25 Mayıs 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

25 Mayıs 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

DİŞİ KORSAN Tarih Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli,,,,, £ Tefrika No. 5 Hatice ile İrfan evleneli epiyce ol- muştu, Fakat Hatice hayatından — Otursanıza,.. Niçin ayakta du- rTuyorsunuz?... Şöyle büyük koltuğa görünüyorsun... — Amma yaptın ha... 30 yaşında bir adamın benim kadar oğlu olur memnun değildi. Çünlü İrfan aksi, huysuz, geçimsiz bir adamdı. Üste lik oldukça da hasisti. Hatice ilk zamanlarda kocasi yola getireceğini ounumuştu. Fakat aradan seneler geçtikten sonra bu i ümidinin boş olduğunu anladı. Ne İ yapsa kocüsıni aksilikten, huysuzluk» | tan vazgeçirmesine imkân yoktu. ; İrfan bir ticaret şirketinde müdürdü. Ny” j İşte Haticenin kocasını yola getir- i mekten ümidini kestiği sıralarda, bir gün genç kadın Beyoğluna çıkmıştı. © Dönüşte kocasının şirketine uğradı. , Kocası büyük bir masanın başına İ oturmuş çalışıyordu. İrfan, her za- manki gibi suratı asık işlerile meşgul - olurken bir yandan da gayet kısa p cümielerle karısile konuşuyordu. Bu ii esnada kapı vuruldu. Odaya şirkete 5 teki genç şeflerden biri girdi Her halde genç memur da İrfanın ne ka- dar aksi bir adam olduğunu bilmeli : ki korka korka ilerledi. : İrfan sert bir sesle genç memura # sordu : ç — Birşey mi istiyorsunuz? ç Memur tereddüd içinde: — Bay direktör... dedi, size çalıştı- ım arkadaşlardan şikâyet etmek 15- temezdim. Fakat mecbur oldum. Biliyorsunuz ki, ben satış dairesi şefi- ğ yim. Size maiyetimdeki kâtib bay Ah- 3 medden bahsetmek istiyorum, Efen- © dim bu kâtib bay Ahmed gayet de- z yamsız... İşine bir gün gelirse, üç 4 gün uğramıyor. Ne yapacağımı şaşır- ip dım, size müracaat etmeğe mecbur oldum... Meselâ bugün de öğleden evvel gelmedi. Saat ikide şirkete gel- e a, y memura çıkıştı: — Neden şimdiye kadar bana bu ş vaziyetten bahsetmediniz. Derhal ba- ia na bay Ahmedi gönderinzi. Ben yâr ; pacağımı bilirim... Genç memur dışarı çıktı. İşine devam etmiyen kâtib bay Ahmed, İrfanın uzaktan akrabası idi. Yaşlı başlı, kurnaz bir adamdı. Kendisini İrfan şirkete almıştı. Bay Ahmedi Hatice ğ de tanırdı. Fakat gözü kızınca İrfan n akraba filân tanımazdı. Bunun için p Hatice içinden: «Eyvah... dedi, İrfan w fena halde kızdı. Zavallı Ahmede w kim bilir neler yapacak... Belki de p zavallıyı işinden çıkaracak...» ia Genç kadın böyle düşünürken ka» pı vuruldu. İçeriye şişman, gâyet 2 Xi bakışlı bir adam süzüldü. Bay Ahmed odada Haticeyi görünce: p — Vay efendim... Ne âlemdesiniz i hanımefendi?... diye selâm verdi. z Sonra ayni zamanda akrabası olan müdür İrfanın yüzüne hayran hay- ran bakarak: — Vallahi efendim... dedi, müdü- y rüm olduğunuz için söylemiyorum... z Fakat ne zaman yüzünüze baksam hayretten kendimi alı İrfan her zamanki aksiliğile sordu: — Hayretinizin sebebi nedir? Bay Ahmed: — Nasıl hayret etmiyeyint efen- k dim? Günden güne gençleşiyorsunuz. E; Günden güne tazeleşiyorsunuz. Val- N lahi sizi benim mahtumla mukayese © ediyorum da bizim oğlan sizin büyük ağabeyiniz gibi duruyor... Ahmedin bu sözü üzerine Hatice gülmemek için kendisini zor zaptetti, Çünkü genç kadın şişman kâtibin © Oğlunu da tanırdı. Ahmedin oğlu 28-29 yaşlarında bir gençti, Halbuki İrfan çoktan kırkı geçmişti. Fakat hayretl... Şişman kâtibin bu sözü Üzerine İrfan gülümsedi. Biraz evvel- ki hiddetinden şimdi yüzünde eser kalmamıştı. Şişman kâtibe; E ei bay Ahmed... dedi, belki a genç görünü; © Ma yorum amma... tum nasıl benim büyük ağam gi- bi görünüyor... Hani; «Ayni yaşta gibi görünüyorsunuz; deseniz belki iv bir dereceye kadar aklım erer... * Ahmed: pi — Yok efendim... Sizi temin ede- o Ç rimki hakikati söylüyorum... Siş © —€bedi gençlik sırrına ermişsiniz Val- “Mahi i İrfan gayet memnun bir tavırla Ahmede yer gösterdi; İrfan fena halde kızmıştı. Genç. hoş sohbet, gayet. geçiniz efendim... Ahmed oturmak istemiyordu. İrfan onu zorla oturttuktan sonra büyük masasının çekmecesini açtı: — Hem sizin sigarel tiryakisi oldu- gunuzu bilirim... Sigara buyurmaz mısınız?... Demek mahtum benim m çile gibi duruyor öle mi? — yak böyle efendim... dedik- ten sonra Haticeye döndü: — Değil mi efendim? Hatice hayretler içinde kocasına bakıyordu. İrfan, Ahmedin sözleri üzerine ne kadar değişmiş, ne kadar başka bir adam olmuştu? Ne aksilik- ten eser kalmıştı, Ne husuzluktan... Hattâ İrfan bir aralık Ahmede: — Bay Ahmed, dedi, siz de çok çâ- lışıyorsunuz galiba... Sizin yaşınızda bu kadar çalışmak oldukça ağırdır... Size 15 günlük bir izin vereyim de şöyle bir dinleniniz. Deyince Hatice- nin ağzı açık kaldı. Ahmed dışarı çıktıktan sonra genç kadın hâlâ hay- retler içinde kocasına bakıyordu. İrfan onun bu halini farketti: — Ne o? dedi, sen de yüzüme bakıp bakıp dalıyorsun. Yoksa sen de Ah- medle ayni fikirde misin? Hatice kocasını tecrübe etmek İs- tedi: — Hakikaten öyle İrfan... dedi, sa- hi çok, pek çok genç görünüyorsun... İrfan masasının başından kalkar rak karısının yanındaki koltuğa oturdu: — Sahi mi karıcığım... dedi, belki sana öyle görünüyorum... — Yoooo... Hakikaten böyle... İrfan: — Norloşum... dedi, ister misin şimdi çıkalım... Benim öyle mühim bir işim yok... Seni otomobille Bü- yükdereye götüreyim, gezdireyim... Hatice hayretten küçük dilini yu- tacaktı. Kocasmın şimdiye kadar kendisine böyle bir muamele ettiğini, memnun gülümsiyordu, Artık koca- sını yola getrimenin sırrını öğrenmiş, saadetin anahtarlarını ele geçirmişti. Şişman kâtib kendisine gayet faydalı bir ders vermişti. Kendi kendine dü- şündü, Demek her insanın, her erke- gin zayıf bir tarafı vardı. Bunu anlar dıktan sonra artık o insanı yola ge tirmek işten bile değildi. Genç kadın içinden: «Yazık diyordu, simdiye kadar bunca senelik kocamı onun kâtibi kadar tanıyamamışım...» İrfa- nın genç görünmek merakından baş- ka bir kuruntusu daha vardı, Son derece yakışıklı, güzel bir adam ol- duğuna kaildi. Aşağı yukarı her İn- sanın kendisinde bulduğu bir me- ziyet vardır. Kimi kendini çok zeki sanır, kimi fevkalâde becerikli oldu- guna inanmıştır. İrfan da kendisinin dehşetli güzel, cazibeli bir erkek ol- duğuna kaildir. Fakat ne yazık ki İrfan son 36 nelerde çok çökmüştür. Saçları tama- mile döküldüğü için kafası dam daz- laktır. Omuzları öne doğru çökmüş, hafif tertib kanburlaşmıştır. Lâkin insanlar kendilerinin işlerine gelen güzel yalanlardan hoşlanırlar. Meş- bur: «Söyle Taratar ağası... Yalan da olsa hoşuma gidiyor...» sözünü unut- mamalı... İşte İrfan da güzelliğine, gençliği- ne âid söylenilen her sözden pek hoş- larıyordu, Üstelik İrfan gençliği, gü- zelliği hakkında söylenilen şeylerin yalan olmadığına dâ kanidi. Artık o günden sonra Hatice için yeni bir hayat başlamıştı, Kocası eve ne kadar aksi, ne kadar suratsız gel- se hemen gençlikten, güzellikten ba his açar, meselâ: — Vallahi İrfancığım... Arkada- larımın kocalarına bakıyorum da iç- lerinde senden genci yok... Dedi mi? Kocasında ne aksilik kaldı, ns suraft- sızlık, yalnız hafif bir itiraz; — Yok canım Haticeğim... lâğa ediyorsun Vallahi... — Ne mübalâğası, ne mübalâğası? Ben hakikatten bahsediyorum... — Canım mesel, İhsanda genç değil mi? Müba- ele beam) bulunur. mu? İhsan 30 yaşında... Hani onunla akran görünüyorsunuz desen aklım erer... Fakat nasıl oğlu olurum... Halicenin kocasına birşey aldır- mak canı istedi değli mi? Meselâ pa- halı bir tuvalet... Derhal güzellikten bahis açar; — Ben tanıdığım bütün erkekler arasından senden güzelini göremiyo- rum... Deyince İrfanda hoşafın yağı kesilir. gene bir itiraz: — Evet amma... Kadri de sinema artisti gibi çocuk canım... — Yoo00; yooo0... Senin yanında pek sönük kalıyor... Yüzüne karşı söylemek gibi olmasın... Sende bir başkalık var... — Sana öyle giliyor karıcığım... Belki evvelden olsaydı sözün bir dereceye kadar doğru olurdu. Fakat Dz Saçlarım tamamlle dökük.. — Uşak ne oldu? — Ne mi oldu?! Yanına sokuldu- ğum zaman ölmüştü. Vücudü soğu- yordu. İmparatorun hayreti gittikçe arti- yordu. Anivas sözüne devam etti; — O, bana: «İsterseniz, uşağınızı dirilteyim?. dedi. — Sen ne cevab verdin? — Evlenmek istediğim bir kadına sedini mezarlığa gönderip gömdür- düm, — Garib şey! Bu anlattıkların ha- kikatse, ben de onun gökten indiğine inanacağım, O halde şimdi muhafız- Marıma emir veriyorum. Fidayı şehrin her köşesinde arasınlar, — Boşuna dolaşacaklar, haşmet- maab! Bulmak mümkün olsaydı, ben daha önce bulurdum. — Tekrar göğe çıktığından emin- sin demek? — Evet. — Acaba neden döndü geldiği ye- re?... — Bunun sebebini kati olarak bil- miyorum amma, o, insanların aklın. dan geçeni de bilirdi, haşmetmaab! — Onun için fena şeyler mi düşü- nüyordun? — Hayır. Onun için daima iyilik düşünürdüm. Fakat, geçen gün yol- da giderken atımım"başını tutan ve ln kocasının sesini keser; — Saçlarının döküklüğü sana bir kibarlık, bir okumuş yazmış erkek hissini veriyor... Diyorum ya sende bir başkalık var... Kocacığım, bugün hani o şık tuvaleti alır mıyız?... İrfan hemen cevap verir: — Tabit tabi! karıcığım. Şimdi İrfan da Hatice de hayatla- rından memnundurlar. Yalnız İrfa- run bir türlü içinden çıkamadığı bir muamma var.. neden öteki kadınlar karısı kadar kendisinin dayanılmaz cazibesinden anlamıyorlar? İşte İrfan bir türlü buna akıl erdiremiyor, zaman zaman kendi kendine: «Hatice çok zevkli bir kadın... Hakiki güzel- likten o anlıyor.» diyor. (Bir yıldız) gece evime döndüğüm zaman Fidayı yatakta buldum. Bu fena ve ihtiyat- sızca hareketimi keşfettiğinde şüp- hem yoktu. O gece yüzüne bakama- dım. Ertesi günü de kayboldu. O, bir daha dönmez, haşmetmaab! Ben, ar- tık, ölünceye kadar muztarib yaşa- mağa mahkümum. Müsaade ediniz de bir kaç gün İznikte aile oca- ğımda dinleneyim! - «Allahın kızı» ölümden kurtuluyor mu? Anivas saraydan gider gitmez, e mabeyincisine Şu emri — ME iliş bodrumdan çıkar. Ha- remda güzel bir odaya götür ve kendisine ölüm cezasından affedil- diğini haber ver! Periklis imparatorun yüzüne hay- İdaremiz tarafından mühürlü ve Imzalı, ayni zamanda vilâyetçe tas- dik edilmiş ve «abone kaydine me- sundur> ibaresini muhtevi vesikam olmuyanlara emniyet ve itimad edil- memesini, aksi takdirde mesuliyet kabul etmiyeceğimizi beyan ederiz. HEYECAN ve NEŞE retle baktı: YARATMAK SE li Hagen haki yakma Doktorlarımız tasdik eder ki, hasta» | Karar vermiştiniz... Ne çabuk vaz- lıklarımızın çoğu ruhidir. Zaaftan, ce | geçtiniz? saretsizlikten, korkudan, melânkoliden, — Sus, Periklis, günaha girme! ümlüsizlikten doğar. Menşei ise heye- | Onun gökten indiğine bende inan- cansızlık ve neş'esizliktir. dım. Başıma göklerden bir felâket Bugün hastaneleri boşaltacak yegâ- | gelmesini istemem. © ne ilâc: Heyecan ve neş'edir. Bir hastaneye gidiniz, hastaların elemlerini, endişelerini güler bir yüz ve itimadla kaldırınız, derhal yatak- larından kalkarlar ve evlerine koşarlar. İşte i incinen Ebe kuvvetleri vermek, hayatı sa- adetlerle geçirmek her teşeb- büs ve azimde muvaffak ol- manın sırrıdır. Bu da her mevsim değişme- sinde kanın küreyvatı hamra- sını tazeleyip çoğaltmakla o- lur. Bir şişe (FOSFARSOL) bu hayat kuvvetlerini bir haf- ta içinde temin eder. (FOS- FARSOL) kan, kuvvet, ve iş- tihayı artırir. Lâzım olan ka- lori ve enerjiyi verir, Sinir ve asabi buhranlardan kurtarir, uykusuzluğu, fena düşüncele- ri, muannid kabızlari giderir, vücudü daima genc, dinc tu- — Fakat, bu kadının gözleri 'in- sana itimad vermiyor, haşmetmaab! O belki «şeytanın kızı olabilir. Lâ- kin Allahın kızı olamaz. — Haydi, sus dedim ya. Fidayı in- citmeden yeni odasına götürsünler. * Fida, Anivasın şefaatine uğrıyaca- gından emnidi. Bodrumda büyük bir ümidle halâsını bekliyordu. Periklis bodrumun kapağını açtı: — Meleklerin yardımile ölüm ce- zasından kurtuldunuz! Dedi... Bir haremağası Fidanın koluna girdi. Onu yeni döşenmiş te- miz bir odaya götürdüler, Fidanın kafasında kılan bir is- tifham vardı: — Acaba ben! gerçekten Impara- torun oğlu mu kaçırdı buraya Yok- sa bu bir tuzak mıydı? Atinalı kadın şimdi imparatordan şüpheleniyordu. Ölüm cezasından affedildiğine bakılırsa, bu işle doğru- dan doğruya imparatorun meşgul olduğu anlaşılıyordu. Fida, Atinadan Bizansa niçin ve nasıl gelmişti? Bu bir sırdi. Onun Bizansa niçin ve nasıl geldiğini hiç kimse bilmiyor- du. O gerçekten gökten mi inmiş- 11? Fida buna inananları düşün- şekliği ve ademi iktidi yük rol oynar. Çünkü siiri uzviyetimizde neş'e ve heye- canlar yaratir, Her eczanede Anivas'ın sözleri hükümdarın içinde yeni bir şüphe daha uyandırmıştı — Bizansta bir hayli ahmak var mış. İmparatorla Aniyas bu ahmak» ların başında sayılabilir... Diyerek gülüyordu. Oysa ki, imparator Mihail, Atinalı kadının zannettiği kadar ahmak, görgüsüz ve her şeye kolay inanır bir hükümdar değildi. Anivasın sözleri Mihaili bu efsaneye inandırmaktan ziyade hükümdarın içinde yeni bir şüphe daha uyandırmıştı. Mihal kendi kendine şöyle düşünüyordu: — Arabların (1) vaktile «beş sene muhasarası» Bizanslılara büyük bir ders olmuştu. © zaman Arab istilâ» sı Küçük Asyayı yıkıyordu. İslâm donanması Kadıköyüne kadar gelip şehri muhasarıya başladığı zaman Bizansta bir çok elleri vardı... Bu, gizli eller Bizans imparatorluğuna ne zararlar vermişti. Şimdi Atina du- kalığı ile aramız açıldı. Atinadaki Lâtinler bizi Arab korsanlarile - el altından - tehdid edip duruyorlar. Bu kadının içyüzümüzü anlamak Üzere buraya gönderildiğinde şüp- hem yoktur. Onu tatlılıkla elde edip, buraya ne maksadla geldiğini öğrenmeğe çalışacağım. Mihailin bu düşüncesi çok ma kuldü. O geçmiş günlerin hadiseleri- ni gözönünde tutarak, her şeyden ve herkesten şüpheleniyordu. Atina dukasının: «— Ben günün birinde Bizansı içinden yuracağım! Bizans tahtını Mihaile bırakmıyacağım!» Sözü de yalan ve uydurma değildi. Alina dukasının bu sözünü Avru- pada ve blihassa Balkanlarda duy- mıyan kalmamıştı. Mihail Paleolog bu vaziyet karşı sında yabancı olan herkesten şüphe etmekte kendini haklı buluyordu. Gerçi şimdi ne Emeviler tehlikesi vardı, Ne de Arabistanda muntazam bir Arab devleti hüküm sürüyordu. Hepsi dağınık bir halde yaşıyorlar. dı. Ordularından, eski akıncı kahra- manlarındin bir ferd bile kalma» muşlı. Mihaili düşündüren bir nok- ta vardı: Arabistandaki kabilelerin birleşmesi ihtimal. Eğer bu kabi leleri Bizans aleyhinde tahrik eden- ler varsa, kabilelerin Bizans üzerine yürümeleri muhtemeldi. Belki de bunlara Lâtinler yardım edecekti. Arab sahillerinde korsanlık yâpan Arab denizcilerinin arasıra heyecanlı Akınları ve vurgunları işitllmiyor de- ğildi. Fakat bu korsanlar - Lâtinler- den himaye görmeden. Bizans üze- rine yürümek cesaretini gösteremez- lerdi. Mihafi, Fida üzerinde toplanan şüpheleri tahakkuk eti , Atina» ya ve Arab sahillerine casuslar gön- dermeyi de düşünüyordu. — Hele bakalım, dedi, ilkönce şu «ebedi hayals a mazhar olan eAlla, hun kızız #le görüşeyim. Onun gir» nı anladıktan sonra, icab eden ted- birlere başvuracağım. Mihail o gece Fidayı çağırttı. Onunla birlikte yemek yedi, şarab içti ve kendisine çok hürmet gös terdi, “ Ateş gecesi.. Sarayının balkonundan bahçedeki meşaleleri söyrediyorlardı. İmparatorun sağında Fida, solun- da Dafne oturuyordu. Perikliğ, Mİ hajlin srkasında ayakta duruyordu. Bahçede çıplak denecek kadar açık, ince tüllere bürünmüş genç ka- dınlar ateş yığınlarımn üstünden kol kol halkalanarak athyorlardı. Mugannilerin hazin şarkıları im. paratörun sık $ık şarab içmesine ve- sile oluyordu: Bir aralık Fida sordu; (Arkası var) (1) Arab ordularinin (673 - 678) yılla. rada denizden ve karadan Bizans pay- tahtına hücumlserın: Bizanslılar unutma- muışlardı, Bundan önce (680) de de Eme- vi balifesinin Şamdan gönderdiği ordu Kadıköyüne girerek karargâh kurmuştu. Şimali Afrikada da garb istilâsına hazin lanan Kayrumniler Bizansa göz dikmiş- Jerd.

Bu sayıdan diğer sayfalar: