Sevgiliyi beklerken... Murad genç kadının elini tuttu, ya- yaşça fısıldadı: — Geleceksin değil mi? Sabiha: — Geleceğim... diye cevap verdi. Muradın gözleri sevinçle parladı. Sa- biha ilk defa onun apartımanına gel- meğe razı oluyordu. Genç adam Sâ&bi- haya biraz daha sokuldu: — Seni kaçta bekliyeyim? — 'Tam dörtte gelirim. İkide evden çikacağım. Terzime uğrıyacağım... Dö- müşte... Onlar böyle tatlı tatlı konuşurlarken kendilerine doğru arkadaşlarının gel- diklerini gördüler. Sözlerini kestiler, O gece biribirlerinden ayrılırlarken bir fırsatını bulup gene fısıldadılar: Ertesi gönü Murad apartımanında- ki hizmetçiye bir günlük izin verdi. Kendi elile Sabiha için güzel bir sof- ra kurdu. Etrafı çiçeklerle süsledi. İş- Jeri bitince bir sigara yaktı. Bir kana- peye yerleşti. Saat dörde beş vardı. De- mek beş dakika sonra güzel misafiri burada olacaktı, Fakat bu beş dakika ona beş uzun yıl gibi görünüyordu. Sa- atin yelkuvanı bir türlü yürümek bil- miyordu. O derece sabırsızlanmıştı ki yaktığı sigarasını İçemedi. Tablaya bastırdı. Oturduğu koltuktan kalktı. Odanın içinde dolaşmağa başladı. He- yecandan, sabırsızlıktan bir takım mâ- nasız şeyler yapıyordu. Bir çiçek vaz0- sunun yerini belki beş kere değiştirdi. Hiç lüzumu olmadığı halde saçlarını bir kere daha taradı. Saate bir göz at- tı. Dördü beş geçiyor... Kendi kendi- ne: «Beş dakika gecikti, fakat söyledik- derinden emin olan güzel sevgililer dai- ma böyle randevülerine biraz gecike- Tek gelirler...» diyordu. Saat dördü on geçtiği halde hâlâ Sa- bihadan eser yoktu, Saat dördü çeyrek geçerken artık heyecanı son dereceye gelmişti. Şimdi aparlıman kapısının arkasında bekliyordu. Sant dördü yir- mi geçiyordu. Merdivenlerde bir ayak sesi işitti, Mutlaka o İdi, Fakat Sabiha niçin asansöre binmemişti? Belki de asansörde tanıdığı kimseleri görmüş- tü. Fakat biraz evvel işittiği ayak ses- leri yukarı kata çıktı. Murad: —'Tuhaf şey... diyordu, saat dört bu- çuk oldu. Acaba niçin bu kadar geç kaldı?., Saat beşe yaklaşıyordu. Hâlâ Sabiha yok... Saat tam beşte kapı çalındı. Te- Yâş içinde kapıyı açtı. Lâkin Sabihanın yerine köylü kıyafetinde ihtiyar bir adamla karşılaşınca şaşırdı. Tepesin- den aşağı bir kazan kaynar su boşaltıl- mışa döndü. İhtiyara sordu: — Ne istiyorsunuz? Köylü yere çömeldi. Elini önündeki sepete sokarak: — Taze yumurtalarım var... Köyden bugün getirdim... Burada oturanların hepsine ben taze yumurta getirdim... Hem de ucuz. Yirmi, yirmi beş tane vereyim mi .. Murad, kapısını çalarak Kendisini bu derece bir heyecana düşüren ihti- yara aksi aksi bakıyordu: — İstemem, istemem... diye kapıyı kapatmak istedi. Fakat ihtiyar köylü Ayi bir satıcı idi. — Bayım... Her zaman bu fırsat ele geçmez... Al şundan yirmi yirmi beş tane... Sabahları taze taze içersin... di- ye israr ediyordu. Nihayet Murad zorla kapıyı kapattı. “Tekrar salona döndü. Canı fena halde askılmıştı, Kendi kendine: — İhtiyar yumurtacı da tam zama- nında geldi... Adam beni amma da he- a düşürdü ha... diye söyleniyor- e <2 masa başındaki koltuğa otura- cağı esmada kapı gene tatlı tatlı çalın- dı. On... Bu sefer mutlaka o İdi. Biraz evvelki ayni heyecanla kapıya koştu. Açtı... Hay Allah iyiliğini versin... Gene Ayni ihtiyar köylü... — Bayım... diyordu, demin beni din- Yemeden kapıyı kapattın... Yumurtalar. la beraber taze tuzsuz tereyağım var... > köyden getirdim... Al şundan . Sabahları afiyetle yersin... a artık iyiden iyiye kızmıştı: — Canım benim ne yumurtaya ihti- yacım var, ne tereyağına... İstemem. nafile çeneni yorma... Kapımı da ikide çalma... — Bal da var... Süzme bal... Köyden yeni getirdim... Sabahları yersin... — İri Ne bal isterim, Ür ne yağ isterim, Allah... Kapıyı kapattı, Odaya döndü. Şu köylü kendisini öyle bir hayal sukutu- na uğratmıştı ki... On dakika sonra tekrar kapı çalınınca artık bu sefer mutlaka Sabihanın geldiğine kani ol- du. Sabiha herhalde terzisinde geç ka!- mış olacaktı, Muhakkak elbisesinin provası uzun sürmüştü. Murad koş- tu. Kapıyı açtı. Bu sefer de zayıf göz- Yüklü bir adamla karşılaştı, Murad sordu: — Ne istiyorsunuz? — Kırılmış tabak, çanak, vazo varsa yapıştıralım... Ben her zâman buraya uğrarım... Sizin hizmetçi kırılmış va- zoları tamir ettirir.. Eğer yeni kırık porselen eşya varsa yapıştırayım, tamir edeyim. Murad: — Yok... Kırılmış ne tabak var, ne birşey... Diyerek kapıyı kapattı. İllallah ya- | hu... İlâlah bu apartmanın kapısına | kadar gelen satıcılardan... Artık Sabihanın gelmesinden tama- mile ümidi kesmişti. Suat beşi çeyrek geçiyordu. Eğer genç kadın gelseydi şimdiye kadar burada olurdu. 'Tam bu esnada kapı bir daha çalı- nınca gene son bir ümide düştü. Çünkü | Sabihanın dışarıda, pastacılarda filân ne de yumurta... Allah verdiği randevülere de daima geç kel- dığını bilirdi. Koştu. Kapıyı açtı, Por- takalcı,.. İri yarı satıcı: — Halis Dörtyol bayım... Ucuza ve- riyoruz. Al şundan... diyordu, Murad birşey söylemeden hiddet için- de kapıyı kapattı. Fakat bir dakika sonra gene kapı çalınıyordu. Genç adam: — Amma da inatçı satıcı imiş ha... dedi. şuna kapıyı açmıyacağım... Fakat kapının devam edi- yordu, Murad aldırmadı. Zorla değil ya... Kapıyı açmıyacaktı. İlâllah yahu bu satıcılardan... Kapı üst üste iki kere daha çalındı, Murad gülümsiyerek mırıldandı: — Çal bakalım... İşih yoksa gece ya- rısma kadar çal... diyordu.. Kapı bir kere daha çalındı, Murad pencerenin yanında durmuş sokağı seyrediyordu. Bir aralık gözleri fel taşı kadar açıldı. Sabiha kendisinin apartı- manından çıkmış İlerideki bir taksi oto- mobiline doğru flerliyordu. Murad ne yapacağını şaşırmıştı. Kendisi apar- amanın en üst katında oturuyordu. Pencereyi açıp aşağıya Sabihaya ses- lense pek ayip olacaktı, Sonra apartı- rpan çok yüksek, cadde gürültülü idi... Sesini işittiremezdi. Genç kadının ar- kasından koşsa dünyada ona yetişemez- di, Zaten Sabiha taksi otomobiline, doğru ilerliyordu. Demek biraz evvel portakalcıdan sonra kapıyı çalan o idi ha... Sevgilisi uzun uzun kapısını çak mıştı da Murad aldırmamış, saadeti eşiğinin önünden geri çevirmişti. Ne yaptığını bilmeden giyindi. apar- tımanın aşağı katına indiği zaman des minki portakalcıya kapıda rasladı. Por- takalcı apartımnın kapıcısile konuşu- yordu. Kapıcı Murada: - Biraz evvel sizi bir bayan aradı... dedi. Portakalci da Muradın yüzüne güle- rek bakarken: — Bayım portakalları almadığına pişman oldun galiba... İstersen yirmi yirmi beş tane vereyim. Sulu porta- kallardır... diyordu. (Bir yıldız) AKŞAM Pazartesi konuşmaları —Baştarafı 6 nci sahifede— Eğer kendisinin dediği kadar iş basit olsaydı, bugünün lise gençliği bu ede- biyatı ve bu dili umacı görmüş gibi korkarak karşılamazdı. Uzağa gitme- ğe hacet yok, genç dostum, kelimelere tam mânalarını vermek şartile herhan- gi bir zamanda Fikreti doğ; vi ep ona doğru mâna verebileceğini bi açıkça iddla edebilir mi? AE dır ki. Ey dahmel mertusı havatır... Tevfik Fikretin sözüdür. Bu büyük Türk şairi öleli daha yirmi beş sene bitmedi. Eyüpoğlu, bu davada fikirle- rinde israr ediyorsa benden önce mer- hum Ahmet Mithat efendiye cevap ver- sin; ben, her zaman kendisini dinleme- ye hazırım. Hasan - Âli YÜCEL Yugoslavyada b gün: 3 —Baştarafı altıncı sahifede— işlemeli kristal ve porselen sofra ta- kımlarının incelik ve zarafeti, kristal- cılığın şaheserini teşkil eder. Rumen paviyonu, el işlemeli kadın | bluzları ve kıyafetile doludur, Bu pa- viyonda Rumen petrol sanayiine, arı- pul imalâtına da büyük bir yer tahsis edilmiştir. Yugoslav propaganda paviyonu, görülmeğe ve uzun uzun tedkik edil- meğe lâyık bir köşedir. Bu paviyon- da Yugoslav sahillerinin, göllerinin, dağ köşelerinin, kaplıca ve plâjlarının en güzel manzaraları, büyük bir zevk- le sıralanarak teşhir ediliyor. İnsan, bu güzel yerleri görürken, gayri tabii kendisinde bü yerleri yakından gür- mek, o Cennet gibi yerlerde kafasi- nı ve vücudünü dinlendirmek, tabiat güzelliklerinin bu cömerdiiğinden is- tifade etmek arzusunu duyuyor. Yugoslav mensucat paviyonunu | gezerken, beklemediğimiz bir sürpriz ile karşılaştık: Sütten pamuk imal etmek, Umumi harpte, ricat eden Yu- goslav orduları pamuksuzluktan si- | O da kendini müdafaa etmek kıntı çekmeğe başlamışlar. Bu sikın- tayı def İçin kafa yorün Yugoslav kim- yagerleri, sütten pamuk imal etmek çaresini keşfetmişler ve umumi harp bittikten sonra sütten pamuk imal et- mekten vazgeçmek şöyle dursun, da- ha büyük bir hız ve inkişaf vermişler. Sergi komiseri B. Vasileviç, ağzı açık çuvallara doldurulmuş bu bem- beyaz ve İpek gibi parlak suni paw muklardan birer tutam alarak bize gösterdi, Bu suni pamukların haki- kilerinden katiyen farkı yoktur. Bu küçük misal, Yuyoslav sanayi- | İnin İnkişafına parlak bir misal teş- kil eder, sarırım, Ahmed Hilâli Nevrozin bulunan eve baş ve diş ağrısı DİŞİ KORSAN Tarihi « Yazan; İskender F. Sertelli Deniz Romanı Tefrika No, ? İmparatorun mabeyincisi, kumaş taciri sıfatile general evine girdi. (Allahın kızı) o gün evde yalnızdı Anivas'ın Babamls senin için aramın açıl dığını görmek istemem, Dafne! Yarın babam ölürse, o makama ben geçece- gim. Tarihin ve ailemin beni tel'in et- mesinden korkarım. Bana: «Babasının gözdesine göz diken bu çapkın, Bizans hükümdarlığına lâyık değildir!» der- lerse, mahvoldum. Her şeyi kayhet- tim, demektir. Dafne içini çekerek duvara dayan- dı: — Bana karşı gösterdiğiniz sevgi- nin yalan olduğunu şimdi anladım. Boşuna gelmişim demek buraya ka- dar, Ben ise, bu işte bir tehlike ile kar- şılaşırsak, bu tehlikenin mesuliyetini aramızda paylaşacağımız ve beni hi- maye edeceğinizi sanıyordum, Ömrüm- de «aşk oyunları» na atılan bir erke- ğin bu kadar korkaklık gösterişine ilk deaf şahid oluyorum. Dafne de kendini kurtarmanın yo- lunu bilmiyecek kadar abdal, ted- birsiz, düşüncesiz bir kadın değildi. için hangi yollardan yürüyeceğini tasar- lamıştı. “ «Allahın kızı» insanı nasıl çarpıyor Aradan üç gün geçmişti. Prens Andronik, üç gün bekledi... Hiç bir sızıltı çıkmadığını görünce, Dafneyi boşuna darılttığını anlıya- rak müteessir olmuştu. Demek ki, balkondan görünen gölge, bir haya- letten başka bir şey değildi! O, bu .fırsatı bir daha ele geçirebilecek miy- di?. Prensin hizmetçisi de Andronikin kaçırdığı fırsatı düşündükçe döğünü- yordu. O gün saraya garib bir haber geldi: «— Allahın kızı, Periklisi çarp- mışi? Bu da ne demekti? Allahın Kızı kimdi? General Anivasın sevgilisini kan- dırıp saraya kaçırmak istiyen Perik- Nis günlerce Kumkapıda Anivasın evi önünde dolaştı. Bir gün Anivas İzmiğe gitmişti. Komşuları onun üç gün sonra ancak dönebileceğini söy- lemişlerdi. İmparatorun mabeyinci- si bu fırsatı kaçırmak istemedi. Üç gün içinde Atinah kadını kaçırmak lâzımdı. Bir gün kıyafetini değişti- Terek kapıyı çaldı. Periklis bir ku- maş tüccarı kılığına girmişti. O de- virde kumaş tacirleri zenginlerin ev- lerini kapı kapı dolaşırlar, yeni getir- dikleri nadide kumaşları ilkönce zen- ginlere satarlardı. Kapıyı bir erkek hizmetçi açtı. Arkadan bir arab ca- riyesi göründü. Uşak, tüccarı İçeri sokmak istemedi. Fakat, arab cari- yenin müsaadekâr görünüşünden ! Periklis istifade ederek kumaş böh- çasile birlikte içeri girmeğe muvaf- fak oldu. Genişçe bir sofanın üstün- | de genç, güzel bir kadın dolaşıyordu. Zenci cariyesi: — Çok nefis kumaşlar var, hanım- cığım! Geçen gün bana böyle bir ku- maşçı geçerse çevir de görelim ku- maşlarını, demiştiniz. İşte getirdim... dedi, Genç kadın gülerek Periklisin ya- nına yaklaştı. Periklis kumaşları bi- rer birer açarak Atinalı kadının önü ne seriyordu. Bir aralık gözünün uelle kadına baktı... O, eşi bulunmı- yan güzellerdendi ve o kadar zeki bakışları vardı ki... Böyle bir kadını Periklis nasıl kandıracak ve nasl -— Hepsini satamam, Kirye! Çün- — Sen saraya da girip çıkıyorsun demek? — Evet. Hiç bir satıcıya müsaade edilmez, Fakat, imparator benden çok emindir. Harem dairesine kadar serbesçe girer, çıkarım. — Çok âlâ. O prensese hangi par- çaları götürmek istiyorsan, bir tara- fa ayır. Geride kalanları ben alaca- ım. — Çok para tutar bunlar. Hepsini birden verebilecek misiniz? — Sen benim kocamın ne kadar zengin bir adam olduğunu bilmi- yorsun galiba! Ben general Anivasın karısıyım... — Anivas... Bu büyük kahramani Akdenizde bile tanırlar. Fakat, biz onun bekâr olduğunu sanıyorduk. Kendisini tebrik ederim; sizin gibi güzel ve akıllı bir zevceye malik ol- duğu için... — Benim akıllı olduğumu nereden anladın? Sözlerinizden... Biz esnaflar çök iyi insan sarrafıyız, Kiryel Siz general karısı değil, imparator zer- cesi olmağa lâyıksınız! Genç kadın gülümsedi — Eğer nikâhımız göklerde kıyıl mamış olsaydı, bu sözün, içimde bir imparator zevcesi olmak değilse bile hatırı sayılır bir gözdesi olmak arzusu uyandırabilirdi. Periklis kumaşları yere bıraktı ve hayretle genç kadına bakarak: — Ne dediniz, Kirye? dedi. Nikâ- hanız gökte mi kıyıldı”! — Evet... Neden şaşıyorsun? Ben «Allahın kızı» yım... Eski Bizans İm- paratorlarının rüyasına giren «Güzel Fida: benim... Periklis kendi kendine mırıldandı: — Fida... Güzel Fida... Allahın Ve birden başını kaldırdı: — Şimdi hatırlıyorum... Fida bi- zim İmparatorun oğlunun da rüya- sına girmişti. O, hâlâ bu ismin, bu güzel hayalin âşığıdır. — Kimden bahsediyorsun? — Prens Antironikten. Bizansın en güzel, en yakışıklı, en hassas erke- ğinden... Andronik bu kadar medhe lâ- yik midır? — Ben eğer bir şair olsaydım, bu güzel erkek için /her gün bir medhi ye yazardım... — Ya bir kadın olsaydın? ... — Aşkından yanar, tutuşurdum. «Külümü, onun bastığı yerlere ser- pin!» derdim. Ak, Kirye! Siz dünya- da yüz yıl yaşasanız, ve mülemaği- yen dolaşsanız, bu kadar ince ruhlu bir erkekle karşılaşamazsanız! Onu, ömründe bir kere olsun görmiyen ve onunla konuşmıyan kadınlara ne Fida'nın gözleri birdenbire ışılda- mağa başladı; — Onu nerede ve nasıl rim? Diye sordu. Periklis kapıda duran zenci cariye- yi işaret ederek: — Her zaman görebili, kat... Diye mırıldandı. «Allahın kızı: ku- maş tüccarının çekindiğini ley arab cariyesine seslendi: — Haydi, bana bir bardak su getir! Cariye şi Perk güzel kadı- nın kulağına fısıldadı — Bugünlerde bütün kısır kadın- lar «Panteon ayazması> na giderler. Siz de oraya gilmek Üzere sokağa çıkınız. Ben köşe başında bekler ve size imparatorun oğlunu gösteririm. — Söz veriyor musun? — Ömrümde bir kere bile yalan söylemediğimi iddia edebilirm, Kiryel Yarın öğleden sonra sizi bekliyece- ğim. “ ”» Kısır kadınlar ayazmasın. A Sekiz on #yak merdivenle yer al- tina inliyordu. Ş Her ayın ilk pazar günü - çocuk doğurmıyan bütün kadınların top- andığı - bü ayazmada ne olmaz, neler konuşulmazdı! İşte, iki genç kadın ... (Arkası var) görebili iz, fa , öy sar