HER AKŞAM BİR HİKÂYE İbrahim şirketteki şefi Hilminin odasını girdi, Hilmi onun hem uzak- tan skrabası, hem de âmiri idi, Genç adanı küçüklüğündenberi Hilmiden gekinir, onun hatırını sayardı, Hilmi son derece şişman, €pey yaşlı bir adamı. İbrahimin önüne getirdiği kâğıdı — Ehh.. Sayfiyeye taşındın de- mek... Bari memnun musun? İbrahim: — Memnunum... dedi, biraz uzak- ça amma... Sessiz, güzel biryer... Bir gün buyursanıza... Mes&f bir cumartesi günü... Hilmi biraz düşündü. Sonra cevab : Üşür: mra — Bu cumartesi olmaz, gelecek haf- taya... Gelecek cumartesi inşallah... Hilmi yaşını başını almış olmasına Tağmen hâlâ evlenmemişti, Zevkten, eğlenceden bir türlü kendisini alamı- Yordu. Bu cumartesi günü de kim bi- | lir nasıl bir işi vardı. İbrahim o günü köye dönünce karısına: — Gelecek cumartesi bizim Hilmi misafir gelecek... dedi, bilirsin ya. hazret biç bi i kolay kolay beğen- mez. Ogünü bari kendisine güzel bir sofra hazırlıyalım... Ertesi günü İbrahim biraz hasta olduğu için şirkete gidememişti. Öğ leye doğru gölgeli balkondaki geniş İskemlesine yangeldi. Eline bir kitap aldı. Okumağa başladı. Biraz ötede yeni yapılmış bir bina vardı. Bu bi- nanın üstü tamamile taraça idi. Bir aralık İbrahim karşıdaki binaya be- karken hayretler içinde kaldı. Bina- mın Üstündeki taraçaya mavi, kısa- cik mayolu, sarışın bir kadın çıkmış- ti. Genç kadın güneşe sırtını verecek bir şekilde taraçaya boylu boyuna uzandı. İbrahimin hayreti geçmeden taraçaya yine kısacık maoylu, esmer güzeli bir kadın daha çıktı, O da ye- Ye uzanarak sırtını güneşe verdi. Arkasından üçüncü bir kaldın... Bu hepsinden genç ve güzeldi. O da ay- iş l taraçaya çi d etti. İbrahim kendi kendine: «Tuhaf şey... dedi, acaba güneş banyösü mu yapıyorlar?» Bu esnada karısı Neclâ içeriye girdi. Genç kadın karşıki balkona sert sert bakarak: — Aman, dedi, yine çırıl çıplak bal- kone çıktılar... Güya güneş banyosu yapıyorlar. Maksadları vücutla; herkese göstermek, ” söyledi. Bunlar Beyoğlunda bir barda artistmişler galiba... Komşu ne mil- | letten olduklarını da söylemişti am- Me unuttum, Böyle artist de hiç gör- Da Gece gündüz bu karşıki evde ki Ne zaman çalışıyorlar Genç kadınlar birbi; yorlardı. Uzaktan or kahaları, kendi gilgın çığlıklar tiliyordü, İbrahim kendi kendine: — Bizim Hilmi bunları görse art bunları gi artık buradan ayrılmaz ...diyordu. Nihayet beklenilen a i “ n Cumartesi gü- - geldi, çattı. İbrahim ile Hilmi o günü bir yapurla köye geldiler, Hiç bir şey beğenmiyen Hilmi daha yolda: — Canım İbrahim... diyordu, in- san buralarda da ev tutar mu yahu? ne şehirden bu kadar tuzak yerde m en. Şu 1sızlığa bak T kere... İnsanın içine adet; e maki? çine adetâ kasayet Eve geldiler, Hilmi İn yeni taşın nemiyordu. rlerile şakalaşı- nlar neşeli kah- bir türlü İbra- dığı sayfiveyi beğe- — İnsan bir iki gün için ten, tenhalıktan Mir tün bir mevsim sehir: İ mak doğrusu ber Meşhur bir lik için bir s; ta sonra: <A; sessizlik- Fakat bü- 'den uzak yaşa- nim hiç işime gelmez. Fransız muharriri sessiz» N Bir haf- n 1 şehir ne güzelmiş.» diyerek tekrar şehre dönmüş Ben 03 bu fikirdeyim doğrusu... İbrahim bunları dinlerken — bıyık altından Bülüyor, kendi kendine: «Şimdi genç kadınlar güneş banyo- suna çıksın de görürüz, diyordu. Yemekten sonra kahvelerini içi- yorlardı, Birdenbire Hilminin gözleri Parladı. Bakışları karşıki evin balko- Buna diklimişti, İbrahim de yavaşça © tarafa baktı. Genç kadınlar güneş banyosuna çıkmışlardı. Hilmi bir türlü gözlerini o taraftan Bitişik komşu | alamıyordu. sordu: — Bu karşıki güzel, genç kadınlar güneş banyosu mü yapıyorlar. İbrahim cevab verdi: — Evet..: Her gün böyle çıkarlar, Sırtlarındaki mayolarla saatlerce gü- neşin alında yatarlar... Hilmi kendisinden geçmiş karşıyı seyrediyordu. Karşıdaki genç kadınlar yine gü- lüşüyorlar, şakalaşıyorlar, Jimnastik yapıyorlardı. Hilmi bir aralik: — Biliyor musun, dedi, evvelâ si- zin sayliyeyi pek beğenmemiştim ama şimdi dikkat ediyorum, havası çok güzel... Fevkalâde bir hava... Doğ- rusu oturulacak yer ... İbrahim gülümsedi: — Öyledir, dedi, Hilmi sordu; — Manzarası da fevkalâde... Bir | dürbünün var mı? Şöyle etrafı, uzak- Jarı, ufki göreyim... İbrahim hemen dürbünü getirdi. Hilmi hemen bunu kaptı. Güya uzak- Yarı, ufukları, şairane manzarayı sey- rediyordu. Dürbünü elinden bıraktık- tan sonra: Aman, dedi, ne hava, ne hava, ne nefiş hava!... Bu hava bana cok ya- rar.., Nihayet Hilmi kardı: — Şu civarda boş bir ev bulsam mevsimliğine tutarım... Ne hava bu birader, ne hava!... Hilmi bir türlü balkondan ayrıla- mıyordu. Eve geldiği zaman üç buçuk- İs kalkan vapurla İstanbula dönece- gin! söylemişti. Fakat üç buçuk va- puru çoktan gittiği halde hâlâ kalk- mağa niyeti yoktu, Nihayet dört bu- şük vapuru da gitti, Hilmi: — Buranın havası © kadar hoşuma gitti ki bir türlü ayrılamıyorum. Bu avadan ayrılıp şehre dönemi- Nihayet dayanamadı, Esmdan baklayı çi kor di. Er- tesi günü İbrahime: — Aman, dedi, doğrusu köyün ha- vası bana çok iyi geldi. Âdeta birkaç saat o nefis havanın faydasini gör- düm. Bari size sık sık geleyim... Hakikaten Hilmi: «Aman ne nefis evine geliyordu. Bir gün İbr daki üç genç ka ken gördü. Sord — Vay efendim... Buralarda ne arı- yorsunuz? Hilmi cevap verdi: — Sana sürpriz yaptım... Sizin kom- şuların alt katı boşmus, Oraya taşın- dım, Ne yapayım birader... Bu nefis vkalâde yarıyor... Dayâ- namadım, buraya taşındım... Ne ha- vadır bu?... Ne havadır bu?... Artık İbrahim, Hümiyi bazen üç genç kadınla birlikte, karşıki balkon- da güneş banyosu yaparken görüyor- du. Hilmi rasladığı zaman İbrahime: — Aman birader, bune hava?... diyordu, çok çok istifade edeceğimi ümid ediyorum. Burası herhalde ba- | na çok yarıyacak.., Hilmi işi azıtmıştı, Kocaman vücu- dile üç genç kadınla kırlarda koşmaca bile oynuyor, birlikte denize giriyor- lar, akşamdan gece yarılarına kadar dansediyorlardı, Hilmi bu yorgunlukla günden güne sararıp soluyor, eriyordu. Üstelik pa- racada iyi sarsılmıştı. Böyle giderse boğazma kadar borca girecekti. Ni- hayet bir gün pılısını pırtısını topladı. Tekrar şehre taşındı. İbrahim Hilmiye sordu: | — Ne o, niçin sayfiyeden kaçıyor- Bu güzel hava bırakılır da , arşısın- den çıkar- | Hümi gülümsedi, Cevap verdi: — Güzel hava... Çok güzel amma biraz sert... Biz yaşla insanlar için da- ha mutedil bir hava lâzım... Buranın havası bana fazla sert geldi... Onun için kaçıyorum... Hikmet Feridun Es İzmitte Şark Pazarı Sadeddin Yalım Ticarethanesi | İ aldi ve h Kocaeli viliyeti mektep kitapları satış yeri. Her nevi kırtasiye çeşitleri, Nauman dikiş ve yazı makineleri, Ko- dak fotograf makine ve levanımı saire * el «Bridge Magazine» den Ne zaman koz çekilmemelidir Briç oyununda kozları fırsat gelmce hemen çekip almıyan oyuncuların feci âkibeti hakkında bir çok sözley söyle: miştir. Bu hususta bir çok darbi mes bile vardır. Bununla beraber kozları çek- mekte istical edilmemesi lâzimgelen va- #iyetlerle ekseriya karşılaşırız. Misal: aRVİlO vVT643 *11.2 ARDA 44852 YAR *DV1096 87 40749 v52 087 -V10652 Cenub, garb tarafından kontre edilmiş dort kupa oynuyor. Garb karonun damı- nı çıkıyor, cenub run ile alıyor. Cenub şimdi ne oynamalıdır? Bu di iki me bir problem mahiye- tinde telâkki rek tedkikatta bulun de müşkülât çekmeyiz. P: ik! merlu problem değile edeceği oyun si lâzımdır. Cenub kupan Teveyi tuttu. geldi. Cenub nadı. Garb oynadı. Garb bu kupayı Bu elde kadar da bir şey değildir. Karonun cenub, elinden defetmek imkân takdirde karodan bir olduğunu pek âlâ gö: , Binaenaleyh İkinci levede koz değil, pikanın damını oynaması Hizimdır. Eğer garb ası basarsa, arkasından ne oynarsa oynasın cenub için müsavdiri. Karo gelirse cenub tutar ve iki #l daha pika oynar, elindeki karo beşlisini kaçar. Garbin birinci elde pika diğıni farredersek netice e, daki misale behziyen biraz daha ARDV95 v71643 *.3 86 Küğıdı garb verdi. Dekiğrasyon Garb o Şimal Şark 14 20 Pas 46 Kontr o Pas Pas Pas Deklârasyonra biraz aşın gidilm Şimalin elindeki kâğıd kupayı hemen den dörde çıkarmağa kâfi derecede mü said değildir. Garbin kontri de nikbi: ğe müsteniddir. Fakat biz bu mekalemiz- de oyun ile alâkadar olduğumuzdan bah- simize devam edelim sını çikti. Cenub asla iç ci kaz çekti. Şerka iki, garbe dört koz düşmüş olduğu görüldü. tabi kozcunün boşuna gitmedi, Dördüncü elde bir Karo öynadı Garb asla aldı, pikanın damını ve arka- sından valeyi geldi, Üçüncü pikayı cenub son kozile kesti. Müteakiben üç el sinek oynadi, Üçüncü 4 i yarb kesti ve elin- dezi iki sağ pikasını aldı. Neticede kozcu İçer! girdi. Garb Pp Bu vaziyet bi Bu oyunda tehilkeyi görmek için pek mahir bir oyuncu olmağa lüzum yoktur, Oyunun doğrusu şudur: Garb pikayı al- | ik dıkton sonra kaz çekmemeli, ev #lamalıdır. Garbin birinci ka 10 mai koyup Koy yoktur, Garb karo asile el tutunca pikanın da- munı oynar, leveyi alır bir üçüncü pika gelir. Cenub bu üçüncü pikayı kesmo- karo kaçma! . Bundan sonra garb hi leveleri alır. En doğrusu pikaya devan etmek ol- duğuna göre garb bir dördüncü pika ge- lirse yerin ruasile kemseli, ondan sonra dört el koz çekmelidir. Neticede cenub muzafferdir, yalnız pikadan iki ve Ka- rodan bir leve vermiş olur. Fakat diye- geksiniz ki eğer şarka veya garbe beş kupa düşmüş ise koren her zaman içeri- dir. Evet bu mülâhaza doğrudur. Vazi- yet böyle düşmüş olsa bile cenubun alelâ- cele koz çekmesi hiç şüphesiz daha fazla aleyhine olur. Bu elde en mühim İki nok- tadar biri hemen karoları sağlamak, di- deri üçüncü pikayı kesmemektir. üze- amasada hiç bir fark Tarihi — İhtiyar sihirbazı içinizde tanı- yan yok mu? Diye bağırdı. Askerlerden biri: en onu geçen yıl Söza havali- sinde görmüştüm. Orada gördüğüm bu doksanlık ihtiyan bana: «İşte çö- lün yegâne sihirbazı Horab!» diye ta- nıtmışlardı! dedi. Kale muhafızı askere; — Öyleyse yanıma gel. onu biran evvel yakalamağa çalışalım. Diye bağırdı. Asker siperden atla- dı. Graçyonun yanına geldi. Kale muhafızı burada mevmer sütunun üstüne çıkarak sindi.. aske- ri de yanına aldı. Sindikleri yer, topraktan üç buçuk” metre kadar yüksek idi. Sokaktan gelip geçenler onları kolayca göre- mezlerdi, Askerler pusudan çıkmıyorlardı. 'Tuvarekler burada epeyce telefat vermekle beraber, pusuda yatan as- kerlerin meydana çıkmaması için on- Jarı meşgul etmeğe ça kları anla- şılıyordu. Graçyo birdenbire ç kapısına doj ilerliyen bir Kaç gördü. Bunlar yeği atlı 'Tuvareklerdi. sırtlarındaki beyaz örtüleri karanlık- ta kolayca seçilebiliyordu. Graçyonun askeri yavaşçâ fısıldadı: — Horab geliyor, Sinyor! — Emin misin? — Evet. tâ kendisi. Söza'da gör- düğüm ihtiyar sihirbaz. Graçyo dişlerini gıcırdatarak, si- perlere bir ıslıkla hücum emrini verdi. Yedi suvari kapıya yaklaşınca, bir- denbire muhafızların hücümile kar- arkadaşları buradaki tehlikeyi elbette diğerlerinden habe almışlardı, Böyle olduğu halde yedi kişinin buraya kadar gelmesinde şüp- he yok ki bir maksad vardı. Muhafızlar ok yağmuruna başla- —B Yedi kişinin yaralanmadan geçme- sine imkân yok. Bu arada Horab da yaralandise, ımdan beklenen n&- ticeyi almış olmıyacağız. Dedi ve tekrar yeni bir emir verdi. Askerlerden bir kısmı meydana çi- kıp suvarileri önliyecek, bir kısmı da Horab'ı diri olarak yakalıyacaktı, Evdeki hesba çarşıya uymadı, 'Tuvarekler bir kaç ufak yara sl dıktan sonra harabelerin arasından geçip gittiler. Askerler siperlerden çıktığı zaman Tuvarek suvarileri şehrin karak Melrir yolunu tutm Bu arada acı bir ses duyuldu. Yüksek taşın üstünde sinen asker bağırıyordu: — Koşunuz... Haydudların peşini bırakmayınız! Sinyori iple yanımdan çektiler, götürdüler, Ne duruyorsu- nuz? Askerler, Graçyonun yüksek taş üstünde sindiği ve çok emin bir v: ziyette bulunduğunu bildikleri için bu söze aldırmadılar,. Fakat, bu bir hakikattı. Graçyo meydanda yoktu. Graçyonun yanındaki asker çirpr- narak: — Ne duryorsunuz? diyordu, Sin- yori at üstüne çektiklerini gü gördüm. Biraz sonra hurma ormanla» rna dalarlarsa, izlerini bulamayız. Haydi, atlılar atlarına binip yola çık- sınlar, Bu sıradı kaleden yetisen yirmi ka- dar atlı muhafız; — Sinyor Graçyoyu kaçırmışlar.. Diyerek garp kapısından haydud- ları takibe çıkıyorlardı. Tuvareklerin maksadı güya kele muhafızını kaçırmakınış gibi, bu ha- diseden sonra, şehiri saran bütün Tu- varekler. atlarını sürerek Gabesi terkettiler.. hurma ormanlığına doğ- Ju kaçmağa başladılar, Kale muhafızları: — Horab'ı yakalayamadık mı? Diye bağrışıyorlardı. Mermer sütunun üzerinde duran DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertel Tefrika No, 43 —3I Tuvarekler Graçyoyu kaçırmışlar, Gabes kalesi tehli - keye düşmüş, Venedikliler haydudları takibe gitmişlerd asker birdenbire yere atladı. Siper den koşan ımuhafızlar askere sordu- lar: — Sinyor Graçyo nerede? — Onu götürdüler... — Tuvarekler mi götürdü? Asker hiddetle; — Şeytanlar götürmediler ya, dedi elbette onlar götürdü. Ve derin bir şaşkınlık içinde, sör- düklerini anlalmağa çalışıyordu: - Yıldırım gibi gidiyorlardı, bir- denbire üzerimize bir kement attılar. İpin ucu Sinyorun boynuna dolandı ve o kadar lı çektiler ki. ben nyorun yanımdan üç görünce, zabitlerden biri as- kerin omuzuna bir yumruk vurdu: — Keşke Tuvareklerin attığı ke- ment yanlışlıkla senin boynuna d0- lansaydı da Graçyo başımızdan ay- rılmasaydı Hurma ormanına doğru giden âs- kerler Tüvareklerin izini takib ede- rek şehirden bir hayli uzaklaşmış- lardı. Askerlerden bir kısı kaleye döndü- ler. Graçyonun muavini kaleden ayrıl“ mamıştı, Mano, Graçyonun askerine sordu”. — Sinyor nerede kaldı? Askerin sersemliği hâlâ üzerinde idi. Şaşkın bir tavırla zabitin yüzüne" baktı: d — Kumandanı esir aldılar, Sizin bir şeyden haberiniz yok! Mano birdenbire şaşırdı; — Ne diyorsun, Sinyör Graçyoyu esir mi aldılar. Asker önüne bakarak! — Evet, dedi, hem de iple savp 3 ! Nihâyet bu felâketi de gördük demek?! Horab yakalanmadı mı? — Üç yüz muhafızla Gabes kalesi- ne baskın yapan bir sihirbaz kolay kolay yakayı ele verir rai? Hepsi kaçtı Yalnız garp kapısı önünde iki ölü var, — İki ölü mü? — Evet. Neye şaştınız? Bizden de yedi yaralı var. Ölenler henüz belli değil, Maro hiddetlendi: — Vay alçaklar vay! Hem kumar- danımızı kaçırdılar, hem de yedi kişi- nin canını yaktılar. Alacakları olsun anların. — Biz zaten her dövüşte öniara borçlu çikarız, sinyor! en büyük ala- caklarını alıp götürdüler, Daha ne alacakları olcak?! Mano, kale muhafızının kaçirildi- ğına inanamıyordu. — Hele bir kere şehri araştıralım. Belki bir köşede yaralanıp kalmıştır. Diyordu. Siryor Mano gözcülere emir verdi, Graçyoyu aramağa başladılar. Sabah oluyordu. p Gabes baştan başa arandı, tarandı. Sokaklarda bulunan iki yarak askrr- den bşka kimseye rastlamadılar. Yerliler Graçyonun Tuvarekler ta- rafından esir alındığını, ” daha doğ- rusu kaçırılıp götürüldüğünü duyun- ca şaşırdılar, Graçyoyu sevenler de sevmiyenler kadar çoktu. Graçyo yer- lilerden bir çoklarına para dağıtmak suretile iyilik yapmış, bazı dikkafa- arm da burunu kırdığı için bu yüzden bir hayli kimseyi gücenir- mişti. Tüvarekler Graçyoyu alıp ne ya- pacaklardı? Onların bütün arzusu kale zinda- nında yatan Saidi kaçırmak değil miydi? Halbuki Tuvarekler kale kapısına bile gelmemişier, sadece kale önünde- Xi nöbetçilerle cenge tutuşup ortalığı velveleye verdikten sonra şehri yağ- maya başlamışlardı, Ve işte bu kargasahk arasnda Graçyonun nereye gizlendiğini keş- federek, aralarından yedi fedai 896-)| mişler, bunları garp kapısına gönder» mişlerdi. Bu fedailer arasında ihtiyar Horab da vardı (Arkası var)