Bir iddiaya göre, ilan: ee, MSKAŞI ile Haliç ara e Karen ipmaratorlarına mahi- “ün Na Sarayının pek yakının. Gi, ları hi rebe edenlere, derhal o imdada koşmaları için Kilıç kılıca müdhiş bir ii; » kendi millefi etmekteydi... si > çalmışlardı! Elbigg, DAS gözüne ilişti. kcanyy imİzi değiştirelim! - di- kahassmı tuttar. m dede Pu keşiş, böyle tekli- Kili, , iYdi? Gözle kaş ara- Kür kür a ye ettiler, Orhan, koştu, » Yelyeperek yelken- Blum edis gl kel halin — e sağa ad ve buldu. ŞE i imkân “İNE - Ve talihsizlik. e ğer üsera ile dolu ri ay . ele satılarak hayatlarını kurtara. Eski ve yeni Istanbul Yedikule zındanlarının ilk meşhur kurbanı kimdir? z arab ederek şehire gir. | datay j atina, duvarlarının diğer taraf- yakala. 7) Fatihin veziri özamı Çenderli Halil Xeğikule 1597 senesinde mağını uzatıp sahte papasla basit bir fani kılığındaki Grandükü gösterdi. Orhan hemen orada idam edilerek kellesi Padişaha takdim eğildi. Maamafih, bazı müellüfler, Orhanın ba- $ıma gelen felâketi başka türlü anlatmak- tadırlar: «Şehrin görünce galiklerin içine karışmağa kalkıştı. Üze- rindeki Türk elbisesi ve #ürkçeye vukufu sayesinde bu kalabalık arasında kaybola- cuğım umuyordu. Fakat tanındığı için, kendini büyük surun üstünden attı ve bu sukut neticesinde öldü. Gürültüye koşan Türk askerleri başını kesip Sultana götür- düler» ... Bizim mevzuumuzda asıl ehemmi- yetli olan Grandük Natarasa taalluk eden kısımdır. Zira kendisi, Yedikule- de işlendiği idâla olunan ilk faciaya sebebiyet vermiş ve bizzat yine feci suvette ölmüş bir şahsiyettir. Nota- rasın hüviyetini öğrenmek için şu tafsilât elzemdir: Bizans, son senelerinde kilisesini Romadaki Kkilişe ile birleştirerek (yani ortodoksluğu katoliklikle meze- ederek) müttehid bir hıristiyanlık ya- ratmak istiyordu. Bu siyasetle garp- ten ehlisalibi Türkler üzerine çekmek için, Paleolog hanedanının son hü- kümdarları uğraşmışlar, fakat mu- vaffak olamamışlardı. MuvafTakiyet- sizliklerinin bir sebebi de, dahilde koyu ortodoks şahsiyetlerin bulun- masıydı. İşte şöhzade Orhanla bir- likte firar teşebbüsüne girişip yaka- lanan Notaras birleşmeğe muhalif cereyanın başındaki tiderdi. Fikir düş- manları biribirlerine karşılıklı hu- sumet beslerlerdi. Esir edildikten sonra, Grandük Fatihin huzuruna çıkarıldı. Ne şekillerde görüştüklerine dair muhtelif rivayetler vardır; fuküt bence biribirlerini nakzetmekten Z2i- yade itmam eylerler. Bunların biri- ne göre, Notaras Padişahtan iütüf gördü. Teseiliâmiz sözler işitti. Sultan kendisini muhafaza siltında bulun- durmak için evine askerler gönderdi. Kargaşalıkta kaybolan kızlarını ârat- tırıp buldurdu. Hattâ Grandükün İstanbula vali tayin edilmesi ve im- parator zamanındaki yüksek mevkii muhafaza etmesi bile mevzuu bahsoj- du. Padişah, Bizans ricali arasında zekâsı, serveti ve siyasi nüfuzile pek #weşhur olan bu zatı devletin maksad- ları uğrunda kullanmak arzusun- daydı. Fetih üzerine firar edenleri kendi imparatorluğu altında topla- mak istiyordu, İhtimal Grandüke vaki olan bu i- tifat ikinci Mehmedin etrafındakile- | tini kıskandırmıştı... İhtimsi, Padi- şah, meşhur hazinelerin yerini ve diğer bazı esrar elde etmek için böy- Hara; lâkin Yedikule o zaman henüz bina edilmemişti lece yüze gülmüştür. Hattâ Fatih, fethin ikinci günü Notarasın hasta olan karısını ziyaret bile etmek iiti- fatını göstermişti. Diğer müverrihlerin rivayetlerine göre, (ki bu müverrihler, Grandükün muhalifidirler) Grandük emsalsiz kıymettar taşlardan mürekkep hazi- nelerini Padişaha verdikten sonra İkinci Mehmed demiştir ki: — Sefi! Köpek oğlu! Muhtekir, Hırsız! ... Böyle bir servetin varmış da niçin İmpâratorunu, şehrini, vat&- Hını kurtarmak için kullanmadım? — Bütün bunları senin için sakla» dım, ey Padişah! Şimdi hediye ola- rak sana takdim ediyorum! — Cezadan bunlar sayesinde kur- tulmağı mı umuyorsun? Alçak herif! Beni bütün bu servet ve sâmana, bu beldeye sahib kılanın. ismini söyle bakayım. — Allah. — O halde Eğer beni, sana ve aile- ne olduğu gibi, bütün bu servete sâ- hib kılan Allah ise, bu göz kamaştı- ran hazineleri buna takdim etmek için muhafaza etmiş olduğun iddia- sile niçin yalan söylüyorsun? Sizlere karşı harbedip şehrinizi zablelmekte kullanayım diye bunları niçin bana evvelce göndermedin? İşle o zaman mükâfata mazhar olurdun. Demek bunları bana veren sen değilsin! AL Jahtır. Sizler, düşmesi mukadder olan bir şehri bana vaktinde teslim etme- diniz. Bundan dolayı bir çok tahri- bata, büyük bir kıtale sebebiyet ver- diniz. — Aldandık. — Niçin? — Zira, imparalora gizlice haber- ler gönderildi. o Mahremlerinizden teşci gördük. Musırrane yazılmış- mektuplarda, muhasaradan endişe etmememiz, sizin asla muzaffer ula- mıyarağınız tekid ediliyordu. — Kim göndermiş o mektupları? Grandük, veziri âzam Halil pasayı ihbar etti, (3) Her halde bu rmihavere, yukarıda naklettiğimiz iltifatkâr vaziyetten günlerce sonra cereyan etmiş olacak. Padişahın Grandüke karı vaziyet değiştirilmesine sebeb şu olsa gerek: Fetihten sonra, Bizansın mütebaki bü- yükleri aralarında birleşmişlerdi. O zamana kadar katolik ölemine karşı YÜRÜK ÇELEBİ (Devamı 10 uncu sahifede (0) Sehlumbergerin İstanbulun mu- hasarası ve zabtis isimli eserinin Bay M. «Nahid tarafından türkçeye tercümesi, İbrahim Hilmi, Sahife 347. Tâbll (2) Kamusu Â'lam, Semseddin Sami, Yazan: Sermed Muhtar Alus NANEMOLLA Üç dört masa ötede (Far dö Bosfor) gazetesini çarşaf gibi açmış, mütalea ile meşgul, gayet temiz giyimli, altın gözlüklü, parmağı yakut yüzüklü, hu- lâsa baron veya kont kılıklı bir kıran- Durmadan bakiyor. Nazarlarında âşinamsı, gülümser gibi bir hal, Berikilerin yanındaki masa lr boşalmaz haydi oraya geçmez mi? Ye- rine yerleşmeden (bonsuvar beyefen- dimiz!) demez mi? Beyoğlunun en yüksek muhabbet tellâlı Pulcu Edmon denilen mâlmış. Uzatmıyalım, ahbablığı çabucak kaynatmışlar, herif fazla düşünmeye kalmadan Sakızağacı caddesinde ma- dam Jeneviyevin evini münasib bula- rak hemen öne düşmüştü. Aman efendim ne bina, ne bina. Dört kat mı, beş kat mı ne. Baştan aşağı mermer. Pencerelerinin altında heykeller, yanlarında demir kanad- lar. Camları mağaza vitrinleri kadar geniş, boydan boya yekpare. Aynalıçarşının karşısındaki banker Zarifinin evi bunun yanında sandal olamaz... Hele içi, Antrede, büyük çini saksı- lar içinde limon, turunç ağaçları; pal- miyeler. Adam boyunda Çin, Japon yazoları. Tavanda yüz yüz elli mumlu avize, Karşıya gelen mermer merdi- yende gıcır gıcır yol keçesi. Ya madam Jeneviyevin kibarlığı, terbiyesi, nazikliği. O da tıpkı bir Kon- tes veya markiz. Saçları keten gibi ama yüzü genç. Elinde uzun sedef sap- 1 gözlük. Bâkarken gözlerine tutuyor. Efendimiz bir kelime sarletmiyor. Şişko, yarın akşam bir kaç ahbab, “içlerinde bir iki de komik, gelip eğle- neceklerini, içeride yabancı bulunma- masını, evi kapı kapamaca işgal et- mek istediklerini söylemiş, 20 liraya kesişmişlerdi. Tayfur yolda gelirken gizlice (evin girdisini çıktısını, tüyecek yerleri yok- lamadan olmaz) dediği için etrafı gör- mek şart. Battı balık, nasıl olsa bu 20 lira vö- rilecek. Sakallı eli cebe saldırmıştı, 20 sarı Tirayı tıkır tıkır sayarken madam da, kılavuz da bu ne zengin hovarda diye hayretteler... — Buyrun beyefendimiz, biraz din- lenin, bir konyağımızı olsun için! di- yerek misafirlerini yukariki büyük salona çıkarmışlardı. Arab arkadaki bahçeyi, kapıyı, pen- cereye yakın iki ağacı görünce (ta- mam, oldu bu!) demişti. Konyağı içtikten sonra kaç kere gitmeğe kalkmışlardı, Madamda da, kılavuzda da ne yalvarmalar. Bırak- mıyorlar da bırakmıyorlar: — Lütfen bir konyak daha alın! Göbekli tekrarda: — İzni hakla yarın akşam sizlerde- yiz işte, Uzun tuzun görüşür, muhab- — Ne diyorsunuz? Türkçenin çok ince sözlerini bilmiyorum. — Yani işbu hane yalnız bizlere halvetgâh olacak; daha açıkçası ha- riçten tek hir yabancı bulunmıyacak. «Şaka karıştırarak:» Erkek köpek, er- kek kedi, kümeste horoz bile isteme- yizi Madam da şakacı; kafesteki kanar- yeyi göstermede: — Korkmayın, bu dişi!.. Gülen gülene, kahkahaları atan atana. Hepsinin de keyfi keyif. Misafirler kapının dışına kadar teş- Yi edilmiş, Pulcu efendi de beşlik bank- notu ceplemiş, cümlesi şen ve şatır, biribirlerinden ayrılmışlardı. Bu kadar ehemmiyetli bir mesele, Netice haberinin Süleymaniyeye ka- dar gelmesi saatlerce gecikecek, (Du- ramam, sâabredemem) diyen Eşref, kendilerinin de Beyoğlunda, civarda bulunmalarını tutturmuştu. 'Tarlabaşından aşağı sapan Çukur sokaktaki madam Vasonun evini mu- vafık buluyordu. Ornsi eskiden tanıdığı, çok paralar saçlığı bir yerdi. Fazla istemez, on on beş mecidiyeye orayı da kapalıverir. ler. Hem şart bu. Zira üçüzler, İrfanı rumdan, duvardan elbet kaçacaklar.. Vasonun evine kapağı atıverirler, Ka- rı pişkinlerdendir. Yanında adam kes- - sen söylemez, ser verir de sır vermez. Şayed Polisten, zaptiyeden, bekçi- den peşe düşenler, kapıya dayanan- lar olursa - mümkün a, dünya hali bu - Vaso evini eteşe verir de adam teslim etmez. İrfan, bıyığın verdiği çiçekli, kokulu pembe kâğıdı okuduktan sonra: — Hırant ağacığım, demişti. bu mektubu hiç vermiyeydin bana. O Kü- çüğün yüzünden başıma neler geldi. ğini bilmezsin, Otursak, saatlerce'an- latsam bitip tükenmez. Herif kurd: — Elini kolunu arkana bağlayıp yahud gövdeni sırtlayıp zorla seni götürecek yok, Gönlüne bir danışırsın. Karayı çekoor mu gidersin, çekmoor mu mektubunu da yırt at, adınıda ağzına alma. Zorbalıkla âşıkdaşlık ol- maz... ' Genç yürüyüp gidecek, bir türlü ay- rılamıyor. Kontrol ağa; — İrfan beyim, dedi, sırtında yu- murta küfesi yok ki taşımanın, geri dönmenin zorluğunu düşünesin. Beni diğner isen bir boy git, Karayı gör. Bakalım ne ağızlar kullanoor. Seni için bayılcorum, ölörüm deorsa ciğer- dendir, yoksa işkembedendir?.. Dedi. gin gibi peruşanlığına çok keret se beblik olsa bilem nedametlik duyma- ğa başladı belkim. Ben etti isem sen etme deye ayaklarına varmıyâcağını nereden biloorsun? Nanemolla oraya mıhlı; dinliyor. — Bem de bu gece gitmelisin. Ala- turka iki buçuk, üç arası söylediğim adrese bir görünüverirsin. Olur biterfi Cevab gayet yavaş, kesik: — Olamaz azizim, kabili yok. Bu kadından bütün ümidlerim kesilmiş. tir. (Allaha ısmarladık!.) diyip geri döndü. Haniya Kumkapıya inecek, seyyar mezecilerden balık dolması alacaktı... Çoktan unutmuş... Zihni işliyor da işliyor: Gitse mi, gitmese mi? — Allah kahretsin onu, yüzünü şey“ tanlar görsün!., derken bir tereddüd... — Beni görünce acaba ne yapacak, ne diyecek? Sevgisi sahi mi yoksa nu“ mara mı? : İ Ortalık daha kararmamış, fakat caddedeki fenerler, dükkânların lâm- baları yakılmış. ! Gideyim yi, gitmiyeyim mi diye İki lik arasında ve azabda, Koskaya gek di. Kapısının üslündeki fenerde bü- yük bir petrol lâmbası yanan, ışıkları aşağıya vuran bir perükâr dükkânı nın önünde durdu. l Onun karşısına bu kıyafette mi çi kacak?.. Başındaki fesi kalıpsız; ar. kasındaki elbise Mahmutpaşadaki hazırcılann malı; gömleğinin yakası, göğsü, yenleri kir içinde. l Hadi gömlek değiştirmesi kolay di- yelim; evde temizi var mı, ne malüm? Konağın sokağına gelmişti. Çocuk“ lar şimdi de birdirbir oynuyorlardı! O sivrice, 14, 15 yaşlarındaki çocuk te aralarında... ” Yanına çağırdı: , — Kardeşim, mahallede kimseyi ta“ nımıyorum. Bir kadın bulupon,on Çocuk cevab verdi: 1 — Annem ütülesin bey amca. Par& ne olacak, bunca senelik komşumuz» sunuz... ME, İrfan hemen üç çeyreği çıkardı: — Bunu almazsan Olmaz. Annene ayıp olrsa sen harçlık edersin!.. Gel, elbiseyi götür, Arma çok çabuk istiyo- rum, nihayet yarım saate kadar... Anahtarla büyük kapıyı ve iç kapı yı açar açmaz aşağıki odaya ne ko şuyor. m ber fesini, iskarpinlerini de kapıdan uzattı. Beş kuruş daha verdi; ı — Ne kadar zahmetse kardeşim şu fesi de kalıplat, ayakkabılarını da bo- yat, olur mu? Karkası m2) |