Gayet tatlı konuşurdu. Çok güzel bikâyeler anlatırdı. Ona bütün tanı- Çıkları «Tatlı dili Kadri; derlerdi. Dok seyahat etmiş, dünyanın birçok yerlerini görmüştü, Başından birçok garip vakalar, tuhaf tuhaf kadın ma- Çeraları geçmişti. Fakat artık yaş. lanmış, her şeyden elini eteğini çek- mişti Geçen gün hep birlikte oturmuş konuşuyorduk. Bilmem nereden açıl gı da içimizden biri; — Dün gece sabaha kadar yata” : ğumda sayıklamışım... Bu sabah bi- zim bayan söylüyordu... dedi. Kadri gülümsedi: — Sayıklamak deyince aklıma tu- haf bir vaka geldi. Pek meraklı bir hikâyedir. Anlatayım da dinleyiniz. Vaktile, gençlik senelerimde Roman- ya tarikile Almanyaya gidiyordum, Bükreşten trene bindim. Bulundu. gum kompartımanda pehliyan kılıklı İri yarı bir adamla, sarışın, gayet tat- 4 bakışlı, genç bir kadın vardı, Daha ben yerime yerleştikten bir saat son- ra genç kadınla aramızda bir göz ah- baplığı başlamıştı, Zaman zaman tat- tatlı bakışıyorduk. Ben bir gazete açmış, bunu okuyor gibi yapıyordum. Fakat gazetenin üstünden, kenarla- Yandan, kaçamak bakışlarla karşımda pturan genç kadını seyrediyordum. Ne biçimli vücudü, ne muntazam ba- Cakları vardı?.. Bir aralık onun yüzüne bakarken © kadar dalmışım ki, genç kadın be- nim halime gülümsedi. Yalnız olsay- dık onunla ahbaplığı ilerletmek işten bile değildi. Fakat yanında oturan iri yarı adam arasıra bamâ o kadar sert Sert bakıyordu ki, gözlerimi hemen #arışın kadından ayırmağa mecbuz oluyordum. Onların biribirlerile konuşmaların- dan pek samimi, pek sıkı fıkı ahbap oldukları da anlaşılıyordu. Trende başka ahbapları da vardı. Arasıra bi- sim kompartimana çok boyalı genç kadınlar, orta yaşlı erkekler, delikan- hlar gelip onlarla konuşuyorlardı. Kendi kendime: «Galiba hep beraber seyahat eden bir arkadaş grupul» de- » dim. Bir aralık benim kompartimanda- ki iriyarı erkek cebinden küçük bir defter çıkardı. Okumağa başladı, Lâ- kin yavaş yavaş adamın gözleri süzü- Tüyor, uyukluyordu. Kendi kendime: «İnşallah uyur da, ben de bu genç, güzel kadınla ah- baplığı daha ziyade”ilerletirim; di- yordum. Nihayet. başını, oturduğu kanapenin arkasına .dayadı. Gözleri kapandı. Küçük defter elinden kaydı. 'Uyumağa başlamıştı... ğ Sanki güzel yol arkadaşım da bunu bekliyormuş gibi hafifçe gülümsedi. İşte bu gülüş, lâf açmak için güzel bir fırsattı amma istifade edemedik ki... Ne de olsa serde toyluk var, Şimdiki aklım olsaydı hemeri lâfı açardım. İriyarı adamın kanapeye dayadığı başı bir tarafa eğilmişti. Hafiften ha- fife de horlamağa başlamıştı Adam horladıkça genç kadın gülüyordu. Pehlivan kılıklı yolcu uyuduktan son- ra sarışın kadının bakışları daha faz- Ja tatlılaşmıştı. Eğer bir parça cesa- Tet etmiş olsaydım, saadet parmakla” rumın ucuna dokunacaktı. Oturduğum yerden ne'hayaller kur- mağa başlamıştım. Berline varncıya kadar bu tatlı bakışlı, heykel vücutlu kadınla belki nefis bir macera geçire- bilirdim de... Zaman zaman uyuyan erkeğin ba- gi büsbütün kayıyor, yanımda oturan ET : | boştu. Onun için tuttum bir cesaret gösterdim. Genç kadına yavaşça fr sıldadım; — Eğer orada rahasiz oluyorsanıs bu tarafa geçiniz... 'Treddüdlü bakışlarile evvelâ uyu- yan adamı şöyle bir süzdü. Onun ağır bir uykuda olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, yavaşça: — Peki!,.. Fakat sizi rahatsız et- miyeyimi... diyerek, geçti, yanımda- Ki boş yere oturdu. Beni dehşetli bir heyecan almıştı. 'Tam onunla konuşmağa karar ver- diğim esnada, uyuyan adamın dudak- ları kımıldadı. Sayıklamağa başladı. İlk söylediği cümle de şu oldu: — Hele ona bir yan bakan olsun!... Sanki bu söz bana söylenmiş gibi idi, Yerimde şöyle bir toparlandım. İriyarı yolcu sayıklamağa devam ediyordu: — Ben son derecede kıskanç bir adamım... İş fena idi. Âdeta korkmağa başlar mıştım. Hele uyuyan adamın sayık- larken söylediği son cümle pak müt- hişti. Hâlâ bu sözler aklımdadır. Adam, gözü kapalı: — Öne yan bakanın gözlerini uyar rım... Onu benim elimden almağa teşebbüs edenin kalbini yerinden sö- ker, köpeklere dağıtırım... Ben bu sözleri işitir işitmez, yanım- daki genç kadına: — Bana müsaade, biraz dışarı çi- kacağım!... diyerek kendimi kompar- timandan dışarı attım, Aklıma, sa- yıklamak hakkında, vaktile okudu- Zum bir kitap gelmişti. Bu kitapta aşağı yukarı deniliyordu ki: «İnsan, ekseriya zihnini çok meşgul eden, yaptığı veya yapmak istediği şeyleri sayıklar.» Kitapta okuduğum bu cümleyi ha- tırlayınca, kendi kendime: — İriyarı adam, demek 'pek kıs kanç... Rüyalarında bile yanındaki kadını kıskanıyor. Neme lâzım?... Başımı belâya mı sokacağım? dedim. Bir daha da bizim kompartimanın semtine uğramadım. Hattâ vagonun koridorlarında bile sarışın kadınla karşılaşmağa çekini- yordum, O, koridora çınkınca, ben vagondaki helâya ( giriveriyordum. Böylece sabahı ettik, Ertesi günü lokanta vagonunda genç kadınla karşılaştım. Vagonda başka boş yer yoktu. Garson beni tam genç kadının karşısına oturtmaz mı? Selâmlaştık. Kahvaltısınm sonuna doğru, o dudaklarının arasına bir si- gara yerleştirdi. Benim de önümde kibritim duruyordu. Artık ne olursa olsun, sigarasını yakmak mecburiye- tinde kaldım. Hâlâ yanındaki erkek lokantalı vagona gelmemişti. Ben si- gBarasını yaktıktan sonra genç kadın, her halde lâf açmak maksadile; — Dün gece kompartimana bir da- ha dönmediniz... dedi. Gülümsedim: — Yanınızdaki zat o kadar müthiş şeyler sayıklıyordu ki... dedim, O da güldü: — Yanımdaki adam mı? dedi... o, bizim tiyatro kumpanyasında daima katil, cani, karısını öldüren kıskanç koca rollerini oynar... Rollerini ez berlemek için o kadar çalışır ki sor- maymız... Uyurken bile rollerinden parçalar sayıklar... Biz artistiz, şehir 1699 m. 183 Kos Um. ra 15198 Koi, YAP 1m Ew. İd Kw. Kw. 1220: Program, 12,35: Türk müziği -P1, 15: Memleket saat ayarı, ajans ve meteo- roloji haberleri, 13,15: Müzik (Karışık program - PL), 1945 - 14: Konuşma (Kadın saati - Ev hayatına ald). 1830: Program, 1835: Müzik (Dans mü- ziği - PL), 16: Konuşma (Türkiye posta- m, 1915: ürk müziği (Pasi heyeti) Çalanlar: Hakkı Derman, Eşref Kadri, Hasan Gür, Halök Recai, Basri Ürler, Hamdi Tokay. Okuyan: Tahsin Karakuş, 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat borsası (fiat), 20,15: Türk müziği Ça- lanlar: Vecihe, Reşad Erer, Cevdet Ko- zan, Kemal Niyazi Seyhun. Okuyanlar: Sadi Hoşses, Müzeyyen Senar. 1 - Tahir. "Tahirpu- #elik yürük semaisi - O gül endam, 3 - > Tahirpuselik şariı - Görme- sem gül yüzünü, 4 - Rahmi bey - Ta- sarkı - Körfezdeki dalgın 8 - Şevki beyin - Hicaz şarkı - Bağlanıp sülü hozaran, 9 - Şükrünün - Hicaz şar- kı - Bir bakışta beni mest etti, 10 - Tür 1 : Müzik (Romanslar, , 23: Müzik (Casband - Son ajans haberleri ve 5 — Sakin olmak, - Atıf edatı, 6 — Kederli - Su sızdırmıyan toprak. 1 — Asmaktan emir - Tok değil - Yük- sek ve dalre de bina. 8 — Tavlanın hâkimi - Tersi aynası demektir. 9 — Romanya parası - Bir nevi bezelye, 10 — Koltuk altında çıkan çıban. 1 — Aburcubur yiyen. 2 — Kaba kumaş - Gamnâk. 3 — Bir göz hastalığı - Asia İşe rilen, 6 — Tersi razı demektir - Kıralların başına konan, Kırmızı - Beyaz - Refika. Nefi edatı - Yağmursuzluk. Rafadan, 81 4 — Bt, Beodahet, $ — Bigâ- ne, 6 — İlel, 7 — Taş, Al, Um, 8 — Kestanesi, 9 — Çar, rar İdi İrae akar ear 1 — Kiremit, Ça, 2 — İcat, Lâkab,8 — Rar, 4 — Ebabil, Sed, 5 — Zıdeg, At, 8 — Nadanlar, 7 — Adam, İnek, Ka, Hep, Eti, — Se, Ucur, 10 — Eritilmiş. KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, TURAKINA TARİHİ ROMAN Yazan: İSKENDER FP. SERTELLİ <Tetrika No, 108 Lama, Suya bakarak: “Prenses kaçıyorl,, diye bağırdı, Samo sevgi 'Ti - Vong cali bir sevinçle: — Gelirim, dedi, burada boğulu- yorum.. Kubilâyın şiddetinden, s8 rayın güneş ve hava görmeyen loş odalarından beni kurtarırsan, senin- le - cehenneme de gitsen - gelirim! Samo birdenbire karar verdi: — Pek âlâ. Öyleyse sen hamrol Ben beş gün sonra yola çıkacağım. ilkönce Ma-Çi'yi kaçırır, sonra da 56- ni alırım. Kimseye sezdirmeden Ka- rakurum yoluna düzülürüz. 'Ti - Vong'un maksad ve dileği sa- dece kardeşinin zindandnn kurtul ması idi, O, bundan başka bir şey düşünmüyordu. — Peki, dedi, ben seninle gitmeğe her zaman hazırım. Zatoda bana yardım edecek, Onu da birlikte gö- türeceğim. Samo sevindi: — İkinizi de birer denk yaparın, diği hediyeleri götürüyor gibi, sizl de bu eşyalarla birlikte karargâlıma götürürüm. Fazla konuşamadılar, Prens Ma - Çi'nin kaçırılmasına karar verdikten sonra ayrıldılar... * Samo odasına dönünce, bu mesele hakkında Atsuya bir şey söylememe- ği muvafık bulmuştu. İki güm sonra iç kaleye gidecek ve kale muhâfızını sarhoş ederek - adamları vasıtasile - Sung prensini zindandan kaçırta- caktı, Ti - Vong ogün derhal kardeşi- ne - gizlice - şu mektubu gönderdi: «Büyük babam Ha - Ti'nin tahtına çok yakında oturacak- sın! Bütün mabudlar senin kurtulmanı istiyorlar. Her şey hazırlandı. Samodan söz ak dım: İki gün sonra kaçırla- cak ve serbes kalacaksın! Ka- Jeden çıkar çıkmaz Sung yolu- nu tut ve Çin topraklarından uzaklaşıncaya kadar, Çinliler- den hiç kimseye görünme! Ba- na gelince: Senin arkandan, ilk işim Kubilâyı öldürmek ve Sungları onun elinden kurtar- mak olacak...» 'Ti - Vong Güzel prenses, kardeşine bu mek- tubu gönderdikten sonra, kendisi de hazırlanmağa e Fakat, Samo ile kaçmağa değil. o, tariyesi Zato'- nun yardımile saraydan - kimseye görünmeden - gözden kaybolmanın yolunu bulmuştu. Prens Ma - Çi'nin sindandan kaçırıldığını duyar duy- maz - ne yapıp yapacak - Kubilâyı ya zehirle, yahut hançerle öldürmeğe çalışacaktı. 'Ti - Vong bu işi yaptıktan sonra: «Kaçamayıp yakalanırsam da zararı yok. Sungları Moğol zulmünden ve Moğol istilâsından kurtarmış olu- rum!» diyordu. Ti - Ving çok cesur her kadın önünde kolay kolay eğil- miyen bir kahramanı elde etmeğe muvaffak olmuştu. Dört, beş gün içinde bütün bu iş- ler bitmiş olacaktı, 'Ti - Vong, Samo- nun sevinç ve neşesini gördükçe İçin- nin kaçtığını duyunca şaşırmıştı cekti. Düşündükleri ve kararlaştırdıkla ri gibi yaptılar. Kale muhafm yarısına doğru sızmşıtı. Samo fh yatlı içiyordu, Derhal zindanın anah» tarını aldı, Sinvur'a verdi. Sinvur Çinde kelmamak için, Sp monun her dediğini yapıyordu. Kw bilây'önı çok hoşlanmış ve hizme- tine almışsa da, Samo kendisini bip. likte götürmeyi vadettiğinden, Sin- vur komutanma yararlık göstermek- ten geri kalmıyordu. Kalenin dış kapısında Sung prem si için bir at hazırlanmıştı. Prenş Ma - Çi zindandan çıkar çıkmaz bu ata bindi, kendisini himaye edecek köye kadar Sinvur onu takib ede cektir. Şehir civarında bulunan bu köy halkı Sungları çok severdi. Pren- ses Ti - Vong bu köyün ieleri gelen- lerinden birile el altından anlaş mıştı. Ma - Çi zindandan çıkıncaya ka- dar hiç bir şeye inanmıyordu. O, kız kardeşinin samimiyetinden de emin değildi: «Ti - Vong, Kubilâyın koy- nuna girdikten sonra, ne bana ne de kendi soyundan birine faydası ola- maz. O artık ölmüştür; diyordu. Halbuki, Ti - Vong da kardeşi kadar yurdsever bir kadındı. Bilhassa kendi soyunun sönmeme- si ve Sungların tekrar - Ha - Ti dey. rinde olduğu gibi - canlanması için ne mümkünse yapıyordu. Ti - Vong bu arzusunun tahakkuk etmesi için Kubilâyı öldürmeyi bile göze almıştı. 'Yakalanacağından, idam edileceğin- den hiç te korkmuyordu. Sinvur, Sung prensini zindandan çıkardıktan sonra anahtarı tekrar komutanına götürdü: — Biz gidiyoruz, dedi, siz de artık burada kalmayınız! Samo, yaptığı İşin kendisini ebe- diyen tazib edeceğini biliyordu. Fa- kat sevgilisine yaranmak için bunu yapmağa mecburdu. Anahtarı kale muhafızının koynuna koyarak vaşça odasından çıktı. O da kendi atı- na bindi. Sinvur, Sung prensini kaçırırken, Samo da Kubilâyın sarayına dönü- yordu. Kubilây Çine geldiği günderberi Moğollar buna benzer bir hâdiseye şahid olmamışlardı. Kubilâyın şid- detinden herkes korkardı. Zindandan veya kaleden mahküm kaçıranlar ve yahut onların kaçmasına göz yur manlar idam cezası görürdü. Bu işe bilhassa Samo gibi tanınmış bir Mo- gol kahramanının önayak olması ka» dar heyecanlı bir hâdise tasavvur edi. lemezdi. Samo saraya döndüğü zaman, Ku- bilâyın düşmanı olan prens Ma - Çi'- yi kaçırdığına pişman olmuş gibiydi. Samo odasına girdi Kalbinde o güne kadar hissetmediği garib bir heyecan vardı. Odanın loşluğu içinde gözüne birçok hayaletler görünüyor ve kendisine: «— Sen ne yaptın? Cengizin yasa- sına sadık kalacağına yemin eden sen değil miydin? Bir kadını memnun etmek için, yurduna fenalık yapmak- tan korkmadın mi?» Diye bağırdıklarını duyar gibi olu- yor, tüyleri ürperiyordu. Eğer Samonun başı biraz dumanlı olmasaydı, o şüphe yok ki, bu yaptı- İı işten çok daha müteessir olacak, hattâ belki de atına binip Ma - Çi yi yoldan çevirecekti. Saatler geçtikçe ayılıyor, ayıldıkça da düşüncesi ve iztırabı derinleşi- yordu. Yarın, öbürgün Sung prensi mem» eketine dönünce milletinin başına geçecek, Moğollaria cenkleşmek için yeni tedbirler alacak ve Kubilây bu vaziyet karşısında kimbilir ne kadar meyus ve müteessir olacaktı! Samo bu işin mesuliyetini düşün dükçe vicdanının kanadığını duyu yor. Sonra birden sevgilisinin hayali gözünün önüne geliyor ve: (Arkası var),