika ve dans — Frankfurt, Königsberg, Klonya, Leipzig ve Btuttgart 1 - 4 gece muzikası — Florans 24 dans — Londra 2410 dans — Milano 24'dans. Apartıman klralamak için «Akşam»ın KÜÇÜK İLANLARI En süratli ve en ucuz vasıtadır. Izmit kâğıt fabrikası nasıl çalışoyor? (Baş tarafı 7 nci sahifede) lerindeki ormanlardan alacağız. Fa- kat müessese namına İmalâthane yapmıyacağız. Eğer bunları müteşeb- bisler temin edecek olursa daha isa- betli olacaktır. Şap hususunda Bizanslılardanberi Şebinkarahisar şap taşı ocakları, Gediz civarında şampeneler bir çok asırlarda okullanılmıştır. o Maalesef bügün bunlar işletilemiyor? Kireç kaymağını, inşâktı devam eden Klor fabrikası hitam buluncıya kadar ge- tirteceğiz. Ondan sonra burada yapı- Jacak soda, Sud Kastik ihtiyacını ke- za Klor fabrikası tatmin edecektir. Klor fabrikasının Kapasitesi bizim ihtiyacımızdan fazladır. İstihsalin artan kısmını beyazlatmak için kireç kaymağı şeklinde sabun sanayline Sud Kostik olarak vereceğiz. Klor istihsali için ham madde tuz. dur, memleketimizde çoktur. Geriye yalan bem ihtiyacı sek cüzi bi LEYLÂ ie MECNUN Tefrika; No. 21 Yazan: İskender Fahreddin Ömer fikrini değiştirmişti: «Bu kadar iyi bir insan öldürülemez — Leylânın hayâlini görmek için İ geliyorsun demek buraya? — Evet. Ne sandın ya? Elbette ha- yalini görmek için. Fakat, bu haya- lin bir gün hakikat olmiyacağını kim iddia edebilir? — Onu bu kadar seviyofsun da, elinden nasıl kaçırdın, Can bey? Ben senin yerinde olsaydım, bilhassa böy- le büyük, kuvvetli bir Türk kabilesi- nin biricik veliahdi bulunsaydım, eli- me geçirdiğim sevgilimi hasımlarıma kaptırır mıydım? — Ne yapardın? — Karşıma çıkanlarla, onu elim- den alacaklarla döğüşürdüm. — Ben de döğüşlüm. Fakat, kar- şımdakiler benden kuvvetli çıktılar, Leylâyı alıp götürdüler, Ben senin * yerinde ol hepsini kılıçtan geçirir, ölün dar çarpışırdım. — Ben zayıftım dedim ya. benden çok kuvvetliydiler. — Ur dağlarının hâkimi Urm oğluna «ben zayıftım!» demek muyor, Can bey! Sen şahsan 23; bilirsin. Fakat kabilen o kâdar k' vetlidir ki Halifeler bile sıkışınca | babana iltica ediyor ve yardım isti- yoriar, — Orası doğru amma. Benim, ba- banmın kuvvetini paylaşmağa hakkım yok. Ne zaman önün yerine geçersem bu kuvvetten istifade etmeyi düşünü- rüm. — Uzun lâfın kısası, demek &en şimdi burada Leylânın hayaliyle ya- şıyorsun, öyle mi? — Bugün hayal... Fakat, yarın ha- kikat olacak, Ömer! Leylâ bugün Zeyldin, lâkin yarın benimdir. Biz #özleştik.:. Ne o, ne de ben sözümüz- den dönmiyeceğiz. — Sen sözünde durabilirsin amma, onun sözünden dömiyeceğini nere- den biliyorsun? Kadınların sözlerine inanılır mı? — Hayır. O da bizim gibi bir in- sandır, Görgüsü var... Düşüncesi ye- rinde... Uzağı görüyor... Verdiği sö- zü tutmamasına sebeb yok. Bu sırada Can beyin dizinin dibi- ne kırmızı kanadlı bir kuş kondu. Ci- yıldaşmağa başladı. Can bey: — Şu kuşcağızı görüyor musun? dedi. Bu benim en sadık ve vefakâr arkadaşlarımdan biridir. . Meyus ve muzlarip olduğumu nereden de an- lar... Çarçabuk dizime, omuzlarıma konar... Bülbül gibi şakımağa başlar. Beni avutur... Samimi bir dost gibi teselli eder... Biran için ıztıraplarımı dindirir. Ben burada kanadı kuşlar- dan ve dört ayaklı hayvanlardan gör- | düğüm dostluğu ve iyilikleri hem- | cinsimden görmedim, Onlar bile ba- na acıyorlar, Ömer, Canın dizindeki kuşu elile | kovmak istedi. Kuş, Canım dizinden kalktı, omuzuna kondu ve şakiması- sına devam etti. Ömer: — Kovduğum halde gitmiyor, de- di, ne kadar da sırnaşık mahlük. — Biraz sonra başka kuşlarım da gelirler... Şimdi yavrularına yem top- lamağa gittiler. Onlar da bunun gi- bi, benim dilimden ve halimden anlı- yorlar. Bana ümid ve teselli veriyor- lar. İnsanlar, kuşlardan ibret almalı, Ömeri Sen çölde doğmuş, denizler gibi engin kum sahralarında büyü- müş bir adamsın! Kuşlarla dostluğun yoktur. Eğer bir kaç gün Ur dağında dolaşsaydın, kuşların ne kadar ince ve duygulu mahlüklar olduğunu gö- zünle görür, anlardın. Ömer: — Görüyorum... Ve anladım. Ur dağı bana yabancı bir yer değildir, dedi. Ömer, birdenbire değişmişti. Can beyin omuzuna sıçrayan kuşcağız bir müddet çırpınarak öttükten onra, uçup gitmişti. Can bey, Ömere özür diledi: — Yurduma kadar geldin... Be nim halırımı sordun... Fakat, ne yar Zik ki, sana ikram edecek bir şeyim yok, Gop tm bir ufak somu- n yerim, di dım, Onlar » diyordu ye her gün gelirken alırım... Yiye- mem. Parçalayıp kuşlara dağıtırım. Eğer kamın açsa, somunumu sanâ vereyim... Yel Ve elile uzatarak: — Sıkılma Ömer! dedi. İnsanın kar. nı dağda çabuk acıkıyor. Dağ havası midenin düşmanıdır. Yiyebilenlere ns mutlu. — Somununu bana verirsen, sin ne yiyeceksin? — Şurâcıktaki armut ağacından armut koparıp yiyorum. İçim yiye- cek almıyor, Ömer! Gönlüm yaralı, Karnı tok olarak doğmuş gibiyim. canımı düşünmeğe vekit bulamıyo- rum, İçimde - dünyaları yakıp kavu- racakmış gibi - gittikçe büyüyen ve derinleşen - bir ateş var, Fakat, Du ateş yalnız beni yakıyor, Ömer! Be- nim, kendimden başka kimseye zara- rım yök. Ömer bu titriyordu. Canın yanıbaşına çökmüştü. Hatif- ten bir ses, Ömerin kulağına sanki sözleri dinlerken, dizleri | # nları üflüyordu: « — Hiç kimseye zararı dokunmu- yan, bu kadâr temiz yürekli bir in- sana nasıl kıyacaksın? Ona kuşların bile nasıl yardım ettiğini gözünle gördün! Böyle zararsız bir mahlüka el uzatılır mı?» Ömerin karnı da acıkmıştı. 'Türk- ler çok iyi somun yaparlardı. Ömer Ur'a indikçe Türk somunu yemeden dönmezdi. Canın uzattığı somunu ikiye böldü. — Kuşların hakkını mem, Yarısını alıyorum. Dedi ve yemeğe başladı. Can bey, Ömerin atını gösterdi: — Hayvanın da susamıştıt, Ömeri Onu da sulamalısın! — Dağ tepesinde su nereden bula» yım? — Ben sana suyun yerini göstere- yim... Oturduğu yerden kalktı. — Haydi, peşimden gel. İkisi birlikte yürüdüler. Can bey kayalıkların arasında dur. du. — İşte... Şuradaki su birikintisini gördün mü? Dağdan gelip burada toplanıyor. Temiz, tatlı bir su. Ömer memnun oldu, Yalağa eğiidiz — Ben, atımda çok susamıştım. Önce kendim içeyim. Karnını şişirinceye kadar içti. Ar. kasindan hayvanını çekti... Sulama- ğa başladı. — İçim yanıyordu. Can! Allah senden razi olsun. Burasını bana gös- termeseydin, susuzluktan ölecektim. Ömer somunu yedikten ve suyunu içtikten sonra, kayaların kenarına oturdu, Artık Can beyi öldürmek de- gil, küçük bir fenalık yapmak bile zihninden geçmiyordu. — İnsan, bu kadar temiz yürekli, bü kadar iyilik sever bir genci yesıl öldürebilir? Diyordu. Relsin oğlu, Ömerin ne maksadla dağa geldiğini bilmiyordu. Onun için de fenalık yoktu. Her rasgeldiğine, aşkından, Leylâ- sından bahsetmekte çekinmez ve dostlarına, kendisini sövenleşe içini boşaltmaktan zevk duyardı. Ömiere de herkese yaptığı gibi der- dini yandı: — Tanrıdan dilerim ki, sen de be. nim gibi, aşk ateşile yanmayasın! Bu ateş insanı yakıyor, yıkıyor, fa- kat öldürmüyor. İnsan kendinin bir yanardağın lâvları içinde tutuştuğu- nu hissediyor, fakat yine “yaşıyor. Düşmanından öç almak istersen, onar «Bir kadına âşık ol... Fakat, kavuş- madan, o kadının aşk ateşile yan tu- tuş!» diye beddüa et. Bence bundan daha büyük, bundan daha korkunç bir hastalık yoktur, Ömer! Bu hasta" lığın ilâcı bulunmaz... Şifayap olan- lara rastlanmaz. Babam: «İnsan âşık olacağına, mecnun olup kendinden geçse daha hayırlı olur!» derdi. Ger- çek, bu ıztıraba tahammül edilmiyor. İnsan bazan aklını öynatacak rad- deye geliyor, muvazenesini, muha- kemesini kaybediyor. (Arkası var) yemek iste»