Kadınlardan konuşuluyordu. Mu- | rad: — Kadınların her türlü huylarına insan tahammül edebilir. Fakat bazı- larında öyle garip bir tabiat vardır ki buna tahammül etmek imkânsız- dır. Bu acaip tabiatli kadınlarda za- Man zaman garip bir arzu, önünc ge- çilmez bir hal alır. Sakin, sessiz, Ta- hat hayatlarından artık zevk duymaz- lar, kendilerinde şiddetli bir «heyecan ihtiyacı> başlar... Evet, heyecan duy- mMiak ihtiyacı birçok kadınlarda bir hastalık haline gelmiştir. «Heyecan ihtiyacı bazı erkeklerde de vardır am- ma kadınlarda pek çoktur. Amerikada talebe idim. Üç sene kal- dığım Nevyorkun içini dışmı, en kü- çük sokaklarına kadar biliyordum. Bir akşam Nevyorkun meşhur <Mü- zik hol» ünde oturuyordum. Yanim- daki boş yere, uzun boylu, etil etli kur- mizi dudaklı, genç bir kadın oturdu. Evvelâ bakıştık. Bir aralık dirsekleri- miz biribirine değdi. Sonra gülüştük. Elindeki küçük, sedefli tiyatro dürbü- nünü yere düşürünce hemen eğilip aldım. Teşekkür etti. Bir müddet son- ra da seyrettiğimiz varyete numara- ları hakkında yavaş yavaş, fısıltı ha- Tinde konuşmağa başladık. Müzllk holder beraber çıktık. Ar- kadaş olmağa başlamıştık. Bana ken- disinden bahsediyordu. On seneden- beri Nevyorka ilk defa geliyormuş. Arizonalı zengin bir çifçinin biricik kızıymış, Dulmuş.. Arizonadan kalkıp Nevyorka tek başına gelmiş... Bir ara- Yık kahkahalarla gülerek: — Hem biliyor musunuz? dedi, ben &vden kaçıp habersiz Nevyorka gel- Merakla sordum: — Neden?.. — Heyecan ihtiyacı... Heyecan duy- mak ihtiyacı... Bilmezsiniz bu heye- can duymak İhtiyacı kadınlarda ne kadar kuvvetlidir. Evimdeki sakin, ses- siz, biribirine benziyen günlerle dolu hayattan bıktım, Başımı alınca, tre- ne atladım, Nevyorka geldim. Burada tek başıma, bir erkek gibi, mükemmel eğleniyorum. Her gün yeni heyecanlar arıyorum... Pek kısa bir zamanda samimi ol- duk, İsmi Janetti. Teklifsiz bir tarzda koluma girdi: — Şimdi, dedi, tam gece yarısı... Sabaha kadar dünyanın en heyecan- Mı gecesini geçirelim... Bana Nevyor- Kun en kenar mahallelerini gösteri- niz. Sabaha kadar işliyen Nevyorkun meşhur yeraltı trenlerinden birine bindik. «Şehrin aşaği terafı> denilen mahallelere indik. Janet, gördüklerin- den son derece memnundu. Bir ara- hk Janet bana: — Aman, dedi, Çin maâhalleşine gi- delim... Kim bilir ne kadar meraklı bir yerdir. Ne derece heyecan duyaca- ğ&z?.. Pek merak ediyorum. © samanlar Amerikada Gangster denilen azılı hâydudların etrafı kasıp kavurdukları vakitti. Sonra gece yarı- sından sonra Çin mahallesine gitmek te oldukça tehlikeliydi. — Çin mahallesinde ne yapacağız? dedim, bir gece Klübüne girip güzel güzel dansetsek daha iyi değil mi? Çin mahallesi gece yarısından sonra teh- Mkelidir. Janet: — Hayır... Hayır... dedi, ben her halde Çin mahallesini görmek istiyo- rum... Çin mahallesi tehlikeli ise da- ha iyi ya... Kim bilir ne derin heye- canlar duyacağız... O kadar tatlı söylüyordu ki onu kı- ramadım. Tam bu esnada da bir kö- şe başından çekik gözlü, esrarengiz bakışlı bir Çinli çıktı. Ağır ve korkunç bir sesle: — Size Çin mahallelerini dolaştıra- yım... dedi, heyecanlı ve zevkli bir ge- ce geçireceksiniz... Artık bunu da duyunca Janet büs- bütün koluma asıldı; — Gidelim... Gidelim... Kim bilir ne heyecanlar geçireceğiz?... Nevyork sokaklarında böyle Çin ma- hallelerini dolaştıran birçok rehber. ler vardır. Çinli önümüze düştü. Bir takım karmakarışık, duvarlarında yu- karıdan aşağı çince yazılar yazılmış, afyon kokulu sokaklardan geçtik. Za- man zaman bizim darbuka seslerini gımıza geliyordu. Dükkânların, Çin barlarının kapısında sönük sönük kâ- ğıttan Çin fenerleri yanıyordu. Yanım: daki Arizonalı güzel çifçi kızı bunla” ra bakıp: — Ah ne güzel... Ne güzel!,.. Şim- diye kadar Arizonada çiflikte geçen mânasız hayalıma acıyorum... di- ui, Nihayet Çinli rehberimiz bizi şeh- rin tamamile bittiği, deniz kenarına yakın teptenha bir sokağa soktu. Mer- divenlerle yeraltına inen bir kapının önünde durduk. Çinli: — Buraya gireceğiz. dedi, Fakat medivenlerle inilen bu yeral- tındaki kapı bir bardan ziyade bir iz- benin, bir batakhanenin kapısını an- dırıyordu. Tereddüd ettim. Yavaşça Janete fısıldadım: — Burası bir bar değil, bir batak- haneye benziyor... Girmiyelim... Onun gözleri parladı: — Batskhane mi? Batakhane mi? Aman ne iyi... Heyecan dolu bir yer desene... Hayatımda ilk defa bir ba- takhaneye gireceğim... Aman hemen girelim... dedi, Baktımi, olacak gibi değ... Girdik. Burası hakikaten korkunç bir yerdi, Masaların etrafında yüzü yaralı, kor- kunç yüzlü adamlar, esrarengiz ba- kışlı Çinliler, gözlerinin etrafı simsi- yah halkalarla çevrilmiş, sarhoş ka» dınlar oturmuştu, Zaman zaman sar- boş gruplarından biri coşuyor, ünün- deki masayı, üzerindeki bardak, ça- nak takımı ile beraber yuvarityordu. Daha o vakitler Amerikada gangster- lerin etrafı kasıp kavurduklarını söy- lemiştim. Tam yanımızdaki masada yüzün- deki yaralara yakılar, pamuklar ya- pıştırmış dev gibi bir adam tabanca- — Şuradan kalkalım... Başka ma- saya oturalım... Baksana herif taban- caslle oynayıp duruyor... | Janet, gördüğü şeylerden âdetâ sar- hoş olmuş gibi: -— Dünyada buradan kalkmam... diyordu, burası ne kadar güzel... Sar- hoş adamın tabancasile oynaması da ayrı bir zevk. Görmüyor musun? Ne | heyecan... — İçimden: «Bu heyecan ihtiyacı yü- zünden başımıza bir belâ gelecek am- ma, bakalım ne zaman?...> dedim. 'Tam bu esnada olan oldu. Yanımdaki sarhoş adamın elinde tuttuğu taban- ca patladı, kurşun burnumun dibin- / den geçti. Bereket versin ki bana bir ” şey olmamıştı. Çin barında bir kah- | kaha koptu. Böyle şeyler burası için | ufak tefek eğlencelerdendi. | Janet: .— Ah... diyordu, ne heyecan... Ne heyecan!... Bayıldım burasına... Aradan bir müddet geçmişti, Köşe- de sön derece sarhoş birkaç kişi biris birlerile şakalaşıyorlardı. Bara tam bir Çin eğlence yeri halini vermek. için garsonlar başlarına eski Çinliler giki uzum, örme saçlar takmışlardı. Köşe- deki sarhoşlardan biri Çinli garsonun takma saç örgüsünü çekti. Saç yerin- den çıkmıştı. Evvelâ gene Kahkahalar yükseldi. Fakat Çinlinin saçırı çeken sarhoş adamın bu şakası bazılarını kızdırmıştırı. Ayağa kalktılar. Dehşet- ii bir kavga başladı. Tabancaların çektiler. Kavga şimdi de hiç görmedi- ğimiz bir şekil aldı. Meğer bu barda- ki adamların birçokları - O zamanki güngsterlerin - ayrı ayrı, başka baş- ka çetelerine mensup adamlarmış. Bu- nun için kavga bir dakika içinde son derecede büyüdü. Herkes biribirile dalaşmağa başladı. İskemleler, bardaklar, tabaklar, şi- şeler, çatallar, bıçaklar havada uçu- yor. Kavpacıların attıkları sanda'ye- ler ve sıktıkları kurşunlarla elektrik smpullerini de kırdıkları için, biraz sonra zifiri karanlıkta kaldık. Kafamda kırılan bir bardakla âde- tâ sersemlemiştim, Bu esnada yaka- ma iki el yapıştı. Bardakilerden biri beni kavgacılardan mı zannetti, nedir? Yüzünü görmediğim (karanlıktaki adam bana habire yumruklar yerleş- tirir, ötemi berimi habire tekmeler... Artık benim de kafam kızmıştı, Ben de sağa sola tekmeleri, yumrukları savuruyordum. i di mek. 8 — Kuru gürültü - Sorgu edatı, 9 — Bayanların eline yakışir - Usta boyacı, 10 — Zabıt kâğıdı - Nota, Yukardan aşağı: 1 — Bir nevi hastane. 8 — Yapmak - Hayvan - Avuç içi. 3 — Harab - Kurusoğuk. 4 — Hastalıklar. 5 — Terzinin iplik taktığı - Cenub vi- Jâyetlerimizden biri 6 — İskambilde bir kiğidn aksi - Tekrarlama. 7 — Başına «K» korsanız pislik olur - Fikir « Sonuna «Ya korsanı; bir vapur idaremiz olur. - 8 — Cilve âlimeli - Su hendeği. 9 — Alâmet - Ecnebi bir devlet parası, 10 — Büyük bıçak - İrtibat memuru, Geçen bulmacamızın halli: Soldan safa: 1 — Şapirograf, 2 — Ararat, Asi, 3 — Kırat, Mir, 4 — Adale, Da, 5 — Ayşe, Es- mer, 4 — İyme, 7 — Ayten, Eye, 8 — Na, Emare, 9 — Kâradeniz, 10 — Balet, Keki. Yukarıdan aşağı: 1 — Şaklaban, 2 — Arı, Yaka, 3 —Pa- | raşüt, Al, 4 — İrade, Rmre, 5 — Rota, İn, At, 6 — Ot, Ley, Ed, 7 — Esnemek, 8 — Ram, Meyane, 9 — Aside, Erik, 10 — Firari, Rza. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: OHaliskâr Gazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- şında Nihad, Beyoğlu: Kanzuk, Dai- rede Güneş, Galata: Topçular cadde- sinde o Sporidis, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy : o Halıcoğlunda (o Barburt, Eminönü: Salih Necati, Fatih: Ham- di, Karagümrük; Mehmed Arif, Ba- kırköy: İstanbul, Sarıyer: Nuri, Ak- saray; Nuri, Beşiktaş: Süleyman Re- ceb, Fener: Emilyadi, Kumkapı: Lâ- lelide Haydar, Küçükpazar: Yorgi, Samatya Yedikulede Toofilos, Alem- dar: Divsnyolunda Esad, Şehremini; Ahmed Hamdi, Kadıköy: Alyolda Merkez, Modada Nejad Sezer; Üskü- dar: Ahmediye, Jieybeliada: Halk, Büyükada: Şinasi Rıza, Her gece açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rümelihisarı, Or- taköy, Ararulköy, Bebek, Beykoz, çe ve Anadoluhisarındaki €€- zareler ber gece açıktır. Barda feryadlar, kadın çığlıkları ayyuka çıkıyordu. Yanımda yüzünü iğim adam da amma zorlu Ş€y- di ha... Herif nerede İse benim pesti- 1imi çıkaracak... Nihayet dışarıda Amerikan polisinin canavar gibi öten Meşhur otomobillerinin gesleri işi- tdi. Biraz sonra burda: — Eler yukanı!... diye bir ser yük- seldi. Polisler ellerindeki elekirik fe- nerlerini yaktılar, hepimizi yakaladı- Jar, Aydınlıkta şöyle üstüme taşıma baktım. Her tarafım pilim pillım ol- muştu. Janet yanımda idi. Ne dersi- niz o karmakarışıklık içinde kadınca- ğıza bir şeyler olmamıştı. Benim yü- züm, gözüm şişmişti. Üstelik polise sabıkalı filân olmadı- gımı anlatıncıya kadar akla karayı seçtim, Nihayet Janetle beni bıraktı- Jar, Polis karakolundan çıktıktan son- Ta Janet: — Aman ne heyecanlı bir gece ge- çirdik... Ne büyük bir zevk değil mi?... Şu bendeki heyecan ihtiyacı yok mu?,.. diyordu. Bir aralık ilâve etti: — Bu gece çok güzel eğlendik, he- yecan duyduk... Yarın #kşam da ge- ne böyle bir yere gidelim e mi? dedi. Bir aralık elimi ceketimin cebine attım. O karışıklık esnasında cüzda- nım da uçmuştu. Yanımda Janet hâlâ: — Aman ne gece... Ne büyük zevk... Ne büyük heyecan!... diyordu. İşte o gecedenberi heyecan hisset- mek ihtiyacında ölün kadınlardan da- ima kaçarım... (Bir yıldız) Yazan: İskender F. Sertel KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Tefrika No, 209 Siyaviş paşa nihayet yahudi karısını Muradın gözünden düşürmüş ve haremden attırmıştı O gün eski itiyadlardan biri hilâfı- na olarak, müverrih Âlinin dediği gi- bi «Mührü padişahi Osman paşanın sarayına gönderilmeyip sadaret me- rasimine daha ziyade revnak vermek için, kapıcılar kethüdası marifetile divanda kendisine tevdi olunmuş ve orada vüzera tarafından el öpme me- rasimiz yapılmıştır. O gün tebriklerle geçmiş, ertesi gün toplanan divanda, sultan Muradın iradesile serasker Ferhad paşanın Gürcüstandan İstanbula çağırılması- na karar verilmişti. Siyariş paşa o gün kâhyası Hüse- yini çağırarak; « — Bre köpek, beni günlerce oya- ladın! Yapılan büyüler, hakikati ye- nemedi..» Diye tekdir etmişti. Osmân paşanın sâdarete gelmesi- le İstanbulda büyük bir değişiklik ya- pılmış olmuyordu. Hüseyin kâhya, efendisine: — Meydan gene siz velinimetime “Kalacak, devletilm! Hiç merak etme- yin! Padişah, Osman paşa gibi sert ve cesur bir adamı yanında tutamaz. Onu hemen sefere çıkaracak. Dedi, Siyaviş paşa hayretle kâhya- sına baktı: — Artık sefer falan kalmadı. Kılıç Ali paşa bile yakında donanma ile dönüyormuş. Dediyse de Hüseyin kâhya ısrarla anlattı: — Kulunuzun kulağı deliktir, pa- şam! Bana inanınız... Ferhad paşa geri çağınldı. Bu sabah sarayda duydum: Sultan Murad Azerbaycam baştanbaşa (fethetmek (niyetinde imiş. Bü tasavvurunu Osman paşaya açmış, O da cesaret ve dirayetini bir daha isbat etmek için: «— Ferman buyurunuz, gidip zaptedeyim...» demiş. Tebrize gidecek ordunun seraskerliği de ilâveten ken- disine verilmiş. Osman paşa yakında Azerbaycan seferine çikacakmış... ” Osman paşa sadarete geldikten sonra.. Osman paşa yeni Gürcistan sefe- rine hazırlanadursun... Sadaretlen düşen Sinan ve Siyaviş | paşalar, Osman paşanın «Babı hüma- yun hizmetinde bulunmamış oldu- gunu İleri sürerek kendisinden sada- katından emin olmak doğru değil- din iddiasını padişahın kulağına kadar aksettirmeğe (çalışıyorlardı. Hattâ Sinan paşa: «— Bu adam, Kırım hanın idam ettirdi. Yarın padişahın kellesini bi- Je uçurmakla tereddüd etmez!» Diyerek, Muradın - en can alacak damarına dokunmak cesaretini bile göstermişti. Osman paşa hakkındaki dedikodu- lar böylece devam edip dururken, Ke- fe'de bulunan 'Türk donanmasının o havalide büyük yararlıklar göster- diği haberi geldi. Bu haber üçüncü Muradı çok sevindirmişti. O sırada İstanbulda bulunan Siyaviş ve Sinan paşalar bu haberden hiç te hoşlan- mamışlardı. Osman paşayı çekemi- yen vezirler bir hile ile kendisini at- latmağa ve padişahın gözünden dü- şürmeğe muvaffak olsalar bile, yeni bir rakib doğuyordu: Derya kaptanı Kıhç Ali paşa. Vezirler, Kılıç Ali paşayı da - İs tanbulda iken yüzüne güldükleri hal de - kıskanıyorlardı Halbuki Kılıç Ali paşanın böyle bir dan sonra gelip istirahat ii Ömrümün sonunu dinlenmekle ge- çirmek isterim. Demişti, Sinan paşi Amavud ol- duğu için inatçılığı meşhurdu. İhti- şam ve debdebede ve bilhassa sada- rette hâlâ gözü vardı. Her ne ka- dar sadaret mevkiinden düşmüşse de, bu mevkie tekrar gelmesi ihtima- ni düşünerek teselli buluyordu. Kılıç Ali paşayı da kendisi gibi bu mevkie haris ve mütemayil zanneden Sinan paşa, Siyâviş paşa ile fikir ve ağızbirliği yaparak, donanmanın bir müddet di Kefede kalması muva« fik olacağı'mütalâasını. ileri sürü. yorlar ve uzaktan uzağa Muradın ku- Jağını dolduruyorlardı. Kılıç Ali paşa İstanbuldan uzak bulundukça, sadaret omazulleri için iğ bir tehlike yok demekti. Özdemir- Ju Osman yı - İstanbulda dönen antağlağa yabancı olduğu için - nasil; olsa atlatacaklarından emin bulunuyorlardı. “ m Bu sırada. Safiye sultanın, koca sı Muraddan gizli olarak, harem müdiresi ve Kilercisi yahudi Kira vasıtasile Venedik balyözüne gönder- diği mektub nasılsa Sinan paşanm eline geçmişti. Gerçi Sinan paşa bu mektubu alıkoymadıysa oda, münderecstıni okuyarak, padişahtan gizli çevrlien dolabları öğrenmişti Safiye sultan (Venedikli Baffa) nm Venedik belyözüne yazdığı mektub- da şu salırlar göze çarpıyordu: «Mediçi hükümdarı Kateri- neden üstüste iki mektub al dım. Fransayı son günlerde tehdid eden ikinci Filipin te- dibi için Türk donanmasının yardımma tavassutumu rica ediyor» i Safiye sultan, Venedik elçisine bu malümatı vermekle, kendi memleke- tine-ve hükümetine de hizmet etmiş oluyordu. Mektubda müsbet bir fikir yoktu. Sadece malümat vermekten ibaretli. Sinan paşa bu satırları okuyunca: «— Padişahın etrafını ecnebi ha- fiyeler sarmişlar!» Dedi ve hadiseyi anlattı. Maamafih hadise başka kanaldan sultan Muradın kulağına da aksef- tirilmişti. Fakat, Safiye sullanın hâ- fiyeliği şeklinde değil. Fransa, Tür- kiyeden yardım istiyor diye... O zamna üçüncü Murad İran se- ferinden bahsederek Fransaya yar- dım edemiyeceği cevabını vermişti İşte bu hadiseyi parmağına dola- yan vezirler elbirliğile harekete geç- tiler ve gözlerini hareme çevirdiler, Siyaviş paşa; — Yahudi Kira benim adamım» dır. O kadına ne istersem yaptırabi- rim! Dedi. Sinan paşa Safiye sullandan iyilik gördüğü için meseleyi uzatmak istemiyordu Siyaviş paşa bir gün Muradın mutemedierinden Ahmed çavuşa: «Yahudi karısın hafiyeliğinden> bahsetti, — Padişah, kendisine sadakatsiz- lik gösteren, bu yahudiyi hâlâ ya nında tutacak mı? Dedi, Anmed çâvuş ta bu sözleri aynen padişaha söyledi. Murad, esen rüzgârdan nem kapan ve gölgesin- den bile şüphelenen bir hükümdardı. O gün derhel: — Bu yahudi karısını gözüm gür-“ mesin. dedi ve saraydan uzaklaş tardı. Ertesi günü meseleyi haber alan Sinan paşanın fena halde canı sıkıl. muşta: AA paşam, ne Kadar sabırsızsın! Haremde kuvvetli ve becerikli bir eli- miz vardi. Onu da attırdın! Şimdi halimiz ne olacak. Hareme kuş uçur- muyorlar.., siğil Dedi. O günden sonra iki vezirin Siyaviş paşaya kimse bilmiyordu. ” a Raziye meydanı boş bulunca. Kira saraydan alıldıktan sonra, Râziye meydanı boş buldu. Yahudi karısı ona birçok işlerde engel olu- yordu. Râziyenin şimdi haremde çe- kindiği bir tek kadın vardı: Safiye | sultan, (Arkası var)