24 Haziran 1939 HR AKŞAM BİR HİKÂYE Peridin adamakıllı canı #ıkılmiştı. Kendi kendine söyleniyordu: — Bende olur aptallardan değilim Ya... O güzelim kıravat iğnesini nasıl Kaybettim bilmem ki?... Hem de ne Büzel iğneydi... Bugün sokağa atsam | Mi içnde elli lira veren olurdu. İğr Min kırayatımdan düştüğünü h tnedim Genç adam hâlâ iğneden ümidini iyor, etrafını, üstünü başını ari- Yordu, fakat nafile... Kıravat iğnesi Yoktu, Birdenbire aklına, kaybolan kıra- iğnesine dair gazeteye bir ilân Vermek geldi, Vakıt geçirmek istemiyordu. He- Men kalktı, giyindi, sokuğa fırladı, Bt. İlân meselesini halletti, Ertesi Bün gaztede şöyle bir ilân göze çar- Miyordu: kıravat iğnesi — Şişliile esi arasında incili bir kı- kaybolmuştur. Bulanla- Nin İnsaniyet,namına gdresime gstir- Mesini Tica ederim, İğneyi getiren Yrica memnun edilecektir.» P ilânı ökürken kendi kendine: — Şu kıravat iğnesi bulunsa pek Memnun olacağım!... diyordu. Gazetede ilânın çıktığı günün ak- #amı idi. Birdenbire - Feridin kapısı #alındı, Genç adam gilti, kendi elile iyı çtı. Birdenbire hayretle dura- . Karşısında son derece güzel, Benç, şık bir kadın vardı. Feridin hiç unadığı bu güzel kadın: — Affedersiniz... dedi, Kaybolan '&vat iğnesi için sizinle görüşmek yordum. Ferid sokak kapısını ardına kadar ak: — İçeri buyursanıza efendim... de- Madem ki buraya kadar zahmet #tiniz, sırf benim işim, benim an- yam içn yoruldunuz, bir saniye “nlenmez misiniz? Genç kadın tatlı bir gülümseme İle: — Rahatsız etmeyim efendim... dedi Bonra elindeki şık çanlayi açarak kinden Feridin kaybettiğ kıravat iğ- Besini çıkardı. Biçimli parmkları ura- tuttuğu iğneyi genç adama gös- k: — Zannedersem, kaybettiğiniz iğ- Be budur değil mi? diye sordu. Perid gülümseyerek ve sesini müm- Mn olduğu kadar tatlılaştırarak: — Evet, dedi, tâ kendisi... Genç kadın iğneyi Feride uzattı: — O halde iğnenizi buyurunuz... Ferid genç kadının iğneyi verdik- İen sonra hemen gideceğini düşündü, Cerhaj: — Pek teşekkür ederim... Sizin bu- Yaya kadar yorulmak zahmetinizi na- Aİ ödeyeceğimi bilmioyrum... dedi. Sonra da Jâfı biraz daha uzatmak dile: — Affedersiniz, dedi, iğneyi nasıl buldunuz? Güzel kadın: — Benim küçük bir otomobilim Vardır, dedi, her gün ontnla Hürriyet pesine kadar uzanırım. Dün de yine böyle yapmıştım. Bir aralık yol kena- durdum. Caddeden geçen bir Mrkadaşımla konuşuyordum. İşte bu ia gözüme yerde bu iğine ilişti. , Maksadım onu polise vermek- v, Fakat bu sabaha kadar Iğne ce dimde kalmış. Akşam, gazetede İlânr- Miri görünce hemen iğnenizi aldım ve We getirdim, — Tekrar tekrar teşekkür ederim Mendim,. İçeriye buyurup bir çayı" içmiş olsaydınız beni minettar Tdiniz, Buraya kadar yoruldunuz. Dinlenmeden "gideceksiniz, Genç kadın yine gülümsedi: ”— Yok o kadar yorulmadım, Zaten pek yakın komşuyuz. Ayni apar- tinanda oturuyoruz. Sizn altinızdaki Kükta. İlânınızı okuyunc komşu ol- uzu anladım, iğnenizi getir w hususunda daha ziyade acele et- Perid genç kadının sözlerine hem Yayret etmiş, hem sevinmişti. Sordu; > Demek altımızdaki katta oturu- unuz. Ayni apartımnda olalım da nasil bunun farkına yarmıyayım? | dü Ferid onun basamaklar üzerin- den gittikçe uzaklaşan ayak seslerine güzel bir musiki parçası dinler gibi kulak verdi, Artık delikanlı son derece mem- nundu, Kendi kendine: | — Yaşadım, diyordu: İğne geldi. Aaşğı yukarı elli Jiralık bir zarardan kurtuldum, elli lira kâr ettim, Yalnız kârım bu mu ya? dünyanın en güzel kadınlarından biri ile de bu vesile ile tanışmış oldum. Doğrusu bugün ta- him üstümde imiş... Fakat beni bu yarardan kurtaran genç kadına hiç değilse güzel bir büket çiçek gönder- meliyim... Öyle ya, ona ne kadar ve ne süretle teşekkür etsem yine yeri- dir... Hem de bu vesileile onunla belki daha ziyade ahbab olurum. Ertesi günü aşağı kattaki genç ka- dına gayet güzel, şık bir çiçe demeti gönderdi. O günün âkşamı apartımanın ka- pısında birbirlerile karşılaştılar: Genç ka Feride: — Çiçeklerinize çok teşekkür ede- rim, Fakat niçin zahmet ettiniz efen- dim... Ferid hemen atıldı: — Hâlâ da size teşekkürümü öde- miş değilim. Asıl ben size teşekküre borçluyum efendim... O günden sonra ahbablıkları ilerli- yordu. Feridin saadetine hiç diyecek yoktu. Hem elli liralık iğnesini bul muş, hem de güzel bir sevgili kazan- mıştı, Hele aradan bir ay geçince Ferid ile genç kadının, Muallânın arsları büsbütün iyileşmişti. Yalnız Muallâ kendisine alınan bazı hediyelerden pek memnun oluyordu. Bunun için Ferid sevgilisine zaman zaman kâh bir yüzük, kâh bir bilezik hediye et- mekten çekinmiyordu. Altı ay sonra Ferid, Muallâ için sarfettiği parala- zın hesabını yapıyordu, Nerede ise if- lâs etmeğe yaklaşmıştı; Genç adam kendi kendine söyleni- yordu: — Vakıa kıravat iğnesi geldi amma ne bilezikler, ne yüzükler, ne küpe. ler gitti, Galiba bu gidişle kırvat İğ- nesini de satmağa mecbur olaoğız... Hikmet Feridun Es amana Doktor Şiikri Mehmet Sekban "Gureba hastam, hastalıklar sabık hekimi, Cağaloğlun- da, Kapalıfırm karşısında Ne. 30. Telefon: 21614, Mer gün saat 16-13 ve 16-18 e Zayi — İstanbul İthalât gümrüğünden almış olduğum 44.274 numaralı beyanna- meye ait 243 lira 84 kuruşu havi 293.007 numaralı irad makbuzu senedin! kazaen mayi ettim. Yenisini çıkartacağımdan eş- kisinin hükmü olmadığını ân ederim. Mehmed Akyüz uzunluğu 148 m. 182Ke/s.170Kw. TAG 19/14 m. 15195 Ke/s. DO Kw. T.AP.3110m. 9465 Ke/a, BOKw. ANKARA RADYOSU SAATİLE Cumartesi 24/6/939 13,30: Program, 13,35; Türk müziği; 1 « Acemaşirani peğrevi, 2 - Dede - Acemaşi- Tan beste - Yar meşamı hatıra, 3 - Niko- dos - Acemküpdi şarkı - Sevdi göynüm €y meleksima seni, 4 - 5, Kaynak - Ba- yati şarkı - Her sinede bir gam, 5 - Halk türküsü - Yürük te yaylasında, 6 - Hüz- sam türkü - Akşam oldu yine bastı ka- ralar, 7 - Hüzzam saz semaisi, 14: Mem- leket saat ayarı, ajans ve meteoroloji ha- berleri, 14.10 - 1530: Müzik (Dans müzi- BH -PU, 19,30: Program, 1935: Müzik (Meloği- ler - PL), 1845: Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkım): 1 - Franz Lehar - Eva öperetinden Vals, 2 - Emmerieh Kal- man - Çardaş operetinden potpüri, 19,15: 'Türk müziği (İncesaz faslı), 20: Memle- ket saat ayarı, ajans ve meteoroloji ha- berleri, 2010: Neşeli plâklar - R., 20,15; Türk müriği: 1 - Hüzzam peşrev, 2 - Mahmud Celâleddin paşa - Hüzzam şar- kı « Değildi böyle, 3 » Bimen Şen - Hüzzam şarkı - Sükünla geçer ömrüm, 4 - Hüzzam türkü - Ata binesim geldi, 2030: Türk müziği (Erkek küme heyeti), İdare eden: Mesud Cemil, 1 - Bestenigâr peşreri, 2 - Haşim bey - Bestenigâr şarkı - Kaçma mecburundan, 3 - M. İzzet - Bestenigâr şarkı - Gayrıdan bulmaz teselli, 4 - Viyola e taksim, 5 - Lam'i - Hicaz şarkı - So- rulmasın bana ye'sim, 6 - Dede - Baha- rın zamani geldi, 20,50: Konuşma (Dış politika hadiseleri), 2105: Temsi), 23: Haftalık posta kutusu (Benebi dillerde), 2230: Müzik (Oda müziği - PL), 23: Son ajans haberleri, ziraat, esham, tabvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 7320: Müzik (Cazband - Pl), 2355 - 24: Yarın- ki program. Avrupa östasyonları Saat 20 de Berlin 20 opera melodileri — Breslav ve Danzig 70 koro — Kolonya 20,10 balk muzikası — Lefpzig 20 askeri muzika — Münih 20 karışık muzika — Melnik 20 karışık muzika — Athlone 20,15 orkestra — Bükreş 20,15 orkestra — Londra 19 dan- beri askeri muzika — Sofya 2030 or- kestra, Saat *lde Berlin 21,15 karışık muzika — Breslay 21,15 orkestra — Frankfurt 21,10 Lortzingi'n. «Waffensehmiede e operası Kolonya 2130 hafif muzika — Ştuttgart 21,15 ope- ra melodileri — Viysna 21,15 karışık mu- xika — Melnik 21,15 operet havaları — Prag ?i-i operet havaları Bari 21,15 Yunanca neşriyat — Bükreş 2130 dans — Florans 2130 orkestra Hilversum II 21 bafif muzika — Londra 21 orkesira — Paris P. T. T. 21,30 opera -. Sofya İl kes man Toulouse 21,15 marşlar ve dans, Saat 22de Bükreş 2220 konser — Folrans 22 kon- ger — Hilversum TI 22.50 hafif muzika — Londra 22 hafif muzika —Milâno 22 Ver- dinin «Trovaotre. operası — Roma 722 hafif muzika — Sofya 22 hafif muzika ve dans — Wales Reg. 2220 Bizet'nin «Car- mens operası. Saat ?3de Berlin, Kolonya 2330 -1 gece muzikası ve dans — Breslav, Frankfurt, Leipzig, Münih 2320 -1 dans Königsberg 2345 - 1 hafif muzika ve dans — Ştutt- gart 2330 dans — Viyana 2330 karışık muzlka — Poşte 23 şarkılar — Bükreş 23,15 konser — Stokholm 23,15 solistler — Toulouse 23,45 bafif muzika, Saat 4 den sonra Florans 24 dans — Londra 24,10dans — Rama 24 dans — Berlin, Breslav, Kolon- ya, Ştutigart ve Viyana 1-4 askeri muzi- ka ve orkestra. Yalrız bir tüp kullandık- tan sonra aynaya bakınız Radyolin , Mükemmeliyeti hakkında en son ve doğru sözü size o söylüyecktir. Bembeyaz pırıl pınl parlıyan dişler, tatlı bir nefes, pembe, sıhhatli diş etleri, temiz bir dil, mikropsuz bir ağız... İşte Radyolin in eseri! Bugünden itibaren sabah, öğle ve” akşam her yemekten sonra günde 3 defa RADYOLİN Kullanmaya başlayınız / Mütercimi Mebrure SAMİ 'Tefrika No, 43 m ——— ———— | “Tombul yenge, denileni yaptı ve ek | biseler uzun zaman işe yarasın, gelin gebe kalınca da bir kenara atılmayıp rahatçana giyilebilsin diye, şöyle bel- den aşağısı bol bol, genişcecik biçil Gi, kesildi. Anâ çıkinından gene pâra çıkardı, bir hamalın çektiği kıpkırmızı renkli tek kişilik tahtıravanı, yalancı inciden yapılma tacla küpeleri, hele bilhassa her gelinin mutlaka giymesi âdet olan işlemeli al şalvarı, kira ile kaldırdı. Günü kararlaştırılmıştı artık; yavaş yavaş yaklaştı ve nihayet geldi çattı: O yılın, kış ortalarında soğuk, duru bir gündü. Ve ne garip bir gündü ki, bu, evinin, o ana kadar hanımı ve hâkimi olan ana, oraya bir yabancıyı sokacaktı &r- tık! Sırtına en yeni güzel esvaplarmı giymiş, kapısının eşiğinde, ayakta durmuş, bekliyordu. Uzaktan doğru, içinde, gelinin bulunduğu, düğün tah- tıravanını görür görmez (birdenbire bu ayni tahtıravanın içine oturtup, onu da buralara, getirdikleri günden- beri azıcık, pek azıcık bir zaman geç- miş gibi geldi ona: İşte, tam şuracıkta, ölen rahmetli koca nineleri, biraz ötede şimdi oğlu- nun beklediği şu kapı eşiğinde de o zamanki... Güvey... Durup duruyor- du sanki! Kocası pek o kadar sık sık aklına gelmezdi; onu sahiden ölmüş yerine kordu amma, şu dakikada birden şa- şılacak derecede kuvvetii, burnunun direğini sızlatan bir isteyiş ve özleyiş- Je aradı onu; öyle etten kandan gelme cinsi bir arzu ile değil. Ne münasebet! Böyle şeyler çoktan ölmüş, geçmişti! Hayır başka bir ihtiyaçla, şöyle varlı- dının bütünlendiğini, tamamlandığı. nı hissettirecek ayni yaşta birine da- yanma isteğile aradı. Çünkü... Ne ka- dar yalnızdı! Oğluna bambaşka, yeni bir gözle baktı; artık o sade kendi evlâdı değil- di, bir başkasının da kocası idi, Anası. nın yeni dikip hazırladığı esvaplar içinde baston yutmuş gibi dimdik, kı- mıldamaktan ürker bir halde, başını eğmiş duruyordu, her vakıt yalın ayak gezerken, bugün bir çift de kundurası vardı. Pek o kadar aldırış ettiği yok- tu; daha doğrusu koyu renkli elbise- sinin üzerinde sarkmış duran elleri. nin nasıl titrediklerini görünceye ka- dar, ana böyle sanmıştı. Bir kere daha içini çekti ve eski günlere daldı; tah- tıravanın perdeleri arasından hırsiz- lamadan bir göz ucu atmış da kocasını şuracıkta nasıl görüvermiş; yüreği birden nasıl hoplamıştı... Ne güzel adamdı, ne iç açan bir yüzü vardı... Hey gidi glinler hey... Oğlundan çok daha yakışıklı idi o, onun kadar gü- zel erkeği ömründe hiç görmemişti. Ya böyle idi işte! Amma pek o kadar çok derdlenme- ğe, üzülmeğe meydan kalmadı; düğün alayı yaklaşıyordu: En başla, ziyafet sofrası için bir iki türlü yemiş geli- yor, arkadan da gelin evine, kaynana tarafından gönderilen horoz geri yol- lanıyordu. Âdetlerince, bu horozun yanına bir de, tavuk katmışlardı. Ni- hayet düğün tahtıravanı da geldi, ka- pının önünde yere kondu. Emmioğlu- nun karısı, köyün meşhur dedikodu- sucu İle daha da birkaç yaşlı başlısı, gelinin elinden tutup onu içeri doğru çekmek istediler. O da, doğrusu ya, iyi terbiye görmüş bir kızdı bu çekilmele- re adam akıllı karşı koydu, bir kere bile gözlerini yerden kaldırmadan, ne ise zorla, istememezlikten gele gele yü- rüdü, ilerledi. O sırada ana da emmi- oğlunun evine kaçtı; çünkü gene ora- ların âdetince gelinin öyle tezi tezine kaynana ile yüzyüze gelmesi doğru de- gildi, sonra pek o kadar saymaz der- derdi. Onun için, ana bütün o günü komşusunun evinde geçirdi. Gelin için ne söylüyorlar diye de merâkından çatlıyor, bir türlü kapı- dan aynılamıyor, uzanıp uzamp bakı. yor kulak veriyordu: Birinin: «Pekâlâ bir kız doğrusu, hem de ağır başlı.» de. diğini bir başkasının da: «Söylüyor. Jardı, pek güzel dikiş dikermiş, eğer ayağındaki pabuçları kendi yapmışsa, doğrusu ya kızın on parmağında, on marifet var.» diye fikir yürüttüğünü işitti, Kadınlar gidip gidip kızın kır. mızı düğün esvablarını elliyorlar, ye. leği, eteği kaldırıp iç tarafına bâki. yorlar, tersinden bile dikişin ne temiz olduğunu, kumaş büklümlerile yapı. ma, boğmak boğmak düğmelerin ne da sağlamca takıldığını görüyorlardı. Hepsi birden koşup anaya bu müjdeyi yetiştirdiler: «Pek becerikli, ağır başlı, terbiyeli bir taze kadınım, gözün ay- dın olsun!» dediler. Yalnız erkelerin içinde bazıları ka- ba kaba lâf ettiler, biri de: — Bana sorarsanız, ih, çok kuru, sapsarı birşey, hoşlanmadım» dedi. Bir başkası da: «— Dur bakalım, acele etme, bir iki ay bekle de görürsün bak sıskalığı na» sil geçer. Kız kısmına erkekten âlâ ilâc mi olur!» diye atıldı. İşte daha böyle açık şakalar gülüş- meler arasında yeni gelin, gözleri yer- de evinden içeri girdi, Evlenmişti. Ana, yıllardanberi kendinin bildiği yataktan çıkmağa mecburdu artık. Oraların âdetince, gelini ona, perde. nin arkasında, rahmetli ninenin bir zamanlar yattığı yere bir şilte serdi, hazırladı, Nine öleliden beri büyük oğ- Ju yatıyordu burada, kör kız, içerde hırtlambası çıkmış bir yatağa kıvrı- hyor, küçük oğlan da eve döndüğü ge. celer mutfakta uyuyordu. Artık bun- dan sonra evin asıl yatağa benzer ye- rinde... Karısının yanına uzanıp... Bü, yük oğlan yatacaktı. Ana bir zamanlar erkeği ile beraber yanyana yattıkları bu yeri yeni çifte pek de öyle kolaycana devredemedi ve gecleyin ihtiyar ninenin döşeği üs- tünde, gözleri ap açık yatarken, bir- den sanki kendini çok çok ihtiyarla- mış saniverdi, Bütün gün ortalık ay- dınlık iken, şu işe, bu işe bakayım, emretmeğe azarlamağa alışık dilile şuna buna kumanda vereyim derken kendini her vakıtki gibi hissediyordu amma, gece oldu mu birden gene ihti- yarlıyıveriyordu, evin kocakarısı clu- yordu. Sik sık uyanıyor, oğlu ile gelini onun yatağında fosur fosur uyurlar- ,ken, bir türlü şuracıkta kıvrılıp ya- tanın kendisi olduğunu aklına sığdı- ramıyor: — Zavallı ninecik.. Demek ki, o da bir zamanlar, şimdi benim duyduğum bu ayni şeyleri geçirdi... Bir vakitler de buraya ben gelmiştim... Oğlu ile ku- Tulup yatmak için, onu yatağından atmış, ayırmıştım... Şimdi de sıra bir başkasında... O yatıyor işte oğulumun yanında... diye düşünüyordu. Gizli, anlaşılmaz bir çarkın bu dö- nüşü ebedi bir zinciri ören halkala- rın böyle birbirlerine geçe geçe uzayıp gidişi ne garip, ne bitmez, ükenmez bir şeydi! Ana böyle şeyleri üstün kö- rü anlıyan, olup biteni nasılsa öyle kabullenen, aklı, pek o kadar derine ermez bir insandı amma, göne de bu kadarcık bir düşünmekle de içi ve gö- zü kamaşıyordu. Görünüşte, sözde evin, büyüğü başta geleni o idi amma, işin içyüzüne bakınca kendi kendinin ne kadar küçüldüğünü, hiçe indiğini, elindeki kudretleri birer birer nasl kaptırdığını hissediyordu. Hep gelininin e bakıyordu. Taze, saygıda kusür etmiyordu doğ- rusu, her sabah gelip kaynanasının önünde eğile eğile selâm borcunu ya- piyor, hattâ içine sıkıntılar basan ana da: «— Haydi yetişir, yetişir!» diye bağırıyordu. Bir kusur bulâmıyordu kadında. Gitgide, kusursuzluğun bu kadarı fazla geldi, gözüne batmağa başladı ve: N — Yere bakan, yürek yakan derler. Daha anlıyamadım bu kızın çevirdiği dolabı amma, elbette kokusu çikar'» , diye homurdandı. İçini hemen dışına vurmıyan bazı yaradılışlar vardır, sahiden de oğlu- nün karısı böyleydi, önceleri huyunu pek belli etmedi. Hamarat hamârat çalıştı, hem eli çabuktu, hem de temiz iş görüyordu, boş kalır kalmaz da oturuyor kocasına bir Şeyler dikiyor, her yaptığı işe kendine hes bir şekil veriyordu. (Arkası var)