AKŞAM BİR HİKÂYE Üç arkadaş plâjın gezinosuna otur- | muşlar, kumlarda güneş banyosu ya- pan, denizde şakalaşan, yüzer, eğle- | nen kadınlı, erkekli kalabalığı seyre- diyorlardı. İçlerinden Selim: Ah, ah gençlik, dedi, şimdi yir- mi beş yaşında olmak için neler ver- mezdim. Adnan gülümsedi: — Gençlik dediniz de aklıma yirmi sene evvelki bir hikâye geldi. pey eğ. Jencelidir, Anlatayım dâ dinleyiniz Adnan, masasının üstündeki limo- nata bardağını dudaklarına yaklaş- tardı, Buzlu limonatadan bir kaç yu- dum içtikten sonra hikâyesine baş- 1adi; — Yirmi sene evvel bir dairede kü- çük bir memurdum... Pek gençtim, çalıştığım şubenin şefi pek aksi bir adamdı, İsmi Mehmeddi. Bir de mu- avini vardı, herkes ona «Kadri ağa- bey: derdi. Kadri ağabey de şeker gi- bi, babacan bir adamdı, Gençlik bu ya... Aramra ufak tefek macevelar Eeçirirdik, Bazan hafia Ortasında, meselâ seygilimizle ilân bulaşmak İcub ederdi. Bizim daire şefinden izin almak ne mümkün? Kadri ağabey de daire şefiiden kor- kusündan bize izin veremiyordu. Halbuki daire şefi ile muavininin dostluklarına hiç diyecek yoktu. Ara- larından su sızmazdı. Bezan karşi hiklı geçerler, saatlerce çene çalar- lardı, Tkisinin de müşterek bir zevkleri vardı: Kuş merakı... Karşı karşıya Etçtikleri zaman, dalma kuşlardan, kanaryalardan, sakalardan, florya- lardan, ispinozlardan, isketelerden bahsedip dururlardı. * Daire şefi ile muavini bizim çalış tığımız salonun hemen bitişiğinde küçük odada otururlardı. Bizim &a- Tonla, onların odalarının arasındaki Pi her zaman açık durduğu için ko- Duştuklarını daima işitir dururduk. Bir gün gayet güzel, genç bir ka- dımla öğleden sonra bulluşmağa Ka- TAT Yermiştim. Lâkin bir türlü bizim Şefim yanma yaklaşıp da izin isteme» İ€ Cesaret edemiyordum. Ben masa- mın başında «acaba ne yapayım-» diye düşünüp dururken, içeride daire şe- Kadri ağabeyle konuştuklarını duyuyordum. Bizim aksi şef, viyor- du ki; — Azizim, öyle bir kanarya ki sor- Ben şimdiye kadar bu kadar Süzeline hiç rasgelmemiştim, Sonra efendim o ne ses... İnsan, emltasına doyamıyor... Renk desen harika... Ne tatlı sarılık, ne sltın sarılığı birader... Bügün gidip ona güzel bir kafes ara- Yatağım, doğrusu böyle bir kanarya €le yeçirdiğime pek ziyade memnu- num... Senin ispinoz ne âlemde ba- Kalım?... — Güzel... Memnunum... Sesi fi- lân fevkalâde... Akaşmları karşıma Alıyorum, sofrayı da kuruyorum. O Gvıl cil öterken ben de safa çatıyo- Tum, Demek bügün siz, kanarya için kafes alacaksınız. — Evet... Şimdi gidiyorum. Onun- la meşgul olacağım. Daire şefinin bu sözlerine pek mem- Rün olmuştum. Çünkü o kafes alma- Ğü gider gitmez, ben de arkasından sokağa fırlayacaktım. Nitekim ki yi- ne de öyle oldu. Biraz sonra bizim şef Gitti, Ben de arkasından sokağa fır- ladım. Sevgilimle buluştum. Kendi kendime: — Yaşasın bizim daire şefinin kuş merakı... Bugün onun sayesinde ka- çamak yapabildim... diyordum. O günü sevgilimle beraber tenha bir bahçede oturmüştuk. Bir aralık biraz uzağımızda bir takım ayak ses- leri işittim, Başımı çevirdim. Bir de ne göreyim? Bizim dairenin şefi, ya. nında sapsarı saçlı, mavi gözlü, ufak. tefek, güzel bir genç kadın... Onlar birbirlerile o kadar meşgul. dular ki, bizi hiç görmediler. Biraz İlerimizdeki masalardan birine otur- dular. O Kadar kendilerinden geç- mişlerdi ki konuştuklarını aynen İşi tiyordum, Bizim daire âmiri yanın- daki kadına «Kanaryacığım: diye lâf söylüyordu. Bir aralık ona şunları söylediğini işittim: Kanaryacğım... Sen hiç merak elme,, Ben genin o beğendiğin kafes gibi evi tutacağım. Şimdi Bİdip evin peyini vereceğim, dayayarağım, düşe- BULMACAMIZ yeceğim, seni rahat ettireceğim, an- | indın mı Kanaryam?... Biraz sonra kalktılar. Bahçeden çıktılar, Konuşmalarından bir ev tut makia meşgul olduklarını anlamış- tak, Ertesi günü, ben dairede oturmuş, çalışıyordum. Kadri ağabeyle bizim şefimiz yine konuşmağa başladılar. Daire şefi anlatıyordu: — Azizim, dün bizim kanaryaya gayet güzel bir kafes buldum. Doğ- rusunu istersen, kanaryam da güzel, kafesi de... Yani senin anlıyacağın şimdi son derece mesudum. Dün ka- naryacığımı saatlerce cıvıl cvl din- ledim, durdum, Onlar böyle konuşurlarken ben de içimden kıs kıs gülüyordum. Kanar- yanın, kafesin asıl mânasını anlıyor. dum. Üç ay, sonra bir gün dairenin şefi, muavinine diyordu ki: Azizim, kanaryayı değiştirmeğe karar verdim. Şimdi başka bir kanar. ya buldum. Bu daha sarı, daha cana yakın birşey... diyordu. ğyGonakaünücsçaeüğ O günü de benim, yine genç, güzel bir kadının randevum vardı. Hemen daler şefinin karşısına çıktım. — Efendim, dedim, bendeniz kuş meraklısıyım,.. Gayet güzel bir ispi- noz kuşum var, Kendisine bir kafes almak İstiyorum. Bana öğleden sonra izin verir misiniz? Daire şefi mânalı mânalı yüzüme baktı, gülümsedi: — Git külhani, git bakalım... dedi. Hikmet Feridun Es i E.E EE EE s.a: — Şehir halkına vakti gösterir. Yapı - Arıların yaptığı tatlı. Ağlebi ihtimal - Tersi malümun ol- sun demektir. 4 — Sinirli - Âfet, 5 — Remzinin başı - Belediyenin tes- Bit ettiği fat, © — Boş gezen. 17 — Dokumu makinesinin iğnesi - Itiraf. 8 — Parmak uçlarile birinin etini sıkmak, 9 — Başına «K» gelirse küçük torba olur - Ayakta durarak. 10 — Çocuk uyutan şarkı - Parlak, Yukardan aşağı: 1 — Kâğda sarılmış tütün kullanan. 2 — Valide muhabbeti. 3 — Başına «H. gelire kaynar suya sokup çıkarma demektir - Mâni olma, 4 — Yorgun » Ademi kabul. $ — Heyeti Vekile - Bir bir daha. © — Bonuna .N: gelirse hicap el de- mektir - Yapma. 7 — Amerikada bir şehir. 8 — Ahmak - Tersi masweder. $ — Dilenei - Boy. 10 — Vali - Almanyada bir nehir, Gecen bulmacamızın balli Soldan sağa: , 1 — Pencereler, 2 — Âza, Zahire, $ — Rafi, Yiğit, 4 — Ânide, Leke, $ 6 — Eke, Acaib, 7 — Suyolu, Elirme, $ — Barim, Kiyi 10 — Makas, İnek, Yuhardan aşağı: 1 — Parskesesi, 2 — Ezanokuyan, 3 — Nafileyere, 4 — İda, İk, 5 — Ez, Elâlem, 4 — Ray, Acnl, 7 — Ehil, İka, 8 — Liğen- ibrik, 9 — Erik, Bamya, 10 — Reteb, Reis, Taşra gazete bayilerinin Bazı taşra bayilerinden aldığı- mız mektuplardan «AKŞAMI mutlaka çu veya bu mutavassıt- lardan tedarik etmek hususunda kendilerini mecbur oaddettikleri anlaşılmaktadır. Bu zehab hakikate uygun de- gildir. Binaenaleyh taşra bayile- rinden arzu edenler her zâman «AKŞAM: idarehanesine müra- caatla doğrudan doğruya mua meleye girişebilirler. Bu hususta «AKŞAM; idaresine mektup ya- zarak bayi şartlarını öğrenebi- dirler. Hangisi dah çok Tefrika: No. 8 LEYL iie MECNUN gürültü yapar Adana bağcılarının beledi- yeye bir müracaatı Adana (Akşam) — Adana bağcıla. n üzüm ve diğer mahsullerini sabah- Jeyin erkenden şehre araba İle soka- maâdıklarından mutazamır oldukları- nı ileri sürmektedirler, Bu hususta yaptığım tahkikata gö- re, Belediye, Dahiliye Vekâletinin (Gürültü ile mücadele talimatname- sine) göre evvelce bu hususta bir ka- rar alarak arabaların sabahları beş- ten önce şehre girmelerini yasak et- mişti, Haber aldığıma göre, bağcılar, Be- lediyeye müracaat etmekte ve kam- yon ve otomobiller gibi mahsul ara- balarının da serbesçe şehre girmesi- ne müsaade edilmesini istemekte. dirler. Bağrılar, kamyon ve otomebilerin bağ arabalarından daha çok gürültü yaptıklarını, vaziyet böyle iken ken- dilerine müsaade €dilmemesinin za- rarlarını mucib olduğunu iddia et- mektedirler, Belediye vaziyeti tedkik etmektedir. Söylendiğine göre, bağ mahsulü kal- kıncaya kadar bağ arabalarının iste- nilen saatlerde şehre girmelerine mü- saade edilecektir. i Yeni Mersin valisi işe başladı Adana (Akşam) — Yeni Mersin va- Misi şehrimize gelmiş ve Mersine geç- miştir. Mersin valisi bay Bürhan Teker yeni vazifesine başlamıştır. Adana öğretmenleri Karataş- ta kamp kurdular Adana (Akşam) — Adana öğret- menleri yazı geçirmek üzere Adanaya... kirk kilometre mesafede bulunan Ka- rTataşta kamp kurmuşlardır. Karstaş Akdenizin havasi pek mükemmel bir sahilidir. Adanada yeni spor teşekkülleri Adana 20 (Akşam) — Beden ter- biyesi genel direktörlüğünün emrile şehrimizdeki bütün fabrikalarda bi- rer spor teşekkülü vücuda getiri'miş- tir. Bu fabrikalardaki spor teşekkül. leri ayni zamanda birer futbol takı. mı vücuda getirmişlerdir. Bü suretle Adanada dokuz futbol takımı yetişti- rilmektedir. Akşamın neşriyatı Meşhur Arsen Lüpen Serisi resimli 6 büyük cild her cildin fiatı 80 kuruş Tevzi yeri: Akşam gazetesi Ankara caddesi Acımusluk sokak 13 numara Yüzde yirmi İskonto kuponu; Bu kuponu kesip «Akşam matba- aşı kitap servisine» getirir veya gönderirseniz fiatleri üzerinden size yüzde 20 iskonto yapılacaktır. B. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E. 103 912 445 443 1200 184 Va. 237. 4471220 1618 1945 2130 İdarehano: Babılli civarı Acımusluk sokak No. 19 “e şi Yazan ? İskender Fahreddin Ayşe, duvarda asılı duran Uğurtaşı bohçasını görün. ce: “Urman bunu nasıl unutmuş?!,, diye bağırdı Can beye: — Cenge gideceğiz... Hamatlılarla Dedikleri zaman, delikanlının ben- xi sapsarı olmuş, çeneleri birbirine geçmişti. O, harbden hiç hoşlanmaz. dı. Bilhassa böyle bir zamanda cenge gitmek, onun İşlerini altüst etmek demekti, O hâlâ babasından yardım umuyordu. Leylâya: «Ben babamı kandıracağım! Sen de babanı Kan- dır!» diye haber göndermişti. Gerçi Seyid Ahmed, Can beye çok Acıdığı için, reise oğlundan bâhseder- ken: — Mehdiyi biraz tehdii etseniz, bu iş Can beyin lehine olarak netice- lenebilirdi. Demişti. Leylâ da bu haberi alınca, la neden uzlaşmıyorsun? Onlardan biz şimdiye kadar hiç bir fenalık görmedik... Onların bize büyük iyi- dikleri vardır. Urmanı rencide eder- sek, rahatımız bozulur, Diyerek, Can beye olan temayülü- nü ima suretile anlatmaktan çekin- memişti, Böyle olmakin beraber, Şeyh Meh- di, kızını Can beye vermemekte ısrar ediyordu, Kendi kabilesinden Zeyid Ömeri gözüne kestirmişti, Bir gün fikrini kızına açıkça söyledi: — Seni çoktanberi Zeyid Ömer İs- tiyor. Ben de münasib görüyorum. Seni ona vereceğim. Dedi. Leylâ o gündenberi göz yaşı döküyor, Ömere varmak istemiyordu. Adamlarından biri vasıtasile, bir gün, Can beye şöyle bir mektup yazdı: «Babam beni Zeyid Ömere vermek istiyor. Son kararı bâ- dâr. Halbuki ben, bu adamla bir gün, bir saat bile karşı kar- şıya” kalmağa tahammül ede mem. Geçenlerde bana dağlara ra a dele şa, ben de kaçmağa hazırım. Ace- le cevabını bekliyorum. Leylâ Can bey sevgilisinden bu mektubu aldığı zaman Urmanlar harp hazır- Tıklarını bitirmiş gibiydiler, Neredeyse yola çıkacaklardı. Urman, yerine Seyid Ahmedi vekil bırakıyordu, Ha- mat üzerine yürümek üzere altı bin atlı hazırlanmıştı. Can bey babasından ümidini ke since: — Hele şu atlılar bir yola çıksınlar, dedi, biz de işimizi ondan sonra gö- rTürüz. Urman (kabilesinden aynlacağı gün, oğlunu yanına çağırdı: — Can! dedi. Ben seni böyle bir gün için yetiştirmek istemiştim. Hal- buki sen, kendi başına buyruk ça- ğına girdiğin gündenberi aşk derdi- ne müptelâ oldün! Gözün o çöl yos- masından başkâ bir şey görmüyor. Artık sana güvenim kalmadı, Aslan yapılı bir delikanlı olduğun halde, yerime seni bırakmağa cesaretim yok- tur. Ben gelinceye kadar Seyid Ah- Dedi ve Can beyin alınından öptü. Atına bindi. ordusunun başına geçti. Ve yola çıktı. Umranlar çoktanberi hiç bir kabile ile harp etmedikleri için, reislerini at üstünde görünce, hep bir ağızdan: — Tanrı yardımcın olsun! Diye bağırmışlar ve ordunun geçe- ceği yollarda kurbanlar kesmişlerdi, Cesur ve ölümden yılmaz 'Türk ba- hadırları Hamatlıları tedibe gidiyor- lardı, «Aşktan büyük kuvvet yok!» Ayşe, kocası cenge gittikten sonra, bir hayli gözyaşı döktü. Sonra oğlu- nu çağırdı. — Cani dedi. Baban, halifenin emrile cenge gitti. Kabilemiz çoktan beri başbuğundan uzak kalmamıştı. 'Tanrı onun yardımcısı olsun. Eğer cenkten geri dönmezse, onun yerini sen tutacaksın, Artık kendi başına buyrukluk çağma girdin. Aslan gibi delikanlısın! Kabilemizin senden baş- ka güvendiği kimse yoktur. Kendini ona göre hazırla! Bak, üç gün sonra ağaç bayramımız var. O gün etrsf- taki kabilelerden bir çok kimseler yurdumuzuz gelecek, Onlarla sen ko- nuşacaksın! Onları Seyid Ahmedle beraber sen ağırlıyacaksın! Can bey meyustu. Annesinin sözlerini dinlerken göz- leri dolmuştu: — Anacığım! Hakkın var, dedi, benden çok şeyler umuyorsun. Fa- kat, ben yurduma faydalı olacak bir halde değilim. Başkalarını değil, kendimi bile ağırlamağa vaktim yok. Babam benim işimi görmeden gitti, Ben ona küskünüm. Ayşe, oğlunun serseriliktön vazge- çeceğini tahmin ediyordu. Saltanat hırsı, geçmiş devirlerde kimin gözü- nü kararimamışlı ki...? Ayşe, Can beyi de babasının saltanatına varis olacak saniyordu. «Ben, babama küskünüm. diyen Can beyin yüzüne hayretle baktı: — Oğlum! Sen çıldırdın mı Pirat boylarını baştanbaşa işgal eden ka- bilemizin yarın başına sen geçecek- sin! Babanı gücendirirsen belki bu hakkı kaybedebilirsin! OBaş olmak, kuvvetli olmak demektir. Çocukluğu bırak... Yarın, her kadın senin peşin- den koşabilir. Urman Türklerine rei$ olmak, 'Türkistana sultan olmaktan daha şerefiidir. Can bey annesile fazla konuşmak istemiyordü. — Belki senide rencide ederim diye korkuyorum, anacığım! Dünya da aşktan daha büyük kuvvet yok- tur. Ben o kuvvetin esiriyim, Kabile reisi olmakla bu esaretten nasıl kür- tulabilirim? Sen gençliğinde babamı sevmedin mi? Eğer sevdinse, onun vo- lunu bekledinse. eğer onun için gece uykularını terk ettinse, (aşk) m ne olduğunu bilirsin! Eğer benim elimde kuvvet : olsaydı, ilkönce onu yenmeğe çalışırdım. Ne yazık ki, bu- gün, kuvvetli de olsam, bunu yapa- mam... Çünkü onu seviyorum. Ben Leylâsız yaşayamam, anne! Benim yakamı bırakın! Seyid Ahmed, bâ- bam cenktne dönünceye kadar kabi- lenin işlerine bakar. Benden yardım beklemeyin! «Uğur Taşı» Ayşe, kocasının arkasından oğlu Can beyle görüştükten sonra, odası Da çekildi. Ellerini göğe kaldırdı: — Tanrım! Sen Urmanı koru, Onü bu cenkten sağ olarak yurduna çevir, Ve sen oğlumu .bu aşk belâsından kurtar. Diye yalvardı. Ayşe çok temiz yü- rekli bir kadındı. O gün Tanrıya yak varırken, gözü, duvarda asıl duran küçük bir;böhçaya ilişti. Birdenbire duvara atıldı. Bohçayı aldı. Eyvah. Urman bunu nasl unutmuş?! Diye bağırdı. Bu küçük bohçanın İçinde yeşil bir taş vardı: Uğur tam, Bu taş, Urman'a Sümerlilerden miras kalmıştı. Üç bin yıl önce gene buralarda hâkim olan atalarından birinin mezarında bulunan (Uğur taşı) hakkında, mezar taşının kena- rında şu kelimeler yazılıydı: «Uğur taşı, hangi mubari- bin belindeki kemerde asıl durursa, onun cenkten galip dönmemesine imkân yoktur...» Ayşe, Urman'ın atalarından ka- lan (Uğur taşi) nı tekrar bir beze sardı. Adamlarından birini çağırdı: — Kocam, çok sevdiği şeylerden birini unutmuş. Hemen atına bin. yola çık.. ve bunu kendisine ver. Dedi. Ayşe atlıya bu sözleri gizli söylemişti. İşi gizli tutuşundaki mak- sadı da şujdi: «Uğurtaş» ndan kimsenin haberdar olmaması. Zira bu taşı çalmak için zaman zaman bir çok gürültüler kopmuştu. (Arkası var) d i j i |