Önümde bir adam kendi kendine söyleniyor, hiddetli hiddetli başını iki tarafa sallayıp duruyordu. Şöyle dik- katle baktım. Bizim hasiş Fazil... Kli biraz fayla sıkı olduğu için ona: «Hasis Fazıl derlerdi. Yanına yaklaştım. O kadar delgin- dı ki beni'görmüyor, hâlâ başını iki tarafa sallıyarak kendi kendine söy- Jeniyordu. — Ne o Faz? dedim, bu ne dak gınlık? Uykudan uyanır gibi silkindi: — O sen misini? Bırak birader... Fena sinirliyim... Çok fena... Hay yumurcak hay... Ne oluyorsun yahu? Kim bu yumurcak?... — Ah o yumurcağı elime verseler kulaklarını koparırdım. — Kimden bahsediyorsun canım? Evvelâ banâ bir sigara ver... Sigaram bitmiş.. Vapur İskelesine gidinceye kadar suna başıma gelen- leri anlatayım... Bir sirara uzattım. Anlatmağa başladı: »- Benim ne zamandanberi Leylâ- ya tutkun olduğumu belki bütün arkadaşlarımı gibi sen de işitmişsin- dir. Çünkü aşk dedikoduları insana hayret verecek bir şekilde kulaktan kulağa, ağızdan ağıza yayılır. Doğrusu Leylâ çok ciddi, aynı za- manda çok inatçı bir kadındı, Onun- Ja evlenmeği bile düşündüğüm ve bunü kendisine söylediğim halde bir türlü şöyle tenha bir yerde başbaşa kalmağı temin edememiştim. Böylece aylar geçti Leylâ yavaş yavaş bana karşı daha samimi dav- ranıyordu. Âdete bana bir nişanlı gözile bakıyordu. Nihayet dün da ayansmadı: Aldı, yaktı. Artık içim içime 'sığmıyordu. Dün geceyi böyük bir heyecanla geçirdim. Bugün öğleden sonra giyindim, ku- şandım. Kendime çekidüzen verdim. Leylânım evine gittim. Kapıdan girer girmez bir'çocuk sesi işittim: — Leylâ abla, Leylâ abla!.. bağırıyordu. o Müstakbel sordum: — Bu çocuk sesi nedir? Leylâ canı sıkılmış bir tavırla: — Samimi bir komşumuzun ço- cuğu... Bu sabah hep birlikte ağır bir hastayı ziyarete gitmişler. Çocu- ğu bana bıraktılar. Yaramaz bir Leylâ ben geleceğim diye bütün hizmetçileri sayvmıştı, Yalnız evde bu yaramaz çocukla, Orhanla kal mıştı. Orhan dokuz On yeşlarında, cin gibi bir çocuktu. Biz salondan içeri girdik. Orhan da arkamızdan... Leylâ bir divanm üzerine oturdu. Ben de onun yanıma ilişmek istedim. Leylâ hemen gözlerile Orhanı işaret etti. Çocuk anlamasın diye bana Fransızca olarak: — Aman, dedi, dikkat... Bu öyle de- dikoducu bir çocuktur ki geçenlerde bir mesele yüzünden bütün mahal leyi birbirine kattı. Orhan büyük bir dikkatle gözle- rini açmış bize bakıyordu. Bir aralık ince sesile; — Fransızena benden gizli neler konuşuyorsunuz?... Aranızda gizli bir şey var galiba.. demez mi? Leylâ hemen Türkçe konuşmağa başladı. Bana: — Efendim, dedi, bizim Orhan tam karşımızda oturur, En iyi kom- şumuzun çocuğudur... Ben güya bundan memnun olmuş gibi: -— Ya... dedim, maşallah pek te se- vimli çocuk!... Benim bu sözüme Orhan arsız ar- sız öllini çıkarmakla mukabele etti, Şimdi tâ ayaklarımızın dibine gelip oturmuş, en küçük bareketimizi bi- Je büyük bir dikkatle takib ediyor, hiç bir şeyimizi gözden kaçırmıyor. du. Güya elindeki bir takım oyun- Gcaklaria meşguldü. Fakat kulağı bizde idi, Etimi kımıldatsam hemen gözlerini üstüme çeviriyordu. Teylâ dr benim kadar bundan sı- kılıyordu. Nihayet aklıma şeytanca bir fikir geldi, Benim pek hesablı bir diye nişanlıma adam olduğumu bilirsin. Fakat bu- na rağmen cebimden on kuru$ çi kardım. Orhana uzattım: — Haydi, dedim, git te köşedeki şekerciden çikolata al... Maksadım hiç olmazsa o şekerciye gidip gelinceye kâdar Leylâ ile haş- başa kalmaklı. Orhan köpça kadar küçük, kur- naz göslerile olay eder gibi beni fe- peden tırnağa kadar süzdükten son- ra büyük bir istiğna ile; — İstemem, dedi, canım çikolata istemiyor. Annem beni buraya bıra. kırken koskocaman bir de çikolata aldı... sinirlendir- mek istiyormuş gi — Hem şekerciye kadar kim gide- cek?... diye ilâve etti. Uzattığım on kuruşa yangözle bile, bakmağı le nezzül etmedi Yarım suat böyle geçti. Leylâ ile ne istediğimiz gibi konuşabiliyorduk, ne de önün biraz yanına sokulabili- yordum, Baktım olmiyacak? Bu sefer ce bimden küçük, çil bir yirmi beşlik çıkardım. Bu yumurcağa, bu 25 lik çoktu amma ne yaparsın birader? Yarı hiddetle: — Al... dedim, git kendine bir dü- ! dük al... Sonra da bir yalan uydurdum: — Ne güzel düdükler çıkmış... Bi Taz pahalı, yirmi beş kuruşa anıma. Pek güzel... Git bir tane kendine al.. Gelince ne güzel çalarsın!. Benim bu sözüm üzerine Orhan elini cebine attı. Üç düdük birden çı- kardı: -— Bak benim düdüklerime... Hem de üç tane... Ben başka düdüğü ne yapayım? Bunlar çalarım... Sen düdük çalmamı mı istiyorsu: Böyle söyliyerek üç düdüğü sera | ile birer birer öltürmeğe başladı. Ze- ten tepem almiışlı. Bu düdük sesleri | büsbütün âsabımı bozdu. Şeytan di- yordu ki: «Al şu yumurcağı kula. ğını çek, çek kopar...» Bir sadt de böyle geçli. artık büyük bir fedakârlığı göze ala- rak cebimden bir lira çıkarıp Orha- na uzattım: — Al şu lirayı... gında yeni bir oyuncakçı dükkânı açıldı ya, git oraya... Kendine küçük bir oyuncak otomobil al... Orhan gene dudağını büktü; — Ben otomobili ne yapayım? Bu sefer hiddetle sordum; — Ne istersin ya? — Orada bir tren var... Onu iste- rim... — Peki onu al... Beş lira amma o... Ver beş lira- yı alayım... . Çocuk beni dehşetli bir emrivaki karşısında bırakmıştı. Bir kere «o treni al.» demiştim. Vermesem Ley- lâya karşı bir tuhaf olacaktı. Sonra günlerden, aylardanberi beklediğim Leylâ ile başbaşa kalmak fırsatı da vardı. Çünkü oyuncakçı epey uzaktı. Klim titreye titreye cebimden beş li- ralık bir kâğıd çıkardım: — AV. dedim, git o treni al... Beş Tiralığı elimden kaptı: — Sahi bunu bana mı verdin? di- ye sordu. — Tabit ya... Git treni al... Ayağa kalktı. Gidecekmiş gibi yap- tı. Kapıya kadar yürüdü. Bir aralık Leylâ ile İkimizin yüzüne dik dik baktı. Sonra da: — Treni yarın sabah alacağını, de- di. nasıl olsa beş lirayı bana verme- din mi? Geri alacak değilsin ya.. Şimdi burada otururum. Yann ahrım treni... demez mi? Kan tepeme çıkmıştı, Leylâ gözle- Bu sefer İ Hani cgddenin ba» | Türkiye Radyodifüzyon Postaları DALGA UZUNLUĞU 13.10: Müzik (Operetler - Pİ), 13,30 - Türk müziği (Halk türküleri - PN), 1930: Müzik (Hafif pi 1915: Kon (Doktorun saati), 1930: "Türk müsği: İncesaz: (Şehnaz faslı), 2015: Sant, sjana haberleri, meteroloji ve #iraat bor- sası (ilat), 20,25: Türk müziği: 1 - Nu- man ğü - Şevkefra peşrevi, 2 - Dede — Hümü zatın gidi, 3 - Tanburi Hikmet bey - Ben esiri handenim, 4 - Leri - Bi- kâyet etme, 3 » Rusen Kam - Taksim, 8 - Rahmi bey - EY sülü mevbaharan, - Mahmud bey - Ey servi gül vefta,8 — Dede - Seri zülfü anberini, 9 - Said De- de - Şevkefza saz semsis!, - Okuyan: Mu- zuller İlkar, - Çalarlar: Vecihe, Reşad Erer, « Rüşen Kam, Cevdet Kozan, 21.10: Müzik (saksafon'st Nihsd Mesengin re- sitali, 1 - Süslenmiş - Koral melodisi, 2 - İn şarkın, 3 - Sihirli balet, 31,30: m öpetriinden bpotpuri 7 - Vel fısıltılar. (Pol (e Linke), 3 - Per Gönt sültlerinden (Grieg) Künneke), Op. 46, 1 - Bubah sesleri, 2 -Ose'nin ölü- mü, $ - İngridin feryadı, 4 - Azab dansı, S - Anltranın dansı, 6 - Dağ kralının ma- garasında, 7 - Per Günt memleket. av- deti, 28,45 - 74: Son ajans haberleri ve yarınki program, Posta itdihadına dahili olmuyan ecnebi memleketler; Scneliği 300), altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için e zi göndermek lâzım, Zilkade 18 — Kasım 63 EB, İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı &. 242 22) 13 #w Ii? 138 Va. 530 7261220 1445 1658 1334 Idarebans: Babiâli civarı Acımusluk sokak Ko, 13 rimden “hiddetimi anlamıştı. Gülme- ğe başladı. Artık Leylâ ile başbaşa kalmaktan ümidimi kesmiştim. İşte tam bu sr- rada Orhanın gözleri saatime Hişti. Bana: — O saati bana ver de, arkadaş- larıma götürüp: «Bak bana babam saal aldı.» diye onları kandırayım... dedi, Hemen çıkarıp saati verdim: — Al götür, birer birer arkadaşla- rna göster amma sakın kırayım de- me... Kırmadan getir... — Kırmam kırmam.. diye saati aldı. Sevinçle kapıdan dışarıya çıktı. Ben de memnun bir tavırla yerim- den kalktım. Leylânın oturduğu di- vana doğru ilerlemeğe başladım. Tanı bu sırada dışarıda bir gürültü... fif bir şangırtı... Kapı açıldı, Orhanın başı uzandı: -— Saati elimden düşürdüm, kınl- dı... Diyerek avucunun içindeki bir sü- rü yayları, çarhları, parçalanış ak- Teple yelkuvamı gösteriyordu. Artık sinirimden yerimde duracak bir halde değildim. Boğulur gibi Teylâya: — Allaha ısmarladık... diye fırla- dım. Kendimi sokağa attım.. * İste bugün başıma gelenler... Vay yamurcak vay... En mesud günümü berbad etti. Hikmet Feridun Es RADYOLIN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız Ha-” TURAKINA TARİHİ Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Tefiika No. 22 —-/ | Prens Vasilof unlatmağa başladı: — Yetmiş yaşında bir Moğol'generali, prenses Olgayı kaçırdı 1639 m. 183 Kor. - T.A Ç 1I974m. 15185 Kes, 20 Ew. T.A P. 3170m. #65 Kos. 20 Kw. ANKARA RADYOSU Pazartesi 9/1/939 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Müzik (Bir senfön! - FP), 15; Saat, ajans haberleri ve meteor « Ankerp, | İ Prens Vasilof Rusyada Keyük ordusuna yardım etmiş, merd ve ya- kışıklı bir adamdı. Hattâ, Moğollara dostluk ve yardım gösterdiği için, bir çok Rus asilzadeleri Vasilofla görüşmüyorlar: «— O damarlarında Rus kanı ta- şisaydı, bizim gibi Moğollara düşman olurdu!z Diyorlardı. Halbuki, Vasilof çök akıllıca hareket etmiş ve Rusyada | hâkim olen Moğollarla iyi geçinmek suretile kendi vilâyelinde kan dök- türmemişti. Keylik, Rus prensinin sözlerine inanarak: — Ben bu işi halledeceğim, deği, kız kardeşini kaçıran general kimdir? Vasilof, generalin adını vermeğe çekiniyordu. Fakat mademki İmile kadar gelmişti.. bu kız kardeşini kur- tarmadan dönmiyecekti. — Beni ve ailem efradını onun zulüm ve İntikamından korursanız. size bu generalin kim olduğunu söy- lerim! Dedi. Keyük ant içti ... — Her kim ise, bana adını söyle, dedi, seni ve silehi onun zulmün- den koruyacağım ve onun bumunu kıracağım. Keyük, Rusyada bıraktığı gene- railerden emindi. Hepsini gözünün önüne getirdi... Hiç birinden bu ba- yağılığı umuyordu. Vasilof ünlalmağa başladı: — Bir akşam şatomda oturuyor- dum. Genersl Şa - Ting'in adamla rındân biri yanıma geldi ve Kuk se- kiz sayi içinde generalin benden elli bin rable istediğini söyledi. — Ne parası istiyordu? — Vergi diye istemiş. Halbuki, biz vilâyetimizin yıllık vergisini üç ey önce vermiştik, Borcumuz yoktu. Bu ! parayı kırk sekiz saat içinde değil, kırk sekiz gün içinde bile tedarik edemiyeceğimi söyledim. Keyükün gözleri dönmüştü: — Sonra ne oldu? diye bağırdı. Vasilo! sözüne devam etti: — Aradar kırk sekiz saat geçince, kız kardeşimin evinden kaldırıldığı- ni ve generalin olurduğu saraya götürüldüğünü duydum... Şa - Ting'e haber gönderdim. Kız kardeşimden ne İstediğini sordum. — Ne cevab verdi? Rus prensi önüne baktı: — «Ben bu kadını çok seviyorum. Onunla evleneceğim.» dedi. Kendi- sine Kız kardeşimin evli olduğunu ve yetişmiş çocukları arkasından ağ- ladığını söyledim. Beni ölümle teh- did etti ve kovdu. Kız kardeşimin kocası da korkudan Volga kıyılarına kaçmağa mecbur oldu. Bir ay kadar bekledik. Rus asil- sadeleri birbirine giriyor: «Cengizin yasasında bu rezalet cezasız bira- kılmaz!» diye bağırıyorlardı. Şi - Ting adalet Istiyenleri hapeettirdi. Bağı- ranların ağzını kemçı ile kapattı. onun zulmünden bir çok kimseler yurdundan, yuvasından uzaklara kaçtılar. Ben de kendisine sezdirme- den Moskovayna gidiyorum diye yola çıktım. buraya geldim. Eğer bu adama, adeletin kolu uzanamıyacak- sa, beni burada öldürünüz... Çünkü ben bu vaziyet karşısında yurduma dönmek ve nikâhh Kız kardeşimi onun koynunda görmek istemem. buna tahammül edemem, Keyük, Rus prensinin sözlerini can kulağile dinledikten sönra: — Bunu yapan general damarla- rında Moğol kanı taşımıyor, O Cen- giz ve Oğuz hanların neslinden gel- miş bir kahraman değildir... Soyu- muza yabancı bir ulusun kuman- danı olan Şi - Ting büyük babamın eline Çin seferinde esir düşmüşlü. Cengiz han onu değerli bir asker ola- rak tanıdığı için, Moğol ordusuna ak mıştı. $i - Ting o zamandanberi or- dumuzda çallşan çok namuslu, çek değerli kumandanlar sırasında bu- Tunuyordu. Yaşı yetmişi geçkin olsa gerektir. Bu yaşta bir adam nasıl oluyor da kadın kaçırıyor? — Bunu bir Moğol komutanı ya- pamszdı. Eğe? Şi - Ting Moğol ol- saydı, ben de buraya kadar gelmez- dim. — Prenses Olgâyı onun kaçırdı- ğından emin misin? — Evci. Bu hususta kendisile de görüştüm. Elİ bin rubleyi- vermedi- ğim için, Olgayı rehine olarak &idı- ğını söyledi. Eğer paramız Olsaydı, istediği elli bin rubleyi derhal vere- cektik, Fakat 0 bir kere kız kardeşi- me gözkoymuş... Geceleri koynuna alıp yatıyormuş. * Evli bir adamın ka nsma şimdiye kadar bir Mo; tımarcısı bile yan gözle bakmam Keyük, Vasllofa; — Bir kaç gün burada istirahat etl dedi. Hele bir düşüneyim. Hiç merak etme... Prenses Olgayı- Şi - Ting'in elinden kurtaracağım. Vasilofu ve muhafızlarını ağırla- dılar. Keyükün çandı yanında ye- ni çadırlar kurup muhâfaza allına aldılar, Prenses Olgayı kim kaçırmış? Keyük o gede sabaha kadar düşün- dü. Yanındaki komutanları çağırdı. — $i « Ting, prens Vasilofun kardeşini kaçırmış. Siz buna ne der- siniz? Diye sordu. Komutanlar hep bir ağızdan: «— ihtiyar bir kartal, saçları ağar- dıktan ve dişleri döküldüklen son- ra, ancak kendi eşini &rar ve körpe serçelerin peşini kovalamaz.> Dediler, Komutanlsdan biri de; — Ben, Şi - Ting'i çok iyi tanırım, dedi, Çinde, İranda, Türkistonda onun mâiyelinde bulundum. O, evli kadmlara el uzatmazdı. Vasilof ya- Jan söylüyor. Onun buraya ne muk- sadla geldiğini anlamahyız. Bu, kir bahane olsa gerek.. Keyük bu söz üzerine, uykudan uyanır gibi, elini şakağına koyarak başını salladı: — Evet. Ben de bu işe bir türlü akıl erdiremedim. $i - Ting yetmiş yaşında bir generaldir. Bu reza'cti gençliğinde bile yapmamışlır. Ben Rusyada iken bütün Rusların ondan memnun olduğunu kendi ağızların- dan duymuştum. Yukamdaki sözleri söyliyen gene- Tal, tekrar ileri aldı: — O, aynı zamanda rüşvet te ye- mez. Ağalette Cengiz hanla yansır dı. Mademki Vasilof vilâyetinin yıl- hk vergisini üç ay önce vermiştir. Yıl bitmeden Şi Ting'in tekrar ön dan vergi istemesi de yalan ve uy- durmadır. Şi - Ting, böyle haksızlık yapanları ve rüşvet yiyenleri dalma cezalandırırdı. O, siz oradan çekilir çekilmez huyunu değiştirmedi ya... Keyük bir hakikat keşfetmiş gibi sevindi: — Doğru söylüyorsun! Şi - Ting, harbde biriktirdiği paraları Karaku- ruma gelince öksüz çocuklara dağı- tan eli açık ve gözü tok bir adamdır. Ona iftira ediyorlar... Onu lekelemek ve Rusyadan uzaklaştırmak istiyor- lar, Rusların hilesine kapılmamalı- yız. VWasilofun kız kardeşi kaçınmış olabilirdi. Fakat, her halde bunun Şi - Ting'den başka birinin yaptığı muhakkaktı. Prenses Olguyı acaba kim Kaçır » Keyük buvu anlamadan rüâhât «edemiyecekti, Bir sabah emin adamlarından iki kişiye gizlice şu talimatı verdi: — Geceleri kirpi gibi sinerek ve yerlerde sürünerek Vâsilofun çediri- nın dibine kadar gidecek ve onların gece neler konuştuğunu dinliyecek- siniz! Güzcüler, Keyükten bu emri alın- ca, geceyi beklediler. ve ortalığı ka- ranlık sarar sarmaz prens Vasilofun yattığı çadırın arkasına gidip giz lendiler, (Arkası var)