dir g. ia | Yani hoca Yabancı diller! Yazan: Selim Sırn Tarcan Bir tarihte Kopenhagda toplanan | bir kongrede bulunuyordum. Muhte- Mi milletlere mensup seksen kadar âza toplanmıştık. İngiliz, Alman, | Fransiz, Rus, İtalyan, Sırp, Rumen, İspanyol, Portekiz, Finlandiya, İsveç ve saire... mümessilleri vardı. Âzala- rın yalnız fransızca, ingilizce ve al manca dili ile müzakerelere iştiraki kabul edilmişti. Yalnız dikkat ettim Danimarka, Finlandiya, İsviçre ve bir de Hollanda murahhasları kendi dik lerinden başka ya fransızca ve alman- ca veya almanca ve ingilizce konuşu- yorlardı. içre murahhasına: — Sizi tebrik ederim. Ne âlâ! Üç lisanı mükemmel yorsunuz! Dedim ve bakınız ne cevap verdi: . — Bizim gibi küçük milletler için 1 bir, iki hattâ bazan üç dil öğrenmek elzemdir. Mekteplerimizde kendi ana dilinden başka her çocuğa mutlak bir yabancı lisan öğretilir. O dil sayesin- de medeniyet sahasında yükselmiş olan bir milletin kültürüne vukuf peyda edilir. O dil bir penceredir ki her genç oradan medeniyet âlemini seyreder, demişti, Bizim de ecnebi dillere çok ihtiya- cımız vardır. Fakat bilmem bir iki mektebimiz istisna edilirse geri kalan» larda çocuklarımız bir yabancı dil el. de edebiliyorlar mı? Bizim talebelik zamanımızda yani bundan kırk şu kadar yıl evvel askeri ve sivil liselerde fransızca mecburi okutulan dersler sırasında idi. Tahsi- lini bitiren gençler arasında iki ke- )imeyi bir araya getirecek kadar lisan öğrenenler parmakla gösterilecek ka dar azdı.Maarifimizde yirmi beş yıl mü- | fettiş olarak hizmet ettim. Bu müd- det zarfında İstanbulda ve muhtelif | vilâyetlerdeki orta okullarla umumiyetle fransızca dersler buldum. Maarif ailesinden ayri- Jalı dört sene kadar oluyor. Bu müd- det içinde lisan tedrisatına daha ziya- de ehemmiyet verildiğini tahmin edi- yorum. Fakat bu dil noksanı yalnız bizde değil İngilterede, Fransada, Al- muanyada, İtalyada da az çok böyledir. Gençler liselerde okutulan yabancı dillerden istifade edemiyorlar. Mese- lâ Romada üniversiteyi gezerken fran- sızxxâ konuşan gençlere nadiren tesâ- düf ettim. Halbuki onların liselerinde İransızca, ingilizce veya almanca öğ- renmek mecburiyeti vardır. Geçen gün elime (Jules Payot) nun 1937 de yazdığı (La falllite de Venseig- nement) adlı eseri geçti. Bakınız o eserde bu terbiyeci Msan hakkinda ne diyor: Kendi ana dilini öğrenen bir çocuk telaffuz itiyadlarını tanzim ve tertib etmek onları bir siraya koyabilmek için çok emek sarfeder. Yabancı diller profesörü (Goch&) bu mesainin her. hangi bir musiki aletini hakkile çala. bilmek için sarfedilen gayretlerden daha çok olduğunu iddia ediyor. Meselâ bir sazı mükemmel çalmak için fasılasız ve usul tahtında on bin saat çalışmak lâzımdır. Ana dilini hakkile öğrenmek için ise on beş ilâ yirmi bin saat lâzım. Şimdi bir düşünelim: Altı senelik bir tahsil devresinde takriben sekiz yüz ders saati vardır. Bunun içinde ya muallimin rahatsızlığı veya talebe- nin hastalığı yüzünden de kimbilir ne kadar saati heba oluyor. Unutmı- yalım ki bu saatler otuz kirk kişilik bütün sınıfa aittir. Talebenin (Jean) nın veya (Pierre) in hissesine o dilde Konuşmak fırsatı pek az düşer. On. dan başka kendi dilini telâffuz etme- ği çok esaslı bir surette anasından babasından, ailesinden, - muhitinden İyice kavramıştır. Kendi itiyadlarma aykırı olan meselâ ingilizceyi telâffuz etmekte çok zorluk çeker. Ana meto- dunu güya taklid eden (methode di- recte) in bir blöften ibaret olduğunu anlamak güç değildir. Çocuk bütün hayatında anlaşılmak ihtiyacındadır. Bir kelimeyi yanliş telâffuz eder bir cümleyi ters söylerse etrafında bulu- nanların tebessümleri, alayları, şaka. lari hattâ İstihzaları onu uyandırır, tembih eder, Sınıfın hali ise buna hiç benzemez. (Maurice Cahen) in deği. ği gibi hava zayıf teliflerle doludur. Niş vaid | larını düzeltmekle meşguldür. Dersâ- ne hayatın bir karikatürüdür. Ecnebi bir dilin kelimeleri çocuğun iç dilinde derin bir ihtizaz yapmaz. Çocuk an- cak öğreneceği dili o lisanı konuşan» ların memleketinde bulursa ayni şe- raiti haiz olur, (Max Müller) bir dilin ihtiva ettiği kelimelerin âdedini otuz ilâ kırk bin tahmin ediyor. Çinlilerin dili müstes- ha, çünkü o yelmiş bin kelimedir. (Shakespeare) konuşurken ve yazar- ken on beş bin kelime ku 1rmış, Okur yazar bir İngiliz üç ilâ dört bin. Cahil bir köğlünün Ilsanı bir kaç yüz kelimeden ibarettir. Avustralyablar Meselâ «bebimle gelmek ister misi- niz?» demek için yalnız bir kelime kullanırlarmış. Bitaraf bir düşünce ile bu dil işini nazarı dikkate alırsak bir ecnebi lisa nının tedrisatından mekteplerde bü» yük bir şey ibeklemekten sarfı nazar etmeliyiz. Ol lisanımın. kavdidini ve biraz okuduğunu anlıyacak kadar öğ- retebilirsek ğ genç günün birinde İn- glltereye veya Almanyaya giderse li. san bilgisini süratle ileriletebilir. Bu asgari bilgiyi elde etmek için lisanın kaidelerine ve tercüme hususlarına birinci derecede ehemmiyet vermek lâzımdır. Kelimelerin nasıl yazıldığı- ni yani imlâsını çocuğun gözü görüp bellemedi. Kulak hafızasına gelince, yani o dili sahipleri gibi telâffuz et. mek hayli güçtür. Buna sebep kendi lisanını evvelden öğrenmiş olmasıdır. Öyle ise yabancı dillerle kültür yap- mağa kalkışmaktan vazgeçmeliyiz, Almanların veya İngilizlerin büyük ediplerinin eserleri çocuklar için ter. cüme edilmesi mümkün değildir. Çün- kü onlarda çok ağır çok müphem çok karanlık ve çok garabet vardır. Bunla. rın bir kaçı ile ünsiyet peyda etmek için ise tercümelerinden istifade edi- lir. Uzağa gitmeğe hacet yok sorarım sizlere İngilizler veya Almanlar aca ba (Racine) i veya (La Fontaine) i hakkile anlıyabilirler mi? Hattâ (Mo. Möre) bile onlar için bir muamma de- gil midir? Sonra nasıl istersiniz ki bizim lise talebelerimiz (Geethe) yi veya (Shakespeare) i anlıyabilsin? Lille fakültesinde Alman lisanı ede. biyatı profesörü M. Pinloche diyor ki: Esaslı ve ciddi bir Fransız kültürü almadan Almanyaya giden gençler umumi bir kültür bakımından zayıf olarak vatanlarına avdet ederler. İnsan bir lisanı iyi öğrenebilir. O da ancak kendi dilidir. Öyle ise kendi kendimize karşı biraz daha açik kalble konuşalım ve işin esasile iktifa edelim. Eğer bir İngiliz münevveri üç ilâ dört bin kelime ile kanaat ediyorsa altıncı sınıf için yazılan ve iki bin yüz doksan dört ve beşinci sınıf için üç bin dört yüz elli üç kelimeyi ihtiva eden ve iki sene zarfında beş bin altı yüz kirk yedi kelime öğreten Kitabı tedristen vazgeçmeli çünkü buna cin- netten başka isim verilemez. Fransız mekteplerinde ecnebi dili tedris için (Jules Payot) nun bu mü- taleaları beni hayli düşündürdü. Or. ta tahsilini bitiren ber Türk çocuğu- nun bir ecnebi dili öğrenmesi elzem- dir. Yalnız a dildeki bilgisi ne mahi- yette olmalıdır. Ne gibi şeyler elde et- melidir ve ondan ne suretle faydalan- malıdır. Bunu ancak terbiyecilerimiz tayin eder. Yalnız gönül arzu eder ki her Türk gencinin evinde Avrupanın en medehi beldelerine açılmış bir pen- ceresi olsun ve oradan zamanın terak- kiyatını adım adım takib etsin. Oda- sında böyle bir penceresi olmıyan ka- ranlıkta yaşiyor demektir. Selim Sırrı Tarcan Aydın hava kurumunun canli ve semereli faaliyeti Aydın (Akşam) — Aydın hava kurumu çok canlı bir faaliyet gös- termektedir. Bu faaliyetin semere vermesinde Aydın hava kurumu bâş- kani B. Ahmet Eminin de büyük bir hissesi vardır. Aydın vilâyetinde ha- va kurumu teşkilâtlandırılmıştır. Ku- rumun hava tehlikesini bilen 2960 asıl üyesi ve 21137 yardımcı EĞME, ein al ve ç & #llkiznlee me! üyesi | | 4