HER AKŞAM BİR HİKÂYE İçerisi çok kalabalıktı. Câzband ça» hyor, dans ediliyor, eğleniliyordu. Nâzım biraz hava almak için balkona çıktı. Soğuk fakat mehfaplı bir kış gecesiydi. Ay ışığından yaldızlanmış — gibi görünen dalgalar sahildeki kaya» lıkları döğüyordu. Nâzım ellerini bal. konun kenarına dayıyarak geceyi sey- rTederken arkasında bir âyük sesi işit- ti. Dönüp baktı, Balkon kapısından n elektrik ışığında Ferhundeyi “tanıdı. Bu otuz beş, otüz altı yaşla. rında kadar görünen Çok güzel bir kadındı. Hakkında bir çok dedikodu. Jar yapılıyordu. Hattâ onun için: «Kendisinden en çok bühsedilen ka» dın» derlerdi. Ferhündenin bilhassa parayı çok seven bir kadın olduğu söylenirdi. Onun büyüleyici güzelliği ile bir çok erkekleri felâkete sürük- lediğini anlatırlardı. Otuz altı yaşın- da olmasına rağmen bir çok genç kız- lari gölgede bırakacak derecede cazi- besi vardı. Seneler onu çirkinleştir. memiş, bilâkis onu mânalı, tecrübeli, daha zeki bir kadın yapmıştı. Ferhun- de parmakları arasındaki uzun salon siyarasile Nâzıma yaklaştı. Güzel güz- Terile uzaklara baktı. Biçimli göğsünü şişirerek kış gecesinin soğuk havasın- dan derin bir nefes aldı: — Ne güzel gece değil mi?... Kaya- lıkları döğen denizin sesini İşitiyor musunuz Nâzım: — Evet!.. Dedi, demindenberi onu dinliyorum... Nâzım şaşırmıştı. Ferhunda gibi son derece maddi olduğu söylenen bir kadının, on sekiz yaşındaki bir mektepli kız gibi şairane bir manza- Ta karşısında kendisinden geçmesi ona tuhaf görünüyordu. Bir müddet ikisi de yanyana, ayakta dalgaların gürültüsünü dinlediler, Birdenbire Ferhunda döndü. İri gözlerini Nâzı- mm tam güz bebekleri içine dikerek hiç fmid edilmedik bir sual sordu: — Ayın kaçı? Nâzım bu tuhaf suale şaşırmakla beraber cevap verdi! — Şubatın on biri... Ferhunde, Nâzıma birâz daha sok. Yarak: — Tamam, dedi, ben de bu geceyi bekliyordum zaten... On altı söne er- vel on bir şubat gecesini hatırlıyor musunuz? Nâzım hayretler içinde: — Affedersiniz... Fakat sözleriniz- den bir şey anlıyamadım, dedi, Ferhunde, sigarasından bir nefes Çekerek: — O halde ben size hatırlatayım. On alti sene evvel ben tam yirmi ya- şında idim. Ve bir buçuk senelik dul. dum. İhtiyar kocamla ancak altı ay yaşıyabilmiştim. Yirmi yaşında genç bir dulu düşünün... Param vardı. Ölen kocam bana epeyce hatırı sayılır bir servet bırakmıştı. Fakat yirmi yaşın- da dul kalmak beni hayattan son de- Tece korkutmuştu. Akrabamdan bazi- Yarı biraz avunayım diye şöyle uzunca bir seyahat yapmamı tavsiye ettiler. Yola çıktım. Yanırda da akrabam- dan iki kişi vardı. Halamın kizı Neri- man ve onün babası... On bir şubat gecesi büyük bir Avrupa şehrinde idik. Benimle beraber seyahat eden hala- mın son derece deli baş kızı bana! — Ben burasını gayet iyi bilirim... Dedi, haydi bu gece babamdan gizli bir yere gidelim... Eğlenelim... Benim de o gece çılgınlığım üze- rimde idi. — Haydi... Diye cevap verdim. Hemen giyinip sokağa fırladık. Evvelâ bir talebe barınâ gittik. İkimiz »de son derece sikılıyor, sön derecede “Korkuyorduk. Fakat düyduğumuz he- “yecan bize zevk veriyordü. Barda iki. «şer konyak içlik. Zaten akşam yeme- Binde epeyce şarap içmiştik. İkimizin de başı fena halde dönüyordu. Fakat Nerimanın bütün deliliği üzerinde idi: > — Oldu olacak... Dedi, birer kon. yak daha içelimi.. Birer konyak daha getirttik, Artık benim etrafımda her şey dönmeğe başlamıştı. Bu sırada genç bir adamın bizim masamıza doğru yaklaştığım farkettim. Bu adam iğilerek bize sor- du: — Türkçe mi konuşuyorsunuz?.. Biz, burada tahsilde bulunuyorum... Size rasgelmeme doğrusu ne kadar sevin- dim. ne rağmen masamıza oturan gencin son derece yakışıklı bir delikanlı oldu- ğunu farkedyiordum. Üstelik sesi bir musiki gibi tatlı idi. Sonra biz burada o kadar yalnız- dık ki onun gelmesi bana da Nerimâ- na da ayrı bir neşe verdi. Bilhassa genç adam benimle çok alâkadar gö- rünüyordu. Cazband çalmağa başla- yınca bana: — Dans eder misiniz? Diye sordu. Büyük bir istekle kalktım. Fakat ba- Şım dönüyor, ayaklarım biribirine ka- rışıyordu. Bereket versin ki kavalyem çok iyi oynuyordu. Ben de ona daya- narak tatlı bir musiki içinde, gözle- rim kapalı, kendimden geçmiş dönü- yor, dönüyordum. Hâlâ kulaklarımda bu müsikinin parçaları çınlar. Güzel bir dans havası dinlerken bazan göz- lerimi kaparım. Loş bir barda, kuv- vetli bir kola yaslanmış dönüyorum sanirim... Bir yandan dans ederken, bir taraf. tan da genç adam tatlı sesile kulağı- ma ne güzel kelimeler fısıldıyordu. O zamana kadar böyle şeyler işitmemiş- tim. On sekiz yaşında evlenmiştim. Yirmisinde dül kalmıştım. Bunun için genç adamın kulağıma fısıldadığı şiirli kelimeler benim başımı içtiğim konyaklar kadar döndürmüştü. Onunla üstüste dört beş dans daha ettim. Artık iyiden iyiye dost olmuş- tuk. Bir aralık bize: — Size, dedi, bu şehrin gece halini göstereyim... Her tarafı gezdireyim... Neriman: Otele gidip yatacağım. Halbuki ben atıldım: — A... Ben sabaha kadar gezmek isterim... Neriman senin uykun varsa kolay. Seni otele bırakırız, biz geze- riz. Yanımızdaki genç adam da benim bu fikrimi pek beğendi: — Mükemmel... Dedi, böyle yapa» rIZ, Neriman bir aralık kulağıma iğildi: — Sen çıldırdın mı? Dedi. İki saat evvel hiç tanımadığın bir adamla, ta- mamile yabancısı olduğun bir şehirde, sabaha kadar nasıl dolaşırsın... Bu bil- mediğin adama kendini nasıl itimad edersin? Sonra ben otele yalnız gi- dince babama ne söylerim? Bu sözler benim kulağıma bile gir- miyordu. Madem ki bu gece benim çılgınlık gecemdi; her türlü tehlike ve çılgınlıklar bana zevk, heyecan ve- riyordu, Sonra yanımızdaki İstanbul- lu delikanlı bende o kadar büyük bir emniyet hissi uyandırmıştı ki bu hiç bilmediğim şehirde kendimi, düşün- meden ona itimad edebilirdim. Nerimana: — Kuzum kardeşim, dedim, benim gezmeme . eğlenmeme mâni olma... Otele gidince babana bir yalan uydu- rursun... Hem bilmiyor musun? Ba- ban eğlenmeği pek sever. O da belki sabaha karşı otele dönecektir. Dedim. Hep birlikte bardan çıktık. Nerima- nı otele bıraktık. Yalnız kalmıştık. Daha bir çok eğlence yerlerini do- laştıktan sonra yanımdaki genç adam: | — Burada her şeyi gördünüz, Bir de mutavazi bir talebe pansiyonunu görünüz... Benim pansiyonuma buy- runuz da size kendi elimle bir Türk kahvesi pişireyim. Cezvem, fincanım, her şeyim var, dedi, Israrına dayanamadım. Onun pan- siyonuna gittik. Oradan sabaha karşı çıkarken saadet içinde idim. Yanım- amana AAA AARA ANAR ARANAN BARA ANN Buna hakikaten biz de pek mem- | nunduk. Başım fena halde dönmesi. | o MUKADDES HATIRA . — Aman... Dedi, bü tesadüften pek | memnunum... Ben İstanbulluyum.. | daki genç âdam beni gün ağarırken otelime bıraktı. Ertesi günü randevumuz olduğu halde gelmedi. Onu bir daha da hiç görmedim. Aradan tam 16 sene geçti. Bu yirmi yaşımın hatırasını bir türlü unutamadım. Sizinle tanıştığım za- man bu eski hatıra içimde canlandı. Yüzünüz 16 sehe evvelki 11 şubat ge- cesi tanıştığım genci bana o kadar hatırlatıyordu ki., hele sesinizi işittik- ten sonra sizin on altı sene evvelki dans arkadaşım olduğunuza adama- kıllı inandım ve bu 11 şubat gecesini bekledim. 16 sene sonra İl şubat ge- cesini tesid etmek sevdasına düştüm. 'Tahminimde yanılmıyorum... SİZ, «0w sunuz değil mi? Nâzım tamamile şaşkın bir halde idi, Ferhunde gibi güzel bir kadının başının içinde senelerce yaşıyan bir delikanlının hayalinin yerine geçmek- ten âdeta zevk duyuyordu. On altı se- ne evvel başına katiyen böyle bir vaka gelmediği halde: Evet... dedi, «ow bendim... Salondan yavaşça çıktılar. 16 sene evvelki eski aşk gecesini tesid etmek için sabaha kadar barlarda dolaştılar, Ferhunde: — Bilmezsiniz... Diyordu, bu 16 s€- ne evvelki gece benim için mukaddes bir hatıradır. Dört ay beraber gezip tozdular. Fer- hundenin bu mukaddes hatırası yü- zünden Nâzım müthiş bir paradan çıktı. Mukaddes hatıra; Ferhunde ona pek pahalıya mal olmuştu. Nihayet Nüzim, kömür yerine para yakan bir vapuru andıran bu güzel kadından ayrılmağa mecbur oldu. İki ay sonra Nâzım Ferhundeyi ar. kadaşı Necminin kolunda gördü. Ar- tık Necmi ile Ferhunde her zaman | beraberdiler. Bir gün Nâzım Necmi- | ye rasgeldi. Necmi ona: — Aman... Dedi, benim uykum var... | — Öyle bir macera geçiriyorum ki sorma... Dedi... Ferhunde beni 16 sene evvel bir gece tanıştığı genç bir ada ma benzetti, Ben de hiç bozmadım. Düşün böyle mütbiş maddi bir insan olarak tanılan bir kadının başının içinde 16 sene yaşıyan bir hayalin ye- rine geçmek... Bu 16 sene evvelki gece Ferhunde için mukaddes bir hatıra... Nâzım güldü: — Sen bir müddet sonra mukaddes hatırayı görürsün!.. Diyerek uzak- aştı... İ Hikmet Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tak- sim: Limonclyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Galata: Kara- köyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Sadık Akduman, Eminünü; Hüsnü Onar, Fâtih: Saraç- hanede İbrahim Halil, Karagümrük: Mehmde Arif, Bakırköy: İstanbul, Sariyer: Nuri, Aksaray: Nuri, Beşik- taş: Süleyman Recep, Fener: Emil- yadi, Kumkapı: Lâlelilde Haydar, Kü- çükpazar: Bensason, Samalya; Ye- dikulede Trofiloa, Alemdar: Cağaloğ- Yanda. Abdülkadir, ğ med Hamdi, Kadıköy: Altıyolda Me: ken, Modada, Nejad Sezer, in Çarşıboyunda İttihat, Heybeliada; Halk, Büyükada: Şinasi Rıza, Her gece açık eczaneler: Yeniköy, Emirân, Rumelikisan, Or- taköy, Arnavulköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki ec- zaneler her gece açiktir. Emsali arasında en güzel ve şık Mobilyalar satan (Eski HAYDEN) Yeni BAKER Mağazaları Ziyaret ediniz. SALON; YEMEK veli YATAK ODASI takımlarının zen- gin çeşitleri her yerden eyi şartlar ve ucuz flatlarla bulursunuz. | NEVROZIN Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma — Evet.. diyince genç adam tektir. | Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser, DİŞİ KORSAN Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli Deniz Romanı 'Tefrika No. 127 Avgustosun hayatı, itiyadları ve kanunları Dişi Korsanda yeni bir devlet kurmak arzusunu uyandırdı Tarihte geçen oğlu, dul olarak aldi- ğı «livyasnın eski kocasındandı. Avgustos (1) üvey çocuklarını kendi çocukları gibi severdi. “ Avgustos'un kendi çocuğu > olma- muştı, fakat ailesi oldukça kalabalık- tı. Antonyostan dul kalan hemşiresi Oktavya, Oktavyanın kızı Yülya, yes ğeni Marcellos, zevcesi Livya'nın da iki: çocuğu vardı: Drozos ve Tiberyos. Avgustas, kızını yeğeni Marcellos ile evlendirerek kendisini Konsul yap- mış, fakat delikanlının ömrü Kısa olduğundan genç yaşında ölmüştü. Gene ndada bulunan bir kitabeye göre, imparator Avguslos yeğeninin ölümüne çok ağlamıştı. Çünkü onu ileride kendi yerine geçirmek için ye- tiştiriyordu. Dişi korsan, mermer sütunlar Üs- tünde bir isim daha gördü: Agripa., Hacer, Agripa'nın da kim olduğu- mu öğrendi. Agripa, Avgustosun ço- cukluk arkadaşıydı. Agripanın im- paratora her hususta yardımı dokun- muştu. Avgustos Romayı yeniden kurarken Agripa bu muazzam inşaa- ta nezaret etmiş. daha sonra Virat isyanında donanmanın başına ge- çerek büyük yarârilklar göstermişti. İmparator, çocukluk (arkadaşının birbiri ardınca devam eden muvaffa- kıyetlerini görerek kendisine Mar- cellostan dul kalan kızını vermiş ve kendisini imparator namzedi ilân et- miştir. Fakat, gariplir ki, Avgustos kendi tahtına kimi halef tayin etmişse, onun ölümünü görmüştü. Nihayet Ağripa da bir harp dönüşünden son- Ta birdenbire hastalanarak ölmüştür. Agripa iki erkek çocuk bırakarak öldükten sonra, imparator, bu «aziz arkadaşs mm cesedini, kendisi için hağırladığı mezara gömdürmüştü. Avgustos bundan sonra üvey oğul larından Droz0s'u halef teyin ederek bükümete teşrik etmiş ve ken- disini harplere göndermiş. Drozos bu harplerden büyük kahramanlar gibi muzaffer olarak dönmüştü, Gü- nün birinde Droz0os Roma sokükla- rmda atla dolaşırken birdenbire n&- sılsa attan bir çukura düşerek derhal ölmüş. (M.S. 9). Artık Aygustos çok meyustu ve ümitsizdi. En büyük endişesi kendi yerine bir halef bulamamasıydı. Ger- çi ailesi içinde Drozos'un kardeşi, ya- ni ikinci üvey oğlu Tiberyos ta var- dı... Fakat, Avguslos bu oğlunu im- parstorluk makamma lâyık görme- diği için hariçlen birini evlâtlığa ka- bul etmek ve yetiştirmek için adam aramakta idi. , Ni Avgustos bu sırada hemşiresi Ok- tavya, kızı Yülya'yı zorla, üvey oğlu “Tiberyos İle “evlendirmiştir. Tiberyos karısı Yülya'şı sevmiyor, sile içinde tatsızlıklar başlıyor. Tiberyos haklı- dır.. çünkü karısı Yülya üç kocadan arlakalmış uğursuz birkadındır. Gü- zelliğine diyecek yoksa da, bu güzellik. ten Tiberyos nefret etmekte ve karı. sından kaçmaktadır. Bu aralık impa- ralor Avgustos mirasını Agripa ile Yülyanın oğulları ölan Gayüs ile Lüç- yüs adli torunlarına bırakmak niye- tindedir. Tiberyos bundan müteessir olarak Romadan uzaklaşmak isti. yor.. Avgustosun israrma Romayı terk ederek (Rodos) a gidi- yor, hayalının yedi yılını Rodosta geçiriyor. Nihayet bu müddet zarfında, Ay- gustosun mirasına konmak istiyen iki torunu da ölüyor.. aile içinde im. paratorluğa namzed olarak Tiber- yostan başka, erkek kalmıyor. Günün birinde hayatla karşı mu- kavemeti azalan Aygustos, Tiberyosu affederek mirasıni ona bırakıyor ve kendisini tekrar ovlâtlığa kabul etti- ğini, hemen Romaya dönmesini bil diriyor, 'Tiberyos Rodostan Romaya dönü- yor. Avgustos zayıf ve hastalıklı idi, Avdan ve barpten hazzetmezdi. Kav- siz bir tarzda masamıza oturdu: Bo MAİ İcabında günde 3 kaşe alınabilir. MR | ça edenlere; — Hemen berışinız! derdi, Ordula» rma bünyesinin zayıflığı yüzünden bizzat kumanda edememişti, Dişi korsan bu iyi ruhlu impara- torun ölümüne dairde çok acıklı malümat toplamıştı. Avgustos yetmiş altı yaşıma geldiği zaman kısâ bir seyahatlen dönüşte hastalanarak Tiberyosu yatağının ya» nina çağırmış ve kendisine hükümet işleri hakkında talimat vermişti, Av- gustos o gün birdenbire ağırlaşınca karışından bir ayna istemiş, saçlarını düzeltmiş ve kendisini candan seven bütün dostlarını yanına davet ede- rek: «— Bugün ölüyorum. Artık oyun bitti.. menmun kaldınızsa, alkışlayı- riz!s demişti. İmparator bu sözleri Yunanca söylemiştir. Yunan kome- dilerinde her piyesin sonunda, per- de kapanmadan, aktör seyircilere ayni suali sorar ve halk «memnun olduk!» diye bağırışıp alkışlarlar. Avgustos ta lâtife olarak, dostlarına bu suretle hitap etmişti. Avgustos o gün dostlarının yanın- da gülerek ölüyor. (M., 8. 14) (2) Adadan ayrılış.. Gemel; — Vâkit geldi.. demirleri alalım. Diye söyleniyordu. Denizde yelkenleri şişirecek kadar rüzgâr buldular ve adadan ayrıldılar, Hacerin kafasında eski Romalı imparatorun hatıraları yer etmişti. — İnsan böyle bir imparator ol- mayı ne kadar ister.. Diyordu. Hacer erkek olsaydı, için- den böyle bir arzu doğacaktı. Avgus- tosun hayatı, itiyatları, kanunları dişi korsanda yeni bir devlet kur- mak isleğini uyandırmıştı. Bir ara- | Nik - adadan ayrıldıktan sonra - kap- tan Gemel'e sordu: — Biz neden dağınık bir halde yaşıyoruz? Bizim neden bir başımız, hükümetimiz, tahtımız, hazinelerimiz yok? Eğer biz de onlar gibi yaşasay- dık, Haccac başını alıp gider miydi? Eğer bizim de onlar gibi şiddetli ka- nunlarımız - olsaydı, Muhammed Nü- haş, Bizans önlerinde isyan çıkarıp donanmadan ayrılır mıydı? Gemel düşünmeğe başladı. Hacer çok doğru söylüyordu. — Hakkın yar, Sitti! dedi. Biz de onlar gibi, bir başa bağlı olarak top- lu bir hadle yâşasaydık, bu vaziyete düşmezdik. Hiç kimsede korku yok. Reislerimiz başlıbaşına yaşamak, is- tedikleri gibi asıp kesmek, zaviyele- rinde yalnız kendi saltanatlarını, kendi refahlarını düşünmekle vâkit geçiriyorlar. Eskiden biz de böyle de- gildik.; bizim de başımız, hükümeti- miz, * kanunalrımız, hazinelerimiz, ordularımız vardı. Hükümdar Şam- da oturur, bütün dünysyı orduları ve gemilerile titretirdi, Vaktile ecda- dımız Bizansı kaç kere muhasara et- mişlerdi. Ehli salip ordularının bir- leşik bir halde Arap ordularile çar- pışmağa kalkışması hep Arap hükü- metinin kuvvetli oluşundan ileri ge- Miyordu. Arap devletini yıkmak, or- tadan kaldırmak için bütün haçlı devletler birleşmişlerdi. Arabistan kıyılarındaki Arap kabileleri bir ara- ya gelseler, bir başa boyun eğseler, bir devlet kursular, Avrupalılar bizi bü derece ezebilirler mi? Hacer bunları dinlerken: — Ah, ben keşki erkek alarak doğ- saydım... Diyerek elini bâşına vuruyor, dö- vünüyordu. (Arkası var) (1) Avgustos'a, ilk Roma imparatoru- nun namına olan «Çezar. diye hitap edi- lirdi. Daha sonra «şayanı hürmete mâna- #inı Made eden (Avgustos) ünvanı veril miştir, 13) Avgustosun cesedi (Şan dö Murts» ta yakılmış, ve zarım Tivya çor kemi rini gözyaşile ıslatarak eye koy- muştur. İmparaforun ölümünden sonra Senato, Avgustosun mabullar sümresine girdiğini halka ilân ederek (Mabut Avgus- 105) namına büyük mabetler yapılmıştır.