AKŞAM Kırmızı derililer arasında 21 senedenberi kırmızı derililer arasında yaşıyan bir Türk karı koca B. Davud: “Beşiktaşlıyım; halis muhlis Türküm zevcem Müradiye ile birlikte 21 senedir burada yaşıyoruz,, diyor Los Ancelesten bindiğimiz otomobil bir gün sonra bizi Amerikada kırmızı derililerin yaşaması için ayrılan mın- takaya, New Mexicodaki Albukrek şelirine gelirdi. Etrafımız mülemadi- yen kırmızı derililerin köyleri ile do- lu... Bir de kıpkırmızı renkli sıra sıra dağlar... Otomobilimizi Albükrekde bıraktık, Büyük şehrin asfalt sokak- larında, şık şık mağazaların önünde kulakları küpeli, kolları bilezikli kır- mızı derili erkeklerine, sıhhatli iri yarı Amerikan Hindili kadınlarına grup grup rasgelmek her zaman için mümkün.. Albukrek civarındaki meşhur Hind- li köyü Taosa gitmek üzere yola çık- tık. Mütemadiyen yükseliyoruz, Yanı- mızdaki Amerikalılara; — Aman, dedim, bunlar hep böyle yüksek yerlerde mi otururlar?. B. Davud ve bayan Müradiye Arkadaşım cevab verdi: — Bunlar alçak yerlerde yaşıya- mazlar, ölürler, Yükseldikçe yükseldik. Nihayet Hindli köyü göründü. Evlerin bir kıs- mı balçıktan yapılmiş, yarısı da kır- kayaların içine oyulmuş... Su taşıyan bir alay kırmızı derili kadın- Jar. Başlarına geyet sanatkârane yar pılmış su testileri koymuşlar, Bunları eilerile de tutmuyorlar. Büyük bir me- haretle su testilerini başlarında gezdi- riyorlar... © Bumıntakayı iyi taruyan rehberim: — Burada su taşımak vazifesi yal- nız kadınlara vetilmiştir. Dalmada böyle testilerini başlarına koyarlar, katiyen ellerile tutmıyarak taşırlar... Bir kaç resim çekecek oldum. Aca- yib bir dilden bir kelime söyliyerek kaçıştılar. Arkadaşıma sordum: — Ne diyorlar? — Para istiyorlar... Resim çekmek #çin para... Çok iyi insanlardır, hoş ,İnsanlardır ama dünyanın en ziyade parayı seven milleti bunlardır. Gittiğimiz köy Amerikanın meşhur &ızıl derili kabilesinin «Navahosı la- rın, «Comanches» lerin, «Apachess İe- rin ve Pawneeslerin müşterek otur- dukları yermiş. İ Köyün arkasındaki dağın en tepe- sinde.. Heykel gibi hiç kımıldamıyan bir insan gözümüze çarptı. Sordum. Arkadaşım; — Gözeti... dedi, her kabilenin böy- le gözcüsü vardır. Bu çok eskiden kal- mış bir âdettir, Eskiden kabileler ara- sında bir çök muharebeler olurmuş, onun için böyle her kabile gece gün- düz bir gözcü bekletirmiş, sonra ara- Jarında kavga gürültü azalmış. Fakat hâlâ gözcü usulünden vazgeçmiyor- Jar. Köyde yalnız beyaz sakallı, beyaz bir adama rasladım. Rehberim bu meçhul «beyaz» hakkında izahat ver- pi — Bir misyoner... Buralara yalnız misyonerler, tedkikat yapmak istiyen âlimler, meraklı gazeteciler gelir... Kırmızı derililer arasında bir Türk Köyün önündeki keçi yolunu he- nüz dönmüştük ki bir beyaz adam , daha karşımıza çıktı. Hindiiler onu; «Bakkal!» diye çağırdıkları zaman hayretler içinde kaldım. Beyaz adama yaklaşınca sordum — Bu bakkal ne ismi? Derhal cevab verdi: — Türk ismi... Kıni derililerin ta ortasında bir “Türkle karşılaşmak benim için dün- yanın en güzel sürprizi oldu. Türkçe sordum; — 'Türkçe konuşuyorsunuz tabit... — Elbette efendim... Fakat siz? Siz de türkçe konuşuyorsunuz, Kendimi tanıttım. O da izahat ver- di: — İsmim Davud Bakkaloğlu... 21 sene evvel Amerikaya geldim. Hind- Merin yaptıkları nadide elişleri, yü- Bu kırmızı derililer beni çok severler, Babam Bulgaristanlı olduğu için ba na Bakaiski de derler. Hakikaten davud Bakkaloğlunun burada itibarı pek fazlaydı. Kırmizi derililer ortasında yaşıyan bu Beşiktaşlı hemşerinin hatırını pek sayıyorlardı. — Bunların refslerini tanımak i- ter misiniz? deği, Navaho kabilesinin relsi gene Na- vaho adını taşıyan Amerikada pek meşhur bir simadır.. Bu adam ilk cumhurreisi olduğu zaman kımın derililerin köylerine kadar seyahat eden Mister Ruzvelte hediye olarak wüylü serpuşunu vermişti. Navaho zaman zaman Nevyorka kadar uzun seyahatler yapar. Dalma milli kıya- fetle dolaşır. Başından dört renkli, tüyden harb serpuşunu hiç eksik et- mez. Her gittiği yerde çok büyük iti- bar görür, gazeteciler peşinde koşar- Jar. Davud Bakkaloğlunun Navaho İle arası son derece İyi idi. Beni Navahonun balçıktan kulü- besine götürdüğü zaman kırmızı de- rili kabile relsini kapısı önüne otur- muş, çakı ile bir odun parçasını yon- tarken bulduk. Davud Bakkaloğlu ona ispanyolet bir şeyler söyledi. Hindiilerin çoğu is- panyolca bilmesine rağmen araların. da ingilizce anlıyanlar pek az, Kabile reisi de beş on kelime ingilizce bili- yor. silâh, muharebe, ekmek, su ve saire... Onun için kendisile uzun müd- det görüşmek mümkün olamadı, Reisten ayrıldıktan sonra bay Da- vadla ilerliyorduk, Kırmızı derililerin ortasında yaşıyan Beşiktaşlı Türkün hayatı bana merak olmuştu. Sordum: — Evli misiniz? Gülümseyerek cevab verdi: — Tabit değil mi?.. Burada yalnız yaşanır mı?.. Biraz şaka etmek istedim: — Kırmızı derililer arasında çok güzel kızlar var, Yoksa bir kırmızı de- Tili kızla mi evlendiniz? Her şey kadının elinde Bay Davud - sanki kendisine gayet korkunç bir şey söylemişim gibi - sil- kindi : — Allah vermesin... dedi, — Neden? — Alacağım kadını tepeme çıkart- mak istemem de ondan... — Burada kadınlar çok mu müste- bid?.. — Ne diyorsun? Hem öylesine ki... Kırmızı derllilerin kadınları erkekle- rine göz açtırmazlar... Öyle mütehak- kim kadınlardır, Burada her şey ka- dının elindedir. Kadın sofrada yeme- ğe başlar. Evde kadının sözü geçer. Hatta kızınca erkeklerini döverler bile. Küçük kabile reisleri arasında karılarından dayak yiyenler az de- ğildir. Bunun için - 17 senedir bunla- rın arasındayım - bir kırmızı derili kıza ölesiye âşık olsam gene onunla evlenmeği aklımdan bile geçirmem... Ben bir Türk Kızile evliyim. Zaten memlekette evlenmiştik. Buraya bera- ber geldik. — Demek karı koca burâda birlikte yaşıyorsunuz? Bir kabile reisi — Öyle ya... Şimdi göreceksiniz ya.. Şimdi bize gideceğiz... Biraz ileride beyazlar, Amerikalı hükümet memurlârının kalmaları için yapılmış küçük, bembeyaz bir otel vardı, Biz de orada kalacaktık. Otele doğru ilerlerken grup grup yerlilere rasgeltyoruz, Hepsi de oklar, yaylar yapmakla meşgul... Biz yanlarından geçerken başlarını kaldırıyorlar, dik Yolda bay Davud Bakkaloğlu: -- Buradaki kadınlar müdhiştir. Meselâ her büyük kabilenin bir reisi, bir de prensesi vardır. Kabilelerin başındaki erkek relsi kadar prensesin de hükmü vardır. Bay Davudun otel yanındaki evine girdik. Gayet sıhhatli, iri bir kadın bizi karşıladı, Türk olduğumuza bir türlü Inanamıyordu. — On yedi yıldır tek bir hemşeri ile karşılaşmadım... Bayan Müradiye adında gayet mi- safirperver, sevimli bir kadındı. Bize nasıl ikram edeceğini bilmiyordu. Bayan Müradiyeye sordum: — Burada sıkılmıyor musunuz? Ne arkadaş var, ne eğlence... Maamafih başınızı dinlersiniz. Dedikodudan uzak yaşarsınız. Bayan Müradiye gülümsedi: — Biz de öyle zannetmiştik. Fakat buradaki kadınlar da dedikoduyu çok seviyorlar. Sofrada bize güzel bir kırmızı deri- Mi kadın hizmet ediyordu. Bayan Mü- radiye onun dilini öğrenmişti. Kendi. sile yerlilerin Yisanile konuşuyordu. Amerikanm ortasında yaşıyan ve kır mızı derililerin lisanını öğrenen bu hayat kadınına takdirle bakıyordum. Hazırladığı yemeğe oturduğumuz , Zaman baktım. Sofranın üzerinde bi- zim Türk yemekleri duruyor, Kırmi- gi derililer arasında Türk yemeği yi- yeceğim aklıma gelir miydi? Hikmet Feridun Es | nefesini de yorma, Yazan: Sermed Muhtar Alus Sahife 7 'Tefrika No, 85 NANEMOLLA Molla bey gene neğelendi. Mübalâ- | ğa yok, Eşrefin kaç senedir böyle or- taya çıkmışlığı hiç vaki değil. Bunun gibi ne âlemlerde, ne turfanda yosma- Jar arasinda bulunmuş. — Yarım dakikacık olsun kalk; ya- run kerecik gerdan kır, omuz fitreti., diye boynuna, ellerine, eteklerine var- maları hep tepmiş. Kol kaldırmak de- gil, oturduğu yerde parmak bile şı- kırdatmamış. Peçeliyi görünce ne derece beğen- diği, keyiflendiği, kendinden geçtiği bundan anlaşılıyor, — Bari tuzu, biberi de tamam ol suni. Dedi; zil istedi. Taktı parmaklarına. Kıfı tutmuş, zanaatini tam gösterecek, Bu oyunu yalnız oynamağa alıştığı için oturttu Peçeliyi; kendini verdi ortaya. . Etraftan alkışlar yağıyordu; — Bağı cinan gilmanları da ancak şol mertebe raksedebilir, Meclisimizi Abad, cümlemizi ezserinev dilşad ey- ledin Eşrefa! — Ebhar ve evzana bu rütbe uygun raksı, ikinci defa olarak müşahede ediyorum. Hikmeti ilâhiyeye bakın, her ikisini de ayni vücudü muhterem- den. — Çok çengiler görmüşüm: Kursak- ıyı, Mahbubu, Şakırşukuru, Çok kö- çekler de temaşa etmişim: Tekirsaray- lı Lüfer Avniyi, Edirnekapılı Kız Rdhe- mi, Haydarlı Dombadiz Aliyi. Hiç bi- rinde bu ayar ve bu tartıda olanına raslamamışım. — Beycağzım demin, Haseki tulum- ba relsini çağırttığını, hemşiranıma onun oyun öğrettiğini söylemişti. Tahsin reis, gerek İkitellide, gerek kö- çekçede Eşref beyimizin yanında hıyar kalır billâhi., Şişko, herkesten daha şetaretli ola- rak durmadan konuşuyor, gülüyor, lâtifeler, nükteler savuruyordu ama içinden de kemirflmekte, Peçeli, (peçemi çıkarmıyacağım) diye dayatırsa... Kendi kendine gelsin gelmiyen: — Mephusetülanha, uşt anlamıyan kürd iti gibi inad edeceğe benziyor. Eşrefciğime (uma uma, döndüm mu- ma) dedirtecek, Babasının gecelik kü- lâhina nur insin, bizim delikanlımız da hayll mütecessistir, Durdu durdu duramadı, gene ayak- landı : — Eşrefa, zerretüms. fikri ahare zar hib olma. Gene memşaya kadar gidip serlan avdet eyliyeceğim!.. Asalıya bir göz edip çıktı dışarı: — Hocam, şeyhi ekberim, seninki tabekey suratı nikablı duracak. Yeni- çeri civelekleri bile haricden Kışlaları- na avdet edince çıkarıp atarlarmış peçelerini, — Sizlere bunu evvelce bildirmiş- tim a hazret. Her ferdin akıl ve man- fak harlei bir mizacı, daha doğrusu girzopluğu olur &, mephusetülanha- nın da bu. Ne yapalım, gülü seven, dikenine katlanır. Saraylı gene tepelerine damladı: — Peçeden mi bahsediyorsun Mol- la beyciğim? Nafile yüreciğin! üzme, Bu kizi padişah huzuruna götür; o irade etsin, fer- man savursun, peçesini gene çıkar- maz. Taşım diyen inadcılardan.., Pamuk bacıyı çağırdı: —- Dediğim yalan mi, sen de söyle bacı. İçerideki deli kaç defa buraya geldi. İçimizde yüzünü görmeğe mü- vaffak olan var mı?. Bacı tasdikte ve yavaş sesle: o «- — İlk gördüğümüz akşam, ne bile- yim huyunu, (kızım, dedim, aramızda erkek yok. Şunu aç da göreyim o gü- zel yüzünü...) 'Tepeme bir yumruk in. dirdi, Allah bir on beş gün başım dön- dü; yataktan kalkamadım... Yosmalardan birikiside gelmiş, lâfa karışıyorlar: — Hiş teklif etmeyin, güzel güzel eğlenirken ağzınızın tadını kaçırma» l 2 Bunu bile bile kabul ettiniz. İLA, ki onu getirtin diye sizi zorlıyan olda mu? Şimdi bir şey demeğe hiç hâkki- Biz yok. — Kabahat sizde. Kabahati eden cezasını çöker elbet- İçlerinden biri, Küçük Ceylân, akla yakın olanı söyledi; — 'Tazenin belki yüzü çiçek bozu- Ku, gözleri şehlâ, dişleri küfeki. Bu s0- bebden simasıni kimselere göstermi- yor; kadınlara, bizlere bile. Asalı bu iâfa çok kızdı; — Küçük Fitnat hanım, lâkırdıyı tartıb da ağzından öyle çıkar, bizlere de senkendaz olma, Lehülhamdü vel- minne çiçek bozuğulara, şaşılara, çü» Tük “dişlilere vesatet edecek abdal, yundan değiliz, Bir teklifte bulundu: — Böyle bayram alayına, Sürre ala» yına, muayedei hümayuna İntizardaye mışız gibi urbalarla durmada ne mâ» na? Eşref beyimiz çıkarsın fesini, elbi- sesini, fotinlerini, Sen de at beyciğim gu şalvarı; tiriltiril gecelikleri giyin; oh, dünya varmış diyin... Bacıya el çırptı: — Pamukçuğum saraylıdan anah» tarı al, büyük sandığını aç, Abdük mecid efendimizden kalma oşyalam dan gecelik entarileri, yüz havluları, ayak peşkirleri falan çıkar, Bacıdan evvel saraylı yetişti: — Pek doğru söylüyorsun amcağ ğım, dediklerinin hepsini şimdi getire yim!.. Sandığından çıkardıklarını, anaya» ta işlemeli bir bohça içinde aşağı ge tirdi. Pembetene seslendi: — Biraz teşri! et şekerim, Sen de gel hemşire!.. Allah yıldız barışıklığını vermiş biz kere. Elf sultanla Mahmud şah, yân» yana, elele, karşıki odaya girdiler. Tarandil, kapı aralığından kolunu uzattı: — Fesini, esvablarını, nen var nen yok, ver bana aslanım, dolabıma kis litleyim, Hiç merak etme, toplu iğnen bile zayi olmaz... Hepsini toparlayıp odasına götüm dü. O vakitler, bu gibi koltuklarda ek biseden başka, kıravat iğnesi, kol düğ- mesi, saat köstek, tütün tabakası gibi bahada ağır şeylerin de ev sahibine emaneten birakılması Adet, Soyunduktan sonra yüz göz, ayak yıkanacak. Ten fanilesi, gömlek terden sırsıklamsa onlar da çıkarılıp evde hizmet görenlerden birine bir su çırpıştırılacak... Daha sonra, gecelikler giyilip gene meclis odasına dönülecek; hep birlik» te bir bayl! daha içilecek ve gülünüp oynanacak. İçki sofrasına paydos de- nince yemeğe oturulup, arada şarap- lar da içilip az şekerli birer kahveden sonra herkes başma buyruk... Uşak Garbis, pirinç liğen ibriği aps teshane arasına getirmişti. — Olmaz cicim!.. Razı değilim me leğim!.. Ama beni üzüyorsun şeker paremi!.. leri dinlemiyerek, Peçeli, fb- riği aldı; suyu döktü, Eşref, teşekkür. ler, minnetlerle yüzünü, ellerini, ayak» larını yıkadı, Gene şeker paresinin tuttuğu Selânik telkarisi, saray mal havluya, ayak poşkirine kurulandı. Hind keteninden geceliği, kanaveçe terlikleri giydi. Şimdi kendisine sıra gelmiş olan göbekli, Pembetene duyuracak sesle? — Başka kimseyi istemem, bizim hizmetimizi de Pamuk bacı görsün vesselâm!.. diyerek yandaki Küçük odaya girdi. Şalvarından başka çıkaracak nesi var? Onu verip, bacının döktüğü suyw la yıkandı, kurulandı, geceliği sırtına, geçirdi. Kurban Oseble Arab Tayfur da ralarını savdılar. Basma entariler, Mercan terliklerle meclis odasına dön» düler. Molla bey, artık o gece oralı olduk» | larından gönlü biraz rahat; bununla beraber kuruntudan kurtulamıyor. Çok naz âşık usandırır; Eşrefeik ise hiç naza gelmez. O kör olası peçe yüzünden celallanp sokağa fırlama» sı yüzde seksen. Şaşılacak şeye bakın, herif peçe- den meçeden hâlA müşteki değil... Şişko, kendi kendine, (La rahata fiddünya) diyor, (ne yapsak? Şu faci- reye suratındaki baş belâsını nasıl at- tırsak?) diye düşünüyordu. Akıl akıldan üstündür. Zaman olur ki her hangi bir meselede bir eblehin reyi musib olur da en âkilinki vemi- nelgaraib kabilinden çıkar. İstişare her veçhile müstahsendir. Şu Kurban Osebie Arab Tayfurun fikirlerini bir danışsa, ç v (Arkası var)