Müfide elindeki kitabı kaldırıp bir | köşeye fırlattı. Kendi kendine: #âman ne saçına roman!; diye and, -İ j ! Halbuki fırlatıp allığı kitap hiç di le saçma bir roman değildi. O de yeni çıkan bu kitabı herkes bü bir zevk ve merakls okuyordu. Roma- | nın muhâarriri meşhur Mehmed Ma» eddi. Müfide Mehmed Macidi küçük- ten beri tanırdı. Ayni semtte oturmuş- lardı, Aşağı yukarı çocukluk seneleri birlikte geçmişti. Şimdi meşhur bir romancı olan Mehmed Macid seneler- ce evvel dalgın, uyuşuk, hattâ biraz aptalca bir çocuktu. Müfide kendi kendine: «O aptal, o budala Mecid böyle meşhur bir romancı olsun he... Hajrettir..> diyordu. Eski çocüklük &rkadaşına karşı genç kadının içinde Adeta kıskançlık hisleri kabarıyordu. Çünkü Müfide ötedenberi edebiyata meraklı idi, Böy- Je meşhur bir romancı olmağı aptal Matide değil ancak kendisine yakiş- tarırdı, Birdenbire başının içinde bir şimşek çaktı, Sanki o da Macid gibi romanlar hikâyeler yazamaz mı idi? Gene kendi kendine söylendi: — Bizim aptal Macid bile romanlar yazdıktan meşhur bir romancı olduk- tan sonra ben ondan niçin aşağı ka- lacakmışım?.. Hemen o günden tezi yoktu. Koca- sının yazı masama koştu. Küğid ka- Jem aldı. Fakat ne yazacaktı? Roma- ni neye dair olacaktı? Saatlerce dü- gündü. Kafa patlattı. Nihayet karar verdi. Hassas bir kadının zalim bir erkek elinden çektiği ıstırapları yaza- caktı, Romanı için de pek şairane bir isim bulmuştu: «Sarı bir gülün ıztı- rabi..» Fakat tam yazıya başlıyacağı sıra- da gözü saate ilişti. Allı buçuğa yak- laşıyordu, Eyvahlar olsun kocası ne- rede ise gelecekti. Halbuki akşama ye mek yoktu. İki gün-evvel hizmetçileri kaçtığı için yemek pişirmek, bütün ev işleri kendi başına kalmıştı. Müfi- de pişireceği taze baklayı ayıklamak için mutfağa giderken kend! kendine söyleniyordu: — Tam şairane yazılar, hassas bir kadının ıztıraplarını yazacağım sıra- da yemek pişirmek gibi 4di, maddi bir İş yapmak ne feci birşey... Fakat sen bunu gel de kocam olacak adama an- lat... O böyle şairane şeylerden ziya- de midesinin zevkini tercih eder. İyi Pişmiş yoğurtlu, sarmısaklı bir bakla yemeğini en hassas, en şairane yâzı- lara değişmez. Ne kaba adam... Yemeği büyük bir acele içinde ate- şin üzerine koyduktan sonra hemen tekrar masasının başına koştu. Yakın- da yaratacağı büyük sanat eserini yaz- mağa başladı. O kadar dalmıştı ki ko- casının anahtarla sokak kapısını aça- Tak içeriye girdiğini bile duymamıştı, Faruk karsını masa başında, bir ta- kım Kâğıdların arasına gömülmüş, harıl harıl yazı yazarken buldu. — Karıcığım,.. Böyle kendinden geçmiş ne yazıyorsun?.. diye sordu. Müfide büyük bir sanatkâr dalgın- Liğile cevap verdi: — Aman zihnimi karıştırma... Mü- him bir roman yazıyorum. Faruk karısını roman yazmasına şaşmakla beraber sesini çıkarmadı. Adamcağızın karnı fens halde açtı. Karısının da masa başından kalkma- ğa hiç niyeti yoktu. Bunun için Fa- ruk sordu: — Müfideceğim, karnım zil çalıyor. Ne zaman yemek yiyeceğiz?.. Müfide sertlendi; — Darılma amma Faruk çok kaba İnsansın... Şimdi akşam yemeğini dü- şünecek bir halde miyim? Görmüyor musun? Romanımı yazıyorum... — Aman şekerim, o kadar acıktım — Senin bu yaptığın zulümdur doğ- rusu... Tam hassas bir kadın en in- ce, en şairane hislerini yazacağı sırâ- da ona yemek hazırlatmak!.. Ben za- ten romanımda senin bana yaptığın işkenceleri yazıyorum. Hassas bir ka» dının zalim bir erkek elinde çektiği ıztırapları... Bu esnada butunlarına abı âcı bir yanık kokusu geldi. Faruk: — Aman, yemek yanıyor galiba... dedi, Müfide hiddetle yerinden fırladı: — Zaten bu evde rahut rahat bir zoman yazmağa bile imkân yoktur, Mutfağa gittiği zaman yemeği ye- nilmiyecek derecede yanmış buldu. Bakkaldan konserve ve suire alıp o günkü âkşam yemeğini öyle geçiştir- diler. Müfide o gece geç vakte kadar yazsile meşgul olduğu için ertesi sabah çok geç kalktı. Faruk karıs dan ne kadar evvel uyanmıştı. Zava'lı- nin temiz gömleği yoktu. — Müfideciğim, gömleğim kirlen- miş, bana temiz bir gömlek verebilir misin? diye sordu, Genç kadın yatağından kalkmış, si- garasını yakmış, romanının başına 0- turmuştu. Faruğun bu sözü üzerine: — Of, dedi, şimdi tam romanımı ya» zacağım sırada senin gömleğini mi düşüneceğim? Temiz gömleğin var amma ütülenmemiş, Romanımı yüz Üstü bırakıp senin ütün'e mi meşgul olacağım?.. Elektrik ötüsünün kordonunu pri- ze soktu, Bundan sonra kocasına dön- dü: — Ütü kızıncaya kadar ben de ro- manımdan birkaç salır yazayım... de- di, Romanın gayet şairane olan bir ta- rafına gelmişti. Kendisinden geçmiş bir halde yazmağa başladı, O kadar dalmıştı ki içeriki odadan fena fena yanik kokuları geldiğini bile farket- memişti, Faruk seslendi: -— Müfideceğim... Gene bir yanık | kokusu etrafı sardı. Acaba birsey mi yanıyor?, . Müfide öteki odaya koştu. Kızsın diye prize soktuğu ütüyü kocasının gömleği üzerinde unutmuştu. Ütü fe- na halde kızdığı için gömleğin yakası tamamile yarımıştı. Aksi gibi de başka temiz gömlek yoktu. Faruk homur- dana homurdana kirli gömleğini giy- meğe mecbur oldu. Müfide Faruğun kızdığını görünce hiddetle: — Ne homurdahıyorsun cânum... Artık bir gömlek ütülemek de elinden gelmiyor mu? Görüyorsun ki ben meş- gülüm... Roman yazıyorum. — Canım bu senin yazdığın roman benim için bir felâket halini almağa başladı. Romana dalarsın yemek kav- | rulur. Kendini romana verirsin göm- lek cayır cayır yanar, Bari yazdığın romana «Hassas bir kadının zalim bir erkek elinden çektikleri» ismini koy- ma da: «Biçare bir erkeğin roman meraklısı bir kadının elinden çektik- leriz adını tak... Gün geçtikçe Müfide de Yoman yaz- mak merakı Âdeta bir illet haline giri- yordu. Evin içinde hiç bir şeye el sür- düğü yoktu. Ortalık darma dağınıktı. Kocası: — Karıcığım... Bu evin hali ne böy- le? Dedikçe Müfide ona âdeta acır gi- bi bakıyor; — Çok anlayışsız Insansın Faruk... diyordü, bilmez misin Ki sanatkârlar çok dağınık insanlardır. Bir sanatkâr evi ancak böyle dağınık olur... Müfidenin evi, dağınıklık cihetin- den hakiki sanatkârların evlerini de geçmişti. Faruk evin içinde ne çorap- larını, ne fotinlerini bulabiliyordu. Fakat ne çıkar efendim? Bayanın ro- manı ilerliyor ya... Bu kâfi... Artık Müfide kendisini tamamile: «Hassas bir kadınin zalim bir erkek elinden çektikleri» romanına verdiği için evde yemek pişirmek âdeti de kalkmıştı. Müfide yemek meselesini şöyle halletmisti, Mutfakta, hava gu- zı ocağı karşısında saatlerce uğraş- maktansa meyva kürü yapmak daha iyi deği miydi? Kocasına: — Kocacığım... dedi, ben düşün- düm, taşındım. Nihayet Karar ver. dim. Evde uzun uzun yemek pişire- ceğimiz yerde meyva yiyelim, meyva kürü yapalım daha iyi... Hem sihhi, hem de kolay... Çarşıdan hemen bir sandık porta- kal, 10-15 kilo elma aldılar. Yemek yerine bunları yemeğe başladılar, Ba- zen de peynir ekmekle idare ediyor- | lardı, Müfidenin kocasile meşgul ola- cak hall de yoktu, Artık Faruğun kili- | ğı kıyafeti de pek berbad bir hale gel- mişti, Nihayet «Hassas bir kali zalim bir erkek elinden çektikleriz romanı bitti, Fakat biçare Faruk bakımsızlık-” tan, gıdasızlıktan bir deri bir kemiğe dönmüştü, Müthiş bir kansızlık has- talığına uğramıştı, Romanın bittiği gün kendisini hastaneye kaldırdılar, (Bir yldız) © Spekülatif sanzatu Bir çok oyuncuların spokülâlıf” sanzabu deklâre elmeleri göründüğü kadar garib değildir. Sanzatu, sayı itiberile diğer koz- lardan yüksek olduğundan oyuncuların ekserisi talihe güvenerek sanzatu derler, Kuvvetli bir oyuncunun o karşısındaki ortağı orta derecede bir oyuncu ise zayıf bir kâğıdin sanzatu söyelmesine ben de işlirik ederim Hiç olmazsa ortağında hakiki bir sanzatu Varsa oyunu meharet- le Idare ederek İevede fire vermez. Fakat parteneri ona muadili kuvvette ise şansa güvenerek sanzatu savurmak lüzumsuz- dur, ekseriya zararlıdır. Eğer kâğıdların vaziyeti sanzatuya elverişli ie buna mo- dem deklaârasyon vsullerile vasıl olmak en İyi bir harekettir. Meselâ ben bir pika ile başladım. Ortağım iki karo dedi, © zaman iki sanzatu der oyunu kaza" airim, Bazı karilerim diyecekler ki; bunda şaşılarak ne var? Bidayelle san- sutu deseydiniz gene oyunu yapardınız. Pek doğru, Fakat eğer arkadaşımdak! karo kuvveti solumdaki muhasımda İse © zaman vatiyet benim için fenâ olur, si- kıntıya düşerim. Halbuki pika kozu Üze- rine karoların meydana çıkacağı muhak- kaktır. Hulâsa bir renkten çikan veya sayı! bir el ile talihe güvenerek sanzalu dek- )âre etmekten İse, onorlu olmak şartile Görlü büs olsa rengi söylemek daha iyidir. «Pekâlâ Bu münasebete ize Amerikanın küçük | bir Kasabasında başımdan geçen eğien- celi bir hadiseyi anlatayım: Kasabanın oyuncularından birini «şehrin en büyük ustası» olmek Üzere bana tağdim ettiler. | Halbuki kabiliyeti orta dereceden aşağı olduğu gibi sanzatuları da pek nevinden idi. O akşam elinde ARDŞ z pika, ADG&6kupa AD'T karo, 8 sinek varken sanzatu demişti. Solunda ben otu- Tuyordum, elimde de beş onorlu sineğim vardı, fakat nasılsa deklâre etmeği unut- muştum. Mor elini açlı ve geriye kalan iki ruayı verdi. Koz pika olsaydı oyun peti şilem olurdu. Oynadığım sineklere karşı kozcu sağlam kâğıd yemeğe mecbu rTkalıyor ve ben si- neğe devum ettikçe kaşlarını çatıyordu. Oyun oynandıktan sonra kendisine san- satu yerine pikayı koz olarak söylemesi daha muvafık olmaz mıydı? diye sordum. Cevaben; eDeklârasyonum tamamlle döğ- rudur. Pakat &iz elinizde böyle sağlam onorlu kâğıd varken bunları dekiâre el- meyip (© pusuya yatmanız muvafık mi- dır? Biz burada böyle briç oynamıyoruz« İ dedi. Spekülâtif sanzatuda oyuncuların ekas- riya içeriye girdiklerini defatla gördüm. Halbuki en küçük kotdun partiyi kaza- habilirdi. Bu sözlerimle hakiki sanzatuyu kıymetter düşürmek istediğim anlaşılma- Sn. Sanzatuya lâzım olan hakiki valörlar elde mevcud olduğu zaman sansatu dek- | lâre etmek bittabi en muvafık harekettir. | Aşağıdaki misaller sanzatu ile koz dek- lârasyonu arasındaki farkı gösterir. Şu dört el «sanzatus deklâre etmelidir: m Ası: “433 YY aıs5 YDT64 » 152 >; 11: 987 #arb aR3 vwrvss o 1r1: ga #vv4 YRiz *vvs gs ARVS Şu iki el «bir sinek, deklâre etmelidir: Mast3 Yassı » « BARVS Mavi? YAl53 SARDS? Şu iki el «sir pikas Geklâre etmelidir: garı: YrDıs » 4112 # Avss sue * 9 ö.rEAEAEUNEEREREREREEEREEEEEEEEEREEREEERASEN. Marpz Yas bey kuruşluk pu) göndermek lıdır. Rebiülâhir $ — Ruzuhızır ez 8 İmsak Güzey Öğle İkindi Akşam Yatı E. 633 852 436 8461200 209 Va. 214 4,28 12,12 16,12 1936 2136 DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No. 15 | Arap genci, Mogol kumandanına döndü: “ Bizans , avu-| cumda duran lokmaya benzer. Onu birlikte yal | Said çok iri, yakışıklı ve çok kuv- | vetli bir delikanlı idi, Zeki bakışları vardı: — 'Tüccar sıfatile Peşteye gelmiş- tim, dedi, iki ay sonra Moğol ordusu Peşteye baskın yaptığı zaman, bir çok Macarlarla beraber beni de esir aldılar. O vakıttanberi Moğol ordu- sunda çalışmaktayım. Göktay bu kısa izahalı ulıncu, Se- idin Araplar tarafından Macaristan casuslukla gönderildiğini anlamakta gecikmedi. — Kabileniz kalabalık mıdır? — Evet. Yirmi dört saat içinde kırk bin atlı çıkarır. Ayni zamanda sahil- lerimizde otuzdan fazla yelkenlimiz var, — Korsanlık ta yapıyorsunuz de- mek? — Evet. Tanınmış denizcilerimiz vardır. Ben de onlardan biriyim, — Denizden anlarsın, öylemi? — Bara memleketimde: «Dalgaları yenen adam!ş derler, Ben denize çık» tığım zamn fırtına durur, dalgalar l sakinleşir, — Karada at koşturacak engin çöl- leriniz varken, neden denizde dolaşi- | yorgunuz? — Korsanlık yapmadan geçineme- yiz, Bazan bir kaç kabile birden bir- | Jeşip uzaklara açilırız. — Bizansa gittiniz mi hiç ? — Bir kaç kere gittik. Zaten benim emelim, Bizansı zapt ve yağma et- mekti, — Neden? Bizanslıları sevmiyor. sun? — Onlara hıncınwvar. Allah, Bizans tan öç almadan, canımı almasın... -—— Neden bu husumet?... Bizanslı- lar çok munis İnsanlarmış... — Sizi aldatmışlar, Bir Bizans za- biti, Akropolis önlerinde babamın başını vurmuştu. O zamandanberi Bi- zanslıların düşamnıyım. — Baban da denizci miydi? — Evet. Beni de o yetiştirdi. — Bizaslılardan öç alabilmek fır- satını ele geçireceğinden emin misin? — Evet, Günün birinde memleketi- me döneceğim. Bütün kabilelerin korsanların başıma toplayıp Bizan- sa gideceğim ve şehri denizden kuşa- tacağım. Göktay zihninde derhal çızdı... Saidin fikirlerinden, kabilesinden, memleketinde mâlik olduğu vasıta- Targan istifade etmek kabildi. | — Sald! Bundan sonrabir arka- daş gibi yanımda kalacaksın! Bu ar- zunun tahakkukuna ben de yardım edeceğim. Said, Moğol kumandanının ayakla- rına kapandı: — 'Teşekkür ederim... Ben, esir düştüğüm gündenberi, böyle bir mü- cize İle karşılaşacağımdan emindim. Siz de sadakatımdan emin olunuz... Ve başını önüne iğtrek ilâve etti: — Bizans, avucumda duran bir lokmaya benzer. Onu birlikte yutabi- Jiriz. Polonyadan Arabistana.. Polonya arazisine girmişlerdi. Moğol orduları önünde hiç bir kuv- vet mukavemet gösteremiyordu, «San Dömirsi yakan Moğol ordusu şimdi Pölonyanın en büyük şehri olan «Karakövi: yi muhasaraya ha zırlanıyordu. Güklay buraya gelinceye kadar düşündü. O da mühim işlerde «Çütsay. kadar fazla düşünür, fakat verdiği karardan geri öönmezdi. Yanında ge- tirdiği Arap geneini bu kısa yolculuk sırasında bir hayli denemişti. Said cidden fedakâr, cesur, atılgan bir gençti, Saidin gözleri toktu. Asil ruhlu, muhakemesi yerinde bir korsandı. Said, Moğol kumandanına denizlerde yaptığı akınlardan bahsederek; — Her horoz kendi çöplüğünde öter. Demişti, “Said gibi bütün gençliği denizlerde geçmiş bir adam Polunya- ir plân da nasıl bir varlık ve yararlık göste rebilirdi. Yolda giderken Göktay, bir dereyi göstererek: — Şu suyun öbür tarafına geçebi. Mir misin? Deyince, Said tereddüd etmeden atını mahmuzlayıp suyun öte tarafı- na geçivermişti, Bir gün de Göktay uzaktan geçen iri kanadlı bir kuşu göstermiş: — Said, şu kartal yavrusunu uçar- ken vurabilir misin? Diye sormuştu. Said derhal yaymı gererek, ilk attığı okla havada uçan kuşu yere düşürmüştü. Göktay, Saidin her gün bir başka | meziyetini görüyor, ve onu her gün biraz daha fazla seviyordu. Said hem cesur bir asker, hem iyi nişancı, hem de hasmını yere vura- | cak kadar kuvvetli ve zeki bir muha- ripti, Götay bir gün Saide sordu: — Seni buradan memlekitine gön- dersem, gider mizin? — Gitmek isterim, Fakat, tek ba- | şıma yola çıkarsam, beni derhal yar kalarlar. — Kk, elli Moğol akıncısı ile yola çıkarsan size hiç kimse yan gözle ba- Okamaz. — Bu lurk, elli kişi beni memleke- time gölürmek için mi yola çıkm- cak?... — Evet, — Bu külfete hiç lüzum yok. Ben #izin yanınızda kalmağa razıyım, — Hayır. Ben böyle istiyorum, ; Said! Çok güvendiğim bir kaç zabi- timle görüştüm, Bunlar seninle bera- ber, Akdenize inecekler. Oradan bir yelkeniiye binerek, kıyafetlerini de- ğlştirip sizin kabilenize kadar gide- cekler. — Amcayı şimdi! bizim kabilemizin reisidir. Moğol zabitlerile beni bir ara“ da görürse, kim bilir ne kadar sevi- mecek| ii — Sana yapacağım bu İyiliğe kar- şılık, senden de bir yardım İstiyorum Sald ! — Emrediniz, kumandanım! Sizin yolunuzda kanımı dökmeğe hazırım, — Kan dökmeğe lüzum yok, Zabit- Jerimle beraber, yurdunuza selâmet- Je varır varmaz, bütün Arabistan ki- yılarındaki korsanları bir araya top- layıp Bizans üzerine yürüyeceksiniz! Bunu yapmağa muvaffak olduğunuz gün, «Bizans: 1 sizinle paylaşacağız! Nasıl, bunu yapabilmek için kendine güveniyor musun? — Bana itimad ediniz! Ben babam» la iki kere Bizansı muhasaraya git tim. Orasını benim kadar iyi tanıyan kimse yoktur. Kendime ve yurdum- daki arkadaslarıma güvenerek, size söz veriyorum: Bizans, bizim avucu- muzda her zaman yutulmağa mah- küm bir lokmadır. Hele siz arakamız- da bulundukça, yalnız Bizansı değil, Venediği, İspanyayı bile yutabiliriz. o Göktay gülerek Saidin omuzunu okşadı. — O küdar'pisboğazlık iyi değil İnsanın midesi bozulur, hastalanır. Venedikte - İspanyada şimdilik gö- zümüz yok. Fakat, Bizans yolumu- zun Üzerinde duran bir küçük ülke | dir. O lokmayı İznikten gelen Mihail Paleolog nasıl yutmak istediyse, biz de onun gibi yutmasını ve çiğneme #ini biliriz. ç — Şimdiye kadar bu işi yapmama. mıza, şaşıyorum! f — Hakkın var... Bunu bana bir kaç yıl önce «Çütsay, da söylemişti, Fakat, Tunâdan geçerken, Bizans yo- ş lJamun Üstüne düşmüyordu. Dala terketmeden biz işgal edebilirdik, Mihali Püleolog da İznikten kımıldar mamış ourdu. il -—— Mihalin çok xuvvetli olduğunu söylüyorlar, Acaba doğru mu? ... o (Arkası var) ©