© 3 Yeşrini mmm ee all Pi KA m - Karpatlaraltı Rusyası nasıl bir yerdir ? Avrupa devletlerini meşgul eden Rütenyanın coğrafi vaziyeti, ahalisi Karpatlaraltı Rusyası Avrupanın, içerisinde günlerce seyahat edildiği halde bir tek beşeri esere PASanmdan yegâne köşesidir Bugün Avrupa devletlerini şiddet- le meşgul eden Rütenya mıntakâsi Çekoslovakyanın Polonya ve Maca- ristan arasından bir burun halinde Şarka doğru uzanıp Romanya ile bir- leşen son parçasıdır. Ayrıca Karpat- laraltı Rusyası ismini alan bu mm- takanın uzunluğu 180, en geniş yeri 80 kilometre olup mesahası 12,556 kis lometre murabbaından ibarettir, Karpat dağlarının üzeri ormanlar» la kaplı olan cenup sathı maili ile Tiza nebrinin üst vadisi arasında kalan bu parça 1919 da Çekoslovak- ya teşekkül ederken yeni devletin hu- dudları içinde kalmıştı, Karpatlaraltı Rusyası gerek coğ- rafi vaziyeti, gerek ahalisi bakımın. dan civarına nisbetle büsbütün ayrı bir manzara arzeder, Şimalden baş- tan başa Karpat ormanlarile çevril- miştir. Burası yağmuru bol bir mın- takadır, Ş$imalden Şarka doğru iler. ledikçe yükselmeğe başlıyan dağlar Polonya Galiçyasına birçok yerlerde geçid verirler. Dağlardan bütün hızi- Je inen Tiza nehri Karpatların cenup eteklerinde uzıyan ovada sükünet bularak ağir ağır akar, İlkbaharda taşıp bütün ovayı İstilâ ettikten son- ra çekilince münbit bir bataklık bi- rakır. Bu mıntakada yazın sühunet 35 dereceyi bulur, kışın sıfırın altın- da 22 ye kadar iner. Rütenler Karpatlaraltı Rusyasında oturan halkın ekseriyetini teşkil eden Ukray- nalı Ruslara Küçük Rusda denir. Bunlar hakikatte Rus camiasından ayrılmış bir parçadırlar. Aslen Uk- raynadan gelme olan Küçük Ruslar resmi ve edebi ruscayı pek anlamaz- Jarsa da konuştukları dil ufak, tefek farklarla bugünkü Rus köylülerinin lisanına benzer, aralarında kolay- lıkla anlaşabilirler, Avusturya - Macaristan imparator- Tuğu “İçinde Jisan ve kültürü ayrı bir Rus ekalliyeti yaşatmak iste“ miyen Habsburg idaresi bunlara Rü. ten ismini takmıştı; 'Târihin muhte- lif devirlerinde küçük Ruslar müsta- kil bir devlet kurmak ümidile hareke te geçmişlerse de hiç birinde muvaf- fak olamamışlardır. Karpatlaraltı Rusyası 18 nci asrın başlarına kadar Tatarların hâkimiyeti altında idi, en son Macarlar bunları organize et- meğe çalışmışlar, fakat neticesiz kal- mıştır, 1914 den evvel Macaristanın idaresinde bulunan Rütenler bu de- virlerde derin bir sefalete düşmüş, Rüten köylüleri milli kıyafetlerile açlık baş göstermiş bunun Üzerine içlerinden birçoğu Amerikaya hicret etmişlerdi. 1918 de sulh şartlarının müzakere- sine başlandığı sıralarda Filâdelfiya- da Çekoslovak devletini kurmaya çalışan Mazarik Amerikadaki Rüten- leri de organize etmişti.- Nihayet 12 teşrinisanl 1918 de «Amerika mili Rüten birliği» Karpatlaraltı Rusya. sının muhtar bir idare şeklile yeni Çekoslovak devletine iltihak ettiğini bildirdi, Mahalli işlere bakmak üze- re bir diyet meclisleri olacaktı. Bu şe- kil sulhi konferansı tarafından kabul ve 1919 senesi mayısında Karpatlaral- tı Rusyasının üç milli konseyince de tasdik edildi, Avrupanın en geri insanları 1930 senesinde yapılan nüfus sayı- mına göre Karpatlaraltı Rusyasında 446,000 Ukraynalı Rus, 107,000 Macar 91,000 Yahudi, 33,000- Çekoslovak, 13,000 Alman ve muhtelif milletlere mensup birkaç bin kişi oturmaktadır. Rütenya geri bir memlekettir. Üç mühim şehri Uzhorod, Munkacevo, Berchovo büyücek birer kasaba ha- lindedir, İlk ikisi zirai mahsul pazar- ları halindedir. Uzhorodda çanak çöm- lek ve marangoz işleri yapılır. Mun- kacevo kasabasında İptidal âletlerle yün dokunur, slelâde bezler imal edi- Br. Tamamen Macarlarla meskün olan Berchoz” kasabasi şap ve kaolen çıkarır. Kasabalardaki medeni faa- liyet bunlardan ibarettir. Rütenyuda zirai hayat çok iptidai. dir. Ne bakir ormanlardan, ne de Ti- za nehrinin bıraktığı münbit toprak- tan istifade edilir. Karpatlaraltı Rus- yası Avrupanın, içerisinde günlerce seyahat edildiği halde bir tek beşeri esere raslanmıyan yeğâne köşesidir. 'Tabii meralarda otliyan hayvanlar €n basit ihtimamdan mahrum ve ba- kımsızdırlar, Rütenya köyleri Avrupada folklor tedkikatı için en münasip yerdir. Ev- ler, köylünün kullandığı âletler, elbi- seler, şarkıları asırlardanberi hiç bir değişiklik göstermeden oldukları gi- bi durmaktadırlar. Umumiyetle ker- piçten yapılan evlerin damları kamış- Jar üzerine serilmiş tezeklen ibaret- tir. Bazı mıntakalarda bu tezeklerin altına tahta döşenir. Tamamen ahşap evlere de raslanmâkta isede bunlar halk nazarında fevkalâde muhteşem binalar addedildiği için kilise olarak kullanılmaktadır. Bölmesiz, dört duvardan ibaret Uzhorod'dan bir görünüş Karpatlaraltı Rusyası denilen Rütenyanın vaziyeti olan bu kulübelere Rüten Jisanında Şiza denir ki bu kelime hem ev, hem de oda mânasına gelir. Ev ile odayı ayrı ayrı ifade edecek kelimeler yok- tur. Kulübelerin içerisinde ocak ter- tibatı olmadığı için bir köşede yakı- lan ateşin dumanı kulübenin kerpiç duvarlarını yalayıp simsiyah ettikten sonra ot çatıdan süzülerek dışarı çıkar, Kulübenin mobilyasını teşkil eder masa, Sıra ve üç ayaklı İskem- Jeler köylü tarafından bizzat imal edilir. Bir kerevet üzerine yapılan yatakların altında kışın yeni doğmuş kuzu ve oğlaklar barınir. Yer yer, iptidai sapania sürülen toprak katiyen gübrelenmez, tarlalar senede bir dinlenmiye terkedilir. Hu- bubat olarak en ziyade buğday, mr sır, ikinci derecede yulaf, arpa ekil- mektedir. İnek, koyun, domuz aded itibarile çok olmakla beraber fenni şekilde bakılmadıklarından Rütenya için büyük bir gelir menbaı olmaktan uzaktırlar. Bağ ve bahçeler kendilik- lerinden gayet nefis mahsul verirler; sebze ve meyva boldur. Maamafih lâyık olduğu şekilde istifade edilemi- yor. Çekoslovak idaresi ilk zamanlarda Macarlardâ bulunan ve sonra kendi hududları içine giren bu mıntska ahalisini ıslah için büyük gayretler sarfetmiş, 1919 da umumi nüfusa na- zaran yüzde 70 i bulan cahil halkı okutmak üzere Rütenya mıntakasın- da ilkmektepler açmıştır. Görülüyor ki Çekoslovakyanın Şark ucunda 750 bin kişinin barındığı Kar- patlaraltı Rusyası coğrafi vaziyetin- den başka hiç bir ehemmiyeti haiz değildir. Şimdilik coğrafi vaziyetinin ehemmiyeti de Polonya ile Macaris- tanı biribirinden ayırmasından İleri geliyor. Malümdur ki Macaristan bu mıntakayı hudüdları içine alarak Polonyaya yaklaşmak arzusundadır. H.R ( Perşembe müsahabeleri 7 Güzel konuşmak sanatı! Yazan: Selim Sırrı Tarcan Sözün saltanat sürdüğü bir devir- de yaşıyoruz. Büyük halk kütleleri ni peşisıra sürükliyen liderlerin to- Pu, tüfeği, keskin kılıcı hep natıka- | larıdır. (Fönâlon) der ki: tuk olan bir hatibin yegâne düşün- cesi kendisini dinliyenlere faydalı olmaktır. O sözlerini fikirlerine ve fikirlerini fazilet ve doğruluğa âlet eder. Zamanım . başdöndürücü (sürati karşısında beşeriyetin birbirini ta kib eden ihtiyaçlarını uzun, uzun dü- şünüp taşınıp, karar vermek ve bu kararları kâğıdlara yazıp okumak devri geçti. Masa başında, kalem el- de mülâhaza yürütmeğe vakit yok! Telefon bir lâhzada her işi halledi- ! yor, Sanayiciler, tüccarlar, bankacı- lar, büro şefleri bunların hepsi de yazıcılıktan konuşuculuğa geçti- ler. Bunlar Komisyoncularla, müşte- rilerle, kendi metmurları ile ekseriya konuşarak iş görüyorlar, Hele radyo icad olunalı konuşmanın büsbütün ehemmiyeti arttı Gazete havadisle- rini, ajans haberlerini, borsa mua- melâtını, dünyada olup bitenleri bize spikerler söylüyor, İnsan selis, düzgün, sade bir ya- zıyı okurken hiç yorgunluk duymaz. Nitekim bazı muharrirlerin İfade tarzı insanı hiç sıkmaz. Bazılarınm- ki ise insan: bunaltır. Konuşma da öyle değil mi? Sohbetine doyulmıyan kimselerin yanında talsız tuzsuz ko- nuşanlar az mıdır? Roroalılarm bir aforizmi vardır; (Nascuntur poete et orators) Insan şair ve hatip doğar, derler. Bana kalsa hiç te öyle değil! İnsan şair veya hatib olmak için bazı kabiliyet- leri ecdadından tevarüs edebilir, Fa- kat ilim ve terbiyenin de oynadığı rolü kim inkâr edebilir? Tahsil ve terbiyeden mahrum bir hatibden ne beklenebilir? Hatib olmak için ça- lışmak, cehd sarfetmek itiyad ha- Yine gelmelidir ve devamli bir sâyi insandaki istidadı kemale doğru gö- türmelidir. Bunu bir misal ile izah edeyim: Herkes tâ küçük yaştanberi. sağ elini kullanmayı itiyad haline getir- diğinden, sağ el sola nisbetle daha becerikli ve daha mahirdir. Sol el ile yazacak olsak, yemek yemek İs. tesek veya bir çivi çakmak lâzımgel- se çok zorluk çekeriz. Fakat bir ka- za neticesinde sağ elimizi Okaybet- sek, bir zaman sonra sol elimizin de ayni işleri meharetle yaptığına şahid oluruz. Fransızlar (La fonction crâe Torgane) hareket uzvu yaratır, der- ler. Pek doğrudur. İşliyen demir ışılar Şimdi tarihtende bazı misaller alalım. Kadim Yunanistanın en bü- yük hatibi (Demosihöne)- e bir ba- kalım! Bu zat yarâadılışında hiç ha- tib değildi. Zayıf, nahif, çekingen, hattâ pısırık bir gençti. Fakat gü- nün birinde ecdadından kalan mey- danın haysiyetsiz vasiler elinde mah- volduğunu görerek fevkalâde mün- fail olmuş ve onlara yediklerini kus- turmak için (Pnyx (1)) e devama başlamış. Orada büyük hatibleri din- liyerek o da bu sanata heves etmiş ve günün birinde vasilerine karşı kürsüde hakkını müdafaa etmiştir. Bununla kalmamış (Agora (27) de politika mücadelelerine girişmek için siyasi bir hatib ölmağa karar ver- miş. Ne yazık ki vücudünün teşek- külâtı, göğsü, boğazı, sesi bu işe hiç müsaid görünmüyordu. Hattâ halka hitab ettiği zaman alayla, istihfaf- la karşılanmıştı. Nihayet şu meş- hur deniz kenarndaki mağaraya kapanıp orada söz söylemeği talim etmeğe karar verdi. Tam on sene orada yaşadı. Sesini kuvvetlendirdi, ciğerlerini büyüttü. Jestlerini ter. biye etti. Ağzına küçük çakıl taşları doldurarak uzun uzun nutuklar söy- ledi. Deniz kenarına giderek uğul- dayan dalgalara karşı konferanslar verdi ve günün birinde karşımda deniz gibi kabarıp köpüreeek olan rakiplerime de böyle hitap edeceğim, dedi. Tükenmez bir gayret ve sonsus bir sabır ile çalışarak €ski Yunanista- nın en büyük hatibi oldu, belledi ZİR m İm | de edebilmek emelile tam «Hakikaten n&- | KE m YAŞ (Dömosthöne) in rakibi (Eschine) im de hitabete istidadı yoktu. Fakat Atinada siyasi mücadelelere girişmek için lâzım olan talâkati ek on sen8 bir trajedi kumpanyasında âktörlük etti ve bu sayede Yunanistanın meş- hur hatibleri sırasına geçti. Roma impatatorluğunun en büyük hatibi (Cicâron) da öyle! Bilhassa si- yasi hukuk işlerinde derin bilgisi, kuv vetli natıkası ile (Dömosthöne) den biç aşağı değildi. İlk kürsüye çıktı- ğı zaman kendisinin ileride büyük bir hatib olabileceğine kimse ihtimal vermemişti. Kuvvetli iradesi, azmi ve sebatı sayesinde dinliyenleri tes- hir eden bir selâset elde etmiş ve rakiblerini bile kendisine hayran et mişti ve bu gayesini elde etmek için oda yıllarca Atinalı hitabet hocala- rından ders almıştır. Ecdaddan tevarüs edilen keskin zekânın, kuvvetli hafızanın, enerji- nin hitabet sanatında mahir olma» ğa büyük yardımı olduğunu inkâr edecek değilim. Yaradılışında abdal, ebleh, . budala, sersem olmıyan, di- linde, genzinde, boğazında, ciğerle- rinde bir ârıza bulunmayan her in- san lalim ve terbiye sayesinde gü- zel ahenkli konuşmayı öğrenebilir, diyorum. Hayata gözlerini açan yavrunun ilk duyduğu ses annesinin ninnisi olduğundan, her nevzad ilk sözleri- ni terennüm eder. Hepimiz mektebe başladığımız zaman öğretmenlerin ilk hitablarını gına tarzında işittik. Heceleri ve sonra kıraatı teganni ede- rek okuduk. Dikkat edilecek olursa herkes konuşurken az çok terennüm eder. Yalnız kulağa hoş gelmiyen, bu terennümlerin yeknasaklığıdır. Halbuki ifade ettiği mânaya göre bu sadaya bir ahenk verilse o zaman belki dinliyenlerin dikkatini yormaz, yüreklerini sıkmazdı. Çok kimseler konuşurken sesleri- ni nasıl idare edeceklerini düşünmez- ler. İnsiyaki bir şekilde şuurun dahli olmadan etrafındakileri taklid ile öğrendikleri konuşmüâ tarzı bü- tün ömürlerince sürer. Çocukların konuşurken seslerinin niriltisi ya analarının, babalarının, ya hocaları- nın taklididir. Halbuki niriltili ko. nuşmak ahenkli konuşmak dem“k değildir. (Charles Lalo) ahengi şöyle tarif ediyor: «Ahenk bir adali hadiseden başka bir şey değildir. Ahenk muhtelif ha- reketlerin veya seslerin birbirile olan münasebetini takdir etmek meleke- 8İĞİr.» Ahenk vücudün vaz' ve tavırla. rında, yürüyüşte olduğu gibi şiirde, musikide ve hitabette de esastır. Bazı münevver arkadaşların lis. mundan işittim. «İyi söz söyleyip te ne olacak? En büyük âlimlerin hiç natuk Olmadıklarını çök gördük, Varsın hatib olmasın. Bizi alâkadar eden onun sözlerinin şekli deği), özü- dür, ceyherldir.» Zannederim bu yols da düşünüş hiç doğru değildir. Me- raklı bir vakayı, ehemmiyetli bir dersi, ilmi bir mevzuu mükemmel konuşan bir hatibin dilinden işitmek başlı başına bir zevktir. Konuşması. nı bilen bir hatib sözlerinde fayda le zevki mezeetmesini bilendir. Bir konserde piyano ve Koman çalan bir artist bir taraftan sanattaki meha- retini göstermeğe çalisirken diğer ta raftan kendisini dinliyenlerin zev- kini tatmin için musikiye olan meyil ve meralanı, hassasiyetini halile, tavrile canlı bakışları ile mütebessim çehresi ile de izhar eder. Hitabette hüner dinliyenleri sık- madan, yormadan, söze intiha arat- madan konuşmak, temiz, pürüzsüz, açık, samimi bir ifade İle meramını anlatmak, onları ikna etmek, bazan güldürmek, bazan coşturmak, heye- cana getirmek, en çetin mevzuları (Devamı İl inci sahifede) Selim Sırrı Tarcan (1 Pnyx eski Yunanistanda halk meg- Hsinin toplandığı tribtin. 131 Agora eski Yunanistan öilelerinde halkın toplandığı meydan,