AKŞAM Eski ve yeni Istanbul NANEMOLLA Istanbul topraklarında yaşamış en muhteris kadın 62 yaşında üçüncü defa olarak gelin olan Zoe, Bizans tahtının hakiki bir Messalini idi Geçen yazımda, Büyikadanın kağın- — Jar manastırını anlattım. Niyetim, Bi. İ yie de birer birer geçmek, bu bahsi üş beş yazıda tamamladıktan sonra, İs- tanbulun başka semtlerini, eski eğlen- ce yerlerini, âdetlerini ve esnafının ya» Şayış ve çalışmasını mukayeseli bir şe- kilde anlatmaktı. Fakat neler yazâr Eımı gözden kaçırmıyan bir müdek- kikin; — Yanıklar olsun Yürük Çelebi?.. Büyükadanın Kamares manastır ha- rabelerine kadar geldin de, bu kadın- lar zindanile taallâku olan en mühim hâdiseyi atladdın! - demesinden korle tum. Filhakika, dinmek bilmiyen şehvet ve ihtiraslarile, entrikacılığı ve zalim- liğile Bizansın Messalini olan impara- toriçe Zoe'de, ateşin hayatının husufu mesabesinde olan Üç dört ayım, bura da, yeyâne manzara olan Sedef adası» nın hüznümü seyrede ede geçirmiştir, sas Zoe, muhterisliğe büyük annesi Teo- fana'dan, hairliğe de babasından teya« rüs elmişti, O Teofano ki, âşığına ikin- ci kocasını öldürtnüştür. Babası im- | parator yedinci Kostantin'in zalim tay- netini ise şu hâdiseyle ölçmeli: İhtiyar halinde ve ölüm döşeğinde iken, maruf asilzadelerden Romen Argir'i yanına çağırdı: — Kızım Zoe'yi sana münasip gör- düm. Ya alırsın, yahud da gözlerini kör ettiririm, İk! şıktan birini seç - de- di Halbuki adamcağız, sevdiği bir ka- dınla evliydi. İhtizar halinde bulunan imparator, müstakbel damadına, bu müthiş fermana boyun eğmek için, an- cak üç beş saatlik bir mühlet bıraktı. Bereket karısı, Romen'in aşkı uğruna bir fedakârlıkta bulunarak, saçlarını kesti de rahibeliğe sülük edip ve böyle- Jikle izdivaç zincirini çözüp kocasını felâketten kurtardı... Kurtarmak da sözün gelişi ya... Oda başka... Zira vakta ki Zoe, diğer hemşiresi olan 'Teodora ile birlikte 1028 sönesin- de tahta geçti; bu tarihten itibaren havsalanm almıyacağı bir şekilde azı- tırerdi, Bu kadın 48 yaşına kadar, mu- kaddes sarayın harem dairesinde, ha- dımlar arasında bakire olarak kalmış bulunuyordu. Altmışmdaki Romen Ar- gir, asil tavırlarına rağmen onun bir- denbire havalanan aşk ve hevesini tat- min edemedi. Kocası da esasen onu, kendisine ya- manmış bir zevce telâkki ediyor, ancak ordu ve kilise işlerile uğraşıyordu. Zoe se, kaybedilmiş gençlik çağını telâfi için, bu yaştan sonra havsalanın al- mıyacağı delilikler yapmağa başladı. İlik işi hemşiresini atlatmak, onu Haliç sahilindeki Petrion manastırma ka» patmak oldu. Sonra kendine seçtiği müteadâid «âşıklar» arasında aşağı tabakadan yakışıklı, delişmen bir oğ- lanı büsbütün benimsedi. Bu adam kalp para basıyordu, Meğer adam ay- ni zamanda sar'alıymış amma, illeti sonradan sarpa sardı... Mişel ismindeki bu yaman herifle Zoe, ne de olsü kendileri için bir tehli- ke teşkil eden Romen'in vücudünü or- tadan kaldırmak niyetile, yavaş öldü- rücü, sinsi bir zehiri ona sundular. Bu yaşlı fakat yakışıkı asilzadenin, kısa bir zaman içinde yüzü gözü şişti; saçları, dişleri döküldü; vücudünde pul pul yaralar açıldı ve takalı kesilen | adamcağız yataklara serildi. Çok geçmeden sönüp gideğekti am- ma, Aşıklar bu aheste ölümü bekliye- mediler. 1034 senesinin nisanında, Ro- »lan bir Bizans kadını men, cildini tedavi için hamama gir- mişti; imparatoriçenin adamları onu orada bastırarak başını suya soktular; bir müddet öylece tuttular; boğuldu- ğunu sanarak çekildilerse de, asılzade, sadece bayılmıştı. Zoe, kocasının yata- ğı başında akşama kadar sahte göz yaş- ları döktü; ve geceleyin alelâcele pat- riği çağırdılar, Patrik; ölüm halinde bulunan Ro- men'e dini dualar yapmak için davet olunduğunu sanmıştı. Halbuki: — İmparatoriçemizin zevci vefat et- ti; kendisi Mişel'le evlenecek! - ha- berini aldı. Kalpazan, imparatorluk kisvosini ve erguvan! kumaştan mamül anane- vi ayakkabıları giydi; ve elli üç yaşın- daki imparatoriçeyle birlikte tahta cü- 108 etti. Fakat hakikatte Bizansın mukedde- ratına hâkim olan, mahud hadım ve Mişel'in kardeşi Yani idi; sade onun dediği dedikti; hükümdarlar, bu müs- tebidin'iznini almaksızın hiç birşey yar pamıyorlardı. Bahusus ki, Zoe'nin ko- cası sar'a nöbetlerile sarsıldıkça sarsü- dı, Bir nevi cinnete, - dinl cinnete - uğ- ramıştı: Sanki seyyiatından dolayı piş- man olmuş gibi, manastır manastır do- laşmağa, karısını ihmal etmeğe ve an- cak tarikat erbabile tilfet etmeğe ko- yuldu. Keşişleri sarayında barındırı- yor, onların ellerini eteğini öpüyor, on- ları kendi tahtında oturtup yatağında Elbi bazı müverrihler, bu inzivayi, im- paratorun karısından filâllâh diyerek kaçması suretinde tefsir ediyorlar am- ma, inanmak lâzım mı, bilinemez. İnanılacak birşey varsa, o da Zoe” nin bu halinde iken bile kocasına hâlâ meltunluğuydu. Nitekim, ona hoş gö- rTünmek üzere, yeğeni genç Mişel'i ken- dine varis seçti. Bunda entrikacı Yani'- nin de dahli olmadı değil, Zira, yenge- sinin #htiyarlığını görerek, bu sefer de, genç Mişel vasıtasile hükümranlığı. da devam etmek istiyordu. Zoe, kocasını o derece sevdi ki, mec- mibun manastırda can verdiğin! işitin- ce derhal koştu. Fakat Mişel onu ya- nına kabul etmedi. Bu sefer, bizzat imparatoriçenin aley- hine bir entrika tuzağıdır kuruldn, Ba basının zenastından dolayı lâkabı «Ka- lafatcwm olan Mişel, analığına sadık ka- Jacağına dair ettiği yeminlere rağmen, Bu ihtiraslı, aşklı, entrikalı seneler. den sonra, ihtiyar fakat arzuları din- memiş kadının Kameras'da, ıssız Se- def adasına karşı geçirdiği günler pek hüsranlı olmuştur. Fakat bereket bu nikbet kısa sürdü, Husultan sonra talihin güneşi tekrar açtı: Bizanslılar, hükümdarlarının ahlâklı olmasını de- gil, neşeli olmasını, kendilerine de ke- yifU günler yaşatmasını tercih ediyor- lardı, Hem, hanedana karşı da sadakat leri vardı. İmparatoriçe hakkında ve- rilen sürgün kârarı üzerine, bir isyan çıkıverdi! İstanbul sokakları çın çın çınladı: — Kahrolsun uKülafatcı»!.. Biz meş- ru imparatoriçelerimiz Zoe ile 'Teodo- ra'yı istiyoruz! Genç Mişel, menküb analığını Bü- yükadadan getirtip, başında tacla hal- ka göstermek istediyse de isyan ge- ne dinmedi. Müthiş bir tenkil mücude- lesi buşladı. Kalafatcı, üç bin hem- şehriyi katlilm eğerek tacını muhafa- zaya çalıştıysa da mağlüp olarak bir- kaç sadık taraftarile Studion manas- tırına kaçtı, Burada masun olacaklarını umuyor- lardı. Nitekim Zoe'de onları affedecek; gene sefihane hayatına dönüp, ömrü- nün son güm alacaktı. Fakat ihtiyarlığına rağmen hâlâ baki- re kalan ve hayatını manastırlarda iba- detle geçirdiği için halk tarafından azize sayılan taht ortağı ve hemşirs- si 'Teodora ansızın şu umulmadık emri verdi: — Gasıblara işkence edilsin! Zaten böyle bir işaret bekliyen halk, bu ferman Üzerine, köpürmüş bir kin ve gayız dalgası halinde Stud'on ma- nastırının kapılarına dayandı. Kala- fatçı Mişei'le yakm adamları sığındık- ları İbadet höcresinden bin türlü haka- retlerle koparılarak, sokaklarda sü- rüklene sürüklene bir meydana geti- rildiler; direklere bağlandılar. Çepeçev- re olan veyuha çeken halkın huzurun- da işkence karari infaz edildi: Mil çekilen gözler, bütün ışıklara ebediyen kapandı ve taht gasıbı ile maiyeti, ge- ne manastıra götürüldüler, Bu feci hâdiseden sonra, gene zevk, ,sefahat, ihtiras... Hükümdar hemşilereden bakire Te- odora ibadetine devam ededursun, Zoe, Messalin'in ruhumu şad edercesine bir erkekten öbürüne koştu; fakat aradı- ğını bulamıyordu... Bu esnada, memleketin işleri de iyi gidiyordu. İmparatoriçe, at meydanın- da eğlence üstüne eğlence tertip edi- yordu, Talihe bakın ki, Bizanslılar, ta- Tihlerindeki bu safhayı altın devri say- dı ki, oda bizzat Zoe idi.. Evet, kendi- Sine yeni bir koca lâzım... Bu gelip gs- çici erkeklerle olmuyor... Halbuki, ne aksilik! Bizans kilisesi de, üçüncü izdi- vacı hiç hoş görmemekte; menfur say- makta... Lâkin ne olursa olsun!.. İm- Paratoriçe eski gözdelerinden olup menküp bulunan Kostantin Monomak'ı İstanbula getirtti. Nimetlere boğdu ve altmış iki yaşlarında bulunan bu ka- dın tekrar gelin oldu! Yeni bir safha, fakat yeni bir gara- bet!.. Zira, yeni hükümdar Kostantin sadoce meşru ve ihtiyar zevcesile kifa- yet edemiyor. Seleren isimli genç, gü- zel bir maşukası var... Merasimde, sa“ rayda üçü beraberler... Kostantin, ka- dınlarından birini sağına, ötekini solu- — "Tanıdığım kimesnelerden değil. Bu 'namda bir nevzuhur mevcuğ olsâ mezbureyi bilmemekliğimin imkânı me İşit te inanma,, diyerek atlatmış- İkinci bir garabete bak, Peçeliden Eşrefin de daha haberi yoktu. Bu na- sil ölur?.. Olmuş işte, Sebebini de akil kabul ediyor: Peçelinin yalmz bir vasıtası vardrt; oda Asalı, Güys paşa Kızı, pederi hayatta, ko- cası taşrada ya, kendinin tanmması- na fevkalhad muhteriz. İlk şartı dai- ma peçeli bulunmak, katiyen onu çi- karmamak. Kimin işine gelirse, kim kabul eder- se, (Ben buna gelemem) diyen aklın- dan silsin onu, başka kapıya başvur. sun. Peçesinin şeklini terif edelim: Bildiğimiz çarşaflarınki gibi değiL Yeniçeri ciyeleklerininkine biraz an- dırışı var; yani öyle alımdan aşağı s0-, çaklı, fakat bununki gayet süslü, Kulaklarının üstünden başına fır- | dolayı sardığı parmak kalınlığındaki sırma bir kurdeleye, bükme ipeğe di- Zilmiş, mercimek büyüklüğünde, pem- galarımış. Bu nikaba e! değdir, hele kaldırma- ğa yelten, nazenin köpek sürünmüş şafiilere, tavşan görmüş kızılbaşlara dönüveriyor. Yerinden fırladığı gibi yaşmaksız, feracesiz, daha dara gelir- 8e dekolte gecelik gömleğile: — Yangın var!.. diye kendini soka- ğa atıyor. Peçeye dokunma, keyfine bak. Onu tepeden ayağa seyret, kendini cennei- te bir huri karşısında san. Çenenin altında bir gerdan, bir gö- güs ki lekesiz mermer; omuz başlar- dan çıplak kollar balmumu; eller boğ- mak boğmak, çukurlarına leblebi koy... İki sereni yanyana getir, beli kavuş- tur. Yukarı çekikçe eteğinden görü- nen bacaklarını sebuden ayırd edebi- lirsek et. İskarpinlerini çıkar, yerine patik kay. Ağzını açtır, iki sıra inciyi gör, fa- kat hiç konuşturma, Tutturması ha- zır; — Paşavbam boğazına düşkündür. Kulakları çınlasın ehlim de güzel ye- meğe bayılır. Konağımızda dört tane erkek ahçı var, iki tane de Arab bacı, Böyleyken, binerler tepeme. (Bize o güzel elcağızınla bol yoğurtlu ve sa- rımsaklt bir mantı yap, parmaklarımı- zı da beraber yiyelim) derler... Biri pederim, diğeri de erkeğim, hatırları- ni kıramam tabil . Anastaşın (1) di- kişi o canım, o kabuk gibi satendilyon elbisemi çıkarırım, Ocak işi sinmesin diye başıma yemeniyi sararım, basma iç donumu koltuklarıma kadar çeke- | yüz, gerek vücud, gerek endamda, eşi nadir bulunarlurdandı. Anası, büyük Çerkes dökümünde gelmişlerden, her nasilsa kaşıkçıyk yarmışlardan. Kızlarının güzelliği ona çekmiş. Bayağı sözlü, rabıtasız kelâmlı isş de, fevkalâde kurnazlığım, cin gibili- ğini de unutmıyalım. Önüne diz çök- türüp şeytana ders verebileceklerden. Bunca kişi kolay kolay avuç içine alınmaz, kukla gibi oynatılmaz. Pek sahte vekar, kelâmda zarafet arar kimselere karşı, gayet az konu- yur. — Evet efem!.. — Hayır beyefendi. — Tabil aslanım... — Mersi mon ami!.. — Parol dönür monşeri., Gibi sözleri sarfetmekten geri kal. mazdı. Kibar ve paralı da külhanlığa me rTaklı, o yolda haller, tavırlar takman mirasyedi beylere de o veçhile mukü- bele ederdi: — Gel anam babam!.. — Ne dedin be kardeşim? — Atma be imanım, biz de din kar. deşiyiz!.. Molla bey, yüzü gülerek meclis oda» gına girdi. Böyle fevkalâde bir sürpriz — Saraylım, dedi, bir ricam “delin var! — Emret efendiciğim! — Yağlıcayı, tuzlucayı lütfet!.. Saz takımı hemen girişti. Atalım dümtek, senden de bir tek Yağlıcn bumbar, tuzluca biflek Olsa da yesek, vay vay vay 'Yağlıca... fh... (2) Molla bey, gene ortaya atıldı. Bu Oyun da çifte oynandığından, Kurban Osebi kaldırdı. Oseb, palyâçoya ben- zemek için, kocakafa fetvahanelinin sarığını çözüp feşini kulaklarına ka- dar geçirerek, cübbesini de ters giyip eteklerini pantalonunun içine soka- rak, eline boş bir tencere aldı. Oyunu karşılıklı tutturdular. Kırk yühk komük sanki Kurban değil de göbekli. (Yağlıca bumbar) derken, yerdeki çoraplarını burup burup ağzına sok- malar; (tuzluca biftek) derken, terli- Gülmekten kimdecan Kalıyor?. Pembeten bile tebessümde, Utu çatır çatır çalan Saraylı: — Molla beyciğim fazla yorulmal.. Sinan efendi: — Kâfi velinimet, kâfi, gene rahat- sız olacaksın!.. diyorlar, o gene ala- bildiğine gidiyor. Saz çalmıyanlardan bir ikisi, Kum- ru, Beyaz Papağan, Büyük Ceylân solaya sıvışmışlardı. Söylenip duru- yorlardı: — Gör, gör, o şişko moruğu gör. Gönlüm bulandı artık!.. — Maça beyimin hele bu geceki ilvanından, kurumundan öğürmek- likler geldi... (Arkası var) (0) O devrin en meşhur kadın terzisi, Kendi makastar, pazyanla Araksinin Bon- Taları, Hayali Kâtib Salihin Karagözüne bile düşmüştü. mL na alıyor... Halk da buna hiddet etmek- | karı halinde öldü... te... Fakat yetmişine yaklaşan impara- toriçenin bu ortaklığa itiraz yok... Raki- besinin şayed kocası nezdinde olduğu- nu öğrenirse, o gece, ziyaertini tehir ediyor... Şarklı bir odalık uysallığı gösteriyor... İşte böylece, aşkın bütününü yarımı- nı, zelilânesin! ve oburcasını, hülâsa, her türlüsünü tatarak, ömrünü İs- mamladı. 22 sene hüküm sürdükten sonra, rahat döşeğinde mesud bir koca Bizans tarihine dair eserlerile meş- hur olan Sehlumberger, bu hikâyeyi naklettikten sonra «ekseriya münevver kütlelerin bile bilmedikleri bu hariku- lâde devirlerin garipliğis diye bir cüm- le sarfediyor. Acaba anlattıklarım karilerimin mar lümu mu idi? Üzerinde yaşadığımız