AKŞAM AŞK VE MACERA NUVELİI KÖR RESSA D zamanlar genç bir muharrirdim. Waterford bana büyük bir alâ- gösterirdi, Hoş romanlar yazan ga- akıllı bir kadındı bu. Bir gün evin- bayan Charles Sirickland'a rasla- Gun. Misafir kadın benim eserlerimi gn derece . O dn edebiyatçı idi. Evinde daima iinevver insanlara ziyafetler çeker- niş... Tabii bu tesadüften sonra ben de salonlarının müdavim davetli- leri arasına karıştım. Kocası, daima ikinci plânda kalan, sessiz sadasiz, hayatını borsa acenta. âğile kazanan silik bir adammış. — Acaba niçin zarif kadınlar ekser- ya böyle mânasız erkeklere varır? - de miş bulundum. Müşterek ahbaplarımızdan biri gü- lerek. — Çünkü akıllı erkeler zarif kadın- larla evlenmezler. - dedi. Bayan Strickland'ın çocukları olup olmadığını sordum. Kolejde bir oğlu iş bir kızı varmış. “a. O yaz, bayan Strlekland'ia pek sık görüştüm. Aramızda derin bir sami. miyet başladı. Edebiyat sahasında at- tağım ilk adımları güdemek genç kar dının hoşuna gidiyordu. Kocasile henüz tanışmamıştım. Ta» mişmak arzumu izhar etmem üzerine, bir genç kız gibi kızararak muhabbet- le: — Edebiyatla hiç alâkası yoktur... dedi. - Daima borsa ile meşguldür. Bü- tün mânasile maddi iş adamı!... Bel. ki de kendisini sıkıcı bulacaksınızdır. — Sizi sikiyor mu? - diye sordum. — Hayır, çünkü ben onun karısıyım ve kendisini pek çok severim... Bir an tereddüd etti. Gözlerinde aşk parlıyordu. — Hiç deha iddiasında değildir. Hat. tâ çok para bile kazanmaz. Sadece nâ- muslu ve iyi bir adamdır. “. Bir ziyafet akşamı ev sahibi ile de tanışlım, Kadın kocasını prezante ederken, gülerek: — Evli olduğumu isbat için seni mi- safirime gösteriyorum. Zira mevcudi- yetinden şüphe edecek hale gelmişti, Adamcağız nazikâne birkaç söz söy- ledikten sonra bir köşeye büzüldü. Da. vetiilerin canlı ve neşeli muhaveresine karışmıyordu bile... *. Yaz gelmişti. Herkes sayfiyelere da- dldı. Avdetie ilk rasladığım insan Ro- se Waterford oldu. Gözleri isithza için- deydi. Fevkalâde neşeli bir hali vardı. Muhakkak ki ahbaplarına aid müthiş bir havadis duymuş; muharrirlik da. marı kabarmıştı, — Bay Charles Strickland'ı tanırsı- niz, değil mi? - dedi, Başımla «evet» işareti yaptım, Aca- ba borsada mahv mi olmuştu? Yok- sa otobüs altında mı ezilmişti? — Sormayın... Karısmı yüz üstü bi- rakıp kaçtı, Bu hayret vetlei havadisi söyledik» ten sonra fazla tafsilât bilmediğini ilâ Ve elti, İsrarlarım üzerine ancak şu- mu söyledi; — Şehrin meşhur çay evlerinden bi- rinde hizmet gören bir kız da ortadan kaybolmuş, yat... O sırada kadın tekrar içeri girdi. Belli ki, ağlamıştı. Birdenbire sordu; rtalıkta çok dedikodu var mı? Hakkımızda neler söyleniyor? Rose'dan başka kimseyi görmediğimi söyleyince: — Kadınla kaçtı diyor, değil mi? » ülye sesi titredi, #e# Birkaç gün sonra bayan Striekland beni çağırttı. les'ı görünüz. Amcam da gitti amma bu işi beceremez. Herşeyi altüst edecek. tir, Siz onunla konuşursanız daha iyi olur. — Peki amma ben kocanızı pek az tanıyorum. Kendisile bir ahbaplığım yok. Beni kovar, — Ne kaybedeceksiniz? #.. Parise yaklaştıkça merakım da ar- tayordu. Karısı bana onun metresilş beraber lüks hayat yaşadığını söyle- mişti. Bütün şık otelleri aradım. Fa- kat böyle yerlerde onu bulamadım. Nihayet orta halli bir pansiyonda karşılaştık. Yapayalnız oturuyordu. Beni tanımamasına rağmen basit oda- sına samimiyetle kabul etti, — Ne istiyorsunuz? - diye sordu. Üstünde eski bir elbise vardı. Tıraş olmamıştı. Bu küçük odada boyu büs- bütün uzun duruyordu. Karısının ya» nında onu gördüğüm zaman itinalı giyinmiş olmasına rağmen çekingen ve mahcuptu. Halbuki bu perişan ve babayani hali içinde nefsine itimad ettiği hissalunuyordu. — Size karınızdan bahsetmeğe gel- dim. - dedim. — İçki sever misiniz? Ben yemekler. den evvel muhakkak içerim, Buyrun; beraber yiyelim, içelim... Zaten siz bâ- na bir ziyafet borçlusunuz.. — Hay hay... Yalnız mısınız? Punduna getirip bu suali sorduğum» dan dolayı pek memnundum, — Elbette... Üç gündür Yemek yerken sadede gel- dik, — Karınızı böyle bıraktı- nız... Ne ızlırap çekeceğini düşünmediniz mi? — Tesellisini zamanla bu- lur. — Kendisine karşı bir ki. niniz mi var? — Asla. — O halde, on yedi sene lik izdivaç hayatından son- ya, hiç bir sebep yokken bu hareketi yapmanız pek çir. kin... — Öyle... Pek çirkin... Hayretle yüzüne baktım, Fikrime iştirak edişi beni şa- şırtmıştı. Söyliyecek söz bu- — Ne diyeyim... Siz de ka- bahalınzı itiraf ediyorsunuz. Benim söyliyecek 'sözüm kalmadı... Yalnız şunu haber vereyim ki beş ps- — On yedi senedenberi besledim... Şimdi kendini kurtarsın... Birine var- sın. 7 — Ona karşı bir bağlık hissetmi. yor musunuz? — Eş, — Ya çocuklarınz?,.. Onları sevmi» yor musunuz? — Küçüklüklerinde pek seviyordum. amam, şimdi bir alâka duymuyorum. — İnsani hislerden tereccüd etmiş- siniz. — Evet, öyle, — Ulanmıyor musunuz? — Yoo... Başka bir çare aradım! — Herkes size lânet edecek. — Bırakın... İstediklerini söylesin. ler. İlk sözünü tekrarladı: — Karım daha pek yaşlı değil... Ha- yatını yeniden kursun... Boşanmak İs. terse hazırım. Kendi kendime: «— Ha şimdi seni yakaladım! - de» dim. - Bu işin içinde muhakkak ki bir kadın var. Gayesi, yeni sevgilisi ile,ev- Jenmek!» N Katiyetle; — Zevceniz, imkânı yok boşanmıya- caktır. Bunu akinızdan çıkarın... Ka- rarını verdi, Samimi bir taaccüble yüzüme bak- — Siz beni aptal yerine mi koyuyor. sunuz? Bir kadınla kaçtığınızı pekâlâ biliyoruz. İrkildi ve bir kahıkaha salıverdi. Öy- le candan gülüyordu ki, etrafta otu- ranlar dönüp baktılar. Sonra acı acı söylendi: — Bu kadınlar ne ahmak şeylerdir. Her yerde yalnız aşk görürler... Ken- dilerini sırf bir başkası yüzünden ter- kettiğimizi sanırlar... Zannediyor mu- sunuz ki bir kadın yüzünden bu ah- maklığı yapardım? — O halde maksadınız ne? Allah rızası için doğru söyleyin. — Resim yapmak için... Adamakıllı şaşalamıştım, Karşım- daki deli miydi? Pek genç olduğum- dan kendisini çok olgun tasavvur edi. yordum. — Amma kırkındasınız! - dedim, — İyi ya... Zaman fevftetmeğe gel- mez... — Peki amme, resim yapmasını bili. yor musunuz? — Küçükken ressam olmak İster- dim. Babam beni borsaya koydu. Gü- zel sanatlar para kazandırmaz diye sleyhindeydi. Bir seneğdenberi yeniden resme başladım. Geceleri ders alıyor. dum. — Karınız ziyafet verirken ve briç oynarken siz demek bu işle meşguldü- nüz? — Evet, — Şimdi yaptıklarınız birşeye ben- ziyor mu bari? — Daha değil, fakat özreneceğim... Onun için Parise geldim, Londrada sa- ha dar, suya düştü mü, yüzmeği bilse de bil mese de kendini T çalışır. Sesinde hakiki bir aşk titriyordu. Büyük bir kuvvetin bütün benliğine hâkim olduğunu hissettim. Şeytani! te, sirler altında kaldığını görüyordum. Halbuki zahiren normal bir hali var. dı. Ne hüküm vereceğimi bilemiyor dum. Nihayet tekrarladım: — Karımızın yanına dönmiyecek mi. siniz? — Asla. — idden ahlâksız bir herifsiniz. — Cidden ahlâksız bir herifsiniz. rimizi içtik... Şimdi buyurun yemek yiyelim. ser Bayan Strickland'a kocasının vazi- çocukların tahsilini deruhte edecekti, *”. Beş sene sonra Pariste yerleşmeğe karar vermiştim. Zira Londranın yek- nesak hayatı beni sıkmağa başlamıştı. Hareket etmezden evvel bayan Strick» landı görmeğe gittim, Zavallıcık ihti. yarlamış, kavrulmuştu. Maamafih iş- lerini yürütmüştü. Dört memuru olan bir daktilo dükkânı açmıştı. — Kocanızdan haber alıyor musu- nuz? - diye sordum. — Hayır, katiyen... Belki de ölmüş- tür, — Parise gidiyorum... Şayed görür. sem sizi haberdr edeyim mi? Biran tereddüd etti ve: — Eğer ihtiyacı varsa... Sıkıntıda ise bana yazarsınız... Size bir miktar pa- ra yollarım... İhtiyacı oldukça verir. SİNİZ. se Parise vardığımdan on beş gün son- ra Strickland'a rasladım. — Henüz Michel-Ange olamadım. Fakat yaptığım tabloları satıyorum. Hollanda, Norveç, İsveç ve Danimar- ka eserlerime en fazla rağbet gösteri- yaptığı şeylerle alay ediyor- Jardı. Çok merhametli bir in- san olduğu için kazancını sa- ğa sola dağıtıyordu. Ve garip- tir ki berbad sayılan bu res- sam, sanati gayet iyi hissedi- yordu. Onunla bir müzeyi do- laşmak âdeta zevkti. Birlik- te Romaya seyahat ettik ve orada ayrıldık. İki üç ayda bir, garip ve uzun mektupla- rını alıyordum. Bir İngiliz kadınile beraber yaşadığını duydum. Dört se- ne izini kaybettim. Yeni met- resile gayet sıkıntılı bir hayat yaşıyordu. Zengin bir adam- dan ayrılıp Strlekland'ın pe- gine düşmüş. Kocası ise kadı. nın bu haline üzülüyor ve daima paraca yardım etmeği teklif ediyordu. Hep gelir, be- nimle derdleşirdi. Garibi de Şu ki ressamın dehasına kaildi. Bir sa. bah yatağımda yatarken deliler gibi odama hücum etti: — İntihar etti. — Kim? — Kim olacak?... Karım. Dün akşam kavga etmişler. Ressam gitmiş. O da kendini zehirlemiş. Hastaneye kaldır- mışlar, Gidelim, Zavalh adam! Tendürdlot içen ka- rısını, avuç dolusu paralar sarfedip tedavi ettirmeğe uğraşıyordu. Fakat Bilmem bânâ da ne oldu? Fakat gözlerim açıldı. Karşımda kadın de. ZA, sanati görüyordum. Hakikaten bu bir şaheserdi. *.. Birkaç ay sonra Strickland'a ras. ladım. Kızıl sakalını karıştırarak: — Ressamlık iyi şey... - dedi, - Gel de eserlerimi göstereyim sana... Birlikte gittik Altı sene çalışması- ni semeresi olan otuz kadar levhayı 21 Nizan 1930 şövalesinin üştüne birer birer koyarak bana seyrettirdi. Gördüklerim beni hayrete düşürdü. Bunun ne biçim sanat olduğunu an- hyamıyordum. Bir tanesini bile satın aimsk aklımdan geçmedi. O zaman. lar en ziyade impressionist resimlerden hazzederdim. Sanat telâkkilerini alt üst eden Striekland'ın eserlerinden bir şey anlamıyordum. Muntazam çisgi- lere alışmış gözüm onun garip levha- larıni bir türlü benimsemiyordu. Alelâ- caip bir tabak içinde yamyassı duran portakallar beni isyan ettiriyordu. İn- san resimlerinin de karikatüre benzer bir hali vardı. Bu tabloların müthiş bir sır gizlediğini hissediyordum. Lâkin telâkki ettiğim bu eserler gene de be- ni cezbediyorlardı. Tahlil edemediğim bir hususiyetleri hissediliyordu. Kendisine: — Siz bu kâinatta orijinal birşeyler hissediyorsunuz amma, yanlış bir izah şekli bulmuş olacaksınız! - dedim. — Ne demek istiyorsunuz? — Ruhunuzu ressamlık tarikile an» latamadığınızı sanıyorum. O günden bir hafta sonra Strickladın. Marsilyaya gittiğini tesadüfen öğren- dim. #.. Eğer Tahiti adasına seyahat etme- seydim bu macerayı hiç bir zaman ya. zamazdım. Ressam, kendisini meşh” eden tablolarını işte o adada yapmış- tar. Dalma teknikle mücadele eden ru- hu için o muhit en müsaid yerdi. Ben Tahitiye gittiğim zaman kendisinin dokuz sene evvel öldüğünü biliyor. dum. Son görüştüğümüzden itibaren on beş sene geçmişti. Kafam da yeni yar zacağım romanla öyle meşguldü ki, eski aşinamı hiç hatırlamadım. Üstelik adanın harikulâde güzelliği beni son derece meşgul etmişti. Kaptan Nichols Kaptan ona Marsilyada âdi bir bar- da raslamış. Beş parasiz dolaşıyormuş. Hattâ o akşam meyhanede büyük bir kavga çıkmış. Strickland işin içine karışmış; polis gelince kaçmış. Müca- dele esnasında bir adam yaralandığı için, ressam, hareket eden bir vapura binerek Fransadan savuşmağa karar vermiş. Tahitiye geldiği zaman birçok ka- dınlar erkeğe âşık olmuşlar. O da Ata isminde yerli bir kızla evlenmiş. On yedi yaşlarında olan bu kız, herife âşık» mış. — Güzel miydi? - diye sordum. — Fena değildi. Resimlerini herhak de görmüşsünüzdür. Her şekilde tablolarına geçirdi. Ga- yet güzel yemek pişiriyor. Minimini bir kulübesile bir de bahçesi vardı. Şehirde büyük bir ziyafet çektikten sonra, birlikte köylerine çekildiler, ... Üç sene gayet mesud yaşamışlar, Strickland arazinin hasılatile geçini- yor, pek nadir olarak şehre iniyordu. Ekserya deniz kenarına gidiyor, balık. çılarla düşüp kalkıyordu. «Okuyordu, yazıyordu. Ata'dan bir çocuğu oldu. Doğurtmak üzere gelen ihtiyar kadın da orada kaldı. Sonra nereden geldiği belli olmıyan bir delk kanlı peydalandı, Bu da oraya yerleş» ti. Hepsi birden ayni damın altında yaşamağa başladılar. «Bir gün kendisini ziyarete gittim - diye kaptan devam etti. - Ata, yeni dos Zurduğu yavruyu emziriyor; çıplak bir çocuk da ayaklarının dibinde oynuyor. du. <Striekland, yerliler gibi, yarı üryan timden memnun kaldı. Beni yemeğe alıkoydu. Ve ayrıldığımız sırada, ken- disine vereceğimi vadettiğim bir soba mukabilinde bana bir tablosunu he- diye etti, — Tablo hâlâ sizde mi? - diye sör- dum. — Kızım evlenirken satacağım. Dra- homâsı olacak. Koskoca bir servet. (Devamı 13 üncü sahifede)