“ferdimize kadar Sahife 6 AKŞAM PAZARTESİ KONUŞMALARI: Dil şuuru Tektük ışıklarına hemen yüz sene- denberi, fakat aradasırada rasgel- diğimiz dil şuuru, son yıllar içinde ferdilikten çıkıp içtimai ve milli bir mahiyet aldı. Tarama dergisi, Türk milletinin eseridir. Yurdun ker bu- cağından toplanıp gelmiş, yüz binler- ce kelimeyi Türk milleti söyledi, Bu yazılı işaretlerin delâlet ettik- leri mefhumlar, Türk tarihinin ge- celerinden kopup gelen medeniyet malzemesinin birer gölgesidir. Evde ve tarlada kullanılan âlet isimlerin- den, mefbumların en mücerredi ve en yükseği olan Tanrıya kadar bü- tün bu sözler, terbiyesi uzun asırlar ihmal edilmiş milletin bilgi hazine- sinden çıktı. 'Tarama dergisi,, Türk kültür tarihinde bir dönüm yapacak kadar mühim bir eserdir, Türkün öz yurdundaki mikdarını gösteren nü- fus sayımı varlığımızı ifaden bakı- mından ne mahiyette İse, 'Türk dili derleme işi de tıpkı o derece mühim bir kültür yoklamasıdır. Diyelim, tarama dergisi eksiktir, hattâ ufaktefek yanlışlar da ol muştur, Eksik tamamlanabilir, yanlış, düzelir; fakat böyle bir eser her zaman vücude getirilemez. Tarama dergisi bir âbidedir. Türk dilini ted- kik edecek hiç bir adam ondan el yönamaz. Bir zamanlar yapıldığı gi- bi belki güzel niyetle, fakat derhal tatbiki ve ameli bir gaye ile, dikkat- siz ve seçimsiz, ondan faydalanmağa kalkmak bazı yanlışlara sebeb oldu. Türkçe olmadığı zannedilen veya ha- kikaten Türkçe olmıyan mefhumla- rm karşısında ham madde olarak toplanıp konmuş şekillerden edebi zevki incelmiş olmıyanlar da karşıhk aramağa kalkışmışlardı. Bu seçimle- rin muvaffak olmıyanlarile yazılmış resmi ve hususi yazılar, güzel Türk- çenin tadımına ermiş olanları, hat- tâ yadırgattı bile. Tarama dergisi bugünün diline karşılık bulucu de- gil, dikknt'e arandığı zaman yaban. | cı mefhumların dilimizde mukabilini verici bir eserdi. «Kelime, fikir mimarisi için bir maizemeden ibarettir; ehemmiyetli olan o binanın yapılışıdır; çimento. sunun, İuğlasının, harcının ne kıy- meti var?» Böyle diyenler ve böyle düşünen- lere hâlâ rasgeliyoruz. Yapılmış olan bu teşbihin yanlış olduğunu göster- mek için gene bu benzetişten hare- ket ederek sanat tarihinde yüksek mimari eserler içerisinde bir tanesi- nin bile asillikten mahrum malzeme İle yapılmamış olduğunu söyliyebi- Dirim. Hiç bir sanat eseri, kalp ve ganatkânn benliğine giremiyecek kadar yabancı unsur kullanarak vü- cude gelmemiştir. Beraberinde yabancı dillerin hısım ve akrabasını, âdet ve ananesini ge- tirmemiş kelime var mıdır?. Varsa o zaten bizdendir ve bizimdir. Onu Nakleden: (Vâ - — Bunu da nereden buldun, Amca? “İhtiyar adam: — Allah verdi! - Dediklen sonra, usullacık meseleyi anlatlı ve ilâve etti: « Geri kasabalardan birine va- rınca hükümete teslim edeceğim... Yola düştüler. Birdenbire «Düşman geliyor» ihbarı çınladı. Sağdan, sol- dan, arkadan, önden sarılmışlardı, her kes silâhını kavradı. Malik amca elin- den tuttuğu yavruya baktı. Şimdi onu ne yapacaktı? Ortada bıraksa ayaklar altında çiğnenip ezilecek bir yere sak- lasa daha henüz alışmağa ve biraz âvunmağa başlıyan kızcağız kendisini yalnız hissedince «Anne» diye ağlıya- rak yerini belli edecek ve düşmanın eline düşecek... Kendi kendine: «— Ne yapayıklı Keski çocuğu kö.” Bea gm ağdır dez al Iki. Şimdi b de za an edeceğim. Ya he a bet eder de ölürse?.. kursta son Biz anlaşıı? akin Şermin bu işte e Las dü. | MEŞ'UM KADIN Aşk ve macera romanı Nü) yabancı bellemek hata olur. Başı kefiyeli Arap ve sakalı kınalı Fars kelimesi, Türk dilinin içinde hürme- te şayan bir misafir de olsa, asla ev sabiblerinin hukukuna sahib belle- nemez. Onun içindir ki milli dil ha- reketlerinin buzan ifrata bile giden çekingenlikleri ve Laassubları, mil letlerin düşünme ve duyma hayatla» rında erginlik ve olgunluk çağlarınm başlangıcıdır, Dil meselesini hallet- memiş hiç bir millet ne tarihte, ne halde büyük şair, büyük fikir ada mı, büyük filozof vermemiştir ve ve- remez; Her mânada kendinin olmıyan bir dile kendine hâs sayılacak bir düşün- ce binası yapılamamıştır. Bu binayı yapanlar ilim, fikir ve edebiyat adamlarıdır. Bir cümle, bazan bir dehâdır. Veysi'nin cümlesile, Falih Rıfkı'- nın cümlesi, bir kısalık ve uzunluk aynlığı He izah edilemez. Veysi'nin dilinde geçen kelimelerle yapılmış yeni bir cümlede görürsünüz ki ke- limeler derhal mânsleri değişmiş, başka mefhumlara delâlet eder bir hal almıştır. Çünkü her iki fikir bü- tününün kuruluşu, her iki yazıcının Ayrı iki medeniyetin adamı oluşun- dan gelir. «Şakakları viski terliyordus. Bu cümleyi tanzimattan önceki bir Türk edibi, hattâ tanzimattan sönrakile- rin pek çoğu, kullanacakları keliye- lerde en geniş bir seçme hakkına sa- hib oldukları halde bile ifade edeme- mişlerdir. Bununla da demek istiyo- rum ki; dil şuuru, dil malzemesinin, onun hayatiyetinden ayrı bir şekil Ge aranmış olmasile uyanamaz. Mikelânj, kafasının içerisinde, yara- tacağı Musayı tasarlarken dimağı- nm bu mahlükuna dişamnda hangi madde İle şekil vereceğini elbette fa- sılasız düşündü, Eline güzel bir mer- mer bloku geçtiğinden dolayı bu heykeli yapmadı, bu heykeli düşü- nürken böyle bir mermer parçası aradı. İlim adamı öğrendiği veya buldu- ğu bir hakikati söylemekte; edebiyat ve sanat adamı düşünce ve duygu- sunu tamam, sarih ve güzel ifade et- mekte derin ve hattâ çılgın bir iztı- rab duymazsa dilcinin bir yanda !ü- gat hazırlanması veya gramer dene- meleri yapması hiç bir fiili netice ve- rTemez. Şuur, iztırabdan doğar. Türk milletinin her türlü düşünceyi ve en yüksek duyguyu ifade ihtiyacı ve arzu ettiği şekilde mükemmel bir söy- leme vasıtasına malik olamamak iz- tırabı, onda dil şuurunu uyandırmış- tır. Bu bakımdan dil uyanış hareke- tinin üçüncü bayramını kültür ta- rihimizin önemli bir yıldönümü olâ- Tak anıyorum, Türk inkılâbının saf- halarından biri olan dil davası da di- erleri gibi mihrakını büyük ve sev- gül Şefimiz Atatürk'ün şahsında bul- Tefrika No. 17 şündü. Fazla düşünmesine vakit kalmadı. Hücum emri verilmişti, karşı taraftan «Teslim olun» sadaları işitiliyordu. Her- kes dağılmış, sağdan soldan tek başı- na çarpışıyor; hayatını, vatanını kur. , tarmak için çabalıyordu. Malik bey şimşek süratile küçük kızı yakaladı. Arkasındaki torbanın üstüne oturttu. Kayışla bağladı: »— Sımsıkı otur... Sesin çıkmasın.. U$- Ju durursan gider anneni buluruz. Sonra da silâhını eline alarak ileri atıldı, Ölmezden evvel hiç olmazsa hir kaç düşmanı gebertmek istiyordu. e önüne çıkana süngüsünü batır. Şermin ürkek bir sesle: — 4... amea... Koca asker... — Sus, korkma! Oyun oynuyoruz... — Şakadan demek... — Öyle ya... Bak şu karşıda duranı görüyor musun?.. Şimdi yere düşecek... Al sanal., Kurşun patladı. Herif yuvarlandı. “Şermin, çocukluk hislerinin mütehav- Yeni yollar Azapkapıda istimlâk edilecek binalara kıymet kondu Gâzi köprüsünün bir seneye ke- dar ikmal edileceği gözönüne alıns- rak Azabkapı ve ve Unkapanı taraf- larındaki istimlâk işlerine başlandı- ğını yazmıştık. Azabkapıda Sokullu Mehmed paşa camii yanında istim- lâk edilecek binaların kıymetleri tes- bit edilmiştir. Bu binalar İlk istim- lâk edilerek yıktırılacak olanlardır. Belediye, Unkapanı ile Şehzadeba- $Iı arasındaki caddeyi açmak için bundan beş sene evvel istimlâke baş- lamıştı. Elde kâfi derecede tahsisat olmadığından bu sahadaki İstimlâk tamamlanamamıştı. Şimdi bu saha- »ın istimlâkine devam edileceğinden evvelâ haklarında istimlâk kararı ve- rilip tebliğat gibi kanuni safhaları bilen binaların muameleleri netice- lendirilesek ve bunlar derhal yıktı rıldıktan sonra diğerlerinin muame- lelerine başlanacaktır. Gazi köprüsünün cumhuriyetin 16 ncı yıldönümünde açılma mera- simi yapılacağından o tarihe kadar Unkapanından Şehzadebaşına, Azab- kapıdan da Taksime uzanacak yol- ların açılması ve yol üzerindeki is timlâk muamelelerinin tamamlanma- si lâzımdır. Yolların tesviye ve in- şasına istimlâk muameleleri bitme- den başlanamıyacağına göre - yol İn- şaatına fırsat vermek üzere - bütün istimlâk muameleleri nihayet alti ay içinde tamalanacaktır. Bu zamana kadarda Beyazıd - Taksim yolundan başka İstanbul ile Beyoğlunu bağlıyacak, olan Şehzade- başı - Beyazıd yolunun profillerine aid plânlarda R. Prost tarafından hazırlanacaktır. Mecidiyeköyü - Ayazağa yolu Mecidiyeköyü ile Ayazağa çitiği arasında yapılacak yeni yolun beledi- ye fen heyeti tarafından keşfine baş- landığını yazmıştık. Otomobil, ara- balarla süvarilere ve yayalara aid olmak üzere üç kısımdan ibaret oln- cak bü yolun münakasaya konmak üzere yakında şartnamesi yapılacaktır. Yol, Şişlinin Mecidiyeköyü yakı- nında bulunan bir noktasından baş- ıyacaktır. Yolun ilkbahara kadar KÜÇÜK İLÂN vasıtadır. Ahm satım, kira işlerin- de iş ve işçi bulmak için istifade ediniz! * muştur. Çıplak bir hakikat olarak ifade edilebilir ki dil şuurunun Şuu- ru Atatürk'tür. Hasan - Âli YÜCEL villiği artık bu oyundan pek zevk ulı- yor, kahkahalarla gülüyordu... - — Bum... İşte düştü!.. Akşam oluyordu. Malik bey ter, kan içinde bu cehennemden biran evvel kurtulmağa bakıyordu. Ah! Şu karşı- daki fundalığa bir kendini atsa, karan- lık sayesinde selâmete erişebilecekti. O tarafa doğru koştu. Artık adim adım kanlı sahadan üzaklaşıyordu. Bütün gece yürüdü. Arkasında Şermin derin bir uykuya dalmıştı. Bir aralık yavrucağız uyandı. Acik- muşta. başladı. İhtiyar çete- ci cebinden bir kuru ekmek çıkararak asabiyetle: — Sus... Sakın sesini çıkarma!.. - de- di. Çocuğun minimini zihni tehlikeyi kavramış olacak ki derhal süküt etti. Bir elile ekmeği yerken diğerile de am» ca dediği bu adamın boynuna sarıldı. girmemiş olacak. Sabahı da olmuştu. Malik hızlı âdımlarla ilerliyordu. Genç bir adamın kendisine doğru geldiğini görünce biran Lereddüd etti, fakat bir- denbire kararını vererek ona yaklaşıp sordu: © — Arkadaş burası neresi! Adamcağız muhatabının kıyafetini ve perişan hâlini görünce irgildi. © — Burası Üççmar köyü, amma siz bu Üç sandık dolusu altın, elmas, kıymetli taşlar... Arjantinde Marki Sobremonte'un sakladığı hazine meydana çıkarıldı Geçen gün Bucnos Ayres zabıtası sokaklarda gezen şık giyinmiş iki ki- şiyi yakalıyarak hapishaneye gönder- di. Çünkü bunlar çok kuvvetli bir eş- kıya çetesine mensup bulunuyorlar Gı. Birisinin ismi Valdivieso ve diğeri- nin Petes olan bu çok usta serseriler Skadulla adında bir köylünün keşfet- tiği gayet zengin ve kıymetli bir defi- neyi kurnazlıkla aşırmağa muva'fak olmuşlardı. Valdivieso hapishaneye teslim edildikten sonra binanın yük- sek bir peneceresinden aşağıya atlıya- rak kurtulmağa teşebbüs etti ve der- hal öldü. 1935 senesi teşrinievvelinin bir sa- bahında Skadulla, iki kayınbiraderile küçük bir nehirde banyo yapıyordu. Bu aralık nehir suyunun - #athından biraz aşağıda kalan bir oyuk Ska- dullanın dikkatini celbetti. Köylü, sur ya dalarak o oyuktan içeriye bâklı, orada bir duvar gördü. Skadulla, ka- yınbiraderlerine çağırdı, duvarı onla- ra da gösterdi. Kayınbiraderleri gidip bir demir küskü getirdiler, üçü birden duvarı yıkmağa başladılar. Nihayet duvarın açılmasile meydana çıkan bir boşlukta üç demir sandık buldular. Skadulla bu sandıkları Venado'daki evine götürdü. Fakat üç erkek orada sandıkları kırmağa çok çalıştıkları halde bir türlü muvaffak olamadılar, Bunun Üzerine köylü Skadulla, ka» yınbiraderlerinin tavsiyesi üzerine Buenos Ayrese gitti ve parlâmento ci- varında önüne çıkan, polis memuru zannettiği bir adama, başından geçen vakayı anlattı. Polis memuru mühim bir işle karşılaştığını hemen çaktığı için, Skadulla'ya çok nazikâne müuâ- mele etti, ertesi günü tekrar gelmesi- ni söyledi. Köylü ertesi günü gene zu- hur ettiği zaman derhal muhteşem bir yazıhaneye götürüldü. Bunlardan biri kendisini doktor Montes ve diğeri de doktor Gaston diye takdim etti, Hakikatte onlar Valdiyleso ile Petes'ti- ler. Doktor Montes saf köylüye dedi ki; «Gösterdiğiniz iffet ve namus e€s& rinden dolayı sizi tebrik ederiz, Ka- nunlara her zaman riayet etmek lâ- zımdır, Madamki bulduğunuz sandık- ları açamıyorsunuz, onları buraya ge- tiriniz, Biz kendimiz açar ve muhte- viyatını tedkik ederiz.» Skadulla, aldığı emri yerine getirdi ve sandıklar iki serserinin oturduğu evde açıldı. Üç kişi akıllara hayret ve recek bir servetle karşılaştılar. Birin- ci sandıkta altmış beş Kilo külçe ha- linde altın vardı; ikinci sandık 44 ki. 10 ağırlığında altını ihtiva ediyordu; üçüncü sandığın içinde ise 32 kilo kıyafette korkmadan hasıl dolaşıyor. sunuz. Düşman üç gündür burasını dâ işgal etti. , — Ben kızımla işgal edilmemiş yer- lere doğru gitmek istiyorum. Acaba kabil mi? Delikanlı biran düşündü: — Belki olabilir. Ben burada mektep muallimiyim. Her arzunuza elimden geldiği kadar yardım etmek isterim, Yanınızda çocuk olması daha İyi; na- zarı dikkati celbetmezsiniz amma mut Tak kıyafetinizi değiştirmek lâzım. Ale- lâde bir köylü gibi giyinmelisiniz! — O tarz kılığı nerede bulmalı? — Kolay... Siz şurada gizlenin... Ben gider lâzım olanları getiririm. Dediği gibi de yaptı. Malik küçük şalvarı, püskülsüz yağlı fesile, yazma sarığile lâalettayin bir köylüye benze- mişti. Bir saat sonra köyde «Misafir odası» denilen ve öbür evlerden fark- Jardı. Kimsenin dikkati uyanmamıştı bile! İhtiyar çeteci, zaten İzmirle irti- bat tesis etmek meeburiyetindeydi. Bu seferde bir taşla iki kuş vurarak, çocu- ğu orada yerleşmiş olan hemşiresine teslim etmek istiyordu. Muallim ona bazı köylülerin sağa sola erzak taşı- dıklarını anlatı: — Şayed düşman hayvanınızı ve yü. künüzü müsadere ederse, elinize bir ve elmas ve diğer kımetli taşlar bulunu- yordu. Doktor Gaston ismini taşıyan sersös ri, safdil köylüye: «Bunların kıymeti olsa olsa bir milyon peso eder. Bü pa» ranın üçte biri kanunen senin hak- kındır. Biz bunun için icab eden ka- nuni muameleleri yapar ve sana da hakkını yollarız!» dedi. Skadulla, elleri boş ve fakat kalbi büyük ümidlerle dolu olduğu halde köyüne döndü. Aradan aylar geçti, Buenos Ayresteki «yüksek devlet me murlarından hiçbir haber çıkmadı. Onun için köylü Buenos Ayrese kada$ gitti, onları buldu ve muhterizane bir tavır tâkınarak aylardanberi ses çık- mamasına hayret ettiğini kendileri- ne söyledi. «Doktors lardan biri ona: «Şimdilik al şu 11 bin peso'yu da sit tarafını bir aya kadar sena günderi- riz> sözlerile mukabele etti. Hakika- ten aradan bir ay geçtikten sona Skadullaya 11 bin pesodaha geldi. Köylü bu para ile arazi satın aldı. Fa- kat bundan sonra mektupla istediği paralara hiçbir cevap gelmedi, Bir akşam 'geç vâkit köylü evine dönmekte iken iki kişini hücumuna maruz kaldı, üzerine silâh stıldı. Köy« lü de silâhile mukabele ederek mu- hacimlerden birisini öldürdü. Bu öles nin, o civarı kasıp kavuran «Mayeö> çetesine mensup olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine, Skadulla, kendisi nin o İki «doktor; tarafından aldatıl- dığını anladı. Vakayı zabıtaya anlatiş Zabıta, o iki serseriyi evvelâ ele geçir- meğe muvaffak olamadı, Ancak geçen gün serseriler Bucnos Ayres'in geniş caddelerinden birinde dolaşmaktalar iken, görülerek yakalandılar, Serseriler evvelâ Skadulla tarafın- dan bulunan defineyi ne yaptıklarını söylemek istemediler, Meydana çıka- rılan define, Rio de la Plata civarm- daki eyaletlerde vaktile kral naibliği yapmış ve 1806 senesinde İngilizler ge neral Beresfond'un kumandası altın. da Buenos Ayres üzerine yürüdükleri zaman bu kuvvete karşı mukavemet göstermeden memleket dahiline kaç- mış olan marki Sobremont'un bera“ berinde götüremeyip bir tarafa gizle- diği definedir Bu define uzun zaman aranmış ve bulunamayınca markinin bunu alıp götürmüş olduğu zannedi)- mişti. Köylü Skadullanın defineyi meydana çıkarması üzerine markinin 1306 senesinde kaçarken hazineyi ya“ nına almamış ve sonra bulup çıkar- mâk üzere şimdi bulunduğu yere sak» lamış olduğu anlaşıldı. sika verirler. Bü da istediğiniz tarafa gitmeniz için âdeta bir pasaport vazi- fesi yapacağını zannederim, Kurdukları plân mucibince Malik bey satıcılık yapan bir köylü hüviye. tinde katırile, çuvallarile ve Şerminle yola düştü. Köyden köye konaklıyarak İzmir yolunu tuttu. Fazla zahmet çek- meden hemşiresi Gül hanımın yanına vardı. Gül hanım bu gökten düşen çocu- Ku son derece sevdi. Zaten dul ve ev- lâtsız olduğu için her Kadında gizle. nen anne şefkalı kalbinde kabardı va yavrucağı, âdeta elinde doğmuş gibi, benimsedi, Bir iki gün sonra Malik bey hemşi- Tesine: — Şermini süsle. Burada bazı hayıte ni anlıyorum ve içimden sana hak ve- riyorum. Bönde küçücüğe alıştım. Onu, gördüğüm dakikadanberi sevdim. Fakat onu büyütmek mesuliyetini nü» sıl deruhte edeceğiz? Ben tekrar vu- mapa mize Peel