SARAY ve BADIALININ IÇ YUZU Yaran: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur Tefrika No. 270 Hüseyin Avni paşa - Abdülâzizin Mahmut Nedim paşa ilemünasebeti nasıl başladı Fuad paşa Kanlıcadaki yaptırmıştı. Sağır Ahmed beyin büyük oğlu Ali © — Haydar bey bu münasebetle parlak bir kaside tanzim İle Fuad paşaya takdim eder, Fuad paşa bundan pek memnun kalır. Takdir makamında: — Bu manzumeyi Afnca paşa haz- retleri görse, peder beyefendi de duy» sa pek mahzuz olurlardı! der. (1) Hüseyin Avni paşaya dair Yarı resmi olarak neşredilen fran- sızca La Turgyle gazetesinin müdür- lüğünü ifa eden Ulah Bordeanu mem- leketin lisanlarına, âdetlerine, işleri. ne vakıf idise de geniş ve kuvvetli bir irfan sahibi değildi. 1868:de bu gaze- terin başmuharrirliğine . hükümetçe Fransadan üç senelik bir kontrato ile Charles Mismer getirilmişti. Mismer bu vazifesine başlarken ip- tida Hariciye Nazırı Fuad paşa ile mü- nâsebette bulundu. İlk görüştükleri gün Fuad paşanın gözlüğü altından nafiz bakışının tesirinde kaldı. Fuad paşa Mismeri ertesi günü için hususi mülâkata konağına davetsetti. Mismer bu davete icabet etti. Fakat intizar salonunda zâirler pek çoktu. Nihayet sıra kendisine geldiğini san- .dığı bir dakikada bir bankerin paşa- nın yanına girivermesi Mismerde can $ikıntısını pek arttırdı. Bir kartvizit üzerine fransızca: (Zatı fehimanele. rinden beni kabul edip edemiyecekle. rini bildirmelerini rica ederim.) me- linde birkaç kelime yâzdı. Bir uşak Me içeriye gönderdi; derhal çağrıldı. Fuad paş Mismeri iltifatlarla yemeğe alıkoydu. Bir daha ziyaretlerinde böy- Je bekletmeler olmadı. Abdülâzizin Fransaya seyahati esnasında Misme- rin ikinci sultan Mahmudun validesi» © min bir Fransız olması ihtimali üzeri- | me yazdığı yazılar bütün dünya gazs- — , telerine sermaye oldu. (Altı sene evvel bu bahis tekrar or- “taya atılmıştı, Ben de Akşam'ın 27 kânun 1932 nüshasında buna dalr üzün bir makale neşretmiştim.) k Fuad paşa ile dostluğu İlerliyen Mis- © O mer onun mahremane verdiği direk- Liflerle siyasi makaleler yazıyordu. Âl paşa Giride giderken Fund paşa tar. siyesile Mismeri yanına fransızcâ kâ- © tibi olarak aldı. Girid meselesini yazdığım sırada Mismerin daha şahsen tanımadığı Hü- “seyin Avni paşayı Girid "kumandan- lığına getirtmeğe nasil yol bulduğu- nü İzah etmiştim. Bundan sonra Mismer İle Hüseyin | Avni paşanın aralarında “ samimiyet gittikçe kuvvetlenmiştir. Mahmud Nedim paşa Bahriye Nazi- ri olmadan evvel aralıkta Âli paşanın ç teveccühünden düştüğünü anladıkça yaltaklanmalar, giyabında wÇeremon- yaliş (2) mektuplarla bu teveccühsüz- i Tüğü izaleye çalışır ve müvaffak da r f yalısını yi olurdu. Trablusgarp valiliğinden mezüni- — yetle İstanbula gelişi böyle bir tevee- ç cühsüzlük zamanına tesadüf etmişti. © © Mahmud Nedim paşa İstanbula çıkar . — çıkmaz doğruca Âli paşanın konağına gelmiş ise de Âli paşa bazı mazeretler serdederek kendisini kabul etmek iste- memesile Âli paşazade Ali Fuad beyin odasına girerek şefaatini rica etmişti, Birkaç sâat sonra sadrazamın yanına kabul edildi. ç Uzaktan çaktığı hulüsları yakın- dan daha kuvvetle tekrar ederek tes veccühü iade ettirdi ve Deavi Nezare- tine tayin olundu. Âli paşanın sâdaret müsleşârı Müm- taz efendiye karşı teveccülhsüzlüğünü anlayınca Mahmud Nedim paşa sad- razamın gözüne bir kat daha girmek için bunu fırsat ittihaz etti. Doğrudan doğruya Âli paşaya müracaat ederek «Kendisi gibi bir zatın müsteşarlığı vazifesini iftihar ile ifa» edeceğini söys ledi. Bunun üzerine Mümtaz efendi ile becayişleri icra olundu (11 zilkade Kazan. © © Abdülâziz bu sıradâ bahri ıslahat k hakkında huzurunda bir meclis akdi. - hi istemişti. Bu mecliste hazır bulu. © nan sadaret müsteşarının reyi hoşu- Da çitti. Meclis dağılınca Mahmud Taşa PANE Mer Nedim paşayı hususi surette huzuru- na celbetti, Abdülâziz ile Mahmud Ne- dim paşanın münasebetleri bununia başladı. (3) Abdülâzizin Mahmud Nedim paşayı takdir eylemesi onun Bahriye Nezare- tine tayinini intaç etti. Bundan son- ra kendisini padişaha iyice tanıttır. | mağa muvaffak olan Mahmud Nedim İ paşa Âli paşaya ihtiyaçtan vareste | kaldığına ve dolabını bizzat çevirebi- lecek hale geldiğine hükmederek bu- | na göre hareket etmeğe başlamıştı. Üç buçuk sene süren Bahriye Nezare- ti (19 zilkade 1284 - 22 cemaziülahir 1288) esnasında Mahmud Nedim paşa nabızgirlikle saraya, padişah ile vali- desine iyice çatmıştı. Mizaca hizmet ediyor, hoşa gidecek şeyler yapıyordu, hattâ sadarete gelmek için Fuad ve Âli paşaların gizlice aleyhlerinde bu- lunacak kadar cüreller gösteriyordu. Güya bu paşaların ikisi de saltanat makamının haklarına, salâhiyetlerine dokunarak padişaha padişahlığını bil- dirmiyorlardı; kendisi ise bunlara ta- mamen muhalif bir meslek tulmağı sa- daket ve ubudiyet şanından biliyordu! Böyle telkinat ile valide Pertevniyal sultanın zibnini çeliyor, saray müte- hayyızlarının kulaklarını doldurus | yordu; amma bu kadarı kâfi gelemi- yeceğinden bu adamların ceplerini doldurmağı da ihmal etmiyordu. Âli paşanın liyakat ve iktidarını tasdik eden Abdülâziz etraftan yağan bu ilkaata ehemmiyet vermediği için Mahmud Nedim paşa ancak Âli paşa- nın ölümünden sonra (7 eylül 1871 » 21 cemazlülahir 1288) maksadına nail olabilmişti. Sultan Azizin Mahmud Nedim pa- şaya teveccühü değme vesilelerle sar- silmiyordu. Kardeşi Sağır Ahmed be- yin oğlu olup Avrupaya kaçmış olan Mehmed bey kıyafetini değiştirerek «sulniyetle» İstanbula gelmiş, şehzade* Hamid efendi ile yeni yaptırdığı Mas- lak köşkünde birkaç defa görüşmüş- tü. Zabıtaca Mehmed beyin İstanbul- da bulunduğu haber alınması üzeri- ne araştırılmağa başlanmış. Mehmed bey de bundan haberdar olarak yaka- yı ele vermeden gene Avrupaya savuş- muştu. Valide sultan Mehmed beyin şehza- de Hamid efendi ile görüştüğünü öğ- renmiş bu sebeple şehzadeye menfajl olmuştu. Ancak Avrupa kaçağı biraderzade- sinden dolayı Mahmud Nedim paşaya emniyeti şahane hiç münselip olma- mışlı. Âli paşanın vefatından evvel ken- disinden sonra Mahmud Nedim paşa» nin sadârete getirilmesini tâvsiye et- tiği rivayeti malümdür. Bu rivayet o günlerde o kadar yayılmıştı ki bunu Mahmud Nedim adamlarının paşala- rının halk indinde kıymetini arttırmak kasdile mahsusen neşrine çalışmış ol- malarından şüphe ötmemek kabil ola- maz. Böyle bir tavsiyenin mevcudi- yetine işlerin iç yüzüne vakıf olmaları mümkün olan vükelâ müntesipleri bi- le inanıyorlardı. Meselâ mütercim Rüştü paşanin da- madı olup kayınpederine tebean - Âli pâşa muhaliflerinden olan Mehmed paşa hatıratında şöyle diyor: (Mahmud Nedim paşa bu âli man- sıbın erbabı değil ise de müteveffa ÂH paşa efkârı fasidesine (!) muvafık ve kendi terbiyetgerdesi (!) olmak cihe- tile vefatından birkâç hafta mukad- dem zatı şahaneye tavsiye yani vasi- yet eylemiş gibi olmasile bu vasiyet yes rine getirilmiştir. (Arkası var) (4D Mahmud Kemal: Son asır Türk şairleri, (2 Dahiliye Nazırı Sald efendinin oğlu Mehmed Galib beyin Tasviri Efkâirin 26 temmuz 1909 nüshasında münteşir mek- tubu. Çeremonya -- Çeremonle). Bu tabire teşrifat ve merasim mânasında eski sefa- retnamelerimizde çok tesadüf olunur. Mehmed Gâlib beyin bu mektubunda (hürmet ve koltuk veren) makamında Kullanılmıştır. (8) Mehmed Galib beyin Tasviri Efkâ- rın 28 temmuz 1909 nüshasında münteşir mektubu. Türk kemankeşleri Yazan: Süleyman Kâni İrtem Esbak İstanbul valisi Bizde eski milli sporlarımızdan ok alıcılığı hakkında bundan yüz sene evvel basılmış tek bir kitab vardır; bunun da deği! kitapçı dükkânların- da, umumi kütüphanelerimizde bile nüshası bek nadir bulunur. Gazetemizde (Saray ve Babiâlinin içyüzü) tefrikasının muhartriri esbak İstanbul valisi B, Süleyman Kâni Erlemin bu eksiğimizi telâfi eylemek maksadile birkaç senedenberi İstan- bul kütüphanelerinde okçuluğa dair mevcud yazina kitapları tedkik ve te- tebbü ederek (Türk kemankeşleri) namlile vücude getirdiği eser ahiren intişar etti. B. Kâni Ertemin bu ese- ri böylece milli kemankeşlik tarihi- mizi tenvir eden ikinci matbu kitab clmuştur. Ok sporuna gerek Amerika ve Av. rupada, gerek bizde yeniden oynan- makta olan meyil ve merak böyle müdekkikane yazmış bir esere cid- den ihtiyaç göstermekte idi, Bu milli sporumuzun İstanbulun fethinden yarım asır evveline kadar geçirdiği safhaları, Avrupaca şimdi- lerde o kadar ararılmakta olan eski yay oklarımızın nasıl hazırlandığını, meşhur ok atıcı pehlivanlarımızın tercümei hallerini, eski yay ve ok üs- tallarımızı, Okmeydanımızın ahvalini matbuat âlemine arzeden bu eserin birçok resimlerle eski vesikaları ihti- va etmesi ve ök âtmâk hünerinde Türkletin diğer milletlere nisbetle ne kadar ileri gitmiş *olduklarını isbat eylemesi de kiymetini bir kat daha arttırmaktadır. Umumun istifade edeceğini şüphe- siz gördüğümüz bu' eseri hassaten spora meraklı olanlara ve milli tari- himizi mütalâadan zevk alanlara tav- siye eylemeği vecibe addeyleriz. VARLIK Edebiyat ve sanat mecmuası olarak ta» nılan «Varlık. şeklini ve mevzularını de- giştirerek o bundan sonra miliyetşi ve memleketçi fikir mecmuası halinde neşri- yatına devam eimeğe karar vermiştir. Varlığın yeni şeklile çikan ilk nüshasın- da ekonomi, turizm ve gençlik mevzula rına dair makaleler ve tenkidler vardır. OLUŞ MECMUASI Ankarada Oluş ismile haftalık yeni bir edebiyat ve fikir mecmuası intişara baş- lamıştır. Muvaffakıyet temenni ederiz. «Kavga» denen «şer»- den kurtulmak için; «ba- rış» denen «hayır»a kavuş- mak için, bütün dualar ve adaklar orduya ve tayya- reye yapılmalıdır. E 1229 213 716 846 Va. 548 7.20 1225 1455 1710 18,48 İş bulmak için 14, Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! «Akşamsa bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfidir. TIUKARIN TARİHİ Yazan: İSKENDER FP. SERTELLİ ROMAN 'Tefrika No, 32 Mogollar Polonyayı baştan başa istilâ edince, Polonya kralı bir manastıra sığınarak canını kurtarabilmişti — Biz her yemek sofrasına hem de aynı iştaha ile otururuz, Olga! Fakat, emin ol ki biz bazan kamı- miz açken bile, sofrada yemek yeme- den oturmasını da biliriz. Samo, Olganın ne şeytani bir Z8- kâya malik olduğunu bildiği için, sık sık kendisine sunulan şarabı içer gibi göstererek, kadehi Olgaya sez dirmeden, oturduğu minderin altına döküyordu. Ve böylece saztler geçtikçe Samo yalandan, Olga da gerçekten sarhoş olmuştu. Olga nihayet o gece bu fırsatıda boşuna kaçırmış ve Samodan önce oturduğu yerde sızıp kalmıştı. Samo o geceden sonra ihtiyatlı davranmağa ve Olgadan başladı. Odaları ayrı idi. Artık ko- yun koyuna yatsalar da Samo uyu- müyordu. Samo bir gün kendi kendine: — Koynumda bir akreb besliyo- rum, dedi, gözümü açmazsam, bu mahlük bana zarar verecek. Fakat, günler geçtikçe, Olga Mo- ğol zabitine biraz daha fazla bağlılık gösleriyor ve onu tam mânasile avu- cunun içine almağa çalışıyordu. Olga: — Komutanını öldürmezsem, onun kadar nüfuzlu bir Moğol zabitini ol- sun öldüreceğim. Diyordu. Zaten Olga bu işi yap- maz, yani elini kana boyamazsa, Sa- monun pençesinden kolay kolay kur- tulamıyacaktı. O devirde, Rusyadan Avrupaya bir bakış O günlerde Avrupa ve Balkanlar büyük tehlike ve heyecan içinde bocalıyordu. Bütün devletler Moğol istilâsından yılmış bir halde yeni ye- ni ittihadlar, ittifaklar yapıyor. ve birleşik haçlı ordular teşkiline çalışı- yorlardı. Galiçya prensi Danyel'in Macaris- tana sığınması, Silezyanın baştanba- şa istilâ tehlikesi karşısında şaşırıp kalması, Polonyanın taksimi mesele- si, ve Moğolların Karpatlardan Po- lon topraklarına sarkması bütün dünyayı heyecana düşüren hadiseler- dendi. Poloyanın esasen 1139 da ölen üçüncü Baleslav'ın dört oğlu tarafın- dan taksim edilerek prensliklere ay- rıldiğı gündenberi bu memleket da- hili harbler içinde kaynaşıyordu. Prensler daima birbirlerile harb eder- lerdi. Moğolların birdenbire Polon- yada göründüğü sıralarda dördüncü Baleslav, Karakova tahtına yeni otur- i muştu. Diğer prensler - ki onun kar- deşleriydi - kendisine tamamile itaat etmiş değillerdi. Moğol akıncıları bu fırsattan istifade ederek dördüncü Baleslâv'ın tahtinı da devirmek İsti- yorlardı. Diğer prensler de birbirlerini tanı- maz olmuşlardı. Moravya eyaleti ve havalisi Bales- lav'ın amcası Konrad'ın idaresinde idi ki, merkezi Plotesk şehri idi. Üçüncü Baleslav'ın sülâlesinden ikinci Hanri, aşağı Silezyaya ve (Bü- yük Polonya) denilen havaliye hâ- kimdi. Hanri'nin hududu çok geniş- ti... Ayrıca Pozanya ve eski Galiçya eyaletleri de onun idaresinde bulu- nuyordu. Hanri'nin merkezi Breslar şehri dil. Amcazadesi prens Mizislav'a gelin- ce, o da Oplen ve Ratipor Dükalıklarn- na, yani yukarı Silezyaya hükmedi- yordu. Moğollar Polonyaya girerek Loblen şehrini zaptettikten sonra Galiçya- ya ilerlemişlerdi. Moğolların bu ha- valide aldıkları ganalm Moğol ordu- sunu Avrupada yıllarca barındırabi- lecek kadar çoktu. Moğol ordulari- nın bir diğer kolu kış mevsiminde buz tutmuş olan Vistol nehrinden ge- çerek Sandomir'i zapt ve tahrib et- miş ve hiç bir taraftan mukavemet görmeksizin Karakova şehrine yedi fersah mesafeye kadar yaklaşmıştı, Karakova tahtında oturan prens dördüncü Baleslav, Moğolların yak- laştığını görünce telâşa düşmüştü. Moğollar, Baleslav'ın tahtını yıkmak, şehri zaptetmek istiyorlardı. Bu tehlike karşısında prens Baleslav âs- kerini alarak şehirden çıktı ve Mo- golların üzerine yürüdü. Moğollar, Palantes civarında karargâh kur- muşlardı. Karakovadan böyle Ani bir bücuma maruz kalacaklarını akılla- rından bile geçirmemişlerdi. Baleslar, Moğollara baskın yapa rak, gece yarısı ay ışığında kanlı bir döğüş başladı. Moğollar, baskın ya» panların az olduğunu anlayınac sa- babın alaca karanlığında yeniden harbe tutuşup Baleslav'ın ordusunu bozdular ve şehre kadar kovaladılar. Düşman askeri dağlara kaçarak Mo- golların elinden güçlükle kurtulabil. mişti Bu bozgun üzerine prens Baleslav, Sandomir prensile birleşerek müş- terek bir ordu ile tekrar Moğollar üzerine yürümeğe hazırlanmıştı, Kış sonunda bu birleşik ordunun tekrar Moğollara hücüm etmesi Avrupalılar ri büyük ümidiere düşürmüştü. Po- Tonyalılar bu harbde galib gelirlerse, onlara diğer tarlatan da yardım ede- ceklerdi. Karakova kalesi kolay kolay ele geçer bir yer değildi. Prens Baleslav: — Ben bu kaleyi Moğollara kaptır- mam, Diyor, Moğollar da: — O kaleyi zaptetmek için, bütün" Çini ve Karakurumu Polonyaya çe- keceğiz Diye cevab veriyorlardı. Birleşik Polon orduları İki pren- sin kumandasında yeniden Moğol- larla - 18 martta - harbe tutuşarak kısa zaman içinde mağlüb ve peri- şan oldular. Harbde Moğollara esir düşmemek için kaçan Polonlar civardaki orman- lara saklanarak aylarca aç, susuz kaldılar, Bu, Polonların son deneme- siydi. Bu harbden sonra Moğollar Polonyayı baştanbaşa istilâ ederek yerleştiler. Avrupa bu hadiseyi duyunca: «— Ölüm çanları çalmağa başla dı. Gökten başka beklediğimiz bir yardım yoktur!» Diye ağlaşıyor ve korkudan daha uzak ülkelere kaçışıyorlardı. Polonya kralı, korkudan manastıra sığınıyor! Rusyaya gelen haberler, Moğolla- rn göğsünü kabarttığı kadar Rus- ları da heyecan ve telâşa düşürü- yordu. *Polonya krslı Baleslav korkudan bir manastıra iltica etmiş!» Bu haber Rusyanın her köşesine yayılmıştı. Baleslav mağlüb olunca Karakova kalesini terk ederek, annesini, karı- sını ve çocuklarını alıp Karpat etek- lerinde Sandek şehrine yakın olan bir şatoya kaçmıştı. Baleslav bu şa- toda üç ay kadar oturdu... Fakat her gece korku ve heyecanından sa- balılara kadar uyuyamadı... Canını emniyette bulundurmak istiyor, Av- rupanın hiç bir yerini emin bulmu- yordu. Baleslav rihayet taç ve tahtının kendi kendine o yıkılmış olmasından müteessir olarak nilesini Sandek şâ- tosunda bırakıp (Mis Tersiyen) mâ- nastırına siğınarak İzini ortadan kaybediyor ve bütün ömrünü ma- nastırda geçiriyor. Danyel'in ve Baleslav'ın bu feci âkibetine şahid olan - Avrupalılar; «Dünyayı müthiş bir felâket sardı!» diyerek Papaya yalvarmağa ve Me. sih'den yardım dilemeğe başlıyorlar. Polonyalılar Macaristan ve Alman- yaya hicret ediyor... Hicret oedemi- yenler dağlara ve ormanlara kaçarak sefalet içinde yaşıyorlar. Papa ve Romadaki bütün naller: (Arkası var) kardi-