AKŞAM 17 Teşrinisani 1938 “ iüçük mekteplilerin teessürleri “Annem öldüğü zaman da ağlamıştım. *£ İçimde bir sıkıntı vardı. Bayrakları yarıya çekilmiş görünce anladım ve kendimi tutamadım... “ Alu sene evvel Ankarada idim. Çankayada gezerken Atatürkle karşılaştık. Bizi yanına çağırdı. koştuk, ellerini öptük. saçlarımızı okşadı. hâlâ o tatlı ses kulaklarımda çınlıyor, hâlâ o yumuşak el eği dolaşıyor gibi... Büyük Atamızın aramızdan ebe- diyen ayrılması, bir haftadanberi gündengüne artan elem iztırablarile bütün millete gözyaşı döktürüyor, Ağhyoruz... Yediden yetmişe kadar değil, beşikten mezara kadar hepimiz her an yoruz. Hayatın en daya nılmaz acısı halinde bütün bir mii- letin kalbine saplanan bu kara ha- ber, Yüce Atasından öksüz kalan yavruların minimini kalülerini de her an tırnaklıyor, sızlatıyor. «Atatürk ölmedi. O, on sekiz milyon Türkün kalbinde daima yaşıyacak» Masum çebrelerinde en samimi tecssürün derin çizgileri okunan yay- rulardan bir kaçile konuştum. Ca- faloğlu caddesinde İlk rasladığım siyah önlüklü miniminiye sordum: — Küçük, senin adın ne? Hangi mektebde okuyorsun? Suallerime serbes bir tavırla ce- vab verirken sesinin titreyişinde, de- rin bir elemin ıztırabı farkediliyordü: — Adım Vahide. On iki yaşında- yım. İstanbul 48 inci ilk okul, 'B 4 deyim. — Neden gözlerin yaşlı? Küçük Vahide kendini tutamadı, pembeleşen yanaklarında sıcak dam- Jalar sıralandı. Puslanan ogüzerini Boğazın bir noktasına dikerek titrek bir sele anlattı: — Atatürkü kaybettiğimize ağlıyo- rum... Hastalığını bildiğimiz için Çok üzülüyorduk. O gün öğleye doğ- Tu sınıfta otururken içime bir sı- kinti bastı. Arkadaşım Emineye an- lattım; «ben de sıkıntıdan patlıyo- rum. dedi. Öğle paydosunda mek- tebden çığtığım zaman her tarafta direklerin yârısına kadar çekilmiş bayraklar gördüm. Yolda rasladığım büyük, küçük herkes ağlıyorlardı. Birdenbire içime bir ateş düştü. Ben de kendimi tutamadım... Küçük Vahide hıçkırıklara sarsıla sarsıla bir müddet ağladıktan sonra kesik sesle devam etti: — Mektebe döndüğüm zaman bü- tün arkadaşlarım, öğretmenler hep ağlıyorlardı. Akşama kadar ağlaştık. HAJA da, ne zaman aklıma gelse ağ- yorum. Zaten hiç aklımdan çıkmı- yor ki Ayrılacağımız zaman küçüğün va- ziyeti birdenbire değişti. Başı doğ- ruldu. Kavi bir inancın tesellisile parlıyan gözlerini gözlerimin içine dikerek; — Fakat, O ölmedi, dedi. Atatürk ölmez... O, on sekiz milyon Türkün kslblerinde yaşıyor. Dalma oyaşıya- cak. «Annem öldüğü zaman da çok ağlamıştım. Fakat şimdi içim daha çok sızlıyor.» Şişli Terakki lisesi ilk kısım 3 ün- cü sınıftan 11 yaşında Sevim Koçoğ- la da, zaptedemediği gözyaşlarını mi- ni mini mendilile silerek derin derin içini çekti. Hıçkırıklarla tıkana tıka. na süalime cevap verdi: — Annem öldüğü zamanda çok ağlamıştım. Fakat bu sefer içim da- ba çok sızlıyor... Öğle paydosuna çıkarken kapının önünde; «Ataürkü- müz ölmüş» diye bir ses duyduk. Ondan sonra ne olduğunu bilmiyo- rum. Sanki birdenbire gece olmuş, karanlıkta yapayalnız kalmıştım. Bir aralık gözlerimi sildim, etrafa ba- kınca herkesin hüngür hüngür ağla. dığını gördüm. Atasız kaldık, diye bağrışarak ağlıyorduk. Öğretmenimiz geldi, bizi topladı: #— Atamız ölmedi. O bizim gö- nüllerimizde yaşıyor." Atatürk çocuklar arasında Dedi. O zaman biraz ferahlar gibi olduk. O zamandanberi ağlarken hep Atatürkümüzün gönlümüzde yaşa- dığını düşünerek teselli buluyoruz. Küçük Sevimle dertleşirken etra- fımızı daha bir çok miniminiler hal- kalamışlardı. Sevimin sözü bitince | hep bir ağızdan: «Türk ölmez, Atatürk te ölmez. o| bizim gönlümüzde yüşıyor» diye 'bağrışarak ayrıldılar, «Atatürkü benim kadar kimse sevemez.» İstanbul birinci ilk mekteb 5 B den Mazalto ile arkadaşı, 44 üncü mek- tepten Perlaya Sirkeci caddesinde rasladım. Boyunlarını bükerek te- halükle anlatmağa başladılar: — Onu ne kadar severdik bilse- niz... Atatürkü benim kadar hiç kimse sevemez. Arkadaşı atıldı: — Ben, senden daha çok severim. O, bütün dünyanın en büyüğü idi. Ve ikisinin birden gözleri yaşardı, sesleri titrekleşti: — Ölüm haberini sokakta aldık. O gün akşama kadar mektebde hep ağladık. Berla, ıslak yanaklarını önlüğü- nün kolile silerek arkadaşının sözünü kesti: — Biz daha çok ağladık. Hâlâ da ağlıyoruz. Sınıfımızın penceresinden Dolmabahçe sarayı görünüyor. Ora- ya baktıkça hep o acı günü hatırlı. yoruz. Her derste, her teneffüste ağ- lıyoruz. «Kara haber, kalbime kızgın bir demir gibi saplandı» Haydarpaşa lisesi orta kısım 7 nci sınıftan Fahreddin, kalbinde bur- Fahreddinin boğazında düğümle- nen hıçkırıklar sık sık sesini kesiyor, du. Islanan gözleri, karanlıklar içinde üzak bir hayal arar gibi karşıya di. kildi. İnlitiyi andıran bir sesle devam etti: — Çankayada geziyorduk. Ah... O | günü hiç unutamıyorum. Atatürkle karşılaşmıştık. Bizi yanına çağırdı. Koştuk, ellerini öptük. Saçlarımızı okşadı. Hâlâ o tatlı ses kulaklarım da çınlıyor, hâlâ o yumuşak el saç- larımda. dolaşıyor gibi... Iztarab, küçük Fahreddinin irade- sini yenmişti. Hıçkırıklarla sarsılâ- râk haykırdı: — O ölmez. Onun yeri toprak de- ği, evlâdlarının kalbidir. O, bizimle, bizden sonrakilerle dalma yasaya- caktır. «Ne yazık ki, o kutsal eli öepemedim» Taksim orta okulu A 2 den Musta- fa ile görüşürken zekâ fışkıran göz- leri puslandı, Titriyen dudakları ara- sından mırıldandı: — Keşki o gün hiç sokağa çıkma- saydım. Keşki gözlerim, direklerin yarısından sarkan bayrakları görme- seydi. Gözlerime inanamadım. Fakat, kara haberin, kulaklarımı İirmele- masına mâni olamadım. Göğsündeki siyah kurdelâya ta- kılmış Atatürkün resmini çıkararak dudaklarına götürdü. Huşü ile boy- nunu eğdi: — Hayatta bütün gayem, O kut. | , sal ellere sarılıp doya doya öpmekti. Ne yazık ki, ölüm, bu arzuyu içimde bir ukde halinde bıraktı. O öldü di- yorlar. Fakat ben inanmıyorum. Ha- yır.. Atamız ölmedi ve ölmez. Çün- kü biz yaşıyoruz. O da bizimle bera- ber yaşar ve yaşıyacak» «Sen ölmedin değil mi yüce Atam?» Cağaloğlu orta okulu 1 inci sınıf. tan Muzaffer, kızaran gözlerini uzak- ta bir noktaya dikerek dedi ki: — Bu acı duygu kalbimden hiç bir zaman silinemez. İlk kara haberi, matem bayrakları kulağıma fısladı. Kalbim sızlıyarak eve koştum. Ata- mın resmini bağrıma basıp kendimi kaybettim. Ah... O resmi her zaman karşıma alır, onunla neler konuşur- dum... Kendisini bir gün Floryada görmüştüm. O tatlı hayal, kalbimin en derin köşesine yerleşti. Zaten Türkün Atası, Türkün kalbinde otu- rur. 'Hıçkıra hıçkıra ellerini meçhul bir noktaya doğru uzattı ve bağırdı: — Ölmedin... Sen ölmedin değil mi Yüce Atam?.. Sen bizimle yaşı- yorsun... Bizden sonra da ebediyen yaşıyacaksın. Küçük Aysel diyor ki... 'Taksimden tramvaya bineceğim sırada karşılaştığım minimini ile de dertleştim. İlk suallerime, kuş cıvıltısını an- dıran tatlı bir sesle cevap verdi: Perşembe müsahabeleri Atatürk nasıl konuşurdu? Selim Sırrı Tarcan Fakat bu Seferi içim daha çok sızlıyor, e Jatmağa muktedir miyim? Onda ken- disini dinleyenleri miknatisleyen bir kuvvet vardı, O insanların doğrudan doğruya vicdanlarına hitab öder, en duygü- suzları bile imana getirirdi, Söz onun elinde kuvvetli bir silâhtı Onunla gönülleri fethederdi. O konuşurken lâkırdılar ağzında billur sular gibi çağladı. O şimalden cenuba, şarktan garbe akan bir mu- azzam nehirdi. Bazan sakin, bazan munis görünen ve bilinemez nasıl bir ilâhi membadan kaynıyan bu nehir galeyana geldiği zaman etrafa kö- pükler saçan bir Niyagara şelâlesi olurdu. O herkesin anlayış kabiliyetine gö- re hitab etmesini bilirdi, Onun müsa- habetinden ihtiyar genç, kadın er- kek, şehirli köylü derin bir zevk du- yardı. O en yüksek tanınmış âlimlerle ol- duğu gibi dört yaşında masum ço- cuklarla da konuşmasını bilirdi, İn- san onu dinlerken bir incesazin tat- hı nağmelerini işitiyor gibi olurdu. Onun dilindeki Türk sazı (Beethoven) musikisi gibi cihanı alâkadar ederdi, Bir Türk kadar bir Amerikalı, bazan | bir İngiliz, bazan bir Fransız onun belâgati karşısında hayranlık duydu- ğunu itiraf ederdi. O, Büyük Millet Meclisinin kürsü- #ünde her yıl açılış nutkunu söyler- ken mebusların bu sevgili Büyüğü tam bir süküt içinde ne büyük bir alâka ve dikkatle dinledikleri görü- lecek bir manzara idi, O, müessir sözlerile bazan düşün- dürür, bazan bize sevinç yaşları dök- türürdü. Onda büyük bir kumandan, müdebbir bir siyasi, mükemmel bir terbiyeci, emsalsiz bir mürşid hali vardı. Derin bir nüfuzu nazara ma- Yikti, Dünü bilir, bugünü görür, ya- rını düşünürdü. O kendi elile kurduğu Mület Mec- isine geldirken bütün Ankara güler yüzünü, tatlı tebessümünü, canlı ba- kışını görmek için sokaklara dökü- Jürdü. Mebuslar candan bağlı olduk- Jarı o Büyük Sevgiliyi «Yaşa! Varol!» nidalarile karşılarlardı. Mecliste herkes yerini işgal eder, Localarda ecnebi sefirlerle onların refikaları yer alır, halk kendilerine ayrlan mahallere oturur ve biraz sonra İstiklâl marşı çalmağa başlar. Geliyor! Büyük Şef geliyor! Ata- türk geliyor!... Sesleri duyulurdu. Bü- tün çehreler gülüyor. Bilâ istisna her- kes şevk ve neşe içinde birbirinin ku- Jağına fısıldıyor: Geliyor! İşte büyük kapılar ardına kadar açıldı. Atatürk bir güneş gibi doğdu ve Meclisi nurlandırdı. Bir alkış tufanıdır koptu, O ne al. kış! O ne içten gelen sevgi ve saygı! Bunu anlamak için görmek lizım. İşte karşımızda duruyor. Gök ma- visi gözleri birer projektör gibi her çehreyi, en askın, en yorgun olanları bile aydınlatıyor. Bu sürekli sevinç tezahürüne Büyük Şef vakar ve te- vazula başını iğerek mukabele edi. yor. Kırlaşan sarı saçlarını itina ile ar- Sırtındaki frak zarif endamının hatlarının bütün inceliklerini göste- Atatürk Meclisin kürsüsünde recek ve en güzel giyinen bir gentil. meni imrendirecek kadar şık. Sol iç cebinden el kadar küçük beş on kâğıdı çıkanp kürsünün üstüne koydu ve sonra kendine has olan bir nezaketle Millet Vekillerine taltifkâr birkaç cümle sarfederek söze başladı. Kelimeleri gaye* güzel telâffuz edi- yor. Cümleler sarih ve tam olarak bir fikri ihtiva ediyor. Pürahenk sesi muhtelif derecelerde bazan yükseli- yor, bazan iniyor, Önündeki masaya bıraktığı kâğıdlara ara sıra bir göz atıyor, Derinden bakan gözleri, düşünce- lerindeki ketiyeti ifade eden elleri ve İnce uzun parmaklarının mevzun hareketleri sözlerini takviye ediyor. Vatanın istikbaline aid mülühaza- larını söylerken millet, coşuyor, alkış- tan Meclisin kubbesi inliyor, Atatürk, o canlı sây heykeli hafifce başmı iğe- Tek memnuniyetlerini izhar ediyor, Gene nutkuna devam ediyor. Heyecandan, milli gururdan, nefse itimaddan doğan bir itminan İle bu büyük dâhiye bir kat daha bağlanı- yor ve onun memleketin hayrına ma- tuf olan her arzusunun husulü yo- lunda can vermeği cana minnet bil- diğini lisanı kal ile izhar ediyor. Büyük batibin bizleri meclüb eden sözlerinin bütün kıymeti bir kelime ile hülâsa edilebilir, Feragat! İşte zannımca Atatürkün, bu em- salsiz hatibin bütün büyüklüğü bu- rada! O memleketin selâmeti uğrun- da fedakârlığı kâfi görmüyor, fera- gat istiyor ve bunu önce kendi göste- riyor. Feragat! Bu temiz, bu harstan, şahsi men- faatten uzak fikirleri cazib ve canlı bir ifade ile anlatırken o fani insan- lıktan tecerrüd ediyor; başlı başına bir vatan oluyordu. Onun içindir ki onu sevenlerin, ona gönül bağlıyanlarm muhabbetinde vatan sevgisi beraber tecelli ediyor, vatanın bu büyük evlâdını vatanı gi- bi seviyor ve ona perestiş ediyordu. Atatürk ölmedi ve ölmiyecek, çün- kü onun her gönülde bir heykeli var, Selim Sırrı Tarcan an A şındayım. Mektebe daha bu sene baş- Yadım. Amma, bn okumayı daha ey- vel öğrendim. Küçücük parmağile &bideyi işaret etti: — O bize her şeyin kolayını öğ“ retti, Sözünü tamamlarken pembe ya- naklarından bir kaç damla yaş yu varlandı. Hıçkırmağa başladı. Tesel- Hye çalıştım: — Ağlama, ağlamak iyi değildir. — Adım Aysel Haraççı, Yedi ya: | (o Kaşlarını çattı, hıçkıra uçlara ce- vap verdi: Nasıl ağlamam?... Atatürk ölünce ağlanmaz mı?.. O hepimizin babası idi, Ve, gene gözlerini Abideye dikerek dedi ki: — Sahi, sahi. Bak, az kaldı unu- fuyordum. Atatürk ölmez Ki... Ba- bam söyledi: O bizimle beraber her zaman yaşıyacak. Küçük Ayselden ayrılırken ben de gözyaşlanmı zaptedemedim. Cemal Refik