mm —— En yüksek hamiyetli erkânıharp gabitlerimiz Trablusgarp müdafaası- nı tertibe şitap ediyorlardş . Bingazi mebusu Yusuf Şetvan beyile diğer bir iki mebus ve Sünusi şeyhleri da- ” hi bu tertiplere iştirak iyorlardı. Alman sefiri, İngilizlerin rakı İş- eme ye si- âh ile mukavemeti tavsiye etmekte idil Fakat bu hususta Almanyadan bir yardım görülecek mi İdi? Elçinin bundan maksadı, mukavemet göre cek İtalyayı, müttefiği Almanyanın doslluğuna müracaate mecbur etmek değil miydi? Bâron Marşal, İtalyanın harb ilâ. nmdan iki gün sonra sefaret muşu ile Dolmabahçe sarayına geldi. Padişah o saatte Topkapı sarayın- 'da bulunuyordu. Elçi, imparatorunun padişaha cevabını başmabeyinci Lüt- fi Simavi beye bildirdi: (1) İmparator, Trablusgarp meselesin- den pek müteessir olmuştu." (!) Vak- $i gelince (!) tavassuta da çalışacaktı. * Tezelzül bulmıyan dostluğu ihakkın- da kati teminât veriyordu! Bu sudan cevap hünkârı ve Babi- Aliyi tabil hiç tatmin etmedi. Le Temps gibi bazı büyük'Fransız gazeteleri «Lâtin kardeşew müzahereti ; Fransızlar için bir vazife olarak göste- © Tiyorlardı. İtalyanlar teşrinievvelin yirmi iki- * sinde Trablusa asker çikarfnışlardı. © O tarafta bırakılan Osmanlı askeri * pek az olduğu için, Avrupa efkârı umümiyesile beraber İtalyanlar da meselenin birkaç günlük bir iş oldu- pi e, ğu zehabına düşmüşlerdi, Fakat İtalyanlar dört ayda Trab- #Jusgarplen ancak sekiz kilometre iler © diyebildiler. İtalyan kuvvetlerinin mü- ” kemmel teçhizatı karşısında Türk as- > kerinin azlığına, erzak ve cephane te- X darikindeki müşkülâta, © parasızlığa, “emniyetsizliğe rağmen, 'Trablusta bu- Pilunân ve sonradan yetişen 'Türk zabit. injerinin gösterdikleri hamiyet ve mü- dafaa kuvvetleri tertibi hususundaki saip ve muvaffakıyetli tedbirleri umu. mi bir hayreti celbetti. Türk Tarih Tedkik encümeninin © neşrettiği tarihin üçüncü cildinde de- w niliyor ki: 5 (Berlin muahedesi akdolunurken Osmanlı imparatorluğundan bir şey koparmamış olan İtalya, ötedenberi Trablusgarbı istilâ emelinde idi. Ab- dülhamid zamanında birkaç defa bu- Taya asker çıkaracağından korkulmuş- tu. Osmanlı devletinin buhranını oda fırsat ittihaz ederek Trabiı bir donanma ile bir ordu sevk ve orasını işgale teşebbüs etti, (1911) Trablusgarpteki Osmanlı âskeri fır. Kası zayıf idise de İstanbuldân muk. tedir bir hayli genç erkânharp za- İ bitleri giderek, Trablus, Bingazi ve © Dernede müdafaayı tanzim ve idare # ettiler, Binbaşı Mustafa Kerial bey de © mütenekkiren - gazete muhâbiri Şerif ” bey vesikasile - Mısır üzeriden Afri kaya girdi ve Derne kuvvetleri ku- # mandanlığını deruhte etti. “© İtalya, Trablusun sahil şehirlerini donanma topları himayesinde zapte. © derek muhafazaya muktedir obili- yor idiyse de içerilere doğru ilerliye miyordu.) “ İlk günlerde Türklerle yetliler ara- “sında bir soğukluk ve emniyetsizlik #bilkmediyordu ve bunun giderilmesi ez olmamıştı. Hattâ Trablus ye Reisi Hassuna paşanın İtal la anlaşmak emelinde bulundu. Bü bile söyleniyordu. Yerliler; — Hâklmlerimiz, bize ihanet etti. “ler. Kendileri için maddi hiçbir fayda etmiyen uzak memleketimize bir müstemleke halkı saydıkları bi- MEŞRUTİYETTE SARAY ve BABIALİ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur. 'Tefrika No, 58 İtalyanlar Trablusta 4 ayda ancak 8 kilometre ilerliyebildiler ze zaten ehemmiyet vermiyorlardı; şimdi de bizi ecnebilere sattılar; di- yorlardı. Fazla olarak İtalyanlar da Avrupa efkârı umumiyesini, olduğu gibi, Trab- 1us”ehalisinin dahi fikirlerini tağlit için hiç bir fırsatı kaçırmıyorlardı. Yer. lilerden sekiz, on reisi elde elmişlerdi. Bu hainler etrafa ya bizzat giderek; * yahut adamlarını göndererek, Osman- hı idaresini ve İtalyanları möd- hediyorlardı; tevzi ettikleri paralar sayesinde sözlerini de dinletiyorlardı. Trablusu tahliye eden 'Türk askerleri için iptida vâziyet vahim idi. Her şey- den mahrum olan bu zavallı fedafler bir de yerlilerin hasmane his ve hare- ketlerine maruz bulunuyorlardı. Halk kendilerine ne erzak, ne hayvan, hiç- bir şey vermek istemiyordu. Fakat birkaç müfreze müsademe- sinde, bunların gösterdikleri şecaat, verdikleri şehidler, nail oldukları ufak muvaffakıyetler, yerlilerin zihinlerin- de Türkler hakkında hasıl olmuş ka- naati değiştirmeğe başlamıştı. Bu va- ziyet karşısında, yerliler: — Hayatlarını bizim uğrumuzda fe- da eden bu adamların bizi düşmana satmış olmaları mümkün olamaz! Dediler; gün geçtikçe bu his kuv. vetlendi. Türklerle yerlilerin nihayet tamamile el ele vermeleri, Trablusgar- bın nevmidane, fakat şanlı müdafaa- sını mümkün kıldı. İtalyan mallarına boykot ilân edil. di, Muharebe sürüp gidiyordu. İtalya hiç ummadığı bir mukavemet görü- Emeline kolaylıkla müvaffak ola- mıyacağını anlayınca, İtalya, tecavüz sahalarını genişletmek mecburiyetini hissediyordu. ! Osmanlı hükümeti, siyasi yardım- cilâr bulmak hülyasile Abdülhamid. Londra elçisi Tevfik paşa, hüsnü tesir hasıl edeceğinden bahsile İngiliz kralı beşinci Core'a İmtiyaz ve Hane- danı Âli Osman nişanları verilmesine lüzum göstermişti. Said paşa da bu- nu tensip etmişti. Bu iki nişan hiçbir mukabelebilmisii aranılmadan krala takdim olunmuştu. Tevfik paşanın işarı, bir kabul res. minde, göğsündeki İmtiyaz nişanının şeklini İngiliz kralının beğenmiş olma- sı üzerine vaki olduğu da rivayet edi. Xir. Bu hişanların takdimi, İngiliz siya- setini zerre kadar değiştirmediğini zikre lüzum var mı? Yalnız kaydedilmek icap eden nok- ta, lüzumsuz ve faydasız bir hatırşi- naslık uğruna devletin ve padişahın haysiyetini muhafazada gösterilen ih. malin ve lâkayıtlığın Avrupa güzete. İerinde istihzaları çelbettiğidir! Sultan. Reşad, Trablusgarp ahva- linden pek müteessirdi. Herkese bun- dan bahseder, kendisine harbin - in- işallah! - Bir gün şeyhislâm Abdürrahman Nesip efendiye, Trablusgarbo.. dair ye- ni bir haber olup olmadığını sormuş, Şeyhislâm efendiden: rının da tutulması yüzünden gürültü- ler çıkarılmasından, hattâ Hakkı pa- şa Kabinesinin divanı âliye sevkin- den, mülken Trablusgarbe teallik edecek bir fayda hasıl olamazdı. (Arkası var) ——— (1) LALA Simari: Barayda gördüklerim. | üvertürü, 4--Lulgini - Çanların sesi, 5 PAZAK 2/7/939 1230 Program, 1235 Türk muziği (Klâ- sik program, Ankara radyosu küme ses ve saz heyeti, 13 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 13,15 Mü- zik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın): 1 — Hanns Lâhr - Tempo Tempo (Galopp), 2 - Frite Köpp - Yaz akşama sülüi, $ - W. Gangiberger - Aşk çanları, 4-Ziehrer - Der Sehatzmelster öperelinin valsları, 5 - Brus- selmans - Felemenk sültinden (Aşk gölü), 6 - Erich Eineg - Bir zamanlar bir çiğan vardı (Çiğan entermezzosu), 7 - Tschal- kowsky - Melodi (Opus 42 No. 3), 3 - Hans Müinzer - Serenad, 9 - Crernik - Rakseden kalbler, 14,15 - 1430 Müzik (Melodiler - PL) 18,30 Program, 1835 Müzik (Şen “oda müziği - İbrahim Özgür-ve ateş böcekle- ri), 19 Çocuk saati, 19.25 Türk müziği (Pa- sıl heyeti), 20 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, j0,10 Neşeli plâk- lar - R. 20,15 Türk müziği: 1 »- Balim bey - Hicaz peşreri, 2. Faik bey - Hicaz şarkı - Ateşi suzanı firkat, 3 RIfât bey - Hicaz şar- kı - Sislendi hava, 4- Şevki bey - hicaz şâr- kı - Sen bu yerden gideli, 5- Tanbur tak- simi, 6- Sadettin Kaynak - Buselik şarkı - Saçlarıma ak düştü, 7- Koşma -Ebrularının zahmı, 8 - Mustafa Nafiz - Suzinak şar- ki - Sensiz bu sabah, 9 Mustafa Nafiz - Buzinak şarkı - Ümitsiz bir sevişle, 10 - Lemi - Hüseyni şarkı - O güzel gözlerle bakmasını bil, 11- Halk türküsü - Yürü dilber yürü, 21 Müzik (Riyaseti Cümhur bandosu - Şef: İhsan Künçer), 1- Donlizetti - Raux - Marş, 2. Waldteufel - Her Şeyi | hoş gör (Val » Mendelssohn - Ruy Blas Saint-Saens - Dejanır operasından fan- tezi, 2150 Anadolu ajansı (Spor servisi), 22 Müzik (Câzband - Pİ), 22-45 - 23 Son ajans haberleri ve yarınki proğram. Avrupa istasyonları Saat 20 de Beriin 20.20 neşeli melodiler — Danzig *| 20 viyolonsel — Frankfurt 20 Kuban Ka- zakları — Könişsberg 20 solitler — Mü- | nih 20,10 halk muzikas — Viyana 20 ka- | Tık muzika — Prag 2030 Çeykovski'nin «Bugen Onegin« operası — Bükmş 2015 operes muzikası — Florans 20 mandolin — Londra 20,15 karışık melodiler — Riga 20,10 hafif muzika — Solya 2030 kon- ser — Toulouse 20,45 marjlar. Sant 21 de Berlin 21,1$ büyük orkestea — Frankfurt 21,15 akşam konseri — Lelpsig 21,15 ha“ fif muzika — Münih 2145 opera muzikâ- sı — Viyana 21,19 opera ve operet muzl- kası — Bari 2115 Yunanca neşriyat — Belgrad 21,15 bafif muzika — Lalbach 21 könser ve orkestra — Limoges 21,30 - 23,30 karışık muzika — Rennes 2149 konser — Sottens 21,40 orkestra, Saat 22 de Prag 22,15 dans — Beromünster 22.10 dans — Bükreş 2245 keman — Florans 32 operet muzikası, 2230 askeri muzika — Hüversum 11 2225 Dafif müzika Londra 22.05 orkestra — Milâno 22 ha- ff müzika Roma 22 Ponchielli'nin «Giocondâs operası — Sofya 22 operet muztkası, 22.30 hafif muzika ve dans — Sottens 22,40 dans. Saat 23 ds Berlin, Leipzig 2330 - 1 dans — Bres- dans — Prag 2350 hafif muzlka — Peşte 23 dans — Bükreş 23,15 dans — Londra 23 salon muzikası — Milâno 2325 piya- no — Stokholm 2330 salon muzikası Saat Ziden sonra Poşte 24 çingene çalgısı — Florans dans — Milâno 24 dans — Berlin, Frank- furt, Kolonya, Lelpaig ve Ştuttgart 1 - 4 gece muzlkası, j — Ne de tuhaf bir yerde oturuyor. Öyle tenha bir sokak ki, zoruna bul. dum. Bir dükkânın üstünde, up uzun bir oda... Sıra sıra yataklar var, en aşağı yirmi tane... Odanın içi kitap, kâğıd dolu. Onun okuma bildiğinden haberim yoktu teyze, bana kalırsa O epey şeyler öğrenmiş, dükkânda ça- lışmıyor... Ana şaşırarak: — Okuma bilmez o, dedi. Bana ki. taplarla para kazandığını da söyleme» mşiti. Tuhaf şey, gelince anlatsın ba- kayım... Ne demekmiş bunlar? Ana oğul, ertesi günü, eşeğin sir- tında, tıkır tıkır vadi yolunu aşarlar- ken, kadın bu yalnızlığı cana minnet bildi ve sordu: — Emmloğlunun kızanı söyledi, © turduğun odada bir alay kitap, kâğıd varmış, Ne demekmiş bu, söylesene b&- kayım? Okuma öğrendiğini, parayı da bu yüzden kazandığını dememiştin bana? Delikanli hem yürüyor, hem de bir şarkı söylüyordu. Güzel bir sesi vardı, sırası düştükçe de bu sesi ve marife- tini göstermege bakardı; cevap ver. mek için, türküsünü kesti: — Ek, işte, şöyle böyle, birşeyler öğ- rendik ana, dedi. Kadın gıcılayınca da kaçamaklı bir karşılık verdi: — Şimdilik sorma daha anam. Vak- ti saati gelince herşeyi öğreneceksin. Demin ne söylüyordum biliyor musun? O çalıştığım odada, hep bir ağızdan okuduğumuz marşı söylüyordum. Bir gün kurtulüş saati gelip çatacak. On- dan sonra da artık ne zengin nede fakir kalacak, hepimiz eş olacağız anam hepimiz eş! Kadıncağız ömründe bu kadar acaip lâflar duymamıştı hiç. Kimin zengin veya fakir olacağına karışmak insan- ların haddi mi idi? Emir büyük yer. den çikar, herkes de nasibine boyun eğerdi. Yüreği korkudan titriyerek: — Aman oğul, kimlerle düşüp kal. kıyorsun sen! Hırsız yatağı mıdır ne- dir orası! Eşkiya lâfları bunlar, ner. den de bu ağızları öğrenmişsin? An. ca vurup çalmakla, fukara kısmı zen- gin olabilir... Sonra da yakaladılar mi adamı, artık ötesini bilmem... Korku- lu işler bunlar oğul... Korkulu... Bana acımıyorsan gençliğine acı... Delikanlı öfkelendi: — Sus sen, anlamazsın, aklın er- mez senin. Ben de yemin ettim. Birşey söyliyemem, Sabret, bekle, Bir gün gö- receksin. O vakıt seni unutacak deği- lim, Amma yalnız seni, Beni istemi- yenleri ben de İstemiyeceğim, bana ver- miyenlere ben de vermiyecğim. O bu sözleri o kadar yana yana, bü. tün canile söyledi ki, ana oğlunun bü. yük kardeşine karşı nasıl diş bilediği- ni anladı ve öfkesini büsbütün ka- bartmamak için bir karşılık vermedi, Bir yandan da kuruyordu. Eşeğin üstünde çalkalana çalkalana giderken hep oğlunu düşünüyör ve gizli gizli bep ona, haline bakıyordu. Genç adam yuları tutmuş önden yürüyor, anâ- nın, Sözlerini sezip anlıyamadığı he- celeri tane tane fırlıyan, ateşi! hiç dü- yulmadık bir şarkı söylüyordu. Ka dıncağız kendi kendine; «Şunun - ne biçim yaşadığını öğrenmeğe gayret et. meliyir, eve barka bağlamanın yolu- nu bulmalıyım!» diye düşündü. Evlen- dirmek lâzımdı. Evet, yanına bir gö- lin almalı idi, belki bu sayede oğlan azıcık eve ısınır, olur a, gitgide belki de karısının yüzünden büsbütün yan- larında yaşamağa başlardı. Ona güzel, civelek, fıkır fıkır bir kız bulmalı idi; büyük gelin işi görür, küçük gelin de başka türlü birşey olurdu, rahladı, bulduğu çareyi öyle akla ya- kın gördü ki, sabredemedi: — Oğul, yaşın yirmiyi geçti, yirmi bire basıyorsun artık. İyice aklıma koydum, seni evlendireceğim, Bu müj- deme ne vereceksin. Söyle bakalım, sen ne dersin? Bir gencin tâ içini kim görüp okuya- bilir? Ananın umduğu gibi gülümsi- yerek, sevine utana, başını eğip susa. cağına, delikanlı durdu, döndü ve ina. dından caymıyacağını anlatan bir seş- le: — Böyle birşey yumurtlyacağını bi. liyordum zaten. Anaların aklı fikri sade bu işte, arkadaşlarım da söylü- yorlar, anaları babaları boyuna: «—Ev- len, evlen... Evlen...» deyip duruyor. Jarmış. Bak ana, ilk de son da bir sö- züm var sana: Evlenmiyeceğim, İste- miyorum. Zorlarsan, bir daha yüzümü görmezsin, ayağımı basmam evinize, dedi, Sonra tekrar gözlerini önüne, yere indirdi, yürümeğe başladı, adımlarını sıklaştırdı. Kadının ağzı açık kalmış- tı. Oğlunun birdenbire parlayıvermesin»- den, şaşırmış, hele bu susuşundan da içine tuhaf bir korku girmişti. Artık şarkı da söylemiyordu. Yalnız kızını düşünmeğe, «bakalım ne halde göreceğiz diye. tasalanmağa başlayınca, oyalandı ve bunları unut tu. Şefak sökeli beri yürüyüp geçtikleri yol, öğleye döğrü pek pek darlaştı ve kendi vadilerini kuşatan o hoş biçimli, sırtları çimen ve okamışlarla öt- tülü güzel tepeler, dikleşmeğe başla- dılâr, sıra sıra keskinleştiler, sivrildileş ve ilerlendikçe büsbütün sârplaştılar. Nihayet öğle vaktı, güneş ışığını ve si- cağını diklemesine doğru aşağı döküp boşatmağa başlayınca, hoş yuvarlaklı tepecikler bitti ve onların yerine, uç- larını hain hain gökyüzüne doğru kal- dırmış çıplak, kayalıklı bir sıra dağ çıktı. Bu kum rengi kupkuru, ağaçsız, sivri tepelerin üzerinde mavi bir mas ” den parıltısı ile ışıldayan duru gök kubbesinin altında bu yalçın sırtlar daha korkunç gözüküyordu insana, Dağ yolu; iri, yüksek, sarımsı kâ& ya duvarları altından kıvrıla kıvnla gidiyordu. Taşın rengi ne koyu ne de karaydı, garip, âdeta ışık rengine bo- yanmış gib idi, hiç bir tarafta bir damla su olmadığı için de, yeşermiş birşey yoktu, ne bir ot, ne bir ağaç, ne de bir diken bilel Yol gitgide sarplaşıyordu... İkindi. ye doğru, birdenbire, tepelerin ara-, sında çepçevre oyulmuş derin bir va. dinin karşısına çıkıverdiler.. Herhal- de oralarda bir pınar olacaktı, çünkü yalçın kaya duvarlarının ârasına Si- kışmış gibi duran küçük bir köyle, birkaç da yeşii tarla gördüler. Lâkin, ana ile oğul bu köyün kenarında du. Tup da ilk rasladıkları birine aradık. ları evi sordukları zaman, adam daha uzak, daha yüksekte set gibi bir yer gösterdi; — Nah işte, tâ orada, yeşilliğin bit- tiği yerde aşağı kenarda... İki ev var. dır... Üst tarafında ağaç, ot yok artık... Kayalar, bir de gökyüzü... dedi, Adam bunları söylerken, ana da Şağ- kın şaşkın bu acalp biçimli, yabani, rengi bile bellisiz, çorak dağlara ba. kıyordu. Onun bütün ömrü vadilerde geçmiş. ti, şimdi, yalçın kayaların arasında bir kovuğa sıkışmış gibi duran şu ka» panık yüzlü köyden, yukarı doğru, kıv. rıla kıvrila giden yolu geçerlerken et- rafına, bakıyor, toprağın, harman vaka tına yaklaştıkları şu sıralarda bile ne kadar verimsiz kaldığını, yetişen bir. kaç şeyin de cansızlığını bereketsizii. ğini görerek içini sade hayret değil, bir de garip korku bürüyordu, daya. Damadı, seslendi: — Oğul hiç gözüm tutmadı burası. nı, Bilmem amma, kız kardeşine kim- bilir neler çektirdiler burada; zavalıı- nın dayanamıyacağı kadar varsa, onu eve götürelim e mi? Eşeğe bindiririz, ben de yürürüm, ne derlerse desinler, Delikanlı cevap vermedi. Yorulmuş, hem de karnı acıkmıştı. Yanlarına al- dıkları azcık soğuk yemeği çoktan bie tirmişti, kız kardeşinin evine varma. Za can atıyör ve geceyi orada geçirme- ği tasarlıyordu. Eşeğin yularını öyle bir hızla çekti ki, neye uğradığını şa- Şıran ana ağzını açıp tam oğlunu pay- lamağa niyetlenirken birdenbire önle- rinde evvelâ bir... Sonra da İki ev bo- zuntusu gözüktü, Kayalıklı sedin üze. rine yaslanmış âdeta taşa yapışmış gi. bi idiler. Ana kulübelerden birinin önünde o kötü suratlı ihtiyar topalı görünce, içinden hah kızının evi bu işte!» dedi ve yüreği höpladı. (Arkası var)