a A “yep si eeianbik enn —anamman - A ; i k y K eni Karıncaların hayatı Böceklerin esrarlı hayatile meşgul olan âlimlerin yazdıkları yüzlerce ki- tab içinde Fransız edibi Maurice 'Maeterlinck'in «La vie des fourmlis> isimli eserinden daha güzelini bulk mak elbette ki mümkün değildir. Çünkü muharrir pek derinlerine ka- dar inmeğe muvaffak olduğu meçhul bir âlemin silik kahramanı karınca- yı mukadderau insanlarıukine ben- giyen bir mahlük gibi ele almış ve onu bir sanatkâr ruhile, faziletleri ve kusurları içinde severek anlatmağa çalışmıştır. En meraklı romanlardan daha ca- gib olan bu kitab B, Mehmed Nari Ecer tarafından «Karıncaların Ha yatış ismile lisanımıza çevrilmiştir. Şimdiye kadar katiyen tanımadığımız ve yalmz Maeterlinck'in gürdüğü * karıncayı anlatan aşağıdaki satırlar * bu kitabın muhtelif yerlerinden sira gözetmeksizin alınmıştır: Karıncanın civanmerdliği EBsops'un kaynakları tarihten önce de kaybolan iasalından La Pontaine'e kü dar karınca böceklerin en iftiraya uğru- yanı olmuştur." Ağustos böceğinin uksine karınca elirlliğin, hırslı bir miskinliğin, kötürül ve dar bir hasisliğin hırçın sem- bulü haline gelmişti. Küçük irade, kü- çük barjuvayı, sahht hiç bir teşkili ol- Miyan bir ulak şehrin dar yollarındaki k dükkünciyi temsii ederdi. & tecrübe edilmiştir ki asrımızın taşıdığı cani: varlıklar içinde karinca en sorin, en yiğit, en cömerd olanlardan biridir. Masal yazan wKannca ödünç vermezs der, doğrudur. Çünkü ödünç vermek cimrinin işidir. Halbuki karınca hesabaz verir ve hiç geri almaz. Onun hiç bir şeyi yoktur, hattâ vücudünde ole- ne bile sahib değildir. O, yemeyi hemen hemen düşünmez. Onu yapma bir karın- ca yuvasının. alçısı üzerinde bir kaç hafta Aç bırakınız, yeter ki biraz rütubetli ol- masin! temin ediniz, o hiç üzülmiyerek, sanki ambarları dopdolu imiş gibi uyanık ve çevik bir halde küçük işlerile uğraşıp Guracaktır. Hayatı pahasına, hiç rahat yüzü görmeden çalişp toplamam yü- murtalar, sürfeler, arkadaşlar, hattâ düş- manlar içindir. Çalışkan, perhiz sever, nam bükir ve cinsiyetsiz olan karınca bütün #ikıntı ve ürünlülerinin meyvasıni kim almak is- terse ora vermekten başka hiç bir zevk tanımaz. Hangi yabancı olursa olsun 27 çek toprak kokan ve kapıcıların yuvaya kadar girmesine aldırmadıkları bir ırkın kızı, çok defa zararlı her habgi bir bö- cek onu kandırmayı ve oksamayı bilirse bütün istediğini ondan alır. Karncalar en sert harblerde aç kalan bir düşmanın kendilerinden yiyecek istemesine daya- namazlar ve harbe tekrar başlamadan ev- vel ona efendice sadaka verip yedirir ve içirirler, bazan da sadakları çok ileri gider ve koloninin yıkilmanile neticelenir. Karıncalarda oyun ve eğlence Karımcanın Adeta bir manyak temizli ği vardır. Arkadaşlarının yardımı #le gün- &e yirmi defa taranır, friksiyon yapar, cilâlanır, perdahlanır. En sonra oyün- lar, dosten vuruşmalar, küçük ve sert olmıyan harb sporları gelir, Kamnez âlimlerinin en tanırınışların- (Akşam )ın edebi romanı YAPRAK AŞISI BURHAN CAHID — Niçin sordunuz doktor? Vaziyeti değiştirmeden cevap ver- di: — Eğer kocanızın burada kalma- sına lüzum yoksa bırakınız memleke- tine dönsün. Siz tedavinize devem ediniz. — Siz buna lüzüm . görüyor musu- nuz? Gene yüzüme bakmadan cevap ver- di: — Evet! Sustum. O da sustu. Yanımızda bulunan socur Lidya da Sustu. Bu ne acı bir süxümru. Ve bu ne ağır bir hükümdü. Başım yastığa düştü. Gözlerimin önünde eşya, oda ve on- lar altüst oldu. Kanım çekiliyarmuş, vücudüm boşalıyormuş gibi derman- #ızlık geldi. Kulaklarım uğulduyordu. Doktor ne demek istiyordu. Onun socurle almanca konuştuğu. nü ve socurun şakaklarını ovmağa başladığını bu ovultular içinde bir rü- yada gibi seziyorum, “gece gündüz kımıldanan ve işleyişi dan Huber şu müşahedesini anlatıyor: «Bir gün onların güneşe karşı çevreli yuvalarına yaklaştım. Karmealar toplarn- mişlar, yuvanın dışımda havalanıyorlar gihi idiler. Hiç birisi çalışmıyordu. Bu i böceklerin çokluğu, gözün Üs- tünde durmakla zorluk çektiği kayrıyan | bir mayi manzarası veriyordu. Fakat her karıncanın Arkasından #yrma gitmeğe | koyulunca . onların antenlerini oynatarak akıl almıyan bir çabukluka biribirlerine yaklaştıklarını gördüm. Arka ayakları yavaş hareketlerle öteki- lerin başının yan kısmını okşuyor, okşa- maya benziyen birinci jestten sonra fki- çer, ikişer arka bacaklarının üstüne kal- | karak birlikte vuruştukları, bir çene, bir ayakla biribirlerini çektikleri ve sonrü bıraktıkları görülüyordu. Sonra biribirle. rinin karnına ve göğsüne ilişiyorlar, ku- caklaşıyolar, sıra İle biribirlerini yatın- yorlar, kaldiriyorlar ve hiç acıtmakazın bunları tekrarlıyorlardı.n Karıncalar dinleniyorlar Bir demet ot içinde bir kımicım gibi bize başdöndürücü görünen karıncanın zaruri olarak ve bütün bütün yorgunluk bilmediğini sanırız. Halbuki o da bu top- rağm büyük kanununa boyun eğer, onun dü bazan kendi üstüne bükülmeğe, kuv- vetlerini toplamağa ve hayati unutmağa ihtiyacı vardır. Kendinden üç dört defa daha ağir bir arı yüklenip uzun bir sergüreştten sonra yuvaya girince kapıyı bekliyen arkadaş- ları yetişirler, Onu örten tozları silker- ler, fırçalarlar, okşarlar ve kalabalığın gürültüsünden ouzak, yorgun yolculara ayrılmış bir nevi hususi yatakhaneye gö- törürler, O, orada öyle derin bir uykuya dalar ki hatti karıncalığa olan ve sakat- lara varıncaya kadar berkesi heyecana veren bir hücum dahi onu ancak yarım yamalak uyandırır ve o zaman bu ka- rmca çarpışarak yerde kaçmaktan başka bir şey düşünmez. Karıncaların muharebeleri Böcekler içinde yalnız karınenların der- lenmiş, toplanmış orduları vardır ve yalnız | tecarüz barblerine girişirler. Sanguine cinsi | karıncalar elverişli mevsimlerde iki üç defa esir akıncılığına girişirler, İşte bun» lardan, karınca âlimi Forel tarafından görülmüş bir tanesi: Anlamak Üzere keşşaflar gönderdikten wnrü Giebarlar denilen başka soydan bir karıncalığın yağması karar altına alı- nir. Güzel bir sabahta, küçük ordular- Ja, yağması istenen yuvaya doğru yürü yüş başlar ve yavaş yavaş yuva etrafında toplanırlar. Akılları başlarına gelen mah- surlar çilgince kapıların etrafına koşer- lar ve duvar taşı vazifesini gören küçük kum tanelerile onlar da ellerkiden geldiği kadar bariknilarını yaparlar? O zaman nereden geldiği bilinmiyen bir işaretle mütecavizler sürü halinde koşarlar. Mü- dafiler dayanmağa yellenirler, lâkin te- | pelenmiş, şaşırmış, bitkin ve ümidsiz bir halde, ber ne pahasına olursa olsun, kur- tarmak kleri sürfelerini yüklenmek üzere yuvaya girerier. Yüklenip getirdik- leri sürfelerin sayısı © kadar çoktur ki kınla boyanacak olan rengi bir müddet beyaslaştırır. Fakat mühacimler bunları hazinelerin- den ayırırlar ve onları kapının önüne bir zaman için yığarlar, Doğurucu anaların ve dişi işçilerin yüksüz olarak geçmelerine göz yumarlar ve pek şedid gümrük iş- yarları gibi sörfe taşıyanları yöklerini bırakmak üzere zorlarlar. Kaçmaşı veya otlar arasında bir mikdar çocuk sakla” mayı beterenleri de yakalarlağ ve bö- men çantaya giren bu site ile canlı ga- nimetlerin taşındığı kendi yuvaları &ra» sında çok defa Üç dört gün süren gelip gitmeler başlar, Bü gelip, gitmeler isti edilen karıncalığın büsbütün tükenmesine kadar devam eder. Sanıldığının terine bu harbde katliâm yoktur. Harb meydanında pek 8z kurban verilmiştir. Yalnız yuvu chalizi bin daha yuvaya dönmemek üzere koyulup göçü- rülmüşlerdir. e Sürfelerin taşınması da bitince galibier tarafından bırakılan yuva barak olmakta gecikmez. Karıncalarda evlâd muhabbeti Tabiatta her yeri arayınız, hiç bir yer- de bu kadar haşmelii bir ana sevgisi bulamıyacaksınız. Tavuk civcirlerini ne- ye kargı olursa olsun müdafaa eder, Fa- kat henüz yumurtalarını #evemer. Bit kozalağı kurtarmağa çalışan dişi bir işçi karıncanın karnını ayırınız ve eğer osea- retiniz varsa iki arka ayağını kesiniz. Tuttuğunu bırakmaksızın kendine kalan dört ayağile barsaklarni sürükliyerek » çünkü onun bhayatiyeti aşkı gibi akl şaşırlarıdır - yolunda ilerliyecek ve an- cak kendisi için istikbali temsil eden sürfeyi eroniyetli bir yere koyduktan son- ra ölmeğe razı olacaktır. Karıncayı ebedileştiren bu eseri okur- ken onu sevmemek ve karıncanın rüzgârlarla savrulan çelimsiz vücudü içinde taşıdığı mütens şahsiyete hür- met le a en kabil ok Ş. H.R. Bıyık ve sakal modası Ulus gazetesinin «Hayat ve Sıhhat» sütunu muhariri Dr. G, A. «Bıyık ve sâkal modası; ismi alında yazdığı bir makalede bu modanın tekrar av- det etmesi ihtimail Karşısında traş olmanın ve sakal bırakmanın müte- kabil iyiliklerini anlattıktan sonra diyor siteme de sakal hakkında epeyce yapmışlardır. Bir hekimin eli- — gel bitlendiklerinden dolayı « ay- DE. zamanda sakallarını tıraş etmiş 5 kişi geçmiş ve bunlardan ancak 14 kişinin bu işten zararsız çıktıklarını ve ötekilerden hepsinin sakallarını. kazıttıktan sonra ya diş ağrılarma, yahut yüz ağrılarına Lu- tulduklarımı göstermiştir. Sakalın yüzü soğuktan muhafaza esti- Kine inanmak kolsy olmamakla beraber, onun “yanın insanın yüzünü daha serin tutmuğu (yaradığını söyliyen de vardır. Bunâ da sebeb sakalı yüzün yazın daha çok terlemesinden dolayı terin tebahhur ederken insanin elidinden kalori çekmesi olsa gerektir. Onun için buna da - isler- seniz - inarabilirsiniz. 'Bir İngiliz hekiminin rivayetine göre #a- kal ve bayık birakınaktan en ziyade isti- fade edenler şimendifer lokomotiflerin- deki ateşçilerdir. Onların Arasında sa- kalh olanlar yüzlerini traş edenlerden daha ar hasta olurlarmış. Pakht bu sayın doktor, sakalı makinistilerle ateşçilerin lokomotiflerini biraktıklan sonra, sakal- larının arasına karışmış olan kömür toz- larını nasl temiziiyebildiklerini söyle- memiştir. BEN aç mama nn Esnaf hastanesi 3227 erkek, 1011 kadın 1011 kadın muayene ve muayene ve tedavi edildi Esnaf hastanesi, hastanede muayene ve tedavi, hastanenin operatörü B. Halid Ziya 20 mayıs 937 tarihinde açılan Es- naf hastanesi, mütevazı çalışmasile ki- sa zamanda çok işler görmüş, esnafa geniş nisbette faydalı olmuştur. Gazete havadisleri arasında raslan- dığına göre, son bir sene zarfında hâs- taneye müracaat edenlerin yekünu 4233 kişiyi bulmuştur. Fihakika bir yıl içinde Esnaf hasta» nesine mürâcaat edip muayene ve te- davfleri yapılanların sayısı, 9227 si er. | kek ve 1011 t kadın olmak üzere, 4238 | dir. | İkincikânun 938 de 111 ve sonra si- Tasile şubatta 107, martta 144, nisan da 144, mayısta 151, haziranda 186, temmuzda 215, ağustosta 474, eylülde 623, birinciterinde 696, ikinciteşrinde 623, birinciteşrinde 696, ikineiteşrinde davi görmüştür. Bu rakamlardan anlaşıldığına gö- Te, 938 senesinin son ayı 827 hasta ile hastalık rekorunu kırmıştır. Bir yıl içinde tedavi edilen parati- foid vakası 1, boğmaca 1, grip 91, te- neffüs cihazı veremi 68, diğer verem- ler 17, frengi 13, sıtma 106, diğer sa- ri ve tufeyli hastalıklar 69, müzmin | romatizma 83, şekerli diyabet 7, müz- min ve hâd alkolizm 1, diğer umumi hastalıklar ve zehirlenmeler 461, 'Tefrika No. 37 Keskin bir eter kokusu. Aksrıyo- rum. Gözlerimi açtığım zaman yanımda yalnız socur Lidyayı gördüm. Sert parmakları yüzümde, boynumda dola- şıyor. Bir mayıs güneşinin yıkadığı mavi gök kadar temiz gözlerinde şefkat do- Yu tebessüm var. — Madam iyisiniz değil mi? Bir buhran geçirdiğimi anlıyorum. Fakat ne kadar sürdü bilmiyorum. Doktor gitti mi? — Gitti madam. — Biraz su verir misiniz? — Bir portakal suyu versem daha iyi değil mi? — Daha iyi masör. İçim yanıyor. Portakal suyunu ka- na kana içtim. Socur Lidya dizlerimi ovuyor, — Bir ayna verir misiniz Masör. İnce kaşlarının çatıldığını görüyo- Yum. — Şimdi istirahat edin madam. Buhran herhalde yüzümü berbad etmiş olacak. İsrar etmedim. Yalnız | | dedim ki; — Kocam beni görmeğe gelirse uyu- duğumu söyleyin. badi Doklorun bir kelime ile anlatmak istediklerini düşünüyorum. Onun ya- nımda olması muhtaç olduğum teda. viyi, süküneti bozuyor. Bundan baş- ka iyileşmiş de olsam bir zaman için onun varlığından uzak kalmak mec- buriyetindeyim, Bunu bana soeur Lid. ya ihsas etti. Ben de kendimi iyi bulmuyorum. Üç ay süren heyecanli hayat beni ha» rap etti. İçki, uykusuzluk ve çılgın aşk buhranları, bütün cazibesine heyeca- mına ve kanlmaz zevkine rağmen beni bir sünger haline getirdi. Artık ihtirasın ve adali zevklerin yabancısı gibiyim. Kış mevsimine saklanmış yaz meyvaları gibi belki şeklimi ve rengi. mi muhafaza ediyorum. Fakat içim o kadar boşaldı ki!... “e Böbrek ve ovaire sancıları biraz hâ- fifledi. Fakat daha uzun bir zaman istirahat ve tedaviye ihtiyacım oldu- gunu ben de anlıyorum. Doktor onu İstanbula göndermekte haklı. Burada kaldıkça unutmıyalım. Yeni yeni si- rür buhranlarma düşmekten kurtu- lamıyacağım, Fakat İstanbula giderse ne olacak? Benden uzak oldukça ve ben ona | birsey vadedemiyecek halde kaldıkça i aramızdaki evlilik bağının ne kıymeti ve ne lüzumu olabilir? Düşünmek zevki ancak ümide bağ- hı kaldıkça vardır. Tesellisiz bir hayat- ta onun maceralarını düşünüp hiç bir şey yapamamak vaziyetinde kaldıkça bu çürük rabıtaya bağlanıp kalmak- ta ne mâna var. Hayatıma bir fırtına gibi karışan o sevimli başı zaptedebilmek için çok çalıştım. Başkalarında görüp de ayıp- Yadığım herşeyi yaptım. Saçlarımdan yüzümün çizgilerine kadar çehremin tazeliğini kaybettirmiyecek çarelere onun için baş vurdum. Bütün itiyad- Yarımı ons boş görünmek için değiş. tirdim. Uykularımı onun doya doya eğlenmesi için feda ettim. En ağir iç- kileri onu yalnız bırakmamak için iç- tim ve nihayet bütün bu çılgınlıkla- rımla sıhhatimi onun için kaybettim. 'Bu üç aylık mukavemet mücadelesi beni yatağa düşürdü. Fakat o henüz hızını alamamış bir yarış atı gibi ye- ni yeni mesafeler aşmak için Evian. lara kadar gitmek lüzümünu hissedi. yor. Makul bir kadın olmasam hakikat- leri ters görmek mümkün, Fakat en buhranlı anlarımda bile kendime nâ- kim olmasını biliyorum. Değirmende- rTeye çekilirken ayni sakin fikirler için. de kararmı vermemiş miydim, Görüyorum ki bu vaziyette yapıla» câk iki şey var. Biriona yetişmek, ğer hastalıkları neşfidimaği 5, cümlel asabiyenin ve Azayı havassın diğer hastalıkları 430, kalb hastalıkları 56, diğer devcran hastalıkları 117, bronşit 206, zalür- ree 10, sair teneffüs cihazı hastalıkla- rı (verem hariç) 192, ishal ve anterit "15 apandisit 80, karaciğer ve safra yol« ları hastalığı 46, hazım cihazının di- 350, nefritler 20, lohu- salık, hamil, doğum ve losalığın diğer hastalıkları 45, cild ve kemik hastelik- ları 1252, sulteşekkülâtlı vilâdiye 3 tür, Meçhul veya gayri muayyen sebepler- den 38 hasta da muayene edilmiştir. Görülüyer ki esnaf en çok cild ve kemik hastalıklarına yakalanıyor. En az içki kullanan zümre de esnaftır. Çünkü bir yıl içinde, fazla âçki kul- lanmaktan mütevelliğd ancak 1 has- tahk vakası kaydedilmiştir ve şimdi- ye kadar çok ağır olarak hastaneye gelen yalnız bir hasta ölmüştür. Küçük bir odada dispanser halin- de başlanan işe hız verilmiş ve kısa zamanda Cağaloğlunda bir bina kira» lanarak mütevazi bir hastane meyda- na gelirilmiş bulunuyor. Bütün esna. fn temennisi, bu binanın satın alma- rak hastane teşkilâtının 939 senesin- de tevsi edilmesidir. Esnaf cemiyetle- rinin gayesi de budur. — N. E. onun hayatındaki mevkii kaybelme- mek için mücadele etmek. Biri de ba- yale kapılmadan ve şüpheli ümidlere düşmeden bu hayatı burada bırak- mak. İki yoldan brini terelh etmek lâzım. Fakat her ikisinin mukadder acıları- nı biribirinden ayırmağa imkân m var? Çok müşkül vaziyetteyim. si Günde birkaç kere telefon edip sıh- hatimi soruyor. Bu arayışlarla Jenev- den bir yere ayrılmadığını da anlaf- mak istiyor. Onu görmek ihtiyacın- dayım. Socur Lidya doktorun fikrini ona kendisi söyliyecek. Fakat ben onu görmek istiyorum. Bu akşam gene telefon ettiği zaman dedim ki; — Söyleyin, yarın kendisini bekliyo- rum, Bu haberin onu sevindireceğini tah- min ediyorum. ses Erken kalktım ve hazırlandım. Socur Lidyanm yatakta iken ver. mediği ayna elimde. Birkaç gün ya- taktan çıkmayışım beni biraz canlan- dırdı. Yüzümde sıhhat izleri var, Saç- Jarımı düzelttim. Onun sevdiği mavi elbisem arkamda, Balkonda sütümü içiyorum. Geldi, (Arkası var)