Istanbul | kazan, ben BOĞAZİ (KÖPRÜDEN RUMELİHİSARINA| (Bosphore), «az geniş olan boğaz» diye tarif edil- mektedir. Rumca (Bosporos) tan ge liyor; (İnek geçidi) manasma. Mito- Tojiye göre, güya mabud (İo) inek şek- line girerek Boğazı yüzerek geçmiş Meşhur İngiliz şairi lord Bayron da bündan-aşka gelmiş olacak Ki topal topal bir kıyıdan öbürüne yüzüver- miş. Boğaziçi. 27 kilometre boyunda, 550 - 3000 metre eninde, en derin yer- leri 50 - 70 metre derinliğindedir... Yer yüzünün Cenneti, .. Kılıcali camisine ve semte ad bi- Takmış olan zat, ikinci Selim ve üçün- cü Murad zamanlarında, evvelce bey- lerbeyliği, sonra birçok seneler Derya Kaptanlığı etmiş, en büyük denizcile- rimizden biridir. Aslı Anadolulu; ilk mahlesi Ulüç'mu$ (1) © — Kibris adaşım zapttan sonra İstan- © bula dönen Müezsinzâde Ali paşanm kumandasındaki donanmamızda Uluç (Ali paşa da filo kumandanı, Lepant Ymanı açılklarında düşmanlar tara- fından gafil avlanıyorlar (1571). Papa beşinci «Piz nin teşvikile Ve- nedik, İspanya, Malta ve İtiyadaki prensliklerin gemileri birleşerek, Avuss! turyalı (Don Juan) im kumandasın- da, birdenöire saldırıyorlar, Önce ga- lip vaziyette iken Müezzinzadeninş€-- | hid düşmesi üzerine bözulmuşuz. Uluç Ali paşa mahirane manevralarla fi- losunu salimen İstanbula getiriyor; Derya kaptanlığile taltif ediliyor; sad- razam Sokollu Mahmed paşa, onun Uluç lâkabını Kılıc'a tahvil ediyor. Koca Sokollu beş altı ay içinde evvel- kinden dahâ mükemmel bir donanma vücude getirerek Akdenizdeki düş- manlarımızı sindiriyor. Tophanenin adı kalan yere nakle- dilişi Kanuni Süleyman zamanında- dır. Topçuluğa, humbaracılığa, de mirciliğe müteallik her şey burada yapılmağa başlanmış. İmalâthanele- rin büy mesi, civarına kışlalar çi- kılması, talimhane konulması üçün- cü Selim devrindedir. Şimdi buralar (Ford) otomobil müessesesinin mon- taj fabrikaları. . Meşhur çeşme, üçüncü Ahmedin yapısıdır. (Nusratiye) camisi ikinci Mahmudun ve Kirkor kalanın eseri» dir. Minarelerinin külâhlarına kaplı bakır lâvhalar altınla yaldızlarıdığın- dan, pm pini parlarmış. Cevdet tari- hünin kâydine göre, temellerinin atilı- $ı 1238 senesi. recebinde, ikmali de 1241 şabanında,., “ Semte Salıpazarı denilmesine se bep, eski Salıpazarlarının orada ku- Tuluşu. Abdülmecidin kız kardeşi, kaptanpaşalık ve sadrazamlık etmis olan La? Mehmed All paşanın Karısı « Adile Sultanın da yalı orada... Meşrutiyetten evvel ecnebi sefare'- , Jerin maiyet vapurları, istasyonerleri burada mihman “idiler. Piyer Loti dostumuzun süvar olüuğu, cülüs ve velâdet - . şehrâyinlerinde donattığı (Vautour) nam avizo da meyanelerin- “deydi. Fındıklıdaki, bugünün Güzel sa- natlar akademisi ve İstanbul -ku- : mandanlığı binaları, Cemile sultan © saraylarıydi. Kocası Fethi paşa zade “ Mahmud Glâleddin paşa, enişteliği- - ne rağmen, Abdülhamidin Mitat paşa ile beraber masum masum Talfe sür- düğü, orada boğdurduğu biçaredir. ,« Dolmabahçenin o tarihimizce" İlk “meşhurluğu, İstanbul muhasarasni- da buradan Kasımpaşaya kadirgalar Andirilmesi... Vaktile küçük bir ii manmiş, yavaş yavaş” doldurulmuş, hünkârlar bahçeler, kasırlar kurmuş- Jar... Yerlerine şimdiki sarayı yaptıran Abdülmecid, mimarı Hacı kalfa deni- Jen Serkiz Balyan usta, sarayın ta- mamlanışı da 1853 tedir, Beş milyon (IX Ahmed Mitat. efendinin kandatine göre (uluç) kelimesi (olmak) tan, yani (mevlud dnasına imiş, | len nesnelerin köküne kibrit suyu dö- Avrupa lügallerinde ! Boğaziçinde Rumelihisarının allın Hra gittiği söylenir. Gene Hacı kafanın eseri olan cami, Abdülmeci- din annesi Bezmillem kadınım... Beşiktaştayız. Buranın yamaçlar Yındaki eski sütunların, birinde beşik resmi bulundağundan dolayı Beşik- taş denildiğine zahip olanlar var, Beşiktaşın bizlerce başlıca kiymeti en büyük deniz kahramanımız Bar- bâros Hayreddinin -burada medfun oluşu, İstibdad . senelerinde oracığa Hayredâin' iskelesi denilip durulur, adın kimden kalma idüğünü bilenler | nadir bulunurdu. Hazretin asıl ismi Hızır, Barbaros Mâkabını, ya büyük kârdeşi Baba Oru- cun tabrif edilişine, yahut (a'ol yiği- tin sakalı kırmızımtrak olduğundan frenklerin (Barbe rousse) tabirinden türeyişine atfediyorlar. Memlekete aşırı hizmetlerinden dolayı (Hayred- din) ismini Kanuni takmış. Cami sahibi olan Sinan paşa 1352 de Trablusgarbi fetheden derya kap- tanı, sadrazam ve Karunuzaman Rüstem paşanın kardeşidir. Dört duvar kalan, bahçesi Beşiktaş Klübünün (Şeref) stadı olan Çırağan sarayı önündeyiz. Sanki saray deni- külmüş te barınacak yer kalmamış gi- bi, Abdülâzizin Avrupadan milyonlar istikrazı sıralarında ( çıklırıverdiği alâmetlerden biri; mimarı gene mu- hüd Serkis Balyan usta. Yapılması 1863 ten 67 ye kadar sürmüş. Nam eskiden kalma. Sadrazam meşhur Nevşehirli damad İbrahim pa- şa, buraya kurdurduğu köşkte çıra- gan şenlikleri yaparmiş. Çırağ, sam'a manasına; yani kaplumbağaların sir- tına mumlar dikerler, şimşirlikler içinde dolaştırırlar, gayet keyifle sey- rine bakarlarmış. Yıkılıp tarumar olan bu köşkün ve müştemilâlımin yerine ikinci Mah- mud :betekrar bir kasır çıkıverip ayni ismi koymuş, Bu seferki adı da şim- diki haline uygun: İçine çırak çıkarı- İ Jan cariyeler ve harem ağaları dol- durulmuş. Ortaköy burnundaki sülün gibi ca- mi Abdülmecidin. Kapısındaki kitabe: den 1853 te yapıldığı görülüyör. , (Atlı ve çifte katlı Beşiktaş tramvay- Jarı burada dama derlerdi. Ortaköyde « kübera, sultanlar, şehzadeler tümen tümen: Serasker ve Tophane müşiri Ali Saib paşa, Bahriye Nazırı Bozca» adali Hasan paşa, sadrı esbak Etem paşa; gene sadr! esbak Kıbrıslı Kâmil paşa, keza sadaret mazullerinden Tunuslu Hayreddin paşa yalıları (bu sonuncu şehzadelere kavançe edilmiş” tir). Defterdar burnunda Gazi Osman paşa zade Nüreddin ve Kemaleddin paşaların hanımları Zekiye ve Najme hemşirelerin ki, Kuruçeşmeye bu ismin takılışı eski Tezkerecibaşılardan Osman efendi de- nilen bir kişicağızın bina ettirdiği çeşmenin o kuruyup kalmasından ötürü, Buradada bazı kodamanların sahil sarayları mevcuddu. Şeyhislim Ce maleddin efendinin kâşanesi ve te 40 yıl evvelki bir resmi peleri aşmış korusu; Sultanzade Sa» bahaddin" pedermande yalısı; mabe- yinci Arif beyin tıkıza girmiş yazlığı, Karşıdaki, (o Küllü çörek mimar (Serkizbey adası) Hazindi mâliyenin; kömür deposu olarak Şirketi Hayriye- ce kiralı. İstanbulda islimle ilk ku- maş boyacılığını kuranlardan mahud Volkman bundan 40, 45 sene evvel tez gâhlarını Ortaköyde -açınış. Arnavutköy akıntısı satte beş, altı milmiş. Biraz daha dişini siksa (De- hizbank) in çiçeği burnundaki (E*- | rüsk) vapurunun yolu. Akıntıburnunun içkili gazinolar O vakitler de vardı; mandolin, gitara, atama seslerini ayuka çıkarırlardı, Sarrafburnunda esbak Londra elçi- si Müsürüs paşaya ait olan, kapısın- da (Ennecatü fissıdık) lâvhasını yıl larca taşımış olan araziye Amerikalı- ların kız kolleji yapılmıştır. Bebek denilişi, Fatihin - buraları muhafazasma memur ettiği bölükba- şının Bebek Jâkabını atmışlığırıdan... Bebek ikiye ayrılırdı: Koyun baş- Jangıcı, Büyük Bebek. Mısirlhi prens Halim paşanın yalisi, İlerisinde, son Mısır Hidivi Abbas Hilmi paşanın an- nesi Valide paşa Emine hanımınki... Sadrazam Âli paşadan oskarta Şimdi Mısır devletinin yazlık sefaret- hânesidir. Mütercim Rüştü paşa yâ- sı, Müverrih Hayrulalh efendinin pe- deri, Abdülhak Hâmidin ceddi, He- kimbası Abdülhak mollanınmış, Son- ra târih sahibi Cevdet paşaya geçmiş. Sırttaki (Robert kollej) i, 1863 te tesis eden bir Amerikâlı, Zamân 22- man yardım görerek genişlemiş. Bul gatlardan pek çok seçme kimseler ye tiştirmiştir. Bebekte Abdülhamid bendegânın- dan çokları otururdu: Musahip Lütfi ağa zade mabeyinci Faik bey; Maarif Nazırı Haşim paşa: serkuyumcu Ha» ronaçinin oğlu Jak... Rumeli ve Anadolubisarlarının ara- sı Boğaziçinin en dar mahalli, en kuv- vetli (Şeytan akıntısı) da burada. Me: zarlık tamamile -müslümanlarındır. Tevfik Fikretin Âşiyan'ının Belediyo- ce alınıp müze yapılacağını gazete- Jerde okuduk. Fatih, İstanbulu ilk küşatacağı sı- ralar, (Boğazkesen) ismini verdiği bu kaleyi bina ettiriyor. Kendi başta, ve- iri âzam Halil paşa, vüzeradan Sarı ca ve Zaganos paşalar maliyette ol- mak üzere, geceyi gündüze katarak iki * bin amele çalıştırarak dört ayda yap- | tormış ve dediği gibi de Böğazı kesi- vermiş. Rumelihisarının kültürümüze taal- Jük'eden ciheti, büyük âlimimiz Ah- med Vefik paşaya me'ra oluşudur. Pek kiymetli olan Kütüphanesi ve kollek- siyonları, ne yazık ki parça parça el den gitmiş; hanesini satın alan ve bu eserlerin çoğunu elde edn Adliye Na- ırı esbakı Riza paşa terekesinden de bellibaşlı bir-şeyler çıkmamış, oo * Rumelihisâarının istibdad günlerin- de son yapılan binalarından en meş- huru, Tophane müşiri Zeki paşanın granit taşlardan mamul yalısıdır ki mütareke senelerinde vellahd Mecid elndinin oğlu büraya kurulmuş, hayli keyifler sürmüştü. Sermed Muhlar Alus | Saat tam on iki. Çalışma durdu, Daktilo yorgundu. Biraz oturdu. İskemle üstünde bökülmüş beli, Yazılar yazmaktan sızlamış'eli, Görmüyor gibiydi gözleri hele, Beş saat, durmadan bir lâhza-bile, Çalışmak müşküldü. Çekenler bilir. Daktilo... Herkese tu kolay gelir, Mâline başına geçince fakat Olur ön parmağı âdeta sakat; İşte bü genç kız da böyle yorgundu. Bu hafta nedense biraz durgundu, üstünde değildi eski neşesi; Dut yemiş bülbüldü. Çıkmıyor sesi, Odada kimseyle konuşmuyordu. Bir iki arkadaş merakla sordu: — Hasta ım, ne oldun? Nedir kederin? — İyiyim?... Susuyor. Bakışlar derin. Dâlma kapıya çevrilmiş yüzü Kontrol ediyor: Sofada gözü. Gârip şey? .. Birini bekliyor belki: Bir adam geçecek. Bu kimdir peki?.. Yoksa bir düşman mı?.. Alacaklı mı?.. Burada korkudan bu kız saklı mı?.. Olamaz: Uysaldır bir melek gibi, Ona kin taşımaz kimsenin kalbi. Kimseye on para bile borcu yok, Hesaplı yaşıyor: Sade. Gözü tok. Öyleyse sofada arıyor kimi? Genç kızı şaşırtan yoksa sevgi mi?.. Daktilo birini mutlak özlüyor, | Ne zaman geçecek; onu gözlüyor. Olamaz: Ciddidir, ağır başlıdır, Gençlerin önünde çatık kaşlıdır: Onun güzel yüzü kimseye gülmez. Bu fidan rüzgârda asla bökülmez. NE Sır buydu: Büroda üç aydanberi Bir adam, sofadan girip içeri, Genç kıza bir kere bakıp geçiyor, Kapıdan su gibi akıp geçiyor. Ne fırsat kollama, ne gülümseme, Ne küçük bir takip, ne bir kelime. Bir asil bakışla süzüyor onu. Bu halin üç aydır gelmiyor sonu: Her öğle tetili geçiyor adam. Daktilo çıkınca bürodan akşam Bakıyor: Peşine takılmıyor genç. Anladı: Bu adam değildi iğrenç, Bilâkis ciddiydi. Aşil, kibardı; Mânalı ve tatlı gözleri vardı. —-, Bu öğle tatili daire boştu. Ahali gitmişti. Bu fırsat hoştu: Ah, gelse... Hiç kimse yoktu yanında. Genç adam göründü tam zamanında Vazife, senbolü bir asker gibi. Kız baktı: «Sıkılma, konuş!u der gibi. Genç adam yürüdü: — Doğandır adım, Sizinle tanışmak... Budur maksadım); Konuşsak, anlâşsak, arkadaş olsak!.. Kız dedi: — Boş vakit geçirmek yasak; Vazifem: çalışmak bir erkek gibi!.. Genç dedi: — Bir kızın bu mu nasibi?... Bu yükü taşısın erkek omuzu. Fikrim bu: Ağılda barnsın kuzu, Eline düşmesin yırtıcı kurdun: Evlerde durmazsa kızları yurdun Onları öldürür kurd gibi hayat!... Daktilo gülmüştü: — Bu fikir bayat, Dinler bu sözleri büyük nineler, Ellerde kalemdir şimdi iğneler: Dün yama yapanlar yazıyor yazı, Kızların Tanrıdan budur niyazi; Yaşamak kimseye eğmeden boyun!.. Genç güldü: — Siz gene yazın, okuyun, Ve boyun eğmeyin. Veriniz emek. Bilin ki: Evlenmek çalışmak demek. Erkeğe her işi başarmak Kabil, O, para getirsin... Buna mukabil Refakat hakkını siz öna Satın. Kanunu ezelden budur hayatın. Sustular,.. Kız uzun uzün düşündü. Hem memnun, hem biraz mahzun” düşündü. Kararı vermişti; — ÇalışacağıM, Hayatı yenmez mi şimdiki çağın? Genç dedi: — Yâşiyan ihtiyar olur, Vaktinde evlenen bahtiyar olur: Seneler su gibi ömrü içecek, Kırkına varmadan yıllar geçecek, Saçlara düşecek aklar bir yığın! Acısı duyulur ihtiyarlığın Hayatta kalınca yalnız başına!.. Şimdiden bir gönül arkadaşına Elini uzatıp yuva kurarsa Artık o kız için olur mu tasa?., Gönülden severse o erkek hele Evlensin, etmesin tereddüd bile! Genç kızı büsbütün düşünce aldı, Gözleri bir yere saplanıp kaldı Kizardı, güzellik geldi yüzüne. Genç devam etmişti gene sözüne: — Siz belki merakta kaldınız; Kimim Söyleyim: Kimsesi yok bir hekimim. Bu yalnız ömrüme eş arıyordum, Nereden bulmalı?.. Kendimi yordum. Düşündüm: Var nice daktilo kızlar, Onları görünce gönüller sızlar; İçinde bulunur çok güzelleri!... Makine üstünde gezen elleri Öpmeğe ve takdis etmeğe değer: Bu güzel, genç kızlar istese eğer Haramdan buseler mukabilinde Pırlanta yüzükler taşır elinde, Halbuki bu kızlar çalışıyorlar: Süsleri yok amma, namusları var. Düşündüm; Gezerim dairelerde Onları seyretmek mümkün her yerdeğ Gönlüme uyanı elbet bulurum, Kocası, kölesi, eşi olurum... Kız ince eliyor, sık dokuyordu, Doktora yeniden bir sual sordu: — Bununla mesele bitmiş demek mi: Bakalım o sizi istiyecek mi?.. Genç durdu: — Mesele haloldu denmez, Evet; o yüzümü belki beğenmez; Erkekte aranmaz güzellik fakat, Yeter ki kadını yaşatsın rahat. Eşimin olurum, dedim, kölesi: Bakarım... Severim onu ölesil.. Kiz güldü: — Durmayın bir lâhze bile, Vaktiniz kaybolur böyle nafile: Bu kızı seçmekte devam ediniz, Bulunca sormadan âlıp gidiniz!... Genç dedi: — Öyleyse buldum eşimi, O, takip etmeli hemen peşimi!.. Ve kızı tutarak bileklerinden Bir anda kaldırdı onu yerinden. Hekimin sözleri genç kızı yendi: Yürüdü... Daktilo böyle evlendi. İş bulmak için e Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! . «Akşamsa bir KÜÇÜK me vermek kâfidir.