Ana gözlerini kırpmadan bakıyor, oğlunu görmeğe çabalıyordu. İkişer ikişer, elleri birbirlerine kendir iplerile bağlı ve bir ucu da öndeki çifte tut- turulmuş, genç genç birkaç mahpus geçti. İlk bakışta insan sade erkek sa- niyordu bunları, halbuki aralarında erkek gibi giyinişleri ve kazıtılmış baş- ları ile zor ayırd edilen kızlar da vardı. Anca yakına gelince, küçücük meme. lerile, ince bellerinden tanmıyordu on- lar, yoksa yüzleri ve bakışlarile erkek- birer birer gözden geçiriyordu ve bir. denbire oğlunu görüverdi. Evet, başını yere eğmiş bir kıza bağlı olarak, el. leri biribirine sımsıkı iplerle dolanmış O vakıt ana öne fırladı, yavrusu- Dun ayaklarının dibine atıldı, bacak- larına sarıldı ve; — Oğlum! diye bir çığlık kopardı. Başımı kaldırdı, yavrusunun ölüm $â&- rlığını almış yüzüne, rengi uçmuş kavrulmuş dudaklarına, donuklamış gözlerine baktı. O, anasını görünce bir kat daha sarardı ve eğer yanındaki kıza bağlı olmasaydı yere yığılacaktı, amma kız İpe asıldı ve düşmesine mâni oldu; azı- cık durmasına bile izin vermedi, ve delikanlının ayakları dibinde, ak saç- h ihtiyar kadını görünce de bir kahka- hadır attı, neşeden gelmiyen yüzsüz bir gülüşle güldü ve acı, bir düdük gi- bi öten sesile de bağıra bağıra: «— Arkadaş, aklından çıkarma ki, artık ne anan ne baban, nede hiçbir sevdiğin var senin, sade ve Yalnız müşterek bir davamız var, o kadar!» dedi ve genci ileri doğru sürükledi. Nöbetçilerden biri koştu, anayı kal. dırdı, yolun kenarına atıverdi ve ka- dın orada tozun toprağın içinde serili Kalâbalık uzaklaşıyor, cenup kapı- sına doğru gözden kayboluyordu. Bir- den vahşi, korkunç bir marş sesi or. talıkta çın çın ötmeğe başladı. Ölüme türkü söyliye söyliye gidiyorlardı.. Nihayet iki erkek geldiler ve ihtiyar kadını yerden kaldırmak istediler, am- ma o razı olmadı. Yere yatmış inli- yordu; kâbuslu müthiş bir korku için- de, kulağına bu garip türkünün ürper- tici sesi geliyor ve olup biteni pek far- kedemeden sade inliyor, inliyordu. Bu yaral hayvan iniltisi çok sürme- di, çünkü hapishane kapısının önün- den bir nöbetçi geldi ve tüfeğinin dip. Şiğile kadına vurarak: — Çekil cadı karı, defol buradan! diyerek kükredi, İki erkek korktular, anayı zorla ayağa kaldırdılar; eşeği. ne bindirdiler ve evlerinin yolunu tut tular. Cenup kapısına varmadan ev. vel, biran surun dibinde durdular ve beklediler. 'Tâ ki, mütbiş bir velvele kopunca- Ya kadar beklediler; o vakıt iki arka- daş biribirlerine bakıştılar ve ihtiyar Anaya doğru döndüler. Onun hiç bir Yeri oynamadı, kıpırdamadı, birşey belli etmedi ve duydu mu, anladı mı, bilmek mümkün olmadı. Hayvanın * Üstüne doğru eğilmiş, gözlerini yere, €şeğin ayaklarının altına dikmişti. Bu sesleri, çığlıkları dinledikten sonra, tekrar yola koyuldular. İki erkek susu- yordu, ihtiyar ana da birşey işitmiyor- Muş gibi İdi. Anima yanlarından ge- e, yüksek Sesle şöyle diyor- «Doğrusu, yüzleri güle güle, yılma. dan korkmadan ölmesini bildiler; son dakikaya kadar şarkı okuyan o yaman kın gördünüz mü? İster inanın İster İnanmayın kafası uçup yuvarlandık- tan sonra bile biran daha türküsünü Söyledi. Bir başkası da şöyle anlatı- yordu; «Hani bir delikanlı vardı gördünüz Mü?.. Al al kanı tâ ileriye kadar fış- kırıp zabitin üstüne sıçrayınca, adam nasıl küfürü bastı, duydunuz mu?» Kimisi, suratları kan çanağına dön- müş bir halde gülüyordu; bazısımıl da kaçmıştı. Ana ile yanındaki İki erkek, şehir kapısından tam çık- Mışlardı ki, yeni yetişen bir çocuk, yü- zÜ balçık rengini almış bir halde dön- dü, iki büklüm oldu, sura dayandı ve başladı. Fakat A “e ii Ime çıkmıyordu. Bütün bunları görü- yor, işitiyor mıydı, bilen yoktu. Hayır, oğlu ölmüştü, yalancıktan değil, ger- çekten ölmüştü, bunu biliyordu ve pa- ra da geri kalan herşey de, boştu, bir işe yaramazdı artık; birşey demek bile boştu; hoş ağzımı açacak hali de yok- tu ya saten. Şu dünyada sade bir tek isteği kalmıştı, artık; evine dönmek 0 eski mezarın üstüne kapanmak ve orada ağlamak, geberesiye ağlamak! Acı bir düşünce ile birden yüreği sız- ladı; ölülerinin bir mezarı bile yoktu. Başka kadınların hiç olmazsa Üzerle- rine kapanılıp ağlanılacak mezarları vardı; onun nasibinde ise, yüreğinin içinin acısını boşaltmak için, kimin olduğu bile unutulmuş eski bir meza- rın üstünde gözyaşı dökmek vardı. Am- ma bu düşüncenin verdiği yürek sızı- sı da hafifledi; onun artık bir tek is- tediği vardı, bir tek. Iztırabını azıcık olsun yatıştırır belki diye, ağlamak istiyordu, doya doya ağlamak, Kendilerini, kapılarının önünde bü- Tup da kadıncağız eşekten inince, yal. varan gözlerle oğluna döndü: — Beni köyün ardındaki o yere gö- tür... Bir vakıt ağlıyayım, dedi. Şişman yenge de orada idi, bu Jâfı duydu ve gözlerini hırkasının yenile | silip, ihtiyar başını sallıvarak, yüreği sızlıya sızlıya: — Evet, evet, yap dediğini, birak oraya gitsin; şimdi ona artık en iyi | orası gelir... dedi. l Ve oğul da sessizce anasını tuta tu- ta oraya, mezarın başına götürdü; ka- dını oturtmak için, çimenlerin içinde düzce bir yer aradı, daha yumuşak olsun diye de birkaç tutam ot yoldu. Kadın oturdu, başını mezara daya- dı ve oğluna korkunç, deli gözlerle bâ- karak: «— Haydi git, git sen, bırak beni ağlıyayım!» dedi ve adam duralayınca da içinin ateşini saçan bir setle yana yana: — Bırak beni; o ağlamazsam ölürüm! diye inledi. Oğlu döndü, yürüdü amıma onu Ora- da böyle yalnız bırakmağa İçi pek razı olmadığından: — Birazdan gelir seni alırım anam! dedi. Otların içinde oturan ana, parlak bir ışıltının arta arta bugünü de na- sıl aydınlattığını gördü. Sanki bu sa- bah hiç kimseler ölmemiş gibi, güne- şin bütün kuvveti ve yaldız ile mem- | AKŞAM Türkiye Radyodifüzyon Postaları 1448 m. 183 Ke/s 120 Kw. Ankara Radyosu T, A. ©. 19,74 m. 19195 Keo/s. 20 Ew. T.A.P.T0m. MES Ke/s 20 Kw. ANKARA RADYOSU CUMA 14/7/8939 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program. 12.35: Türk müziği - Pİ. 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri. 13,15: - 14: Müzik (Karı- pk program - PL) 19: Program. 1905 Müsik (Wagner Me- istersinger operasının wvertürü - Pl) Lemi mür- vetin. $ — Nasib - Rast, şarkı: Öyle yaktın ki beni, 21,10: Konuşma. 2125: Neşeli * plaklar - R. 2130: Müzik orkestrası - Şef: Praetorlus) 1 — Haydn: Senfoni sol majör, Nr, 100. 2 — Adam - «Sij'etais Rol. operasından wvertür. 3 — Joh. Staruss: Kayzer valsi, 2230: Müzik (Opera ayarları » Pl) 23: Son ajans ha- berleri, ziraat, esham, tahvilât, kambiyor - nukut bosası (fiat) 2320: Müzik band - Pİ.) 2355 - 24: Yarınki program, Avrupa İstasyanları Sant 20 de Danzig 20 viyolonsel — Münih 700or- kestra konseri — Stuttert 20 dans orkes- rası — Athlone 20,30 orkestra — Budapeş- te 20/25 orkestra — Londra 2030 karışık muska — Sofya 2035 Pucelni'nin «Lâ Boheme. operası, Saat 2ide . Berlin 21,15 klâsik operet havaları — Frankfurt 21,15 Xarışık muzika — Hâm- burg ve Leipzig 21,15 Konser — Königsberg 21,45 dans orkestrası — Viyana 21,15 eski ve yeni operetlerden — Bari 21,15 Yunan- ca neşriyat — Budapeşte 21,20 orkestra — Bükreş 21 senfon. Konser — Floranş 2130 dans muzikası — Marsilya 2130 - 2330 orkestra Paris P. T. T. 2150 - 2330 orkesira — Stokholm 21 senfon. konser. Saat ide Breslan 22,19 askeri muzika — Kolonya 22 orkestra — Stuttgart 22 hafif muzika — Londra 2230 hafif muzika — Roma 2230 senfon. konser — Toulouse 2230 hafif mu- zika, i Sant 23 de Berlin, Breslau, Dansi 23,40 - 1 dans — Frankfurt, Hamburg, Königsberg, Leiprig 2330 - 1 hafif muzika — Münih 2345 - 1 dans muzika — Kolonya 23,40 - 1 serenad muzikası — Stuttgart 2330 salon muzika- sı — Viyana 2330 Ispanyol şarkıları ve piyano — Budapeşte 23 orkestra — Bükreş 23,10 Rumen orkestrası — Milano 7330 hafif muzika — Solya 73 dans. Saat Mden sonra Btutigart 24 hafif muzlka — Prag M4 Çek muzikası Budapeşta 24 dans — Florans 24 dans — Londra 24,10 dans — Paris P, 'T. T. 24 dans -- Berlin, Graz ve Stuttgart 1 - 4 hafif muzika, Cevdetle beraber Gairtasaraydan Taksime doğru yürüyorduk. Bir ara- ık arkamızda bir gürültü koptu, ince bir kadın sesi bağırıyordu: — Seni utanmaz rezil seni... Demin» denberi peşimi bırakmıyorsun... Defol bakayım arkamdan... Dönüp baktık. Genç, uzun boylu, siyah gözlü bir kadın bir delikanlıyı paylayıp duruyordu. Cevdet bana; — Kadın genç adami fena halde Cevdet güldü: — Azizim, dedi, bu vaka bana başım. dan geçen bir meseleyi hatırlattı. Bak anlatayım da dinle... Bir kadının ba- na yaptıklarını bilsen şaşar kalırsın... Cevdet bir sigara yakarak hikâyesi- ni anlatmağa başladı: — Geçen seneye kadar çok fena bir huyum vardı. Sokakta genç, güzel bir kadın gör- düğüm zaman gözlerimi ondan ayıra” | mazdım. Hele bu genç kadın bana şöy- le bir bakarsa muhakkak peşine dü- peşinde semt semt dolaştığımı, taban teptiğimi bilirim. Ne yapayım? Bir tür. Yü bu huyumdan vaz geçemiyorum. Arkadaşlarım bana sik sık nasihatler veriyorlardı, Fakat onların sözleri ku- lağıma bile girmiyordu. Hattâ beni yo- Ja getirmek için çok çalışan Necmi is- minde bir arkadaşım vardı. Artık na- sihatlerinin para etmiyeceğini anlayın- ca: «Birader, «huy canın altındadır» derler, sen de bu kötü tabiatinden vaz geçemiyeceksin.» demişti. Lâkin başı- ma öyle bir vaka geldi ki, ben nihayet bir daha sokakta kadınların peşine düşmemeğe yemin ettim, © Bak bu iş nasıl oldu? Sıcak bir yaz günü idi. Öğleyin yazıhaneden çık- mış, yemeği yemek için lokantaya gi- diyordum. Bir müddet yürüdükten sonra karşıdan gelen, iki dirhem bir çekirdek, şık, genç, güzel bir kadın gözüme çarptı. Biribirimize yaklaştı ğımız zaman ben genç kadına hayran hayran bakıyordum, Bir aralik oda bana şöyle bir baktı. Lâkin ben bu bakıştan pek mühim mânalar çıkar. dım. O kadar güzel gözleri, o kadar kırmızı dudakları vardi ki, daha faz- la tereddüd etmedim. Hemen yolumu değiştirdim. Lokantaya gidip yemek filân yeniekten vaz geçtim. Genç ka- dının peşine düştüm. Böylece wzun zaman yürüdük. İkide birde ben genç kadının tam yanıma yaklaşıyor, ona leketlerinin üstüne nasıl yayıla yayıla arena ona 9200191080 EANAENBAPANAOAUARABANANONEAAUBAMENANABAASA A PAAAAAAEEAENAEOA YANA vurduğunu seyretti, Tarlalar olgun- | du, geç kalmış ekinlerin dopdolu ba- şakları ağırlaşmış, yaprakları sarar- mıştı, tıpkı onlar gibi sarı olan güneş de, sanki damla damla topraklara akıyor, işik yağmuruna tutuyordu onları. Bu sirada ana, ezilen yaralı yü- reğinin acısını yatıştıracak güz yaş- larını bekliyordu, boğazını sikân bo- © ucu ıztırabının, gözlerinden boşan- masını bekliyordu. Bütün ömrünü Şöyle bir dü. şündü, o ölenlerini kaybettiklerini, bunca yılın içinde ne kadar az sevinç yüzü gördüğünü aklına getirdi ve der. di kabardı, kabardı; o da hiç ölke hırs duymadan, kendini koyuverdi, ıztıra- bın bütün varlığını kaplamasını bek- Jedi, âdeta taşa taşa doldu bu acılar. la. Toprağa kapandı, sanki üstünden ağır, çok ağır ezici bir şey geçiriliyor. muş gibi, kemiklerini kıran bir acı ile, bü kabul ettiği elemin, yığılan çöken baskısı altında, suratını gökyüzüne doğru çevirdi ve âdeta can çekiştiği ölümle karşı karşıya geldiği şu daki- kada; , — Günahlarımın borcunu ödiyebil. dim mi artık? Yetişmedi mi, bitmedi mi artık çilem, cezam? diye haykırdı. O vakıt göz yaşları boşandılar; ka. dın ihtiyar başını mezara koydu ve di- kenlerin, otların arasına yüzünü 8ok- tu, böylece ağladı. Bu güzel günün sabahında, durup tükenmek bilmiyen göz yaşlarile hep ağladı. En küçük bir üzüntüsünden, en büyük acılarına kadar hatırlıyor, kocasile aralarında geçen kavgayı, onun bir daha gelmemevesine kalkıp gidişini, artık onu bu ümidsizliğinden çekip çıkaracak tutup eve götürecek bir kör yavrusu da kalmadığım, o kor- runç kiz dık oğulcuğun li İ idi; artık yüzünü, bakışını halini gözlerinin önünden geçiriyor; ve böylece de bü- tün bir ömrüne ağlıyordu. O ağlarken de, tâ ötelerden koşarak gelen oğlu gözüktü. Evet, güneşin pul- layıp ışıldattığı kırlardan koşa koşa geliyor ve elile Kolu ile bir takım işa- retler yaparak bağırıyordu... Amma ne- ler söylüyordu? Ana acısından o kadar kendini kaybetmişti ki, bir şey anla. miyordu, İşitmek için başını kaldırdı ve şöyle bağırdığını duydu: «Ana... Anam...» Sonra da çok çok daha hızlı bir sesle: «Oğlum doğdu, torunun odöğdü anam, torunun!» Bütün ömrü içinde, hiç, hiç bir ha- beri bu kadar vuzuhla duymamış, hiç bir ses bu kadar açık açık gelmemişti Jakları top atılsa duymaz bir halde sağırlaşmış, yıllarım yükü altında beli iki büklüm olmuştu, sana» yı görür görmez, ağzını açtı, sesi de karganınkine dönmüştü: — Ne talihin varmış kadınım. Ar- tık bahtın döndü sanmıştım amma,. bak gene de açıkmış kısmetin, işte geri geldi sana: Oğlunun oğlunu ala- caksın kucağına; bana bak da, haline şükret, bütün çilelerime karşılık ne Kaldı elimde, kamplumbağa kabuğunu nasıl taşırsa, işte ben de sade şu kadi. dimi sürüyüp gidiyorum!... dedi. Ana tek bir lâkırdı etmedi ve kim- seyi görmedi bile, İçeri girdi, yatağa yaklaştı, gözlerini indirip baktı. Çocuk orada idi, hiç bu kadar güzelini, yu- muk yumuğunu görmemişti, babasının kulağına. Farkına varmadan, göz yaş-| dediği gibi ağzını açmış nasıl da gö lari dindi. Ayağa kalktı, sendeledi, | beğini çatlatasıya, bağırıyordu. «Nine» sürçtü ve oğluna doğru yürümeğe başladı, bir yandan da bağırıyordu: — Ne zaman? Söyle, ne zaman? O da gülerek, soluk soluğa: — Şu dakikada, şimdi doğdu. Bir oğlan anam, Hiç bu kadar tombul tambulunu görmedim... Topuz gibi... Öyle bir bağırıyor ki, bir duysan, san- ki yaşında, ya da iki yaşında bir çocuk gibi, dedi. İhtiyar kadın, titreyen elini oğlu- nun koluna koydu ve yarı ağlıyarak, azıcık da gülümsedi, güldü. Ve ona dayana dayana, ne halde bezgin ve halsiz olduğunu pek fark bile etme- den ihtiyar, tutuk bacaklarını zorla sürüdü, yürüdü. İkisi beraber eve, sonra da, lohusa. mn odasına girdiler. İçerisi bu müjde. ye koşan köyün kadınlarile dolu idi; ihtiyar dedikodu düşkünü bile orada 2 yapam d, eğildi, yavruyu kucağıma aldı, sarıldı, ve bu sicak, kuvvetli, yepyeni bir ha- yatla dolu olan şeyi bağrına bastı. Ona, başından ayağına kadar hay- ran hayran baktı, gülmeğe başldı, tekrar tekrar baktı, doya doya seyretti. Sonra da, döndü, arandı, emmioğlu- nun karısını görmek istedi; o da ora- da idi, torunlarından bir ikisi etekle. rine yapışmış, hep beraber «seyre» gel- mişlerdi, Ana kalabalığın arasında, görmek istediği çehreyi bulur bul mâz, göstermek için küçük yavruyu kaldırdı, ve odayı dolduran insanlara hiç aldırış etmeden, gözleri yeniden dola dola, biryandan da gülerek, yük- sek sesle: — Bak kardeşim, bak... Korktuğum kadar suçum, günahım yokmuş... İşte torunum! Küçük oğlum! diye ba gırdı. —BİTTİ— si rüki » : 22 Nisaı dik dik bakıyordum. Lâkin o sanki be, nim kendisini takip ettiğimin hiç far. kında değilmiş gibi davranıyordu, Be- nim yerimde başkası olsaydı herhalde kendi kendine: «Nafile bana baktığı bile yok!» der, bu işten ümidini keser, genç kadının peşini bırakırdı. Lâkin ben içimden: «Sebat et Cevdet... Genç kadının peşini bırakma... Azmın sona muvaffakıyettir..» diyerek kendi ken- dimi cesaretlendiriyordum. Genç kadın bir aralık bir mağazaya girdi, Hemen ben de arkasından içe- riye daldım, O bir takım kumaşlar çi. karttı. Bunların arasından ipekli bir kumaşı beğendi. Birkaç metre kesdirt- ti. Kumaş paketini eline aldı, Sokağa çıktı. Tabil ben de arkasından... Bun- dan sonra genç kadın bir kunduracı dükkânına girdi. Dükkân sahibine: — İskarpinlerim bitti değil mi? di. ye sordu. Kunduracı hemen atıldı: — Hazır efendim... İki çiftini de bi- tirdik. Son derecede güzel oldu, Pek beğeneceksiniz... Adam böyle söyliyerek genç kadının önüne iki çift yeni iskarpin koydu Kunduracı iskarpinleri birer birer gü- zel müşterisinin ayağına giydirdi. Genç kadın: — Peki, dedi, iskarpinler güzel ok muş... Paket eder misiniz? İki dakika sonra iskarpinler sarıl» miştı, Genç kadın bunları da eline ala» rak sokağa çıktı. Bereket versin ki, bö kunduracı dükkânında erkek ayakka- biları da vardı. Ben de dükkâna gir- diğim için kendime bir çift yeni iskar. pin almağa mecbur olmuştum. Bu seferde elimdeki paketle güzel kadının peşinden ilerliyordum. O bir aralık tramvaya bindi. Tabii ben de... Şişliye yakın bir yerde tramvaydan in- dik. Bu sefer artık ona adam akılh yaklaştım. Yanına sokularak fısılda- dım; — Ne kadar güzel gözleriniz var!... Şimdi düşündükçe bu hareketimi 16 derece âdi buluyorum. Benim söyledi- ğimi genç kadın işilmemiş gibi davran» dı. Fakat hidetlendiğine, sinirlendiği- ne aid bir alâmet de yoktu. Bu sefer ben ona biraz daha sokularak: — Rica ederim, dedim, sizi rahatsız ediyorsam Lütfen söyleyiniz... Genç kadın gene sustu. Ben bun- dan cesaret almıştım. — Demek sizi rahatsız etmiyorum, dedim, o halde çekinmeden söyliyebi. Mirim, Bakışlarınız içimde çılgınlıklar yapmak arzusu uyandırıyor... Bunu söylerken bir taraftan da onun yüzüne bakıyordum. Lâkin sözlerimin ne tesir yaptığını çehresinden oku- mağa imkân yoktu. Sanki yalnızmış, peşinde kimse yokmuş, bu sözler ken- disine söylenmiyormuş gibi hareket ediyordu. Artık tamamile tenha bih yola gelmiştik. Birdenbire genç kadı. nın elindeki paketin sicimi koptu. Pa» ket yere düştü. Hemen atıldım. Pa. keti aldım ve ona: — Müsaade eder misiniz bunu ben taşıyayım?... dedim. Genç kadın sırnaşıklığı bu derece ilerletmem karşısında: — Peki, dedi, taşıyınız... — O halde öteki paketi de verir mi- siniz? dedim. Hiç birşey söylemeden öteki paketi de uzattı. Artık ben memnundum. Kendi kendime: «İşte, diyordum, az- mın elinden birşey kurtulamaz!» niha« yet muvaffak ölüyorum. Paketler elimde onun arkasından yürürken birkaç cümle daha söyliye- cek oldum. Fakat o adımlarımı sıklaş. tırdı. Benimle kendi arasındaki mesâ- feyi biraz açtı. Nihayet beyaz boyalı. bir evin önünde durduk. Genç kadın; — Geldik, dedi, paketleri verir mi- siniz?... — Buyrunuz... dedim. Paketleri ona uzatırken de mınl. dandım: — Fakat sizden birşey rica edecek- tim... o: — Biliyorum... Biliyorum!... diyere çantasını açtı. İçinden on kuruş çıka. — Ahnız dedi, bunu söylemek is. tiyordunz değil mi?.. O kadar paket. leri taşıdınız... On kuruşu avucuma sıkıştırdı. Evi. ne girerek büyük bir şidetle kapıyı o gü onra Za — 1 '