ln Kününuevvel 1938 Hissi Bir Hikâye Asil, Güzel Eller... Gişenin iki karış büyüklükteki camlı penceresi on senedenberi bayan Lütfiyenin barici dünya ile olan mü- nasebetini temin ediyordu. Biçare kadın, hayatından hiç mem- nun değildi. Yıllardanberi kendisine Zarf uzatan, arasıra para sayan elleri görmekten bıkmıştı. Âlemin eline bakarak huyunu keş- fe başlamıştı, Kiminin ağır kımıldânı- şı, kiminin asabi hareketi, sahipleri- nin ne gibi hâleti ruhiyede oldukları- nı kısmen anlatıyordu. Lütfiye, bunları tahlile meşguldü. Ve işte hayat, böyle yeknesak, uza- yıp gitmekteydi. Sabahtan akşama kadar İ gul olan memur kız, artık, kü lerden bile elini eteğini çekmişti. Fakat ruhunun derinliklerinde 17- tırab içinde uyuyan küçük ümid, hâ- lâ sönmemişti. O da hayatından bir küçük sürpriz bekliyordu. Kim bilir, ummadığı bir zamanda, tanımadığı biri gelecek; oha tatlı söz- ler söyliyecek; hayatın yorgunluğile buruşmuş olan yüzünü öpecek, kır karışmağa başlıyan saçlarını hafif hafif okşıyacak... İşte bayan Lütfiye, etrafında yığı- Jan mektup ve telgraf kümeleri ara- sında böyle hayallere dalmıştı 'Tabil, hiç kimse onun bu haleti ru- hiyesini Okeşfetmiyordu. o Gişesinin önünde, yüzünü görmediği insanların elleri biribirini takip ediyordu. Âdeta bir el ordusu... İlk zamanlar, o, bu ellere dikkatle bakıyordu. Ve neticede aşağı yukarı, bütün müdavimlerinkini tanımağa başladı. Meselâ ayda bir gelen noterin kalın ve yüzüklü elini görünce: — Safa geldiniz, Asım beyefendi!., - dredi, Yahut ta; —Ne var,ne yok, men?... - diye sorardı, Bu sefer de, karşısında zayıf, uzun ve mürekepli parmaklar... Bir at meraklısı nasıl hayvanların kiymetini tayin edebilirse, bayan Lüt- fiye de git gide böyle ellere bakıp s€- ciyeleri anlamak melekesini edindi. Önüne açılmış bir kitabın sahifele- rini okur gibi, - başka insanlann umumiyetle çehrelerden aldığı inti- bai, - tırnakların biçimlerinden, avuç- ların çizgilerinden, para veriş, para alışlarından farkediyrdu. Bu mesleki tedkikleri, onu insan- lara karşı çekingen yapmıştı, Zaten insanlarla konuşmaya ko- nuşmaya da gayet münzevi huylu ol- muştu. Hattâ - semtte nadir olan - Yabancı insanlara sit ellerden biri, gi- şesinin önünde görünecek olsa, âde- ta sıkılıyordu. Zira bazı ellerin son de- Tece sevimsiz, tehlikeli, hattâ hain ol- duğunu da görüyordu. Ekseriya rüyasında kâbus halinde, eller onu bir orman gibi sarardı. Ki- mi'eteğinden çeker, kimi göğsünden İter; ve Lütfiye, bunların araların- dan çırpına çırpına kurtulmağa ça- balardı. bay öğret- Bir gün, öğle saatine yakın, gişeyi Kapatıp yemeğe gideceği esnada, bir hâdiseyle karşılaştı. Gişe deliğinden yabancı bir el uzandı, Yirmi Viralık bir parayla bir adres uzattı. Bayan Lütfiye hayranlık içinde kal dı. Tabii, verilen paranın miktarından dolayı değli... Bundan çok fazlasını alıp vermeğe alışmıştı. Fakat el... Uzanan meçhul el... Onun görünce, gayri ihtiyari, ken- dininkini, çarpan kalbine dayadı. Bu, tamamile bir asilzade, bir beye- fendi eliydi. Kibar ve azametli bir el... Parmaklarının ucu, pembe ve bi- çimli tımaklarla nihayetleniyordu. Ba- kılmış, itina edilmiş, beyaz, zarif ten- M, mermer gibi bir eldi bu... Uzak ve Tenkli âlemlerden bahseden beş par- maklı hakiki bir roman gibi Bayan Lütfiye, kendi kendine; — Harikulâde... - dedi, - Bu par- maklara altın saymak yakışır... Konuşmak, bir şey sormak istedi. Kaybolmak üzere olan bu ele dokun- Mağı arzu ediyordu, Fakat heyecanı boğazını sıkıyordu. ... Bu macera, hayatının yeknesaklı- ğını bozdu. O günden itibaren, zarif elin bir kere daha gişe önünde belir. mesini bekledi. Her sabah, yeni bir ümidle içini çekerek masasınin başi- nâ oturuyordu. Gayesi, o mermer gibi meçhul eli bir kere daha görmek ol- duğunu, artık kendi kendine de iti. raf ediyordu. Bu ikinci tesadüften ne- ler çıkacağını tahmin edemiyrdu. Fa- kat içini alev gibi yakan bir his, onu saadete doğru ancak bu elin götüre- ceğini haber veriyordu. Bütün günü- nü hayal âleminde geçiriyordu. Ve içini çekerek «— Ah, ne olurdu?... On sene evvel ona raslasaydım...> diyordu. ... O günden itibaren, sık sik aynaya bakmağa başladı, Evvelâ şöyle bir göz attı; fakat son- ra, dikkatle kendini tedkik etti. Pek bozulmamış olduğunu görünce, ada- makıllı sevindi, Gözlerinin derin ve güzel oluşundan memnunluk duydu. Baharda açılan bir çiçek gibi açıldı. Kendine itina etti. Simdi artık Lütfiye, nişanlısına ha- sırlanan bir genç kız tirendazlığile süslü, gişesinin arkasında oturmuş, bekliyordu. Ondülâsyonlu siyah saçları arasına karışmış kır teller bile, lâtif bir rTev- nakla parlıyordu. Bu kış gününde küçük postahane- nin içine yeni hayat girmiş gibi bir hal vardı, Son günlerde işler de artmış- tı, Para yoluyanlar çoktu. Nakidler deste halinde bayan Lütfiyenin masa» sı üzerine yığılıyor, gümüşler ise, ha- fif şıkırtılarla torbaya düşüyordu. Bunları sonradan bir intizama sok- mak üzere, bayan Lütfiye, masanın bir kenarına itiyordu. En son parayı Hacı hanımın ihti- yar, titrek eli uzattı. Kısık sesile de ilâve etti: — Oğlum asker... Taşrada... Rahat etsin diye on beş lira yolluyorum... Bayan Lütfiye, gülümsiyerek, ihti- yar kadının ağzından havalenameyi doldurdu. Sonra hesaplarını yapmağa, başladı, Paraları intizamla dizdi, Epey- ce bir yekün hasıl olmuştu. O kadar işile meşguldü ki, kapalı gişenin vu- rulduğunu fark bile etmedi. Tekrar bir ses duyunca, asabi- yetle: — Geç oldu!... Kapadık... - dedi. Nasıl olduysa, başını da kaldırmış bulundu. Camın arkasında, zarif, be- yaz bir elin durduğunu gördü. Günlerdenberi beklediği, mermer gibi asil el, işte, karşısındaydı. Bu, bayan Lütfiye için, müthiş bir sürpriz oldu, Kendini zaptetmese, se- vincinden bağıracaktı, «— İşte geldi... Gene geldi...» diye neşeyle coşarken, iki elini birden, bu hâkim erkek eline doğru uzattığını fark bile'etmedi, Zavallı bayan Lütfiye... O anda başına gelenleri sonradan hiçbir suretle izah edemedi, Bir çift güvercini yakalıyan bir atmaca gibi, ince, uzum, beyaz parmaklar, onun üzerine atıldılar, Demir halka gibi bir cl, kadının iki bileğini sımsıkı yaka- Jladı. Ve şimşek süratile, masanın Üze- rindeki küme küme bağlı paraları ka- pıp gitti, Bayan Lütfiye kendini toplayıncı- ya kadar, el, kaybolmuş, gitmişti... Nasıl geldiyse, tıpkı öyle... Hiç iz bırakmadan... Bütün parayı da ala- | rak... Nakleden: (Vâ- Nü) Çok güzel bir eser (Baş tarafı 6 nci sahifede) Babadan görme, babadan kapma bil- gi ile işler yürümüyor, Bugün toprak- tan kabil olduğu kadar çok mahsul almak lâzım... Bunu da insana mek- tep öğretiyor... Ben bir sene burada okuduktan sonra köye döndüm. Öyle ağaç budama öğrenmiştim ki babam hayran oldu. Bans: — Kırk senelik bahçıvanım, ben böyle budama görmemiştim... dedi, Ons kendi bildiğim usulleri öğret- tim. — Mektebini bitirince ne yapacak- sin? — Köyüme döneceğim... Orada bi- zim bahçelerimiz var... Burada öğ- rendiklerimle çok işler yaparım... Bundan sonra bahçıvan mektebi- nin bütün tesisatını gezdim. İşte ders- hane... Burada bahçelere, ağaçlara musallat olan bütün mikroplar, bö- cekler, hastalıklar, fenni gübre, bahçe bakımı ve mesleği alâkadar eden bü- tün bilgiler nazari olarak okutulu- yor. İşte kütüphane... Burada köylü çocukları işlerini bitirdikten sonra kitap okumakla vakıt geçiriyorlar, Bu kütüphane her zaman doluyormuş. Köylü çocukları okumağa karşı bü- yük merak sarmışlar... Okuma zevki artık en küçük köylere kadar giri- yor. İşte köy çocuklarının yemek salo- nu... Porselen tabaklar, bıçaklar, ça- tallar,.. Çarığı ile bu mektebe gelen köylü çocuğu çatal bıçakla yemek ye- mesini, öğreniyor, akşam yatmadan evvel biraz mütalâa ile meşgul olu- yor. Sabahleyin kalkınca jimnastiğini yapıyor. köyüne mektep mezunu, bir medeni insan gibi yaşayan, diplomalı bir bahçıvan olarak dönüyor. Geçen sene burada kız talebede varmış, Hepsi de köylü kızları imiş. Mezun olmuşlar, Bugün bunlar ara- sında köyündeki bahçesini idare eden | diplomalı Köylü kıyları var... Yeni Türkiyede okumuş, yazmış, yepyeni bir köylü nesli yetişiyor... Bahçıvan mektebi iki senedir. Ta- lebe gayet sıkı bir imtihana tâbi tu- tulmaktadır. Bahçıvan mektebinden sonra fidanlığı ve meyva lah istas- yonunu gezdim, Hağsız hesabsiz ağaçların üzerle- rindeki etiketlerin önünde duruyoruz. İşte Kaliforniya elmaları, Fransız, İtalyan erikleri, bilmem nerenin ar- mutları... Bütün dünyadaki en nefis meyva- ların fidanları tecrübe için buraya getirilmiş, Üzerlelerinde tecrübeler yapılıyor. Meyvanın çekirdekleri azal- tilmak, suyu çoğaltılmak, kabuğu in- celtilmek, lezzeti fazlalaştırılmak su- retile güzelleştirilmesine çalışıyor. Üzerlerinde tecrübe yapılmış meyva cinslerine aid binlerce fidan memle- ketin her tarafına gönderiliyor. Bu suretle memlekette lezzetine doyum olmaz meyva yetiştirilmesine gayret eğiliyor. Bu çalışma ile yakında eriklerimiz, elmalarımız, şeftalilerimiz, armutla- rımız, portakallarımız dünyanın en nefis meyvaları haline girecek... Meyva istasyonunda birşey dikka- time çarptı... Ağaç yetiştirmek sana- yii nefiseden bir hal almış, Burada birçok meyva ağaçlarına altı kollu bir şamdan veya başka türlü gayet güzel şekiller veriliyor. Fidan küçük- ken kalıba konuluyor. Büyük ağaç olunca istenilen şekle giriyor. İspalya denilen bu şekil, ağaçların daları ara- sında epey mesafe olduğu için mey- yalar da bol ışık alıyor, Bu bol ışık- la meyvalar daha renkli ve lezzetli oluyor. İstanbulda hali vaktı yerinde bir çok bahçe meraklıları bü ispalya de- nilen süslü ve meyvalı nefis ağaçlara pek rağbet ediyorlar... Hikmet Feridun Es Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! «Akşamsa bir KÜÇÜK İLÂN vermek kâfldir. Iktisadi meseleler Trakya ve Marmaranın Istanbul iktisadiyatına tesirleri Bundan bir kaç gün evvel, şehir iktisadiyatından bahsederken, bir şe- hirde ekonomik tedbirler almadan evvel, o şehirle alâkası olan diğer mıntakalar arasındaki münasebetleri arttırmağa lüzum olduğunu yüzmiş- tık. Şehrimizle; en yakın ve en akı iktisadi münasebeti olan mıntaksr lardan biri de, Trakyadır. Bundan sonra Marmarâ havzasını kabul ede- biliriz. Büyük şehirlere gıda maddeleri, ekseriyetle şehrin civarındaki köy- lerden ve çifliklerden geir. İstanbul civarmda şehre gıda maddesi sevk eden büyük çiflikler mevcud değil dir. Bu vazifeyi Trakya ve Marmara kıyılarındaki kasabalar ve köyler ifa etmektedir, 'Trakyadan İstanbula süt, yoğurt, peynir, kuzu, kavun, karpuz ve bir kısım meyvalar, İstranca ormanla- rından kömür, odun gelir. Burada saydığımız maddeler, şehrin hayatın- da büyük bir rol oynıyan madde- lerdir. Marmara kıyılarından da #eb2c ve meyva, hattâ süt, yoğurt gelir. Bütün bu maddeler, İstanbula de- miryolu, otobüs, denizden vapur, mo- tör, yelkenli kayıklar vasıtasile nak- ledilir, Şimdiye kadar hayat pahalhılığını tedkik ederken, Marmara kıyıların- dan İstanbula gelen yüzlerce molör ve sandalların tarifeleri hiç hatırımı- za gelmemişti. Bugün odun ve kömür pahalılığına sebebiyet veren âmiller- den biri de bu nevi vasıtaların yük- sek navlun almalarıdır. Marmara kıyılarındaki kasabalar- kötke 8 dan, buraya taze meyva, sebze, yo- ğurt taşıyan bu nakil vasıtalarının fazla navlun ahp almadığına dikkat etmek lâzim : Bundna başka Mar- mara kıyılarındaki kasaba ve köyler- de, İskele, fahmil ve tahilye şartları- nıda gözönüne getirmek icab eder. Bu iskelelerde ucuz eşya naketmek için ne gibi tertibat alınmıştır? En mühim mesele de, Trakya ile İstanbul şehiri arasındaki ekonomik münasebetleri tanzim etmekte, me- selâ: Peynir ihtikârından bahseğildi- ği zaman, peynir tacirleri, Trakya- daki peynir müstahsillerinin arala- nunda anlaşma yaptığını ileri süri- yorlâr? Bu iddia ne eye kadar doğrudur? Bunu araştırmak ve böy- le bir flat anlaşması ve tröst gibi bir teşekkülün önüne geçmek, Trakya iktisadiyatile uğraş ra düşen bir vazifedir. Eğe rTrakyanın en mü tinsal edilen meri peynir fabrikaları im süt İs- zlerinde, yağ ve açılsaydı, İstanbul daha ucuz yağ yi; rdi, Nitekim İktisad Vekâleti oUzunköprüde, ka- vun yetiştirenler arasında bir koope- ratil açmak suretile, İstanbul gö- çen seneye nazaran daha ucu: | van yemiştir. Bu, gi Hasılı Trakya ve Matinala sında, İstanbulun iktisadi hayati tesir eden yerlerde de ıslahat yapmak lâzımdır. Mevzii tedbirlerin pek fayda mediğini, ekonomik işlerin kül hai de, hallline ihtiyaç olduğunu söyle. meğe lüzum bile görmüyoruz. Çün- kü bu basit kaideleri hepimiz biliriz. HA, , Tokat Ziraat banlasınn köylüye yardımı Tokat (Akşamı — Ziraat bankası bin üçyüz köylüye tohum parası ola» rak bugüne kadar yirmi beş tin lira tevzi etmiştir. Bu tevziatı Bili bin Hraya iblâğ etmek üzere mesaisine devam etmektedir. Bu tevziattan sonra Zürra yaz ekimine başlıyscaklarından bu iş içinde ayrica O vakit bir ikinci elli bin Ilralık ikrazata başhyacaktır. Gönderdiğim resim bânkadan para alan köylü- leri banka binası önünde göstermektedir. Balkar dağındaki maden işletilecek Ulukışla (Akşam) Etibank, Balkar dağındaki madeni işletme ameliyesine başlamak üzeredir. Çif- tehanla maden arasına Etibank ta- rafından bir yol yapılmasına başlan- başka Bergama ve Ödemiş kazaların- da da baro teşkilâtı vücude getiril » İzmir baro heyeti umumiye. si 15 birincikânun tarihinde topla- nacak, yeni Ke ED Otoray bir çocuğu çiğnedi Ulukışla (Akşam) — Makinist İh- san İdaresinde Kayseriden hareket eden otoray Yeniköy ile Niğde ara- sındaki 67.nci kilometre rampasın- da bulunan dönemeçle yeni gelen Romanya göçmenlerinden 2 yaşında Remzi adında bir çocuğu çiynemesi yüzünden otoray 6 sanat teehhürle Ulukışlaya gelmiştir. Makinistin su- çu olup olmadığı tahkik edilmek- tedir. Her ailenin gelirini ve giderini bildiren munfazam bir hesap def- teri olmalıdır. Hesapsız harcıyan puslasız gemiye benzer. Baş, Diş, Nezle, Grip Komatizma Nevralji, kırıklık ve bütünağrılarınızı derhal keser. Ga BAŞA Icabında günde 3 kaşe alınabilir. MAAŞ Ayy