25 sene sonra Artık Cemilin en büyük zevki kitapları idi. Elli yaşına gelmişti. Ha- yatın bütün öteki zevklerinden elini ayağını çekmişti. Bekârdı. Biraz musi- kiye düşkündü. Bunun haricinde ken- disini yalnız kitapları oyalıyordu. Sandık sandık, o kadar çok kitabı vardı ki, Cemil bunları evinde yaptır- dığı kütüphaneye siğdiramamıştı. İki üç ayda bir kifap sandıklarının arasına girer, saatleşoe kan ter için- de kitaplarını yerleşiğrir, dururdu. İşle gene böyle günlerden biri idi. Cemil, bir kitap satidığının - başına oturmuştu, Bu sandıkta 25 - 30 sene evvelki kitapları duzuyordu, Bunları büyük sifina. ile alıyor, cildletmek istediklerini bir kenara ayı- rıyordu. v Bu sırada eline bir roman geçti. İs- mini okudu. Meşhur #Aşkı memnu»... Bu kitap, Cemilin başının içinda birçok hatıralar uyandırdı. Gözünün önünde ince yüzlü, sarışın bir kadı- nın hayali belirdi: Nigâr... Bundan 25 sene evveli Cemil bu genç ve güzel kadını ne kadar sevmişti. Fakat Nigâr ona karşi çok hain dav. ranmıştı. O zamanlar Cemilin baş ba- şa birkaç saat geçirmek için yaptığı wrarlara, ricalara aklizaş bile etme- mişti, Cemil, Nigânm ailesini, babasını kardeşlerini tanırdı. Ewerine gider gelirdi. Genç kadın o zaman dehşetli roman meraklısı idi, Okumak için da- ima Cemilden kitap, roman isterdi. Bunları okuduktan sonra tekrar Ce- mile iade ederdi, Şimdi Cemil çok iyi hatırlıyordu. Ni- gür en son olarak kendisinden «Aşkı memnu» romanını istemişti. Hattâ Cemil bu kitabı Nigârm istediği gece onunla ne konuştuklarını da pek iyi hatırlıyordu. O gece Cemli bir fırsatını bulmuş, Nigâra: — Nigür ne olur? Ricami kabul et... Bir gün evime gel... Baş başa kalalım, Sana neler anlatacağım... demişti, Nigâr ince kaşlarını kaldırarak her zamanki gibi: — Olmaz... cevabını vermişti, Ertesi gün Cemil, Niğârın istediği «Aşkı memnu» kitabını göndermişti. Nigâr, romanı birkaç günde oku- duktan sonra tekrar geri göndermiş- ti, O vakittenberi Cemil, Nigârı hiç görmemişli. Hayat onları biribirinden tamamile ayırmıştı. Cemil uzun bir se yahate çıkmıştı. İşte şimdi «Aşkı memnu romanını eline aldığı zaman bu eski hatıra bü- tün teferrüatile hayalinde canlan- mışlı, Cemil, bu kitabın sandıkta du- Tâ dura sararmış yapraklarını dalgın dalgın çeviriyordu. Birdenbire kita bın sahifeleri arasından mavi bir kâ- gıt kayıp önüne düştü. Cemil bu kâ- ğıdı aldı. Gözleri hayretle açıldı. Kâ- ğıdın üzerindeki yazıları okudu: «Çok düşündüm, Nihayet senin ri- calarına daha fazla mukavemet ede- miyeceğimi anladım. Bu perşembe günü evde yapyalnızım, Öğleden son- ra gel, seni bekliyorum...» <Nigâr» Cemil, ilk defa âşık olmuş on sekiz yaşında bir delikanlı gibi,, heyecan içinde kâğıda bakıyordu, Bu küçük, mavi kâğıdı şimdiye “kadar hiç gör- memişti, Demek, Nigâr o zamanlar kendisi- nin ricalarına, yalvarmalarına daya- namamış ve küçük bir tezkere yaza- rak onu evine davet etmişti. Bu tez kereyi de, okumak için aldığı <Aşkı memnu» kitabının sahifeleri arasına yerleştirmişti. Cemil, şimdi kendi kendine mırılda- nıyordu: — Ah, ben o zaman ne budalalık etmişim... Eğer Nigârın, okuduktan sonra tekrar bana gönderdiği şu ki- tabı bir kerecik karıştırmış olsaydım belki de hayatım baştan başa değişe- cekti, Belki de Nigârla sön derece me- sud bir hayat kuracaktım, Ne yap- tım; ne budalalık ettim!... Cemil, artık kitaplarla meşgul ol- maktan vazgeçti. Odasına çıktı, Hâ- lâ elinde küçük mavi kâğıdı tutuyor ve düşünüyordu. Kim bilir 25 sene ev- vel 6 perşembe günü Nigâr kendisini ne büyük bir heyecanla beklemişti. Gözünün önüne ince yüzlü, sarışın bir kadının bir pencere önünde sabırsız- lıkla dışarıya baktığı, gelip geçenleri Bir kitabın sahifeleri arasında kal- dığı için, kaybolan saadetini düşün- dükçe, içinden talihsisliğine söğüp sayıyordu. Bu sırada gözü takvime ilişti. O gün de perşembe idi. Aklına çılgınca bir fikir geldi, Nigâr onu 25 sene evvel bir perşembe günü evine davet etmiş- ti ya... Şimdi 25 sene sonra gene bir perşemb günü gidip Nigârı ziyaret edecekti, Eski sevgilisini görmek için, içinde, önüne geçilmez bir arzu vardı. Kalktı. Traş oldu, Ağarmış saçları- nı taradı. Giyindi, sokağa çıktı. Nigâ- rın şimdi oturduğu yeri birkaç hafta evvel bir tanıdığından öğrenmişti. Cemil, sokağa çıktı. Tramvaya bin- di; Köprüye indi. Nigâr, Boğaziçinin tenha bir kö- yünde bir yalıda oturuyordu. Cemil, vapurda belki 20 kere küçük mavi tezkereyi okudu. Bugün içinde, mek- teplilik zamanından kalma heyecan- lar hissediyordu, Nigârın oturduğu köyün iskelesinde vapurdan indi, Tenha ve ağaçlıklı sokaklardan bü- yük bir heyecanla geçti. Nihayet Nigârın oturduğu yalıya gelmişti. Ona kapıyı küçük bir hiz- metçi kız açtı, Cemil sordu: — Bayan Nigâr evde mi? — Evde efendim... Haber verelim... Kim diyelim?... Cemil, hizmetçiye kartını verdi. Hizmetçi kız bir salonun kapısını aça Tak; — Buyurunuz... Burada oturu nuz,.. Ben kartınızı götürüyorum... Cemil, bu salonda epey bekledi, Da- kikalar ona yıl kadar uzun geliyordu. Nihayet kapı açıldı. İçeriye beyaz saçlı, gene ince yüzlü, sevimli başlı bir kadın girdi. Nigârın yalnız saçları bembeyaz ol- muştu, Vücudü hâlâ eski genç kadın- lık zamanındaki inceliğini, biçimini muhafaza ediyordu. Tatlı bir gülüm- seme İle Cemile elini uzatırken: — Tuhaf şey... dedi, beni yoklamak nereden hatırınıza geldi bilmem ki?... Cemil, 25 sene evvel Nigârın yazdı- ğı mavi kâğıdı ona uzatarak: — Davetiniz bugün elime geçti... Hem tezkerenizde perşembe günü ge- liniz, demiyor muydunuz?... İşte gel- Nigâr gülümsedi: — Evet... Fakat çok geç kalmadı- nız mı?... Cemil başını önüne eğdirdi: — Doğru... 25 sene geciktim... Bu esnada gene salonun kapısı açıl- dı. İçeriye iki genç kız girdi. Niğâr, onları Cemile tanıştırdı: — Kızlarım... Biri 23 yaşında... Öteki yirmisinde... Genç kızların gelişi ile konuşmaları tamamile başka bir mecraya dökül- müştü, İki saat sonra Cemil, Nigâr- dan müsaade İstiyerek ayağa kalktı. Kigâr, onu kapıya kadar geçirirken: — Her perşembe evdeyiz... diyordu, AKŞAM BULMACAMIZ 10 1 — Akıntı, 2 — Rengârenk - Güzel sanat. 3 — Sessiz - İzmir civarında bir kaza. 4 — Ahzeden - Buzda giden tekerlek- siz araba. 5 — Sorgu edatı - Damar - haffefi. 8 — Hal edatı - vilâyet, 7 — Başına «Ho gelirse hadiseler olur. 8 — Gözyaşı - Evlilerin ilk ayı 9 — Salata cinsinden bir ot - Esas 10 — Senenin bir ayı - Mal Yukarıdan aşağı: 1 — Eski devirde İranda yaşamış biş kabile 2 — Herkes - Uğursuz. $ — Ek - Saatin taksimatından. 4 — Peri - Bir ziraat ölçüsü, $ — İslimiyetten evvel Arapların tap- tığı bir put - Su. 8 — Kırmızı - Boyunbağı. 7 — Yarım - Bayrak. $ — Cevher - Uzatma. 9 — Azlıklar, - Yün bükmek için bir âlet - Mem- leketine seyahat, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Lhübalilik, 2 — İnsaniyet, 3 — tadane, 4 — Bar, Ebabil, 5 — Anestezi, 6 — Li, Emasi, 7 — İyale, Kir, 8 — Lexak, Fok, 9 — İtam, Zö, Do, 10 — Tirendaz, Yukardan aşağı: 1 — Lâubalilik, $ — İnsaniyet, 3 — Kitre, Azat, 4 — Oda Selâmi, 5 — Redet- mek, 6 — Abes, Ze, 7 — Nanazak, Ön, 8 — Ebilir, 9 — Si, Roda, 10 — Şilte, Koz. Türkkuşuna talebe kaydediliyor Türkkuşundan: 1 — On yedi yaşını ik- mal eden ve boyu 158 den aşağı olmıyan Mee ve yüksek tahsil talebelerinden arzu edenlerin Türkkuşuna kaydedilmek üzere Altı folagraf, nüfus ve mektep vesikala rile, 2 — Şimdiye kadar A, B, C, ve Turizm Brövesi alanlar İle geçen sene Türkkuşu- na yazılıp ta kampa sevk edilmiyen Türkkuşu üyelerinin kayıtlarını yenilemek üzere mektep vesikalarile. Her gün öğleden sonra Türk Hava Ku- Yumu İstanbul merkezine müracaatları. De mu- sizi tekrar bir perşembe günü davet etmek isterdim amma, ancak 25 se- ne sonra geleceğinizi zannediyorum... Hem gelecek perşembe biraz daha uzun müddet oturursanız torunumu görürsünüz... Büyük kızım evlidir... Fakat torunum gezmeğe çıktı. O günü, İstanbula dönmek için Ce- milin bindiği vapurdaki bazı yolcular, ak saçlı bir adamın, güğertede gözle- rini, elindeki küçük mavi kâğıttan hiç ayırmadığına şaşıyorlardı... Hikmet Feridun K» NEVROZIN Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün Mana Bg İcabında günde 3 kaşo alınabilir. yayaya ŞAYAN ağrılarınızı derhal keser. Nafia Vekâletinden: Eksiltmeye konulan iş: 1 — Balıkesir vilâyeti dahliinde bulunan Kocaçay islâh ve sulama işle. rile Mürüvvetler deresi islâh ameliyatı inşaatı keşif bedeli 433 639 lira 61 ku- ruştur, 2 — Eksiltme 13/3/939 tarihine pazartesi günü saat 15 de Na- rastlıyan fa Vekâleti Sular Umum Müdürlüğü Su Eksiltme komisyonu odasında kapa- lı zarf usulile yapılacaktır, $ — İstekliler eksiltme şartnamesi, mukavele projesi, bayındırlık işleri genel şartnamesi, fenni şartname ve projeleri «2i0 lira «60» kuruş mükabilin- de Sular Umum müdürlüğünden alabilirler, “4 — Eksilimeye girebilmek için isteklilerin «21 006» lira «60» kuruşluk muvakkat teminat vermesi ve eksiltmenin yapılacağı günden en az sekiz gün eyvel ellerinde bulunan bütün vesikalarla birlikte bir İstida ile vekâlete mü- rTacaat ederek bu işe mahsus olmak üzere vesika almaları ve bu vesikayı ib- taz etmeleri şarttır. Bu müddet içinde vesika talebinde bulunmıyanlar ek- silmeye iştirrk edemezler.» 5 — İsteklilerin teklif mektuplarını ikinci maddede yazılı saatten bir sa- at evveline kadar Sular Umum Müdürlüğüne makbuz mukabilinde vermeleri lazımdır. ME AŞ AMAN TURAKINA TARİHİ Yazan; İSKENDER F. SERTELLİ ROMAN Tefrika No. 62 Petro, Saray şehrine gelince, Turakinanın garbı istilâya hazırlandığını duydu ve korktu — Hayır. Beni düşünmüiyen adamı ben çoktan unuttum. « Petro, çok merd bir askerdir. Onu Vasilofla birlikte iğfal eden ve İmil'e kadar gönderen sen değil mi- sin? — Aklı olsaydı, gitmezdi, O, ben- den kaçmak için, Vasilofla birleşti, — Yalan söylüyorsun, Olga! Ben- den hakikati gizleme... Seni kocana bağışlıyacağım. Serbes kalacaksın! Çünkü, Petro bundan sonra Moğol ordusunda hizmet edecektir. Olga birdenbire şaşaladı. — Ne diyorsunuz, prens hazretle- ri? Böyle beyinsiz bir adam, Moğol ordusunda çadırcılıktan başka bir işe yaramaz. O himayeye lâyık değildir. — O halde, bu kadar değersiz bir adamla nasıl oldu da evlendin? — Olga bu soruya birdenbire ce- vab veremedi. — Beni de iğfal ettiler... Diye mırıldandı. Prens Keyük, Olganın verdiği ce- vablara kızmıştı. — Bu, çok yalancı ve hilekâr bir kadına, benziyor. Diyerek, zabitlere bağırdı: — Atın şu kahbeyi tekrar zinda- na... Olga, prensin ayaklarına atılmak istedi. Fakat, Keyük tekmesini kal- dırdı: — Defol buradan... Yalancı kö- , Olgayı sürükliyerek zindana gö- türdüler. “ Yaşumanın eski elbiseleri ve mahkemenin kararı Olga tekrar zindana atıldıktan Sonra, sarayda adı anılmaz olmuştu. Biraz önce de dediğimiz gibi, prens Keyük mücrimleri nadiren affeder- di. Bahusus ki, Olgayı bir kere aflet- mişti. Petro, karısının hapsedilişinden hiç te meyus değildi, Ona: «Sen ne- den Moğol hizmetine girdin?» diye soruyorlar, o da Ruslara: «Keyük han canımı kurtardı. Onu burada iken tanımazdım... Vasilofa uyarak İmil'e gittikten sonra, hanın ne kadar âdil bir adam olduğunu öğrendim, hiz- metine girdim. Böyle yapmasaydım, ölünceye kadar esir kalacaktım.» di- yordu. Petro bir Moğol zabiti gibi giyini- yordu. Atı, oku, palası, hasılı diğer zabitler gibi her türlü harb silâhi- na malikti. Böyle olmakla beraber, Keyük onun arkasına gözcüler koy- mayı ihmal etmemişti. Petroda ca- hil bir adam değildi. Kendisinin her zaman takib edildiğini bilirdi. (Sa- ray) şehrine gelen Ruslarla katiyen temas etmez, Rus evlerine gitmez ve bilhassa Rus asilzadelerine uzaktan bile selâm vermezdi. Petro (Saray) a geldiklen bir kaç gün sonra, Saray halkından Turaki- nanın garb İstilâsı haberlerini du- yunca büsbütün korkmuş ve eskisin- den çok'daha ihtiyatlı yaşamağa mecbur olmuştu. Petro doğruluğu sever bir adamdı. Bu meziyeti ile yavaş yavaş kendisi. ni saraydaki zâbitlere sevdirmeğe başlamıştı. Bir gün sarayın bahçesinde iki nöbetçi kavga ediyordu. Petro bun- ları gördü; nöbetçilerin yanına 50- kuldu ve kavganın içyüzünü anladı; Şi - Ting'in kızı, yeni elbiselerinden birini, babasının emekdarlarından olan bu nöbetçiye - karın giyer di- ye - vermiş. Nöbetçinin arkadaşı bu- nu görmüş: «Yaşuma'nın verdiği elbise eskimemiş... Bunu sana heden ve nasil verdi? Hana gidip anlataca- ğım!; diye bağırmağa başlamıştı. Petro, bağıran nöbetçinin yanına yaklaştı: — Sana ne oluyor be adam? de- di. Vezirin kızı elbisesini bu nöbet- çinin karısına - giysin diye - hediye etmiş. Haydi, sesini kes ve defol şu- — Yurdumuza bir felâket gelebi- lir. Sen bizim âdetlerimizi bilmez sin. Eskimemiş bir elbiseyi hiç kim- se başi na veremez, Verirse (Ulu Tanrı) ya karşı nankörlük yapmış olur, Han bunu duyarsa, bu adamın da Yaşuma'nın da kafasını koparır. Gerçek böyle oldu. Pencereden Petro ile nöbetçilerin atıştığını gö ren prens Keyük haber gönderip üçünü de yanına çağırttı. Hediyeyi alan Moğol nöbetçisi, in- san öldürmüş gibi, bir suçlu tavrile yere diz çökerek: — Karımın sırtına giyecek bir çu- lu kalmadı, dedi, Yaşuma onu tanır, Kendisine acıdı, az giyilmiş bir elbi- sesini hediye etti, Keyük bunu duyunca: — Elbiseyi göreyim. Diye bağırmıştı. Nöbetçi elbiseyi getirdi. Keyük kendi elile bohçayı açtı, Yaşumanın verdiği entariyi gözden geçirdi. Ve hiddetle yerinden kalkarak: — Hiç giyilmemiş kadar yeni olan bu elbiseyi Yaşuma sana nasıl ver- di? Babası bunu verirken görmedi mi? Benim kızımın bile bu kadar gü- zel entarisi yoktur. Dedi. Şi - Tinge haber gönderdi İhtiyar komutan telâşla prensin ya- nına gelince, Keyükün yanında çar. çabuk bir mahkemenin kurulduğu- nu gördü. Cengizin yasasına göre, bir Moğo- Jun elbisesini eskitinceye kadar giy- mesi lâzımdı. Yeni elbisesini - ken- disi eskitmeden - başkasına vermek yasaktı. Cengiz han kanunlarına bu ağır maddeyi bilhassa Tatarlar için koymuştu. Fakal, maddenin tatbi. kinde Moğol, Tatar. Kırgız ayırd edilmezdi (1). Bu madde ile bera ber, ateşin, sofranın, yemek çanağı. nın üstünden geçmek; ellerini akar ve içilir su içine sokmak ve suyu kir. Jetmek yasaklı. Akan sudan, suyu bir las ile almak lâzımdı, Üst elbise- lerini yıkamak veya eskitmeden bir başkasına vermek te memnudu. Cen- giz bunu, birinin hastalığı, elbise ile ötekine geçmesin diye yapmıştı. Su yasağı da ayni düşünce ile konul muşlu. Prensler bilhassa bu iki mad- deyi hemen hemen her yerde ayni şiddetle takib ve tatbik ederlerdi. Şimdi ne olacaktı? İhtiyar vezirin kizi bu yüzden ceza mı görecekti? Keyük, Şi - Ting'e sordu: Kızın yeni elbisesini bu adama vermiş. Bundan senin haberin var m? İhtiyar komutan boynunu büktü: — Hayır. Haberim yok. Fakat, bu adam ve onun kansı benim eski emekdarlarımdır. Karısının sırtına giyecek elbisesi olmadığını gören kı- zım. kefidi sırtındaki eritarisini ona vermekle suç işlemiş değil, fazilet göstermiştir. Keyük sözü beş Kişilik mahkeme heyetine bırakmıştı. & (Arkası var) kamazlar ve eski mazlardı. Yeni elbiselerini ekseriya EE rami gülerine raslatarak giyerlerdi. En gengin bir Moğol kadınının bile fki veya üçten farla elbisesi yoktus — Camtüttevarih C:; 1 — Bundan başka, (Pallas) ım rivayetine güre Moğolların bir çok garib üdetleri da- ha vardı: Meselâ, Cengiz han hiç bir şeye kirli, pis denildiğini istemezdi. Cengize göre her şey temizdi. Yiyecek hususunda da - bugüne kadar devam eden - bam Adetler vardi: Etini yiyecekleri hayvanı öldürmek için, ayaklarını bağlarlar; göğ- sünü yararak kalbini el Ne koparırlardı. Hayvanları, müslümanlar gibi boğazından kesen kimse idam edilirdi. Pallas: «Bu âdet, Kalmuklarda hâlâ caridir. Moğol- lar, yiyecekleri hayvana fazla iztirap ver- mek istemezler... Buynunu kesince, ça- buk ölmediğini, halbuki karnını yarınca çarçabuk öldüğünü söylerlerdi diyor. Ayni müellif, Moğolların temizlik telâk- kisi hakkında malâmat verirken şunları da ilâve ediyor: «Moğollar, yemek yedik- ten sonra, bulaşık çanakları yıkamazlar, onları ekseriya kuru ot ve yahut keçe 116 silip kaldırırlardı, Eğer bir kazanda eb suyu kaynarsa, bu kazandan et suyu alıp bulaşıkları onunla yıkarlardı. Kalmuklar bugüne kadar Cengizin bu yasağına sa- dık kalarak bulaşıklarını yıkamazlar. ve m «Moğol kadınları elbiseleriçi hiç İş imeden sırtlarından