—* Mayıs 1938 AKŞAM Bahife 7 Milletler Cemiyeti bu defa ağlama taşına dönmüş Cemiyetin zayıflamasının sebebi nedir? Kuvvetlendirmek için ne yapılmalıdır? Milletler Cemiyetinin muhteşem sarayı, Cenevrede havadis membaları, delegelerin can sasi hayatı Milletler Cemiyeti yeni binasında biz born eden görünüşü Son zamanlarda her tarafta Milleğ- Yer cemiyetinin zayıfladığından ve çokk Sarsıldığından bahsediliyor. Birçok hükümetlerin çekilmesi; cemiyetin mühim bazı meselelerde tesirli vasi” yet alamaması zayıflamanın bojşles #ebeplerini teşkil etmektedir, Tanm- mış Fransız muharrirlerinden Jules Sa urewein bu münasebetle uzun bir ms- Kale neşretmiştir. Bu makalede diyor ki; Milletler ce! eti bu defa ağlama birini müteakip Çin, onları takiben de i Habeş delegesi h aklı, ia Cemiyetinin bugünkü var gariptir. Azasından birçoğu » bir kısmı ümidsizliğe kapıl- mıştır. Bu yüz Tesine girm tir. Cenevre gölüne mü- sahada yüzlerce met- Ye uzunluğunda binalardan mürek- kep bir mahallede yerleşmiştir. Bu binalar en mükemmel surette tefriş We tanzim edilmiştir. Yeni binaların Uzun koridorlarında, mükellef odalar rında, koltukları altında kalın dosya» lar birçok memurların dolaştıkları görülür, Amerikadan sonra dört büyük dev- let Brezilya, Japonya, Almanya ve İtal. ya Milletler cemiyetinden çekildi. Cemiyetin bu vaziyet karşısında yapa" cağı şey şu idi: Ya burasını bir dok- İrinin karargâhı haline getirmek yar hud, ne kadar küçük olursa olsun, muhtelif doktrinler arasında birleşti- rici bir hat haline gelmeğe çalışmak i lâzımdı. Dünyanın vaziyetine uymak için hiç bir ciddi harekette bulunul- madı, Cenevre lokantaları Fransız ihtilâli esnasında klüpler Cenventian'un (mebusan meclisi ye- rine kaim olan toplantı) yanında bü- yük bir rol oynamışlardı. Cenevrede de politika faaliyetinin büyük bir kısmı maruf gazino ve lokantalarda göze çarpar. Bunların içinde en meşhuru «Bavarlasdır. - Burasının duvarları meşhur karikatürist Derso Vekelen'in karikatürlerile süslenmiştir. Geceleri saat yirmi üçten sonra bu- rası havadis, bilhassa asılsız havadis borsası haline gelir, Buradaki havadis yayma usullerini tedkik ettim. Bu iş şöyle oluyor: Bir gazetecinin kulağı- na bir haber geliyor. Gazeteci bunu pek itimada şayan görmüyor. Duydu- ğunu muhtelif milliyete mensup bir- kaç gazeteciye söyliyerek onların bu- na ne derece ehemmiyet verdiklerini anlamak istiyor. Eğer bu gazeteciler ehemmiyet vererek telefona koşarlar- sa haberi veren de derhal itimada şa yan görmeğe başlıyor ve gazetesins bildiriyor. Bu suretle herhangi bir ha- ber dünyanın dört bir tarafına yayr uyor. x d Manastır hayatı Muhtelif memleketlerin heyetleri Cenevrede âdeta bir manastır hayatı rini tanımıyorlar. Ziyafetler de yalnız asamble relsile umumi kâtibin verdik- lerine inhisar ediyor. Asamble reisi AAğahan olunca ziyafet ve kabul resmi bir hal alıyor, Umumi kâtip B. Avenol'un ziyafetinde iyi yemek yeni- yor ve güler yüz görülüyor. Umumiyetle delegeler oldukça asık çehre ile Milletler cemiyeti sarayına giderler. Akşam iş bitince bir parça eğlence ararlar. Fakat eğlence nami- na birşey olmadığından iki saat sonra yalnız veya grup grup otellerine dön- dükleri görülür, Milletler cemiyetini canlandırmak için bir enerji aşısına ihtiyaç vardır. Milletler cemiyeti azası içinde bu mü- essesenin kati surette yıkılmasına lâ- kayıd kalacak pek az devlet vardır. Fakat cemiyeti biraz canlandırmak (çin cemiyet azası olmıyan devletlere karşı vaziyet almadıkça birşey yapi- lamiyor, Azadan bir çoğu da böyle bir vaziyet alınmasını katiyyen istemi- za. İç Sermed Muhtar Alus 'Tefrika No. 60 NANEMOLLA Bak bak, Küçük yok, Millet bahçe- sinin üst başından karşıya vurup ge- ri döndüler, Dervişlerin fikirleri neyse zikirleri deo: — Çıldırmak işten değil, nerede bu Küçük encamı böyle olur, İrfan, birdenbiza durdu. Rengi sap- sarı: — O galiba? — Nerede? — İlerideki krem şemsiyeliye bak- sana. — Benzetmiş olma, — Allah bir o, — Şemsiyeliyi göremiyorum. Sıra- mızda mı, karşıda mı? — Şu körüğü açık landodaki krem şemsiyeyi görmüyor musun? Tufan, (hani) derken: — Amman nasırım gitti!.. diye tek ayak üstünde fırfır dönmeğe başladı. 10, 12 yaşında bir çocuğun yeddiği. başı arakiyeli, çember sakallı, bakar kör bir zakir, ayağı çiğnedikten son- ra kupanın önünde ilâhiyi tutturmuş- tu: Seyga safhayı sad, riga rinde dâim. Ayga aşıkın ef, kâyga kâri hu. Zayga zakirin zik, riga ri hüvallah. Nanemolla ne nasır ezilişin, ne de kıvranmaların farkında: — Halecandan titriyorum; bir ce- vab ver, bir şey söyle. — Ben de can üstündeyim, geberi- yorum vezirzadem. — Küçük değil mi? — Merhamet et, kendime geleyim. — O efendim, 0... — İyi bak, adam adama benzer. — Bütün gün, bütün gece hayalim- deki kadını tanımaz mıyım? Tufan, hâlâ tek ayak üstünde, oğun- mağa devamdayken, baktı, Tanıdığı manıdığı yok, attı: —'Ta kendisi!.. — Meseleyi şimdi halledeceğim. Şaşı; bir hengâme kopmasından çekinmede: — Abdülmennan paşayı mağfur mahdumu, ölke ile kalkıp ziyanla oturmıyalım, Mumaileyhanın zırdeli mor kerakiliğini kulağınla duydun, kendin de tecrübe ettin. Gene narı, cilvesi, daha doğrusu cicimliği tutup münasebetsizliğe kalkışırsa, sen de de- diğin gibi kuyruğu dibinden kesip atarsan, sonra da nadim olursan akı- betini yedi derya temizlemez. Evvel emirde kalbgâhını iyi yokla, — Maksadı mı hâlâ mı anlatama- dım? Azizim, canım ciğerim, ben ha- rabım, perişanım, ölüm halindeyim. Bu işin sürüp gitmesine teRammülüm kalmadı, Ya maksadıma ereyim, ya- hud da sevgimi ayak altına alıp çiğ- yim; göğsüme taş basayım. Evet, gördükleri Küçük Karakaş- yandı. Landonun körüğünü kırdırmış, krem röngindeki tenteneli ipek şemsi- yesini açmış, şişko dudu yanında et- rafı seyredip duruyor, Ne hovarda kadın. Naitler okuyan derviş bozuntularını, ak arab kadın. ları, çeşid çeşld dilencileri çağırmada. Kuruşlar, ikilikler serpiştirmede. Şer- 'betçilere, mahallebicilere, dondurma- cılara, şekercilere seslenip seslenip, çeyrekler fırlatıp çocukları sevindir- mede. İrfan (ölüm ölüm, bir ölüm) diye- Arab mı gördüler de (bumumuza karabiber kaçtı) diyecekler? İş ola iş- te, Görmemezliğe gelmek için bahane, fakat bahanenin soğuğu da bu kadar olur. Küçükle dudu, mendiller ellerin- de, yalancıktan aksırıp durmadalar, İrfancık, bunu da üstüne almadı, Tozlar ayakta, tatarcıklar uçuşuyor; elbette aksırırlar., kupalardaki vüke- 14 takımı bile camları kapamışlar, bo- yuna yelpaze sallıyorlar, Tufan yetişti: — Müsaade et, tarafından bir kaç kelime sarfedeyim. İkisini de yumuşa- tıp yola getirmezsem, arabacılarının yanina oturup (takib et bizi) diye sa- DA el sallamazsam evime âmâ döne- yim, Delikanlı razı olmadı. Ağzında gene (ölüm ölüm, bir ölüm)... Landoya yaklaştı. — Küçük Karakaşyan hanım, dedi, bu kadar gaddarlığı, zalimliği size ya- kıştıramıyorum. Aşkımın şiddetine ökmer. öleceği yakında türab olacağım. Kalbi raki kinizde küçücük bir insaf ve merha- met namevcud. Başları öbür tarafa çevrik, dönmü- yorlar bile. — Pek bikes ve biçare bir mevkide- yim. Bir kelime ile beni saadete yahud felâkete sevkedeceksiniz. Cevabınızı deriğ buyurmayın; yolum saadet mi yoksa felâket mi onu bileyim. İpi koparmağı göze almış olan âşık hâlâ balmumu gibi yumuşak; şairleş- miş te: — Uykusuz geçirdiğim geceler se here kavuşup güneş doğduktan ve zerrin şualarını etrafa saçıp matem- zede kalbimi... Dudu, ekşi suratle, hain hain bakıp kafasını çevirdi. Gene yarısı türkçe, yarısı ermenice söyleniyor: Sulu Hmonlar, tuzsuz salatalar, 1sı- tılıp ısıtılıp ortaya konmuş pırasalar, rafta kokmuş pilâktler.. Küçücüğün boynu sanki alçıya kon- muş da öte tarafa döndürülmüş; san- tim kımıldamıyor. Yalnız sesi çıktı: — Madam Agavni, köy marvajma geldiğime yüz bin keret nadimim. Bun- da daa durup Çamlıcaların tapu kâğı- dını uhdemize geçireceğiz? Alışmış kudurmuştan beterdir ya, gene sahne ağzında: — Çok derin bir kâbus içinde zirü- zeber olmaktayım Agavniciğim, Kuş- baz elindeki bir kuş yüreği gibi titre- yen yüreğimin sadematına dayanami- yacağım. Sululardan, çam sakızların- dan kurtulalım, kaçalım bundan, Handise şöyle tamamlıyacak: — Evet vikont babacığım, hakayiki ketmü ihfa etmoorum, Mahsulu öm- rün, tek ciğerparenin bu ıztırablar içinde vefatını müşahede ettikten son- Ta o alçak marki ilem düelloyu ede. ceksin; kılıcınla ona terki hayat etti- receksin; lâkin heyhat!.. Bu biçare kerimen demi şebabetinde kara top- raklarda olacak, Landocuyu çağırıyorlardı; — Arabacı!., Arabacı! — Zo nerede bu hımbıl? Arabacı hayvanların başına gidip yere çömelmiş; fesi yıkıp cıgarayı da tüttürmüş; karşıki karacaahmed bül. bülbüllerile aksatada, Ah âşıklık ah. Çıtlatmayı, rumizli lâfı geç, üvendire ile dürtsen, sopa ile kaksan: — A adam, senden yaka silkiyorlar, seni bir paralık ediyorlar, hâlâ mı kafana dank demiyor?.. desen gene nafile, Vezirzade de böylesi. Hâlâ durmada, melül mahzun bekliyor. Sultanların, şehzadelerin gidiş ağa larından daha üstün giyimli, gayet şık bir ispir peyda oluverdi. Terbiyeli terbiyeli, Küçük Karakaşyana sokulup kulağına bir şeyler söyledi; geri geri çekilip gitti. İrfan bunun kim olduğunu tanı- mıştı, Pembeten Eşrefin ispiri... O re- zil buralarda demek. Landoğakilerin yüzü gülüyor. Şim- âi de, çoğu ermenice, azı türkçe lâflar; yalnız şu kadarı anlaşılıyor: — Asfasdan 600 bin frank isteyey- mişiz... Çanağı tuttu, ağzının tadını alsın... Kendi düşen ağlamaz yavrus... Âşıkcağız biraz gerilemişti, Etrafa bakıyor bakıyor, Tufan yok... Nerede bu, gene mi pavrika? Vapur dumanı fesli, ceketi omuzun- da, zebelia gib ibir omuzdaş, kollarını sallıya sallıya gelip baştan aşağı bir dikiz geçti ve arkaya bir ıslık çaldı: — Tatavlalı, bekletme bel., Tatavlalı Koço göründü: — Geliyorum vre; sabuk sabuk ne oluyor, sandik kaldırazayis? Koço da mallardan. Başında sipsive ri, vişne çürüğü fes; perçemleri ala“ barda; lâtama taşımaktan beli bü. kük; yanağında boydan boya ustura yarası, bir bacağı aksak, Kasâp havasında oynar gibi geldi. Dört göz, Nanemollayı baştan aşağı yürkam var) |