—u Taksimde yeni tuttuğum apartı- | Man çok güzeldi. Deniz âdetâ ayakla- altında. Kirası ucuz. Doğrusu pek memnunum. Lâkin taşındığımızın daha ikinci Gününde alt katta bir gürültüdür tu. Kalın bir erkek sesi avaz avaz yordu: — Söyle... Söyle... Nerede kaldın? “Şu karşıki komşuya şöyle bir uğr- Yacağım» diye evden çıktın. Gideli ta- Mam 35 dakika oluyor, Yolda arkana ılar mi takıldı? No yaptın?.. Aşağı katta büyük bir kıskançlık kavgası kopmuştu. Yüzünü tanıma- diğım erkek ağzına geleni söylüyor- du. Ben gürültüden pek hoşlanmıyan bir adamım, Bunun için böyle kavga- “1 komşularım olduğuna epeyce ca- Mim sıkıldı. Ertesi günü yine ayni tarsda bir kançlık kavgası... Daha ertesi gü- Nü, ondan sonraki günler ayni vaziyet, Adetâ meraka düşmüştüm, Aşağı kom- Suları tanımak, bilhassa bu derece kıs- Kanılan kadını görmek istiyordum. Vakia bir kadının kıskanilmâsı İçin, onun fevkalâde güzel, gayet genç olması icab etmez. Fakat bu de- Tece, delicesine kıskanılan bir kadın Pek merakımı uyandırmıştı. Hattâ Ona - hiç görmeden - hayalimde bir çehre bile çızmıştım. Erkekleri çile- den çıkaran gözler, sıcak, istekli ba- kışlar, olgun ve tatlı bir meyvayi an- dıran, küçük, etli, kırmızı bir ağız... İşte aşağı katta çılgıncasına kıska- milan kadını böyle tasavvrur ediyor- düm. Bir gün Oturduğum mahallenin yerlilerinden bir komşum bana mi- #afir gelmişti. Lâf arasında bir ara- bk sordu: — Nasil âparlımanınızdan mem- Mun musunuz? — Çök memnunum... Misafirim gülümsedi: — Ya aşağıki komşularınız?.. O zaman anladım ki, onların kis- kançlık kavgaları bütün mahallede Pek meşhurdu. Bahsimiz, onların yaşayışlarına in- tikal etti. Bu sefer ben sordum: — Bu kadar kıskanılan bu kadın çok güzel mi? Pek mi genç?. Komşum güldü: — Ne genci? Ne güzeli birader?... O delicesine kıskanılan kadın 65-70 Şaşırdım. Hakikaten bir kaç gün #onra aşağı katın önünden geçerken kıskanılan kadını gördüm. Komşu- hun dediği gibi, altmış beş, hattâ yet- mişinde gösteriyordu. Titrek, göz- Yüklü, ihtiyar bir kadındı. Aradan zaman geçti. Alt kat kom- Şularımla son derece samimi ahbab olmuştuk. Erkeğin adı Osmandı. Karısının Nadide... İkisi de hemen hemen ayni Yâşta idiler. Adam biraz içkiye fazla düşkündü. Karısı hayatta epeyce çile çekmiş bir kadını andırıyordu. İhtiyar Koca, karısını döli gibi kıs- kanıyordu. o Kadıncağız kocasının kıskançlıklarından o derece bizar ol- Muştu ki, zaman zaman bu vaziyet artık onun caniha tak dedirtiyor. Ba- anı alınca damadlarına gidiyor, gün- lerce evine uğrantıyordu. Böyle zamanlarda biçare Osman çilingir sofrasının başından kalkmı- Yor, ne «ahs lar, ne «of, lar... İhtiyar kanısı için ne şiir yazmalar... Neler... Yine bayan Nadide kocasının bu hallerine tahammül edememiş, çıkıp gitmişti, Bay Osman son derece dertli İdi. Bana apartımanın kapıcısı ile ha- ber gönderimiş: — Biraz aşağıya, bana teşrif et- inler... Pek dertliyim... Derdimi dökmek istiyorum, demiş. Ben de kalktım, gittim. Osman Masasının başına oturmuş. Bir şişe Takıyı bitirmiş, ötekisini yarılamış... ndeki tablada sigara. izmaritleri bir tepe halini almış... İhtiyar tam bir perişanlık içindeydi. görünce: Ah, ah... Derdiiyim... Gel kar- deşim gel... Hain kadın beni terke- dip gitti. Şimdi kim bilir hangi deli- alara beraberdir. Kimbilir nasil ve safa içindedir. Güldüm: — Aman efendim... dedim. Artık — bayan Nadide yaşını başını almış bir Kıskanılan kadın insan... Delikanlılarla eğlenecek yaş ta mı?.., İhtiyar komşum, adetâ kızdı: — Ne diyorsun birader... Ne söy- lüyorsun sen... dedi. Nadide haln- dir, kalbsizdir filân amma hâlâ genç, hâlâ güzeldir... O şöyle gözlerile İn- sana işveli işveli bir baktı m? Ali- mallah karşısındaki adamı harap eder, yakıp kül eder... Ah Ah, şimdi Kimlere bakıyor... Gülmemek için kendimi 7or zap- tediyordum, biçare ihtiyar kadının öyle işveli işveli bakacak hali mi var- dı? Komşum devam ediyordu: — Sen ne diyorsun azizim... O şöyle yanaklarını çukurlaştırarak fı. kır fıkır bir güldü mü? Karşısındaki bitti, mahvoldu, yandı gitti zavallı delikanlı... Nihayet: — Aman etmeyiniz, komşucuğum.. dedim. Hâkiksten ihtiyar kadının yüzün. deki buruşuklardan artık gülerken yanağındaki çukur belki de insanın nazarı dikkatini celbetmezdi. Ahbabım ikinci şişeyi de bitrmişti: — Of, of... dylerek kalktı. Öteki odadaki aynalı dolabı açtı. İçinden ihtiyar karısının bir cibisesini çıkardı. Habire elbiseyi koklar, koklar; — Hain, işvebaz, kalbsiz, fettan, ve- fasız... diye bağırır, şiirler söyler... Bu yaşta bu derece kıskançlığa, Os- manın ihtiyar karısını bu derece gü- zel görmesi pek tuhafıma gitmişti. Bir aralık komşum: — Dur, dur... dedi, sana onun bir resmini göstereyim... — Canım ne lüzumu var? Kendi- sini gördüm ya... — Dur... Zaten ben onun hasreti- ne dayanamam, karşıma bir resmini koyayım... Hasretimi biraz hafifle- teyim... Gitti. Yazıhanesinin gözünden Na- didenin gençlik zamanına âid sarar- miş bir resmini çıkardı. Bu resimde Nadide hakikaten güzeldi. Gözleri süzgün, boy bos yerinde... Osman: — Of, of... Nasıl ciğerim yanma sın birader... Ben kıskanmayım da kim kıskansın?. Şuraya bak... di- Cevab verdim; — İyi amma, dedim, bu gençlik resmi canım... Eski bir resim... O benim anlayışsızlığıma hükme- dereke: — Şimdi Nadidede ne değişiklik var ki... dedi, yine ayni gözeler, ayni endam... O zaman anladım ki, ihtiyar kom- şum hâlâ karısını 40, 45 sene evvelki gözile görüyordu. İhtiyar kadın hâlâ anun için eski güzel, çıldırtıcı bir ka- dındı. Beraber geçen senelerde ihtiyar koca, karısının yâvâş yavaş, her sene, hattâ hissedilmiyecek derecede değişikliği farketmemişti bile ve hâ- 1& onu güzel, genç gördüğü için eskisi gibi kıskanıyordu. Hayatta böyle be- raber yaşadıkları insanları hâlâ genç ve hâlâ güzel zanneden, onlara 20-30 sene evvelki gözle zakan İnsanlar ne kadar çoktur. Hikmet Feridun Es İŞ Dr. ihsan Sami BAKTERİYOLOJİ | Boldan sağa! 1 — Rüzgâr yapan &let, 2 — Karmakarışık, gıdasız, tatsız şeyler. 3 — Papas » İnce ka'bur. 4 — Eşya - Başına «Te konursa Avru- pada büyük bi rnehir olur. 5 — Bir ten rengi - Ayak, 6 — Karasularımıza en yakın İtalyan adası - Bir cins Inşaat. 7 — Emekten emir - ibadet - Hayret edatı, 8 — Gazinocüların içki ruhsatiyesi - Be- yaz, 9 — Nota - Bir mebliya boyası 10 — Hükümet heyeti - Bir cins peynir, Yukardan aşağı: 1 — Hasis, 3 — Adi kumaş - Meyva. 4 — Üç aylık ders devresi, 3 — Bir peygamber ismi - Nota - Boşluk. 5 -—- Zorlama — Famliya. 6 — Sıfat edatı - Taze değil. 7 — Rumelililerin hitabı - deposu. B — İrticalen söylemek - Bir azamız. Ş — Başın v7» konursa merasim olur - Eski kadınların yemeni süsü 10 — Pinar. Geçen bulmacamızın halli Soldan aşağı: 1 — Şimendifer, 2 — Ezel, Eda, 3 — Kaşer, Emir, 4 — Elem, Patik, 5 — Re, Adalar, 6 — Onay, 7 — Ex, Balina, 8 — Mercan, İl, 9 — En, Ağda, Za, 10 — Tez, Aylak. Yukarıdan aşağı: i 1 — Şekerleme, 2 — İzle, Kent, 3 — Meşe, £ — Eleman, Caz, 5 — Dabag, 6 — De, Payanda, 7 — İdeal, Ay, 8 — Fantazi, 9 — İlr, Niza, 10 — Rink, Salak, Arının bal Nezle hastalıkların kara habercisidir GRİPİN Gripin nezleyi ve gripi geçirir, ha- rareti düşürür. Baş ve diş ağrılarına, romatizma sancılarına, sinir ve adalelerdeki 18- tırablara karşı en kuvvesli deva Gripindir. Havaların çok karışık ve tehlikeli olduğu günlerde shhatinizi korumak için şüphesiz Gripin kullanmalısınız. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. İsmine dikkat. “Taklidlerinden saki- nınız ve Gripin yerine başka bir mar- ka verirlerse şiddetle reddediniz. DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli anama 'Tefrika No. 137 Hacer yayını çekti.. biraz sonra, kanlar içinde bir marti geminin güvertesine düştü! Diyordu. Selim Karvan, görünüşte bu söz- lerle kendini mesuliyetten koruyordu. Fakat, hakikat hiç te böyle deği di. Bizansa, bir maksat için gelmiş- lerdi. Yola çıkarken nasıl birleşerek ant içmişlerse, Bizans önlerine gel dikten sonra da bu antlarını tazele- mişler ve Bizansı fethetmeden dön- memeğe yemin etmşilerdi. icap eder- 56 bu uğurda herkes kanını dökecek, geri dönmiyecekti. Halil, verdiği sözü unutarak dö- neklik göstermiş, (Ölüm boğazı) na kaçmıştı. Son hücumda Halil, hiç bir fırkada yer almamıştı. Korsnalardan Necibe sadık kalanlar: — Bu adam ne yüzle tekrar aramıza geldi, karıştı?! Bunun yaptığı, kah- belik değil de nedir? Diyerek, Halilin arkasındân küfür ve lânet ediyorlardı. Halil bu vaziyet karşısında «Emi- rülbahir» olmak imkânını bulamıyaca- ğını anlayınca: — Hiç olmazsa Kiveliyi alıp gide- rim. Dedi, O gece, gökyüzü ayndınlıktı. Reblüleyvelin on dördüncü cuma geö- cesiydi.. ay ışığı , Anadolu kıyılarını gündüz gibi aydınlatmıştı. Bütün reisler Hacerin gemisinde toplanmışlardı. Bu toplantıya yalnız Halil iştirak etmedi. Bu sırada onun da görülecek işleri vardı: Halil, Kive- Jiyi kaçımp gidecekti! Lİ «İslâm tarihinde, kadına boyun eğen kimse yoktur!» Gemel, Necibin fazlletlerinden bah- sederek: — Ruhuna bir fatiha okuyalım Dedi.. herkes ellerini kaldırdı. başlarını önüne iğerek bir kaç daki- ka sustu.. yine Gemel söz aldı: — Size, gözünüzle görmediğiniz kahramanlıklardan o bahsedeceğim. Hacer, kabilelerimiz arasında belki bin sene sonra da eşi gelmiyecek bir kahramandır, O, denizcilikte, vurucu» lukta, cesarete, atılganlıkta hepimizi geride baraktı. Dedi. Korsanlar Gemelin ne demek istediğini birdenbire anlıyamadılar. Fakat, Selim Karvan bu sözlerin ne maksadla söylendiğini biliyordu. — Arkadaşlar! - diye bağırdı. - İslâm tarihinde, kadına boyun iğen kimse görülmemiştir. Hacer, hepmi- zin kızı ve kardeşidir. Ona hürmet ederiz. Fakat, bu iş, erkek işidir. Ancak denizlere hükmetmeğe muk- tadir bir adam Emirülbahir olabilir. Ben, Gemelin ne demek istediğini an- Jadım. O, bir sürü aslanın başını, bir dişi kaplanın önünde iğdirmek İs tiyor. Ben, dişilerin önünde iğilme- yen bir erkeğim ... Mansur Gemel cevab verdi: — O, düşmanla mücadele etmesini bildiği kadar, erkek hasımlarile dö- vüşmesini de bilir. Gerçek, şimdiye kadar, bir kadının denizlere hâkim olduğu görülmemiştir. Fakat, bunun sebebi, şimdiye kadar Hacer gibi bir kadının yetişmemiş olmasıdır. Ona boyun iğmiyelim.. pekâlâ. Siz göste- rin öyleyse, arkadaşlar, biz kimi baş yapalım kendimize? Kim kumanda etsin bu donanmaya? Reislerin hepsi birden: — Sitti Haceri isteriz... Diye bağrıştılar. Selim Karvan bu işte yalnız kaldığını görünce hayretle etrafındakilere baktı. — Siz çıldırdınız mı? Her biriniz Akdenizde bir çok vakanın kahrama- nısınız! Genç bir kadına boyun iğ- mek için, nasıl rey veriyorsunuz? Relislerden biri: — Boyun iğmiyeceğiz, dedi, her hareketimizi meşveretle yapacağız. Harice karşı mutlaka bir başa bağlı olduğumuzu göstermeğe mecburuz. Başsız yaşıyamayız., ileride, en yaş- lumız kimse, onu Emirülbahir yapa- rız. Selim Karvan nlişancılıkta eşsiz denecek kadar mahirdi. Relslere şöy- le bir teklifte bulundu; — Bunun kolayı var, arkadaşlar! Şu direğin tepesine bir kırmızı kan- dil çekelim.. bir okla kandili vuran, hepmizin reisi olsün. Korsanlar; — Sen kendine güveniyorsan, yâ- yını ger.. at. Dediler. Hacer ortaya atıldı: — Ben kendime güveniyorum. Geminin güvertesinde heyecanlı dakikalar yaşıyan korsanlar, bu işin sonunu almak için sabırsızlanıyor. lardı. Gemel çarçabuk sancak direğinin tepesine bir kırmızı kandil çekti. O, Hacerin de iyi bir nişancı olduğunu biliyordu. Ve Selim, Hacerin nişan- cılıktaki maljareönden (haberdar değildi. İlk önce Selim, kandile nişan aldı. Yayının kirişini çekti.. oku bıraktı. Güvertede bir gülüşme başladı: — Kandil yerinde duruyor... Sıra Hacere gelmişti, Dişi korsan da yâyını gerdi, oku attı. kandil birden söndü ve parça- lanarak denize düş! . Korsanlar birbirlerine bakışarak: — Cidden mahir bir nişancı imiş, dediler, yaşasın Hacer... Selim Karvan mahcubiyetinden önüne bakıyordu. Şimdi söz söylemek sırası rinâi, Hacer ortaya çıktı. Herkes, onu, «Emirülbahir» mMese- lesi etrafında süz söyliyecek sanı- yordu. Dişi korsan: — Şanh akıncılar! - diye bağırdı.- Selim Karvan benimle yarışa çıktı, "Teklifini kabul ettim. Yenildi. Fakat, insan bir sahada yenilebilir. Bunun- la kahramanlığına, cesaretine halel gelmez. Şimdi de ben teklif ediyorum: Ay ışığı altında cıvıldaşan ve üstü- müzden geçen bir çok martiler var. Bunirdan birini uçarken hengimiz vurabilirse, davayı o kazansın. Korsanlar havada uçuşan martile- re baktılar, — Bunları kimse vuramaz, Sitti! Bu bahse Romalı Klavyus bile girişe- mez, Biliyorsunuz ki, Romanın bu eski bekçisi, havada çan kuşları nadiren vurabilen meşhur bir nişanci idi, Bu ırâda geminin direğinde du- ran bir mârti birdenbire kanadiamı açarak havalanmıştı. “Hacer çarçabuk yayını gerdi. göğe doğru başını kaldırdı.. ve okunu sü- ratle havaya sâvurdu. Bütün korsan- Jar, ümidsiz bir halde, başlarını yu- karı kaldırmışlar: — Uçan kuşu vurücak er yok içi- mizde,.. Diy söylenmişlerdi. © Hacer yayını çekti. biraz sonra, kânadlarından ve göğsünden Kanlar akan marti, güvertenin tâ ortasına düştü. Korsanlar şaşırdılar. Selim Kar- vyamlı benzi sapsarı olmuştu. Kendi kendine: — Bu Allahın kulu değil.. şeytanın kızıdır. Onunla uğraşılmaz. Diye mırıldanıyordu. Gemel, yaralı kuşu kanadından tuttu: — 'Tâ göğsünden yaralanmış. bu, tarihe geçecek bir hadisedir, arka- daşlar! Uçan kuşu vurmak, bir mu- cizedir, Hacer tekrar ortaya atıldı: — Şimdi, Selim Karvanla dövüş- meğe de hazırım. Oklarımızı, hançer- lerimizi bırakalım.. meydana çıkalım, Kim kimi yenerse, o hâkim olsun de- nizde. Selim Karvanin bir kolu sakattı. Bacağında da Misinada ısıran bir kö- peğin yarası vardı, Dövüşe gelemezdi. Kendine güvenemezdi. Araplarda her şeyden üstün olan nişancılık ve dö- vüş, cesaret ve kalramanlığın en büyük ölçüsüydü. Bütün korsanlar: Hace- (Arkası var)