Istanbul civarında gezintiler Şile her Istanbullunun 7 fâzım gelen bir eğlence yeridir Biz sabahleyin çıktık, Kömürcülerin manda arab Geçenlerde Polonez köyüne yirmi kişilik bir ahbab grupile giderek bİr gece kaldığımızı ve neler görüp neler Yaptığımızı bu sütunlarda yazmığ”, tam. Bazı Şilelilerden şu yolda bir ha ber aldım: «Bizi de gelip ziyaret etsin ve ye #eteye yazsın... İstanbuldan mıza seyahat etmek hem ucuz, hem Eğlenceli, hem istifadelidir. Görecek melerimiz var, nelerimiz..» Ötedenberi bu Karadeniz kasabacı- ğüm ziyaret etmek isterdim. Gene &yni grupla sözleştik; günü gittik, akşama döndüğümüz zaman, herkes memnundu. Hattâ Dz köyü seferimizden pek memnun Kir. Müyanlar bilet... — Bak! - diyorlardı. - Gezinti asi | bu... Bir mevsim içinde üç be$ sing bile gelinebilir; insan gene de bıkmaz... ... Sabahları dokuz raddelerinde Üs” küdardan otobüsler kalkmakta Mar- mara ile Karadeniz arasındaki epeyeo muntazam 72 kilometrelik (ş09€Yİ İki, iki buçuk saatte keketmekteği. ler. Yolcu başına 85 kuruş gitme, kuruş da gelme alıyorlar. Akşamları da otobüs seferleri e mış. Taksilerin, (Pazarlık kalktı; > yalım: Anlaşma ile), on, hattâ kendi işleri de az m buçuk liraya gidip geldikleri yormuş. > ği Fakat biz yirmiye yakın olduğu: muzdan 22,5 liraya müstakil bir oto- Sonradan öğrendiğime n belki daha eskice le 20 hattâ 175 liraya 'da Bitmek kabil oluyormuş. Denek böyle ahbab grupları ağ &dilip gezilecek Olursa, insan teler- rücleri pek ucuza getiriyor. yeri bizi idip gelme 125 kuruş an ik, Evden de yiyeceklerimi biraz bira, Kahve, ân herşey dahil iki Hira Bin içinde olup bitti, i Bu fiat teferrdatı dahili turistle- Yimizi birinci derecede alâkadar eder; bilirim do ondan bu derece fazla iza- hat verdim. ü ... Otobüs daima güzel yollardan > Büzsi manzaralar arasından geçiyor: Kısıklı, Dudullu, Sultançifliği, Alemdağı, Ömerli, Erenler, Ahmedli, #lh gibi ekserisi şirin ve oldukça ma- Mur köylerden geçiyorsunuz. Bunları biribirlerine bağlıyan ze Sİ parçalarının letafetine doyum ol- Muyor: Ormanlar, ır, dere- ler, köprüler, vadiler, koyunlar, SIĞIr Sürüleri, Hf; bir tabint parçası yok ki bıktırıcı, yeşliliksiz olsun...» Biratta ni kömürü yapmak Üzere hazırlıklara girişldiğin görü- Yoruz. Manda arabalarile Üsküdara Bakliyat oluyor. İ — Kaç günde Üsküdara varacak» suz? 3 — Dört gündel... « — Demek gidip gelme sekiz gün? ., AR. Şile bezi yapan bayan Ha — Evet Köylerin bazılarında da 1âtif sayfi- yeleri andıran âdeta kübikveri koca- man pencereli evlere raslanıyor, Eski köy evlerile Kk... Kema yepyeni bir manzarayle karşılaşıyorsunuz: Karşınızda a7“ metli bir kumluk belirmiştir. Deniz, kış günlerinde Şu tepeden aşarak, bu çöl manzaracığını hasıl etmiş... Fakat tepeye tırmnır tırmanmaz, hiç de kara olmıyan, bilâkis bu mev- simde bir camgöbeği mavi ve yesil- liği arzeden denizi görüyorsunuz... Boğaza doğru uzanan on yılankayi, sahil, bir kol gibi kıvrılıs yor, Daha tırmanınca da, şarkta Şile- şimdikiler arasında hayli yi UZ, Ne kadar hususiyeti olan bir şirin kasaba!,.. Denize doğru minimini adacıkları uzanmış... Bir tanesinin üzerinde eski bir kule... Otobüsle kasabanın merkez mey- danına kadar gittikten ve umumi manzarayı seyrettikten sonra geriye döndük, i le, muazzam bir yarın üstünde- dir, Alt tarafında geniş ve Iâtif bir al var. er nazaran, bazı günler sörendiğime Kb meye pazarları - buraya gö- len otobüs ve hususi pe yekünu o parası saatlerce oturup gezdik, döndük... baları 8 günde gidip geliyor! dice ve Sabire, Şile plâjında yıkanan bir bayana mallarını gösteriyorlar Kin yedi buçuk liralık hesap pusla- sında kahveler, ön beş kuruş olarak gözüküyor. Gerçi belediye bu listeyi tasdik etmiş amma, madem ki Polo- nez köyiyle mukayese için buraya gel dik, bu fiati fazla gördüğümü kayde- deyim, Benim hesabıma göre, yedi buçuk liralık hesabın ancak iki buçuk lirası maliyet... Bu ucuzluk mücadelesi, bu dahili turizm teşviki devrinde mikyaslar doğru değil... ... Plâj, ikindi üzeri hayli kalabalık ve eğlence Yüz kadar yüzücü görü- nüyor. Yüksek memurlar da deniz me- raklısı... Mayosuz yerli çocuklar kumla oynuyorlar, minimini yelken- Yler yüzdürüyorlar... Yedlirmeli ve beyaz başörtülü ihtiyar kadınların dokudukları meşhur Şile ei topu üç liraya salmak üzere Un dan 1 in çıkıyor) sahile kadar gelmeleri, plâj manzarasile latif bir tezad teşkil ediyor... Kumsalın ortasında asri bir bina vardı: — Nedir? - diye sordum. — Karadenizin fırtınalı havaların- da kaza olunca imdada koşan mües- sesenin karargilu!... Gezmek ister misiniz? Şilenin iskelesi yok. Yalnız bu bina- nın bozuk havalarda bile gemilerini denize çıkarmak ve denizden almak üzere tertibatı var... Bir deniz gara- — Her imdad İstiyene koşarız... Bir rasnd kulemiz vardır... Orada daimi surette nöbetleyiz... On altı arkadaşız... Kürek kullanarak kaza- zede gemiye yaklaşırız... Eğer yana şamazsak, hususi maksadia yapıl mış bir tabancamız vardır. Onu ata rız.., Geminin bir yanına saplanır ve can kurtaran tertibatını verecek ipi aramızda bu suretle bağlamış olu- — Peki siz batmaz mısınız? — Hayır, gemimiz küçük olmasına rağmen batmaz. Çünkü içerde kâ paklar vardır. Basınca teknemizdeki Su dışarı akar böylelikle, dolan suyu boşalta boşalta yolumuza devam ede- riz. On yedi bin küsur nüfusu ve 87 iyaret etmesi N ANEMOLLA Mehlika koşup kapıyı açtı: — Misafir beylere kahve, çay ver- diniz mi? — En önce kahvelerini verdik bey- babacığım., sonra çayla kahvaltı gö- türdük, Mangallarını da yaktım, önu da aldılar... Doktor bağırdı: — Veliciğim, İrfancığım, kusura bakmayın, Aklıma esti, sabah sabah etrafı bir dolaşayım dedim. Geliyo- rum yanınıza!... Karısını çağırdı. Miralay Hüseyin beyin, defeterdarla mektupçunun söy- lediklerini tekrarladı. Kadın: -— Aman bey, diyordu, böyle çabu- cacık, beş on gün içinde kız kocaya verilir mi? Cemiyet yapılabilir mi? Sağ ol, sen zihnine birşey koydün inu dört nala gidersin!., Doktor, delikanlının paraca yardı. ma kalkışını o zaman söyledi... Hatun: — Aman sus, billâhi çok ayıp olur; rezil ve rüsvay olacağımız gündür!.. Kocasını karşısına çekmiş, söyleyip duruyor: — Dünyada para alamayız. Vakıâ kız tarafına ağırlık mağırlık verilmek te bazan âdettir, fakat böylesine bir damaddan değil. Dün gece söyleyen sen değil miydin? Vezirzade ama ba- bası bildiğimiz vezirlere benzemiyor; zavallıya köhne bir konaktan başka bir şey bırakmamış diyen sendin!.. Ha- yir, caiz değil; delikanlıdan para almak olmaz... Karşıki odadan Veli beyin bağırtısı: — Doktor!.. Gel yahu, mah cemali. ni görelim, Ondan sonra gene işine baki, Kadri bey yanlarına koştu: — Geldim; görün cemallmi, içiniz açılsın işte! Veli bey daha gecelik entarisile ve hurkasile idi. İrfan giyinmişti: — Beybaba, dedi, müsasde ederse- niz biraz çıkacağım; bazı tanıdıklar var, onları yoklıyacağım, Veli bey sözünü kesti; — Ahbablarını da göreceksin ama en doğrusunu söyle... Doktor, senin anlıyacağın İrfancığımız biraz üst baş derletmeğe gidiyor... Elbise mel- bise, çizme mizme; ısmarlıyacakmış... Hadi evlâd fırla, işine bak!.. Kadri bey, gençle beraber sokak ka- pısına kadar gelmişti. İrfanın iç cebi- ne el atmasile torbayı çıkarıp uzatma- $ı ve kapıdan dışarı uçması bir oldu. Bu işo kadar çabuk olmuştu ki doktor, elinde torba, kalakalmıştı. Bir müddet şaşkın şaşkın durdu, Veli beyin yanına da dönemedi. Karı sını çağırdı... İşi anlattı. Kadın; — Aman sus, yüreğime inecek. Ne yaptın, niçin aldın o torbayı a bey?.. diye çırpınıyor, doktor da diyordu ki: — İstiyerek mi aldım a hatun?, O anda basirelim bağlandı; estepetaya uğramışa döndüm... — Bunu kabul etmek yerlere geç- mektir. Bir yolunu bulalım; ne yapıp ne edelim, delikanlıya geri verelim! İrfan, doğru çarşıyı boylamıştı.. Arkasındaki, camadanlı, poturlu baş- çavuş esvabından ıskarta... Ceketinin göğsündeki, kollarındaki kırmızı şe- ridleri sökmüş, kollarfha uydurmaca beyaz sırmalar, omuzlarına da sırma- lı köprüleri kendi elile dikmişti. Selânik çarşısında, zabit elbisesi di- ken terzi dükkânlarını, çizmecileri 80- ruyordu. Yerlerini sağlık aldı. Evvelâ terziyi buldu. Ölçü üzerine dikecek olurlarsa, pro- vası filân olduğu için dört beş gün- den evvel veremiyorlar. Ismarlanmış da sahibleri acele git- tiği için alınamamış bir kaç elbise de var. Onlardan biri vücudüne tıpatıp geldi. Yalnız rütbe işaretlerinin değiş- tirilmesi lâzım ki bu da bir saatlik mesele... Onu ayırttı. Çizmeciye seğirtti. Is- marlamayı gene gevciktiriyorlar, Ha- zırlar varmış... Ayağına ilk uyanı aldı ve giyip pa- rayı verdi, Fesçi dükkânlarının birin- den de bir fes aldıktan sonra tuhafi- yeci dükkânların boyladı. Üç dört kat frenk gömleği, takım fanilâ don, çorap, mendil aldı. Bunların hepsi çabucacık olup bit mişti, Terziye döndüğü vakit elbisesi hazır... Sırtındakileri çıkardı, yenileri giydi. Çizmeleri zaten ayaklarında; iç çamaşırların paketi elinde; düşü nüyor... Öğleye yarım saat kadar vakit kal mış. Yakınlarda bir kuyumcu dükkâ- hi var mi?.., Birine sordu: Oracıkta imiş; gösterdiler... Yahu; di kuyumcu karşıladı. İrfan: — Zenne harci elmas bir yüzük iss tiyorum!.. diyerek dükkâna girdi. Çeşidleri önüne yaydılar... Roza taşlılar, Felemenk taşlılar, pırlantalılar... İrfan aldanmayı düşü- necek halde mi? Pazarlık etmek hiç bilmediği şey. Yahudiye: — Ufarak ama kıymetlice bir şey olsun! diyor, kuyumcu çeşidlerini gös- teriyor, değeri bir iki yüz kuruş olan- lara on lira, öbürlerine 20, 25, pırlan- tahlara 40, 50 lira istiyordu. İrfan kararı veremiyor... Bir cıgara yaktı. Evet, artık tütüne alışkın... Dükkânın kapısında, başka bir ku yumcuya uğrasam mi, uğramasam mı diye düşünürken, karşıdan sokak çınladı: — Sen misin be İrfancığım! Zincirkıran Rıza beyi. Biribirlerine sarıldılar. Rıza bey genci göğsünden kavramış, ayaklari- nı yerden kesiyor: — Tırpanı atsana be evlâd, pes ede yim!., Alnını, fesinin tepesini öpüp duru« yordu: | — Vallahi bu zabit kıyafetinle tanı yamıyacaktım senil.. Ayak üstünde, çok kısa keserek ba şa gelmişlerden açlılar. Zincirkıran Rıza bey tepiniyordu: Ben senin ne cevher olduğunu yüzünü ilk gördüğüm gün, ilk gördü- güm dakika anlamıştım. Sen kapalı bir cevher kutusu idin, saklı bir hazi- neydin. Günü geldi, işte kendini böy- Je meydana verdin; gözler kamaştır- dın!., a O aralık farkına vardı: — Bu kuyumcu dükkânında no arıyorsun? Bir gözünü kırpıyordu: Yoksa hayırlı bir işin mi var? Çöp çatan, möp çâtan mı araya giriyor? irfan kekeledi: — Nasib ve kısmetse öyle bir fikrim var bey amca! ı — Kimi alıyorsun bakayım, kimin kızını? Babası kim? Tarudıklardan biri mi acaba? | — Doktor binbaşı Kadri beyin kız. nil — Atlamataşılı Kadri mi? zel — Eveti,, Si Zincirkıran bağırtıyı kopardı: — Doktor Kadri yabancımız deği yahul,, Karısı bizim kaşık düşmanı nın halasının mı, teyzesinin mi kızı. dır, Aldığın yavrucuk, Mehlikacağız elimizde büyüdü be evlâd!.. İrfan tafsilât vermek mecburiyetin- de kalmıştı. k (Arkası var) parça köyü olan Şilenin halkı çalış. | seremenmsmınmumumrnınunsınnannnannmnmnnmmnan kan ve uyanık... Kömürcülük, doku- macılık başhca zenaat!... Ziraate de ehemmiyet veriliyor. Köyler arasında motosikletle dolaşa- rak rehberlik eden girast memuru bay Abdullahdanı izahat aldım: «— Hububat tohumlarının ıslahı için, iyi randıman veren Cümhuriyet buğdayından, 14 bin kilo mikdarında lığından da muhtelif fidanlar getir. tilip dağıtıldı. Köy manevi şahsiyet- leri namına cevizlikler tesis edildi. Damızlık tavuklar nümüne sulama dolapları, arıcılığın inkişafı için nü- mune koğanlar tevzi olundu. Şile meyvacılığa çok müsaiddir.> Her halde bircanhlık var, Esasen civardaki ormanlarda, eskiden oldu- ğu gibi harablık değil, bilâkis yeni yeni ağaçların türediği göze çarpıyor.” Şilede iki dispanser, büyük bir de- niz feneri, elektrik tesisatı, geceliği elli kuruş olan (benim görmediğim fakat Sirkeci otellerinden daha iyi olduğunu işittiğim) bir otel, ahçı dükküni var, i ... Yalnız eğlence tarafına münhasit kalmasın diye, şirin Şileye dair bu kısa malümatı da sıraladım, Fakat bu kadar güzel bir memlekeğ tarifle anlatılmaz. Gidiniz. Hemen bu pazara, gelecek pazara... Yahud hafta ortasında... Tavsiye ederim: Ömerlide de dürü nuz... Kahvesinde oturunuz... ' YÜRÜK ÇELEBİ | | |