HER AKŞAM BİR HİKÂYE Ahmed: — Ne yapsam acaba?. diyordu. Şu İzmirdeki amcamdan bir kaç para koparabilmek için ne yapsam?.. Etraftan ona akıl öğrettiler; — Bir mektub yaz, para iste... Ahmed acı acı güldü: — İş o kadar basit olsa amcama bir mektub değil, koskocaman bir destan yazarım. Fakat amcam âr- tık bana kati surette pars gönder- memeğe karar vermiş. Şu yazdığı mektubu okusanıza.. Ahmed - böyle söyliyerek bize bir mektub uzattı. Arkadaşlardan biri Ahimeğin amca- sının mektubunu okumağa başladı. Mektubda deniliyordu ? ki , “Oğlum, ” Artık senin kırdığın. ceviz bini aştı, rica ederim bundari sonra ben- den para filân isteme... Müsrifliğin bu derecesi kâfidir. Ben dö henüz orta yaşlı bir adam sayılırım. Daha dünyadan elimi ayağımı çekmedim. Benim de yaşamağa bakkım var. Milyoner olmadığımı biliyorsun. Elim- deki para ancak kendime yetişiyor. Sen de biraz idareli davran. Gözlerin- den öperim...» Ahmed sordu: — Artık bu mektubdan sonra amcamdan para istenir mi? Köşede oturan İzzetin #esi yük- seldi: — İstenir... Hepimiz hayretle ona baklık. İz zet çok kurnaz bir çocuktu. Ona ar- kadaşları <Tliki İzzet» derlerdi. Ahmed merakla atıldı: — Nasıl istenir? İzzet: — Sen işi bana bırak.“ Ben amca- m gayet İyi tanırım. Senin ağım- dan amcana bir mektub yazayım... Eğer para gelirse ne yaparsın? Ahmed hiç tereddüd etmeden cs vab verdi — Paranın dörtte birini sana ve- ririm — Söz mü? — Söz tabi... — O halde ben mektubu yazmağa başlıyorum. Bir kâğıd gelir... : Ahmed hemen koştu, Kâğıdı ge- tirdi. İzzet bir köşeye çekildi. Yazı makinesile mektubu yazdı. Zarfa koydu. Ondan sonra zarfı kapattı. Ahmede verdi. — Şimdi sen bu mektubu gönder. — Peki amma mektuba ne yaz- dın? Sakın amcamı kızdıracak şey- ler yazmayasın... İzzet: — Deli misin? Ben öyle şey yapar mıyım? Sen hemen bu mektubu pos- tayz ver... Ne yazdığımı sana dün- yada söylemem. Mektub senin ağ- © andan yazılmıştır. Altındada 88- nin imzan vardır. Yalnız amcandan ne kadar para gelirse dörtte birini bana vermeği unutma... — Unutmam... Unutmam ... Dört beş gün sonra Ahmede uğra- dık. Sevinç içinde idi. Amcasından: «Kühlani!.» diye başlıyan bir mek- tub gelmşi. Amcası pek memnun olduğu zamanlar ona «Külhanil © dermiş. Mektubla beraber bay amca Ah- “ mede 60 lira da para göndermiş, Ahmed: — Al hisseni... diye İzzete 15 lira verdi ve sonra da sordu: — Allah aşkına mektuba ne yaz- dın? Pek merak eğiyorüm, Amcamı nasıl yumuşattm?... Bâna pek kız | | i p İzzet: — Yooo. dedi, o benim kendi sır. rım... Bunu sana söyliyemem... Pa- ra lâzım oldukça amcana ben mek- tub yazarım. Eğer para gelirse be “nim hissemi ayırırsın... Olur mu? — Olur tabit... Bundan sonra Ahmed anlari böy- le yapıyordu. Kendisine para lâzım a a, İzzete: © — Aman kardeşim, amcama bir tub yaz... diye rica ediyordu. © İzzet hemen oturup mektubu ya ziyordu. Bu mektubların arkasından rdeki amcadan para geliyordu. İzzet yazdığı mektubları Ahmede iyen okutmuyordu. —— Bu benim sırrımdır, diyordu. er bunu sana söylersem artik amcanın mektublarını kendin yazar le bunları postaya gönderiyordu. İşl biz de fena halde merak elmiş- tik. İzzete ikide birde soruyorduk: — Kuzum İzzet... Ahmedin amca» sına neler yâzıyorsun?... Her halde bunda bir iş var... Adamcağız 58- nin. mektublarını alır almaz Ahme- de para gönderiyor. İzzet -sırını söylememek için çok çalıştı. Fakat nihayet dayanamadı: — Bunu size söylerim amma bana söz veriniz. Bunu katiyen Ahmede Söylemiyeceksiniz... Çünkü söylerse- niz Ahmed mektubliarını kendi ya- zar, ben de amcadan gelen paradan hisse alamam. İzsete, Ahmede hiç bir şey söyle- miyeceğimize dair söz verdik. Niha- yet İzzet anlattı: — Ahmedin amcasını gayet iyi tanırım. Son derece gençlik merak- ısı bir adamıdır. Bu zata: — Aman ne kadar genç görünü- yorsunuz... dediniz mi bayılır... O zaman ona istediğinizi yaptırtabilir- siniz. Ben de amcaya yazdığım mektub- lara bir münasebetini getirip datma onun son derece genç (kaldığından. 35 yaşından fazla görünmediğinden bahseden cümlelerle başlarım. Arka- sından da parayı isterim. Meselâ son yazdığım mektub şöyle başlıyordu: «Amcacığım, Artık size amca değil, müsüade- nizle cağabeyim» diyeceğim. Çünkü bir arkadaşınızda son çıkan bir 10- tografınızı gördüm. Ne kadar genç veriyor, İzmire Güzelliği hem yaratan , hem tamamlıyan bir iksirdir, Şu güzel çehreyi aydınlatan güneş, şüphesiz, inci dişlerdir. Lâkin o dişle- re can veren de şüphesiz, GRADYOLİN» dir. Siz de ayni güzelliği elde edebilir. siniz. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra muntazanlan dişlerinizi fırçala- yınız. RADYOLIN Para istemek usulü sın... Para gelince ben de hissemi alamam... Hattâ İzzet, arkadaşı Ahmed mektubları okumasın diye kendi eli- kalmışsınız amcacığım. Âdeta 94 - 35 yaşında görünüyorsunuz... Ve sa- ire ve saires. Tabil arkasından da İşte meşhur sözdür: «Söyle tatar ağası... Yalan olsa da hoşuma gidi- yor» derler ya... Üstelik gençlik me- raklısı amca benim sözlerime inanı- yor ve parayı da gönderiyor. İzzetle beraber konuşa konuşa Ah- medin evine gittik. Ahmed keder içinde idi, Sebebini sorduk. Ahmed: — Sormayınız... dedi, amcamdan gelen paraların dörtte birini İzzete vermekten artık usanmıştım. Tut- tum, ona kendim bir mektub gön- derdim. Bana para yollamak şöyle dursun gayet acı bir cevab gönder- miş. Mektubu «utanmaz, haylaz.» diye başlıyor. İzzet merakla sordu: — Amcana ne yazdın... — Hiç... Amcam bir hafta evvel bana bir fotografını göndermişti. Bu fotografta amcamı çok ihtiyarlamış gördüm. Mektubumda <amcacığım fotografını aldım. Seni ihtiyarlamış buldum.» diye yazdım. acaba ona mı kızdı?... İzzet: —Tüğü, dedi, bir çuval inciri ber- bağ ettin... Hikmet Feridun Es KÜÇÜK İLÂN okuyucularımız arasında EN SERİ, , EN EMİN EN UCUZ vasıtadır. Alım satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! * Baş, Diş, Nezle, Grip Komatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. WAN AŞİ İcabında günde 3 kaşe alınabilir. MASS MEAN DİŞİ KORSAN Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli Deniz Romanı Tefrika No. 142 4 Geride kalan Arap kuvvetleri de küme küme gelerek ormana girdiler Romanos kapısı etrafındaki sur- lar birdenbire alçalmıştı. Fakat, sur- ların iki yanında da derin hendekler vardı. Bu hendekler su ile doldurul muştu. Hacer surların alçaldığını görünce sevindi: — Mücahidlerimiz sırtsırta bine- rek bu duvarları kolayca aşabllirler, dedi. O, surların önündeki hendekleri görmemişti. Gemel ümidsiz değildi. — Bizans imparatagunun tahtını yıkacağız... Diye söyleniyordu. Sarsılmaz bir imanla keşif kolunun önünde ilerli- yordu. Bizanslılar onları hâlâ görmemişler miydi? Güneş hentiz doğmamıştı amma, ortalık aydınlanmıştı. Mücahidlerden biri: — Düşmanın atacak oku kalma. miş... Dedi. Hacer güldü. — Ok yapmak için evlerin tahta- larmı sökmek te akıllarına gelmedi mi sanıyorsun? Bizanslıair bu dere- ce abdal kimseler midir? Yolun üstündeki ağıçlığa gidri- ler. Buradaki ağaçlar Arab mücahid. leri için çok iyi birer siper teşkil edi- yordu. Gemel: Bizanslılar, bu ağaçları kesmeyi de düşünmemişler. Dedi, İlkönce Jâfa karışan mücahid tek- rar ortaya atıldı: — Sitti Hacer, Bizanslıların zekâ- sından korkuyor amma, eğer on- larda biraz akıl olsaydı, buradaki ağaçları kökünden keserlerdi. Hacer cevab verdi: — Arabların bu kapıdan hücum edeceklerini akıllarından bile geçirme- miş olacaklar. Eğer böyle bir tehlike tasavvur etselerdi, bütün yollardaki ağaçları ve hele şu karşıda görünen küçük ormancığı çoktan yakarlardı. Deniz korsanının bu mülalâası pek te mânasız değildi. Bu civardaki ağaçlar, Bizansı muhasaraya gele cek herhangi bir düşman kuvveti İçin çok iyi bir sığınak teşkil edebi- lirdi. Nasıl ki, Arablar da ilkönce bu- raya sığındılar. Biraz sonra, geride kalan Arab kuvvetleri de ağaçlık boyunca küme küme gelerek ormana girmişlerdi. Romanos kapısma Hacerin bücumu.. Hacerin yanında, Saidle birlikte Romanos kapısına hücum eden mü- cahidlerden elli kişi kadar vardı. Ha- cer bu korsanlardan istifade ediyor- du. Güneşin doğuşundan bir saat sonra ilk hücum başlamıştı. Bu, gökten boşanan bir yağmur gibi, ok hücumundan ibaretti, Çün- kü, Arablar burada, güneş doğup ta ortalık iyice aydınlanınca, Bizanslı müdafileri görmüşlerdi. Bizanslılar burçların üstünde sa- ğa sola koşuşup duruyorlardı. Maz- gallar arasında mevzi alan müdafi- ler de Arablara okla mukabele edi- yorlardı. Fakat, Arablar okçulukta Bizanslılardan çok daha mahir in- sanlardı. Oldukça uzak mesafede dur- dukları halde, çok isabetli atışlar ya- pıyorlardı. Buna, surların üstünden yere düşen yaralılar örnek olarak gösterilebilirdi. Bizanslıların attığı oklar da Arabların kurduğu cephe önlerine düşüyordu. Bu sırada Gemel söylenmeğe baş- ladı: — Bizanslıların müthiş bir kıtık içinde yaşadıklarına kolayca hükme- debiliriz. Bir çoklarının attığı oklar cephemiz önüne düşüyor. Bunları atanların hiç şüphe yok ki mideleri boştur. Hacer gülerek başını salladı: — Cephemizi aşan oklar da kamı tok askerler tarafından atılıyor de- senel... — Şüphe yok, Sittil Bunlar, im- pParatorun hassa askerleri tarafından atılan oklardır. — Mihailin ve onun maiyetinde- İlk hücumda bulunan muharibler- kilerin elbette karınları aç değildir. O halde eğ davranalım. ne My boğuk inilti işitildi: — Geçmiş olsun, Sitti Hacer! Bu ok, senin ensenin yanından geçti. Biraz sola doğru meyil etmiş olsây- dın onun yerine sen vurulacaktın! Derhal yere kapandılar... Gemei, gür sesile muhariblere hay- kardı: Düşman faaliyete geçiyor. ayakta durmayın! Muhariblemi bir çoğu ağaçları si- per alarak kendilerini kurtardılar, meydanda kalanlar da yere yattılar, Çünkü, ilk vurulan muharibden son- ra, mütemadiyen cephe ortasına dü- Şen isabetli okların sayısı artmağa başlamıştı. Sağdan soldan: «Vuruldum!» ses- leri artıyordu. Gemel bir ağacın ar- ğa, hattâ bu hadiseden sonra seyyar sapanlarla yangın humbaraları af- mağa başlamışlardı. Harb birdenbire kızışmıştı. Mücahidler; — Allahım, sen bize nusret ver... Bizi düşmana ezdirme! Diye bağrışıyorlardı. Hacer hâlâ meydanda dolaşıyor, mücahidleri teşcie çalışıyordu. Gemel tekrar bağırdı: — Kendini neden korumuyorsun, Sitti? Sen, bize lâzımsınil Şimdi bir serseri ok gelecek.. canın yanacak. bizi de yakacaksın! Hacer güçlükle bir ağacı siper ala- rak ok yağmurundan ve ölüm tehli- kesinden kendini kurtardı. Gemel: — Müdafilerin kamı ne çabuk doymuş, dedi, bizi önüne çekmek için, yaylarını kuvvetli germiyorlarmış. Hileyi şimdi anladık. — İyi ki ileriye atılmamışız... Bu müthiş ok sağanağı altında hepimiz yerlere serileceklik. Hacer hiddetinden mütemadiyen dudaklarını isiriyordu. Bu korkunç ve fasılasız ok yağmuru akşama ka- dar devam edecek olursa, Arablar tutundukları yerden bir adım ileriye gidemiyeceklerdi. Öğleye doğru ok sağanağı biraz hafifler gibi * olmuştu. Mücahidler - başta Hacer olmak üzere - bir hü- cunı tecrübesine girişmek istediler, Beş yüz muharib birden öne atılarak surların dibine doğru koşmağa baş- ladı. Bu tecrübe yarım saat bile sür. Mücahidler yarıya yakın telefat ve- rerek, geriye doğru kaçışmağa baş- ladılar. Zaten surların dibine gitmenin de faydası olmıyacaktı. Çünkü burada- ki hendekleri geçecek ve ikinci sura gidecek vasıtalar yoktu. Mücahidler ancak Romanos kapı- sını zorlayabilirlerdi. Buraya varmak için de surların üstünü saran Bizans müdafilerinin ok yağmurunu kes meleri gerekti. İşte yeni bir felâket daha... Bizanslılar kapının dişına müte- madiyen kaynamış yağlar döküyor- Jardı. Küçük humbaralar da ok yağ- muru gibi tahribatını artlırmağa başlamıştı. Öğleden sonra, yarım saat içinde üç yüze yakın ölü ve yaralı vererek dönen tecrübe kolu ancak iki yüz ki- şi ile ormana dönebilmişti. (Arkası var) o