AŞ K ve MACE RA NU VELİ Kazaklığın neticesi Sokak kapısının açıldığını ve sofâ- da bir erkeğin yürüdüğünü işitince, Edibe, işlediği masa örtüsünden ba- gını kaldırarak korkak ve munis bir se: — Safa geldin Rüstem! - dedi. Kocası, homurdanır gibi cevap verdi ve Salamandıranın karşısında- ki koltuğa, arkasını dönerek otur- du. Bir gazete açtı. Okumağa başladı. O anda, genç kadın için, bu mü- kemmel döşeniniş oda bütün sami- miyetini kaybetti. Her mobilye göz- lerine soğuk, hattâ düşman göründü. Hayatmı bağladığı erkeğin dü- rüştlüğü, sönmek bilmiyen kini Edibeyi harap ediyordu. i kendine; Ör... Artık tahammülüm kal « Bu yalnızlık iztırabı çekilir sey değil... - diye düşündü. - Bu hal senelerdenberi devam or, Ömrüm korku içinde geçiyor... Bari bu ak- şam cessret edip arzumu söyleyebil- sem...» Beyaz önlüklü, temiz giyinmiş bir hizmetçi: — Yemek verdi Kadın ince ve tatlı sesile; — Peki kızım! - dedi. Ayni zamanda kocasına baklı. Erkek, işitmemiş gibi, yerinden kı- mıldamıyordu bile... Bir . müddet bekledi. Ürkerek tekrarladı: :—— Rüstem! Yemek hazırmış... Adam, cevap vermeden, güzetesi- nin sahifesini çevirdi. Okumakta de- vam etti, Evin öbür tarafında, mutfakta, ahçı hizmetçi ile derdleşiyordu: — Gene çorba soğuyacak... Bey de her zamanki gibi söylenecek. — Mahsus yapıyor... Ne kaba he- rif... Valahi, hamırın hatırı olmasa çoktan giderdim. Zevalli kadın!... Amma işkence çekiyor..: Üç çeyrek sonra Rüstem yerinden kalkıp yemek odasına geçti. Tabii bermutad çorbanın ılıklığından, etin kuruluğundan şikâyet etti, söylendi. Karısı ise, duvarda asılı saâte hele- tanla bakarak: «— Geç olacak... Yetişebilecek mi- yim?... Nasıl yapsam da izin alsam... Bir şey söylemesem daha m iyi our?... Belki tesadüfen gider de...» Masanın altında asabiyetle par- maklarını sıkarak, nihayet sordu: — Bu gece çıkacak mısın? Erkek başını kaldırdı. Cevap ver- meden karısına baktı. Ağır ağır lok- masını çiğnedi. Bir bardak su içti. Sonra Tütfen: — Niçin soruyorsun? - dedi. Sesinin aksiliğinde, Kalbinde giz- Jenen şüphe, kin, fesad hissedili- yordu. Biçare kadın, şaşkın bir halde, te- reddüdle: — Şey... - dedi, - Eğer muvafık bu- Tursanız... Sanra cümlesini gâyet çabuk biti- yerek: — ... Bu akşam sinemaya gitmek istiyorum... «Sekizinci» oynuyormuş; medhettiler, Edibe bunları söylerken, içinden de, kendi zaafına, meskenetine kızı- yordu. Bu kadar basit şey için sanki ne demeğe izin almak istiyor ve kor- kuyor? Neye şimdiye kadar çıkıp gitmemişti de filimin sonuncu ak- şamına Kadar beklemişti? (Fakat sormadan sıvışsaydı elbette gören Yer olur ve onu Rüsteme haber verir- Yerdi. Erkek zaten onu takip öttirai- ğini söylüyordu. Edibenin parası da yoktu. Bu zengin beyefendinin kürkler, elmaslar içindeki karısında bir tek ira bile bulunmazdı. Zira kocası ona katiyeni cep harçlığı vermez, bütün masrafları kendi görürdü. Kocasının . ticarelbanesinde çalı- şan amele kadınlarından bile daha parasızdı. Rüstemni lânet sesi yükseldi: — Bu Amerikan filimleri nafile- dir... İnsanlara sui misal oluyor... Ahlâk noktal nazarmdan böyle şey- eri seyretmene taraftar değilim. Zaten bu akşam için bizim cemiyet. İe konferans varmış. Beni davet et- filer. İşim çıktı. Sen gidersin. Tara- fımdan da reiseye selâm söyle, hazır! - diye haber Genç kadın bu arzunun karşısın- da boyun eğmekten başka çare bu- lamadı, Hazırlanırken gözlerinin önünde bütün mazi canlandı. On iki sene- denberi bu hissiz erkekle evliydi. Her günü bir cehennem azabı halinde ge- çiyordu. Rüstem kendisine talip olduğu zaman, Edibenin babası yeni ölmüş- tü, Annesile sıkmtlı bir hayat yaşı- yorlardı. Kadın bu zengin erkeğin kendine damad olmasını nimet te- lâkki etmişti ve kızı izdivaca &deta Zorla razı etmişti. Edibe ise annesi- nin hatırı için, istemeye istemeye katlanmıştı. Zira o !lk günündenberi bu erkeğin ne aksi, ne hodbin oldu- ğunu pekâlâ sezmişti. Zaten evlenir evlenmez Rüstem büyük bir doğrulukla hakikati itiraf etmişti: — Zannetme ki âşık olduğum için seni aldım. Sessiz, munis, muhtaç bir kadınsın. ümden çıkmazsın. Üstelik, terbiyen, tahsilin ve güzelli- ğin var. Gösteriş tarafım da böyle- likle temin olunuyor. Bir müddet hayatları böylece de- vam etti, Kadın evi idare etmekle meşgul... Şık tuvaletler giyip salon- larda, balolarda kocasının gururunu okşayacak tarzda dolaşıyor. Maamafih © zamanki hayat bu- günkü İle kıyas edilirse gene bir cennetti! Asıl facia sonradan patlak yerdi. Yaşadığı lüksten mi, elmasları ve otomobilleri yüzünden Onu mesud sanarak kıskandıklarından mi, ker nedense, hasudlardan biri, belki de alay için bir mektup yollamıştı. İşte o günü Edibe asla unutamı- yordu. Yemek yemislerdi. Kahveleri- nİ içecekleri sırada bizmetçi kiz bir zarf getirdi. Adres Edibeye olmasına rağmen bermutad Rüstem açtı. Oku- mağa başladı. Suratı kıpkırmızı ke- sidi. İskemleyi fırlatarak yerinden kalktı. Karısının üstüne yürüdü. Bir sille ile kadim yere düşürdü. Edibe- nin başı devrilen masaya çarpmıştı. Neye uğradığını anlamıyan biçare kadın, korkak ve titrek bir halde: — Ne var? - diyordu. Onun, küfürler savurarak: Alçak!... Namussu: evime mektup yoliuyo sızlığının isbatı!... Kâğıdı masanın çarpıyordu. — İnkâr edemezsin... Yalandır di- yemezsin. Ol Bak ne diyor... Kadın, dehşet içinde satırlara göz gezdirdi: «Seni bugün akşama kadar bekle- dim. Gelmedim, Belki kazak kocan- dan kurtulamamışsındır. Bilsen sensiz ne kadar acı saatler yaşadım.» Ve bundan sonra bin bir aşk cüm- lesi, coşkun vaadler, neler, neler... İmza: Bülend. Edibe ömründe böyle bir insan ta- nımıyordu. Safiyetinin bütün sami- miyetile: — Anlamıyorum... - dedi - Bu, ak çakça bir oyun! — Ben pekâlâ anlıyorum... Seni alırken zaten şüpbelenmeliydim, Seni koğacağım, Annenle beraber, kolko- la, dilenmeğe çıkın... Sayemde yâ- şıyorsunuz... Benimle alay etmek na- sıl olurmuş, gösteririm sana... Edibe kendisinden ziyâde annesini düşünerek fena halde üzülmüştü. İhtiyar kadın rahatını seven ve pa rasizlığa katlanmayan bir insandı. Böyle bir vaziyet karsısında mutla- ka yüreğine inerdi. Bigünah olma- sına rağınen erkeğin ayaklarına ka- pandı. Onun İleri sürdüğü kütün ağır şartları kabul ederek yarında kalmağı temin etti. İşte o zamandan itibaren cehennemi hayat başladı. Aylar, seneler geçtiği halde erkeğin kini sönmek bilmiyordu. Her dakika bin bir tahkirle kadına söylemediği- ni birakmıyor. Yaptığı tahkikat ne ticeşinde hiç bir iz bulmadığı belde gene inadında sebat ediyordu. * Dostun iste hava- üstüne şiddetle Edibe konferans salonuna girdiği Yaman odayı hincalunç dolu buldu. Evvelâ reise sikici ve uzun bir nutuk Kemale verildi. Bu, şark vilâyetlerinde hastalıklar- la senelerce mücadele eden kır saç- h, genç ve enerjik yüzlü bir erkekti. Şarktaki hastalıklarla ne surelle mücadele eğilebileceğinden uzun uzun bahsetti. Kadınların erkeklerle tam mânasile müsavi olmâsı noktai nâ- zarını da müdafaa ediyordu. Edibe erkeğe bakar bakmaz, Ç0- Cukluk arkadaşını tanıdı. Bütün kuvvetile onu alkışladı. Konferans biter bitmez, Recai de, genç kadının yanına koştu: — Ah... Kaç sene sonra sizi bura- da görmek... Cidden sevindim... — Ben de... Bilseniz sizinle derd- leşmeğe ne kadar ihtiyacım var... Doktor, müşfik nazarlarla genç ka- dını süzdü. Birlikte çıktılar, Hava soğuktu. Saat on İkiye yaklaşıyordu. —Nereye gidelim? — Nereye isterseniz... Şimdi artık Edibe kararını ver- misli. Hiç bir şeyden korkmuyordu. — Gelin, o halde şu kahveye gire- Jim... Tenha bir köşeye oturdukları za- man, pastahanedeki kızlar birbirleri- De bâkışlılar. Bunlar, Rüstem beyin zevcesini tanıyorlardı. Fiskos ederek: — Vah zavallı zengin adam... Bu sinsi kadının ona boynuz taktırdığı zaten muhakkaktı! - dediler, Edibe ile Reçai müstehzi alâkayı farketmeden, baş- başa konuşuyorlardı. Kadın rahat rahat döküyordu; — Öyle bedbahtım ki... Siz demin biçarelere yardım ettiğinizden bah- sediyordunuz. Asıl yardıma muhtaç benim... Ve, izdivacımı, hayatını uzun uzun anlatmağa başladı. — Bu sıkıntılarınız esnasında be- ni hiç hatırlamadınız mı?... Ben ki | sizin çocukluk arkadaşınızdım... Sizi ciddi ve derin bir aşkla severdim... Bunu anlamamış mıydınız... Avru- pada tahsildeyken izdivacımzı İşi- tince nasıl fena olmuştum... Avdeti- | mi bekliyeceksiniz sanmıştım, — Lâkin siz bana hiç açılmamış- “anız ki... — İste ben de onun için çok üzül Güm ya... «Keşki sevdiğimi anlat- saydım...» diyordum, Şarka da sizi unutmak için gittim. — Demek siz hep beni seviyordu- nuz, öyle mi? Heyecanından yüzü sapsarı kesli- mişti. — Seviyordum ve seviyorum... Uzün uzun bakıştılar. Sonra, er- kek, genç kadının gözlerinde parla- yan vâad ve muhabbeti görünce, yil- Jardanberi zaptletliği aşkı büsbütün kabardı. Her şeyi unularak genç ka- dını #lemin ortasında öptü. Patron: — Saat bire geliyor. Dükkân ka. panacak! - diyordu, Kadın, dehşet içinde: — Eyvâh... Ben şimdi nasl eve gideceğim?... Ne yapacağım? « di- yordu. — Yapılacak şey basit: Şimdi bir otomboile atlarız. Annemin evine gi- deriz. Siz, boşanmcaya kadar orada kalırsınız... Sonra... Kocanız kadar zengin olmayan bir doktorla evlen- meğe razi olursanız, hemen bir Avru- pa seyahatine çıkarız... Kadının gözleri sonsuz bir minnet- tarlıkla parladı. Nakleden: (Vâ - Nü) Apartıman sahipleri Boş dairelerinize hemen iyi kiracı bulmak için «Akşamın KÜÇÜK isti. fade ediniz. SATILIK YALI Boğaziçinin en şirin ve sakin yeri olan Vaniköyünde iki katlı, sağlam ve kübik yapılı 76 numaralı yalı satı- lıktır. İki kat biribirinden müstakildir. Birinci katta beş, ikinci katta yedi ha. vadar, aydınlık, duvarları yağlı boyalı oda İle 3X30 metre eb'adında sağlam rıhtımı, terkosu, havagazı, elektriği, alaturka hamamı, güzel bahçesi var- Ğır. İçindekilere müracaat, etraflarındaki | içini ! İ de sonu var. Bakalım para yolliyacak EE Mütercimi Mebrure SAMİ Tefrika No, 16 Zaten o mahud yeni elbise yüzün- | işi olanca kuvvetini vererek başarıyor. den kavga etmemişler mi idi? Baği- np dağrışmalarından bütün köyü ayağa kaldırmışlardı. Erkek karısını yere yuvarlamış, kıyasıya da dövmüş- tü; günahı çocukların boynuna... On- lar böyle söylüyorlardı... Eu dedikodular, ananın kulağına vas rınca, o hiç bozmadan, gene de merd- ce, sözünün doğru olduğunu, hattâ o mavi elbiseyi bile, bu uzak yolculuk için diktiğini iddia etti durdu. Onlar, başka yüzden kavgaya tutuş- muşlardı. Mektuba gelince, o zaten böyle bir şey dememişli ki, ortada mektup yoktu; haberi, köyden geçen, bir ayak satıcısı getirmişti. İşte zavallı ana, böylece kurnazlık taslıyarak yalan söyliye duruyordu. İhtiyar nine de bu masala can ve yü- rekten inanıyordu. O sık sık oğlunun, ileriki muhayyel zenginliklerinin lâ fını açar dururken, ana da hiç birşey belli etmeden sekin bir yüzle bu lâ kırdıları dinliyor ve kocalarının yüz üstü bırakıp gittikleri kadınlar gibi hiç de ağlamıyor, Kızarıp bozarmı. yordu. Böylece de, eninde sonunda, herkes bu hikâyeye pekâlâ kandı. Dedikodu- yu ortaya çıkaran dul kâdın bile ni- hayet çenesini kapatmağa mecbur ol- du. Sadece kafası ipek işlerinin üzerin. de zehirli sesile; — Eh görürüz elbette... Bu işin bir mı? Mektup yazdıracak mı?... Bir da- ha hiç dönüp gelecek mi?..» diyordu. Köyü birkaç gün harekete getiren | bu küçük hâdise de böylece kapandı, alâka ve meraklar başka şeylere çev» rildi; kadın da, uydurma masalı da, unutuldu gitti. İşte o vakıttı ki, ana, eleğini beline sokup, bütün gücü kuvveti ile iş başı- na geçti. Yedi gün çoktan uçup gitmiş ve ko- cası dönmemişti; arada, pirinçler ol. gunlaşmış, sararmış ağırlaşmışlar, biçilme kıvamına gelmişlerdi... Erkek gene de ortalarda yoktu. Kadın mahsulü tek başına topladı. Sade emmioğlu, kendi pirincini biçip demetledikten sonra geldi, iki gün ona yardım etti, Kadıncağız, bundan çok memnundu amma, bu adamdan biraz da çekiniyor ürküyordu. Çünkü az ve seyrek konuşan bu erkeğin bazen öy- le kisa ve sade sorguları vardı ki, bun. lara doğru cevap vermemek pek zor- du, Amma adam hiç konuşmadan çâ- Uıştı, pek Tüzumiu tektük bir iki Mikır- dı etti, yalmz iş bittikten sonra: — Mal sahibine pay ayırma vaktin. de de hâlâ seninki dönmemiş olursa... Ben gene bir yol yardım ederim... Ne- den dersen, yeni kâhya hinoğlu hin. miş... Yalnız başına kârı kısmı başa çıkamaz o herifle... dedi, Kadıncağız, sadece: «Allah razt öl- sun!» diye mırıldandı. Bu yardım sö- zü hoşuna gitmişti, çünkü mal sahi- binin yeni adammı iyi tanımıyordu; oralarda yeni yeni gözükmeğe başlı- yan bu kühyanın, hilekâr ve yüze gü- Jücü bir hali var, diyorlardı. Artık günler, yerine aylar geçmeğe başlamıştı; ve ana, gene her sabah, şafak sökmeden, ihtiyar nine ile ço- cukları uyurken Kalkıyor, işinin başı. na gitmeden, onların, yemeğini hazır. lıyor, uyanınca hemen görecekleri bir yere koyuyur,; sonra da miniminiyi koltuğunun altına sıkıştırıyor, bir eli. ne de kısa saplı kıvrık, Lırpanını aldi- ğı gibi tarlanın yolumu tutuyordu. Artık küçük oğlu kendi kendine otu- rabilecek kadar olmuştu; kadın onu yere koyuyor, havasına bırakıyordu. Varsın oynasın. O da ellerile toprağı avuçluyar ağzı- na götürüyor, bu toprağı yiyor, geve- liyor, sonra tadını beğenmeyip tükü- rüyordu, Amma âradan biraz geçer geçmez unutuyor, gene bu işe başlıyor ve ağzı yüzü çamurlu bir salya içinde kalıyordu. Hoş ne yaparsa yapsın, anasının ona bakacak aldıracak hali yoktu. İki kişi yerine çalışması lâzımdı o da, bu du; çocuk mu bağırıyor Ko varsın beklesin! Pek yorulunca şöyle bir soluk al- mak için oturuyor, memesini çocuğun çamurlu ağzına dayıyor ve kendine de bulaşan kire pisliğe aldırmadan yav- rTusunu emziriyordu. ağlıyordu? Sararmış, dimdik pirinç başakları. nı, tutam tutam her seferinde iki bük- lüm ola ola biçti ve demet etli, Har. man vaktı âdet olduğu üzere, dilenci. ler ve yerde kalan başakları toplayıcı- lar tarlasına doğru yaklaştılar mı, onla Ta terden, toz topraktan siyahlanmış kirlenmiş, ölesiye çalışmaktan süzül- müş zavalh yüzünü çeviriyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyor küfürler sa- Yuruyordu: — Allahtan başka yardımcısı olmi- yan, erkeksiz bir kadının tarlasına ge lip de dilenmeğe utanmıyor musunuz? Yüzsüz, edepsizler... Ben sizden fh karayım be... Soygunculuğa mı çıktı. nız?... Ne, yerde kalanını toplıyacak- mişsinz?... Çekin, bakayım arabanızı! diyordu. Ve geçmişlerine geleceklerine lânet okuyarak onlara öyle bir çıkışıyor, ağ- zına geleni öyle-bir söylüyordu ki, sa» &tine raslar da.kadının inkisarları tu- tuverir korkusile, nihayet onlar da zavallının tarlalarına dokunmaktan vaz geçiyorlardı. Biçim işi tamamlandıktan sonra, demetleri birer birer, evinin avlusuna taşıdı ve caiisı en geri usulde, taş bir merdaneye Koşarak mahsulü döv. dü tokmakladı. Sonbaharın, bütün 6 sakin, sıcak günlerince, kendi camnı da hiç esir. gemeden, sabahtan akşama kadar bay- vanı yürüttü durdu, İyice dövülüp taneler ayrılınca, boşalan samanı top- ladı yığdı ve rüzgâr estikçe de har. man savurdu, Artık küçük oğlanı da zorla çalıştı- riyordu; işi haytalığa vurup aklını faz. Ja oyuna verdi mi, bu dayanılmaz yor- gunlukla çileden çıkmış bir halde, yavrucuğu pat küt dövüyordu, Yalnız samanı, mahrut biçiminde tınazlamağı beceremiyeceğini anladı. Çünkü her vakıt, bu işi kocası yapar. dı; hem de öteki didişmelerden çok, bundan hoşlanır, samanı, kesmiği se- ve seve, özene bezene tınazlar, istifin en ü de güzelce, bir tabaka ça. murla örterdi. Ana, emmi ıma gitti, bu seferlik bir yol nasıl yapıldığını gösteriverirse, gelecek yıla erkeği dönmemiş bile ol. sa, oğlu ile bu işin de üstesinden ge lebileceğini söyledi. Emmioğlu: «Peki, olur» yerine başını salladı, geldi; el. birliği ile işe koyuldular, Adam tınazın —tepesinde duruyor, kadının. eğile doğrula, fırlattığı sa- manları düzlüyor, biçimliyordu. İşte, böylece de mahsul sıkı sıkı yerleşmiş, bastırılmış oldu. Hiç durup dinlenmeden çalışa yo. Tula, ana öylesine zayıflamıştı ki, sân- KI etleri eriyivermişti; güneş altında * kapkara kesilmiş yüzünde, canli bir renk olarak, kırmızı yanaklarile kizil: dudakları kalmıştı. Böyle olduğu hal. de gene de memeleri süt dolu idi. Bazı kadınlar vardir ki, yedikleri herşeyi; taşıdıkları veya €mzirdikleri çocuğa yaramadan, sade kendilerini yağlan. dırır ve besler, Halbuki bu kadın, ana olmak için yaratılnuştı ve çocuğunun gdalanması uğruna âdeta, iliği kemiği kuruyordu. Nihayet mahsulün mal sahibi ile paylaşılma günü geldi çattı. Bütün köyün ve etraftaki tarlaların sahibi olan bu zengin'adanı, uzak uzak bir şehirde rahat, 8 bir ömür sürer- di; bütün bu arazi ona, dedelerinden miras kalmıştı ve kendisi bir defa bile, canını zahmete sokup gelmez, yerine kâhyasım yollardı. Bu &#ferki gelen, yeni idi... Çünkü eskisi, yirmi sene içinde işten el çekecek kadar küpü- nü doldurup zenginleştiği için, iki üç ay evvel efendisinin yanından çıkmış-